Aynı kültürde yaşayan kimi farklı benzerler ve bizler!
Genç kızken esmer, kısa boylu, sevdiğim samimi bir arkadaşım vardı.. Birlikte girip çıktığımız grubumuzdan, 14 yaşımdan beri tanıdığım kimi arkadaşlarımdan biriydi.
Bu çocuk biraz sıra dışıydı.. Yazın ortasında herkes şortla dolaşırken o asker postallarıyla gezerdi.. Bir ağustos gününün kavurucu sıcağında kulübün trapezinden neredeyse kışlık kıyafetle denize atladığını hatırlarım. Ne kadar tuhaflık, ne kadar acayiplik varsa ondaydı. Ha bir de Elvis Presley gibi favorileri vardı,. O zamanlar İTÜ'de Kimya Mühendiği okuyordu bu çocuk ve sınıfından bir arkadaşıyla ayrılmaz bir ikili olmuşlardı. Arkadaşım Yahudi ve onun en samimi dostu ise Ankaralı müslüman bir aileden çocuğuydu.. Arkadaşı da çok efendi bir gençti.. Hatırlıyorum tam iki kafadar olmuşlardı.
Bir gün o arkadaşım üniversite'deki dostunun Ankara'daki ailesinin evinde misafir olmuştu. Bize sonradan misafirliğini anlatıyordu gülerek... Hiç bir şeyi de saklamazdı.. O dostunun yanında, evlerinde annesi babasıyla ilk tanışma merasimini gülerek anlatırken dalga geçiyor, arkadaşı da ona kızmıyordu, onunla beraber gülüyordu..
Çocuklar eve geldiklerinde annesi bizimkini kapıda çok sıcak çok sevecen bir tavırla karşılamış. Ve tabi bir o kadar da saygılı imiş. Hoş geldiklerini söylerken kapının ağzından içerisini işaret ederek ; "Buyrun efendim demiş. Arkadaşımsa rahat bir tarzda, ( hem genç olmanın verdiği tavrı, hem tanıdığım kişiliğinin rahatlığı, hem bizlerden onlara hafiften değişen karşılama şekillerindeki farlılıklar ) aceleyle hemen girerken, kadın takrar, " Şöyle buyrun efendim!" dediginde o zaten çoktan buyurmuş bile.. çocuğun annesi karşısındaki iskemleye iliştikten hemen sonra gülümserken! Bu defa oturduğu yerden yine Hoş geldiniz! demiş.. Arkadaşıma daha önce söylenen hoşgeldinizin bir tekrarından gülesi gelmiş. Zaten hiç bir şeyi ciddiye almazdı ya!! Kadınsa çok kibar; " Nasılsınız?" Çocuk, teşekkür ederim iyiyim.. Kadın gülümsüyor..... Bir iki dakika sonra bir kez daha ; "Eeee daha nasılsınız?".. İki dakika önce iyiydim, şimdi nasıl olayım?!! diyor bizimki kendi kendine,, Gülecek, gülemiyor herşeye rağmen ayıp olur diye.. Kadın kalkmış, içeriden kolonyayı getirmiş.. Bazen en olmadık durumlarda saçmalamanız tutar ya. Çocuğa tutmuş bir kriz. Arkadaşım avucunu açarken digeri kolonyayı koyarken son bir kez daha hoş gelmiş!! olmuş..
Bu seremoni ne kadar sürmüş bilmem . ( Bu tip alışkanlıklar Türk ailelerinde de bir yerden diğerine, bölgeden bölgeye, kişiden kişiye değişiklikler gösteriyordur )
Misafir kabul edilirken devam eden bu tür giriş merasimleri sanırım Türk toplumunda, insanların aralarındaki mesafeyi kırmakta yaşadıkları zorluktan kaynaklanıyor olabilir. Bu da kısmen tutuculuğa varan toplumsal bir çekingenliğin sonucu olan bir alışkanlık olabilir diye düşünüyorum. İlk anda hemen rahatlayamayan, serbest bırakılamayan davranışların fazla denetiminden gelen törenselliğe dönüşmüş jestler, konuşmaları gibi..... Ve Türkiye'de elit kesimde bu daha da fazla var gibiydi. Kendilerini kontrole, denetlemeye çalıştıkça daha da çekimserlikle samimiyet karışımı olan adet haline gelmiş kimi durumlar..
Bir gün Hilton Hotel'inin lobisinde birisiyle bir randevum vardı..Bekliyorum.. kürk mantolu kadınlar ve takım elbiseli erkekler gelmişlerdi.. Bense buluşmak için randevulaştığım kişinin gecikmesiyle sıkıntıdan etrafımı seyretmekle meşguldüm. ( Bugünkü akıllı telefonlar olmayınca sıkıldığinızda o zaman daha fazla etrafınızla ilgilenmek zorunda kalırdınız. Bugün yanınızda arkadaşınız olduğu halde etrafınız yerine elinidekiyle uğraşamaya başlarken kendinize dönüyorsunuz...)
Neyse, kürklü bayanlar, şık giyinmiş erkekler birbirlerini buldular hemen lobide.. Bilmem kim bey nasılsınız efendim..diye başlayan merasim yine aynı.. Ben yaşadığım toplumdaki bu tip davranışları peki tanımıyormuydum?. Sanırım bizde biraz daha az resmiyet vardı. Aradaki ufak tefek değişiklikler bile dikkatimizi çekebiliyor.
Her milletin..her toplumun kendi kuralları vardır.. Herşey alışkanlıktır.. Alıştınız mı tuhaf gelmez işte!!
Eşim bana Sina çölünde, Israel-Mısır sınırındaki askerleri anlatmıştı.. Sınırda nöbet beklerken karşıda Mısırlı askerler olurmuş.. Onlar da böyleydi der.. Karşıdan durup gülümserdik birbirimize..İki dakikada bir Ahlaaan derlermiş.. Arapça merhaba .. Her bir tur atışında asker, olduğu nokataya geri döndüğünde yeniden verdiği selamında bir kez daha "Ahlan!!"
Ahlan ve sahlan!
Bu bölge insanı..aynı din, benzer alışkanlıklar, kimileri değişik sansalar da..kültür yapısı..tarzlar..saygı kriterleri benzeşiyor..
Son bir senedir. arabada alcogel bulunur oldu hep.. Gal'le ne zaman bir yerlere gidip geri dönsek, arabaya biner binmez alcogel'i uzatarak avucunu aç diyorum.. Ve aklıma arkadaşımın anlattığı o kibar bayan, ve hep Türk insanının gelen misafire kolonyayı uzatmak alışkanlıkları geliyor.. ( Eskiden olan bu alışkanlık bugün hala var mı bilmiyorum) Ve işte o zaman durup Gal'e gülerek ben de, Türkçe; "Hoşgeldin!" diyorum.. İlk dediğimde tabi oğlum anlamamıştı.. Ona Türkiye'deki o eski alışkanlığı anlatmıştım.
.............................
Biz Yahudilerin , Pesah'ta Dulce Blanco diye bir tatlı hazırlamak geleneğimiz vardı..
Dulce blanco, beyaz tatlı demektir...
Fakirliğin, imkansızlıkların olduğu eski devirlerden kalma bir alışkanlıktı bu sanırım....çikolataların, pahalı tatlıların yerini alan bir şey olduğunu tahmin etdiyorum ! Sadece şeker, su ve biraz da limon kabuğu rendesi karışımının uzun süre kısık ateşte çevrilmesiyle hazırlanan bir şekerdi bu!
Eskiden çok yapılırdı. Hani insan kültüründen, davranış farklılıklarından konu açılmışken anlatıyorum bunu da!! Beyaz tatlı, bayram'da Yahudi evine gelen misafirlere, tatlı bir bayram için sunulan bir şeydi..
Genelde gümüş ya da kristal bir servis tabağının içine yerleştirilmiş yine gümüş kaşıklarla birlikte, yanında birer bardak soğuk suyla birlikte verilirdi..
Bir arkadaşımın bununla ilgili komik bir hikayesi vardı..
Pesah'ta onlara gelen Müslüman bir arkadaşına getirmiş annesi, dulce blanco.. Kız tepside konulmuş olan diğer kaşıkları farketmediğinden, bütün kaseyi kendisi için zannederek, gümüş kaşıkla çanağı da birlikte alarak tatlıyı kaşıklamaya başlamış.. bir kaşık iki kaşık.. üç..dört!!!.... Arkadaşım kız kendini salak zannedecek diye susuyor. Arkadaşı bir süre yemeğe devam ettiği şekerden bulanan midesi yüzünden sonunda dayanamayarak: " Kusuruma bakmayan, çok güzel ama ben bitiremeyeceğim!"dediğinde çanaktaki saf şekerden ne kadarını tüketmeyi başarmıştı bilmiyorum! :)
İşte gereğinden mesafe ve kibarlığın zararları bunlar.. Biri yer biri susar.. kız neredeyse kusar (!) hahaha
Zavallı kan şekeri kaça çıkmıştı acaba?!!
............................
Dulce Blanco'dan laf açmışken, annemin ilk evlendiği yıllar, Ortaköy'deki evinde üst katında Rum bir aile otururmuş..
Annem onları bana çok anlatmıştır.. İleriki yıllarda ülkeyi terkedecek azınlıklardan birileriydi onlar da..
Her pazar onların baş misafiriydim der..
Kiliseden döndüklerinde kurdukları masanın güzelliğini anlatamam sana!!!. Bembeyaz örtünün üzerindeki porselen tabaklarla kristal bardaklar ve çeşit çeşit kahvaltılıklar...Her kilise dönüşü, her defasında zengin bir bayram sofrası gibiydi pazar kahvaltıları.....
Ve işte bizim dulce blanco'dan onlar da yaparlarmış. Kahvaltı sonrasında kahvenin yanında sunarlarmış.
Acaba kim kimden almıştı bu geleneği, bizler mi onlardan onlar mı bizden?
Farkeder mi? Bilmem.... Sadece onların her Pazar kilise dönüşü verdikleri dulce blanco'yu biz Pesah'ta yerdik. Onların her Pazar kilise dönüşü kurulan sofraları bizde Şabat masasiyle yer değiştirirken, Noel Ayini çıkışındaki bayram yemeklerinde odaklanan aile toplantılarının yerini bizde Rosh Ha Shana ziyafetleri alırdı. Esasen dinlenilen müzikler, aileye verilen değer ve insan ilişkilerinin sıcaklığı birbirinden pek farklı değildi. Birinin alt komşusu diğerinin yanındakiyle birlikte, uzun seneler aynı memleket içinde oluşmuş geleneklerle birbirinden yeterince etkilenmiş insanlar aynı şehirde ayni mekanlarda ikamet ediyorlardı..
Bizi diğerimizden ne kadar farklı zannetsekte benzediğimiz taraflarımız bir o kadar çoktur.
Batya R. Galanti