30 Haziran 2021 Çarşamba

  Hamas'ın yaz kampları



Yaz sezonu başladı. Okulların kapanmasıyla çocukları uzun bir tatil bekliyor. Koronaya rağmen sadece kısmen uzayan eğitim günleri son bulurken, Eylül başında takrardan başlayacak yeni Öğrenim Dönemine kadar çocuklar verimli bir yaz için devletin ya da özel sektörün kendilerine sunduğu fırsatları değerlendirecekleri yaz okullarına devam edecekler.



Israel'de keytana diye çağrılan bu "yaz kampları"  çocukların sosyalleşmesi için önemli bir yer tutarlarken, bir diğer taraftan, bir kez daha eğiten, öğreten yönleriyle de geleceği teslim edeceğimiz çocukların ve gençlerin zamanlarını en doğru şekilde doldurmalarını da sağlayan ve yaş gruplarına göre ayrılan etkinlikleri; müzik, spor, sanat ve doğayla iç içe olan değişik aktiviteleri içeriyorlar.

Bu yaz, bu kampların artık sorunsuz bir şekilde devam edeceğini düşünüyorduk. Geçen yıl tamamen altüst olmuş bir yaz döneminden sonra bu sezon koronanın arkamızda kalmasıyla daha huzurlu daha keyifli bir yaz bekleniyordu. Ancak son günlerde çocuklar arasında artan üst solunum yolları enfeksyonları ve  hızla yayılan yeni variant Delta'nın genelde aşılanmamış olan 12-16 yaş arası çocukları etkilediği için anne babalar ilk kez aceleyle çocuklarını aşılatmaya götürmeye başladılar. Bir kısım velilerse aynı yaş grubu çocuklarını yaz kamplarına göndermekten çekindiklerini söylüyorlar.Sanırım Covid-19 da bir gün diğer mevsimlik virüsler gibi, bizden biri olana dek dikkatli olmak zorundayız.  Derken şimdilik yeniden virüs'ün gölgesinde başlayan yaz okulları şimdilik devam ediyor.

Biz burada çocukların eğitimlerinden, onların geleceğinden bahsederken son Gazze çatışmasından bu yana, İslami otoritenin güdümü altındaki çocukların hayatları da ayrı bir çizgide devam ediyor.

Dün son çıkan haberlerde Gazze'de de yaz kamplarının başladığından bahsediliyordu.

Ancak bu yaz kampları normal yaz kampları değil tabi ki.  Gazze'de organize edilen kamplar, çocuklar için ideal yerler değiller.  Bu kamplarda eğitmenler, öğretmenler, psikologlar yok. Bu kamplarda, kitaplar, defterler, boyalar, oyunlar yok. Bu kamplarda şarkılar, danslar yok.. Bu kamplarda sportif faaliyetler yok. Bu kamplarda çocuklara sevmeyi, sevinmeyi öğretmiyorlar. Bu kamplarda hayata  gülen çocuklar istemiyorlar. Bu kamplarda iyimserlik aramıyorlar. Bu kamplarda, kin, nefret var. Küçücük çocukların kafalarını savaş tamtamlarıyla dolduran terör insanları var. Geleceğin teröristlerini yetiştirmek için and içmiş katiller var.

Bu yaratıkların amaçları  çocuklara daha  güzel bir gelecek için sağlıklı ortamlar yaratmak değil. Çocuklarının gülümseyecekleri bir ortam onların en son düşündükleri şey.

Gazze'deki yaz kampları  8-10 yaşlarından itibaren komando eğitimine almak için açılıyor. Hamasín terörist uzantılarının, zehirlerini küçücük çocukların beyinlerine yavaş yavaş enjekte ettikleri katı bir eğitimi içeriyor bu kamplar.

Çocuklar için belki de bir savaş oyunu gibi başlıyor bu eğitim. Aralarında kendilerini şimdiden kahraman hissedenler var. Kuran'dan okutulan ayetlerde neden savaşmaları gerektiğini anlatan sureleri de öğreniyorlar. Bu şekilde kutsal kitapta yazılanlarla desteklenen eylemleri bir gün yerine getirmekle yemin eden çocuklar beyinleri yıkandıkça her gün daha da fanatikleşirken başka bir gerçek tanımıyorlar.

Onlar denize girmek yerine yüzmeyi öğrenmek yerine..basketbol, futbol, handball oynamak yerine, resim çizmek, ağaç dikmek, sosyalleşmek yerine her gün dövüş taktikleri öğrenecekler. Komando erleri gibi, ellerindeki tüfeklerle yerlerde sürünecekler. Ve bu şekilde kendilerinin birer süperman olduklarına ikna edilecekler.

Hamas'ın çocukları şimdiden şehid olacakları gün için and içiriliyorlar. Şimdiden  bir gün birisini öldürmek için doğdukları hissiyle gurur duymayı öğreniyorlar.

Masumiyetlerini çok çabuk kaybeden bu küçük kurbanların, şeytanın ellerine teslim edilen bu çocukların bu sistem içinde,  bu şekilde hayattan koparıldıklarını anlamamak imkansız. Bu şekilde daha iyi bir yaşam yerine sonu gelmeyen bir diktanın piyonları olarak yetişiyorlar . Bulundukları çıkmazdan kurtulmak için doğru olan yolu onlara gösterebilecek insanlarsa susturuluyorlar. Muhaliflerin barınamadığı bu yerde tek amaç sadece belli bir kısım insanın gücünü temsil eden bugünkü status quo'yu devam ettirmek için çalışmak. İşte her sene yeni cihadistleri yetiştiren kamplar bu nedenle varlar!!


Batya R. GALANTI


O kadar küçüktüler ki, ben de o kadar ufaktım ki, minicik bir varlığın canının boyunun çok üstünde bir değeri olduğunu ne kadar kavrıyordum bilmiyorum.

Hayatımızdaki küçük canlar!


Bugünlerde herkes bir başka durumlarda..

Gal geçtiğimiz günlerde kapıldığı bir panik atak krizi sonrası yaz kampındaki bazı faaliyetlerden çekindiği için okula gitmekten kaçındığı günleri yaşarken.. Pitzi de yine geçtiğimiz hafta birden rahatsızlanıverdi... Ve aynı günlerde küçücük akvaryumunda, geçen sene evlatlık aldığımız minik balığımızsa öldü.

Geçen gün annem telefon açtığında bana soruyordu; " El chiko como esta? " Ufak nasıl?

Que chiko?" dedim.. Hangisi.. Aklıma Gal geldi.. Malum, birden bire onunla yeni yepyeni bir döneme girdik bir kez daha. Ama annem bu kez köpeği soruyordu..

Pitzi gerçekten çok rahatsızlandı bir hafta evvel..

Hatırlıyorum köpeğin bize ilk geldiği günleri. O zamanlar annem hem pek köpekli ortamlara alışkın değildi, hem de sanırım Pitzi'nin o çok çekici olmayan tipinden dolayı ona hemen ısınamamıştı :(

" Pitzi'yi gerçekten seviyormusun?" diye sorduğunu bile anımsıyorum.

Çelimsiz, koca kulaklı Pitziye biraz daha kayıtsız gibiydi.. Ancak geçen zamanla o küçük varlığın ona gösterdiği ilgiyle birlikte hayvanı sevmeyi öğrendi. Hem de nasıl sevmek ! Wuay de mi!! derken her seferinde onun en küçük rahatsızlığına artık dayanamıyor.. Pitzi artık onun en küçük torunu oldu.

Kısacası geçtiğimiz günlerde Pitzi kulaklarının arkasındaki bölgeyi okşadığımda rahatsız olduğunu hissettirmeye başladı. Bu köpeği bildim bileli kulak bölgesi hassastı ama bu kez daha  başka bir şey vardı. Sonunda geçen hafta baktım ağız çevresini ne zaman okşamak istesem köpek can havliyle bağırıyor. Ve aynı gecelerden birinde yatağımdan kalkıp salona gittiğimde köpeği tuhaf bir halde salonun tam orta yerinde ayakta buldum. Tepkisizdi. Ertesi sabah kızıma Pitzinin tuhaf bir şeyleri olduğunu söyleyince Danielle hemen paniğe kapıldı. Anne şimdi onu veterinere götürelim. Ama araba yok. Babanı bekleyelim. Yok şimdi.. Dr. Goldman artık evin yanında değil, kim var başka??.. Bir isim bulduk, eve çok uzak olmayan bir doktor. Kucakladığımız gibi yola koyulduk.

Evin iki kilometre ötesinde küçük bir muayehane.. Danielle Pitzi ölüm döşeğindeymiş gibi korku içinde. İçerideki kedinin miyavlamasıysa ağlayan bir bebeğin sesini hatırlatıyor. Hiç bir varlığın acısını görmek insanı kayıtsız bırakmıyor.

İçeri girdiğimizde karşımıza çıkan doktor gayet genç bir tip. Yardımcısıyla beraber.. Kadın çok ciddi. Bir kişi dışarıda kalabilir mi diyor.  Korona'ya karşı tedbiri elden bırakmayanlardan. Zaten maskesi de var.

Köpeğin nesi var diyor? Nasıl anlatsam," Sabah bana kendimi iyi hissetmiyorum !" dedi.. Yok yok şaka!!

Ne bileyim, normal değil dedim..Kadına köpekteki farkettiğim şeyleri söyledim..

Bir de gece kalktığımda o şaşkın hali var. Dementia olabilirmiş.  Daha geçenlerde düşünmüştüm köpeklerde de acaba alzheimer olabilirmi diye. Oturup araştırmadığım mevzu gerçek çıktı. Belki bu yüzden mi, çağırdığımız zaman cevap vermiyor.  Sağırlaşıyor da bence. Kapıda kimse olmadığı halde bazen havlıyor..

Kadın çok dikkatli gibi görünse de tecrübeli bir doktor olmadığı yine de belli. Pitziyi asistanıyla birlikte zor tutuyorlar, nasıl muayene edecek ben de bilmiyorum. Pitzi sinirli! Onunla uğraşan bu yabancı ellere çok sinir oluyor, her an bir ısırık atabilir!

Dişlerinde enfeksyon varmış, bazıları sallanıyor dedi. Ameliyat edip onları tedavi etmek, diş etlerini temizlemek lazım diyor. Diğer gerekli şeyleri ameliyat esnasında yapabilirmiş. 1000 shekel hesap çıkardı. Ancak biz güvenemedik.

Akşam eşimle onu bu kez kendi doktoruna arabayla götürdük. Tecrübeli doktorun hali başka. Eldivenini taktiği gibi önce iki iğne yaptı ona. Ve sallanan dişlerini anında çıkardı. Ve antibiyotik yazdı. Gelecek haftaysa uyutarak dış etlerini temizleyecekmiş!!

Aynı gece çıkarılan dişleri yüzünden geçirdiği kanamayı görünce bir an panik olsak ta sonunda kanaması durdu.. 

Ve yine geçen gün bir seneden beri evlatlık aldığımız balığımız öldü. Dün bir arkadaşım, dalga geçerken bana Pitziden etkilendi galiba diyordu. Tek bildiğim balığı hasta gördüğümde ne kadar üzüldüğümdü.

Çocukluğumuzda evimizdeki küçük akvaryumda zoraki baktığımız balıklardan hep ölenler olurdu. O kadar küçüktüler ki, ben de o kadar ufaktım ki  minicik bir varlığın canının boyunun çok üstünde bir değeri olduğunu ne kadar kavrıyordum bilmiyorum.

Bir arkadaşının bakmakta zorlandığını söyleyerek kızımın eline teslim ettiği iki santimlik bir zavallıya bir sene boyunca yem vermenin dışında pek bir şey yapmadık. Küçük bir cam kavanozun içindeki hapis hayatına ne kadar etkimiz oldu acaba?

Gerçi ona isim bile takmıştık. Tek bildiğim son bir iki gün hasta olduğunu gördüğümde can çekişen bu varlık için duyduğum üzüntüydü. Danielle bir YouTuber'un balığının suyuna antibiotik koyduğunu gördüğünü söylediğinde son çare ben de Pitzi'nin antibiotiğinden bir iki damla suya damlattım. Hatta bir an faydası olduğunu bile zannettim.

Eve balık getirmek ne kadar doğru bilmiyorum. Kocaman doğadan küçücük bir cam kavanozun içine hapsedilen bir can. Bir de bu dövüş balığı olduğu için ikinci bir balıkla yaşayamaz diye tek başınaydı. Melankolik olmuştu kesin.  Doğada da tek başına değil ya bu! Kendi nefsimizi tatmin adına bir sürü olmayacak şeyler yapıyoruz. Küçücük balığı son kez okşayarak çöpe attığımda hayat bir an bu dedim!!

Pitzi ise ayağımın dibinde bana atıştıracak bir şeyler versene bakışları  atıyor şu an. Ama doktordan kesin emir çıktı, sadece kendi yemeğini verin diye. Kusuruma bakma dört ayak!!!



Batya R. GALANTI






29 Haziran 2021 Salı

Özel bir çocuğun kardeşi olmak!


Akşam saatleri herkes işten gelmiş. Uzun bir günün sonuna doğru Israel ( eşim ) hala kimi hesap işleriyle meşgul.  Galse yine gidip geliyor; kulağında kulaklıklar. Bir iki saat evvel her zamanki gibi ne zaman yürüyüşe çıkacağımı sormuştu.  Bir an Danielle yanıma geldi; "Geçtiğimiz gün aldığım pantalon var ya, biraz dar geliyor, merkeze gidip değiştireceğim, benimle gelirmisin? .. Aaa tamam iyi fikir. Ama dur, Gal ne olacak? Onunla yürüyüşe çıkmamı istiyordu o da. O an kulaklıkları kulağından indiren oğlum, hemen de duymuş, merkez falan, konuşmalarımızı....Israel bana;  Sizinle gelsin o da. derken. Off oldum ben birden.. Evet ama.. Yapacak bir şey yok! Şimdi adam işini yaparken, onun kafasında bu çocuğu bırakırsak hiç olmaz. "Danielle biliyorum, yanlız gitmemizi istiyordun. Ama Gal de gelse farkeder mi?. "Peki anne gelsin!". Gal lütfen, ama bak sabırlı olacaksın, dükkanlara girip çıkmak durumundayız! Bunu bilerek geliyorsun unutma! Tamam anne!. Biri halinden çok memnun. Danielle'iyse bilmem...

İki sene evvel, Danielle bir sabah ağlamıştı. Kardeşinin doldurduğu yer zaman zaman ona dar gelir gibiydi. Yaşı ne kadar büyürse büyüsün insan yine de, her daim sevgi bekler.  Kimi dönemlerse beklenen sevgi bir kat daha fazladır. Danielle'in sanırım o aralar daha çok anlayışa ihtiyacı vardı.  Ona sadece haklısın derken, ona  sarılarak otist bir kardeşin onun hayatında yarattığı etkileri anladığımı söylemiştim bir kez daha. Bazen insanların sizden beklediği tek şey, seni anlıyorum sözüdür. Ne fazla ne de eksik. Seni anlıyorum. Çünkü bu koca dünyada çoğumuzun bir çok kez hissettiğimiz şey birilerinin bizi anlamadığı duygusudur. Bu da pek çok kez insanı yeterince yanlız bırakır. Danielle'e o an;  Ben senin için elimden geleni yaparken sense ağlıyorsun! da diyebilirmiydim. Peki elimden geleni yapmak neydi?  Benim verebildiklerim onun ihtiyaçlarını acaba tam olarak karşılıyormuydu. Ya etrafında aile çevresinin Gal'e gösterdiği özel ilginin onda yarattığı duyguyu değiştirebilirmiydim?  Hani insanların özel olana gösterdikleri farklı bir ilgidir bu... sadece onun özel olduğunu bir kez daha ispatlayan bir şeydir bu. Sevgiden çok bir merhamet içerir. Bazen çocuğa bazense ailenin, anne babanın kendisine  kısmen bir şeyleri ispatlamak gibidir, otist çocuğa yeterli ilgiyi eksik etmemek adına insanların gösterdiği o ekstra çaba. Işte bunu bu duyguyu paylaşmak zorunda kalan kardeşe anlattığınızda onun bunu sindirmesi kolay olmayabiliyor.

İşte bu yönden, otist bir çocuğu büyütürken mücadeleniz sadece onu anlamak, kabul etmek ve ihtiyaçlarını karşılamaktan öte olan bir şeydir. Otist bir çocuğun varlığı tüm aile ilişkilerini yeni baştan şekillendirir.  Yepyeni kurallar getirir, özel yaşamınıza,  aile hayatına, kendi kendinizle olan ilişkinize, eşinizle ve de en önemlisi de size aynı derecede ihtiyacı olan diğer çocuğun ihtiyaçlarını unutmamak adına sizden daha çok anlayış ve özveri gerektiren bir durum yaratır günlük hayatınızda.

Gal doğduğunda tek düşündüğüm şey Danielle'ın yeni gelen bebekle onu artık eskisi gibi sevmediğim hissine kapılmaması idi. Bu yüzden ona elimden geldiğince ilgi göstermeye devam ederken, bebeğin bakımında bana yardım adına ona görevler vermeye çalıştığım oluyordu.  Ancak o bu konuda bana yardımcı olmaktansa okulun bahçesinden topladığı saylangozları küçük kutuların içinde eve taşımakla meşguldü. Danielle bu küçük hayvanları çok severken, salata yaprakları yedirmeye çalışırken bu minik canlılar için evin uygun bir yuva olacağını zannediyordu. Biz her defasında saylangozları bahçeye geri salarken ertesi gün odasının bir köşesinde yeni bir iki saylangoz buluyorduk. Ama Gal'in banyosu ve yemeği ya da altbezinin değiştirilmesi onu pek ilgilendirmiyordu. O odasında sevdiği oyunlarla meşgul olmak istiyordu. Gerçekten kendi halinde olmaktan memnuniyet duyan, rahat bir çocuktu. Belki de bu da ayrı bir şanstı.

Geçen zamansa Gal'le yaşadığımız sıkıntıların gittikçe arttığı günleri getirirken, ikinci bir çocuğun getireceği normal sorunların çok üzerinde durumlarla mücadeye başladığımızda da Danielle olayları hep uyumla karşılamayı becerir gibiydi. Hiç bir zaman çok fazla bocaladığını hissettirmezken ben onunla her zaman yakın olmaya en zor zamanlarda ona olan sevgimi hissettirmek için elimden geleni yapmaya çalıştım. Biliyordum ki, mücadele ettiğimiz problem evin tüm düzenini bir anda değiştirmişti. Fakat Danielle her zaman benim için bir ışık bir umut, sakin bir liman gibiydi.

Seneler evvel televizyonda Otist çocukların kardeşlerinin hayatlarını, geçirdikleri bocalamaları anlatan bir dokümanter izlemiştim. Ancak bu dokümanterle ilgili anlamadığım bir şey vardı. Otistik kardeşleri için kendi hayatlarını feda eden normatif kardeşlerin mücadelelerini gösteriyordu. Ve bu bana haksız ve üzücü gelmişti. Kardeşlerinin bakımını üstlenen gençlerin, otizmin getirdiği yükün en ağır hamalları olduklarını görmek bana ; ama neden onlar? sorusunu getirmişti beynime. Neden bu gençler böylesi ağır bir bedel ödesinlerdi?

Öncelikle şanslıyız ki Gal, böylesi bir bakıma muhtaç olacak derecede bir otist değil. Hala daha çok yardıma ihtiyaç duysa da, zaman ve biraz daha çabayla kendi kendine yetebilecek seviyeye gelebilecek bir çocuk o. Kimi motorik problemleri ve korkuları yaşamını güçleştirse de.

Fakat benim için, Galín doğumuyla geçen senelerde en  önemli şeylerden biri de Danielle'in hayatının kardeşiyle yaşadığımız sorunlardan yeterinden fazla etkilenmemesiydi. Hiç bir zaman ondan özveri beklemedim. Onun diğer çocuklar gibi hissedebilmesi önemliydi. Sahip olduğumuz handikap onun günlük düzenini allak bulak etmemeliydi. Derslerini, özel hayatını, insan ilişkilerini, her çocuk gibi serbest olabilmesini etkilememeliydi. Evin içinde yaşanan gerginlikler ve Gal'in öfke nöbetleri yeterince zorken, onu korumak önemliydi.

Belki bunun anlamı, bu yolda kariyerimi ve herşeyimi feda etmem demek oldu. Bizim yardımlarımıza her an ihtiyaç duyan bir çocuk için yapmam gereken kimi ödevlerim için belki de "hayatı" bir kenara bırakmak zorunda kaldım, Ama bu şekilde bir yerde iki çocuğuma da daha yakın oldum. Onlara  uzak kalmadım. Dilerim bu yolda aldığım kararlarım yanlış olmadılar.

Kızımın benden beklediği ilgiyse zamanla geçmişe göre azaldı. Evde bulunduğumuz zamanlarda birlikte ettiğimiz sohbetlerimiz, kimi zaman birlikte yapmaktan hoşlandığımız ufak tefek şeyler dışında o bugün genelde kendi hayatıyla meşgul. Gal'inse en iyi arkadaşlarıysa hep biziz.

Dilerim bir gün  o da bir şekilde kanatlanıp yuvadan uçar!!


Batya R. Galanti

Usta ve çırağın ne olduğunu mutlaka biliyorum. Tesisatçıları, televizyon tamircilerini ben de tanıyorum... Ancak ben gençliğimdeki o elektrikçi çocukları da hatırlıyorum. Ve bir çok iş yerinde çalıştırılan diğerlerini!! Babam elektrik işlerinde pek becerikli birisi değildi, ve Şişli Hasat yokuşunda, bize en yakın elektrikçiyi aradığımızda evimize bir çocuk gelirdi. Ben işte bunu hatırladım!!

Satın alınan iki lambanın bana anımsattıkları!


İlk kazandığı parayla insan neler yapar?  Ya da siz ilk kazancınızla ne yaptınız? diye sorsam
Sanırım bu sorunun cevabı, yaşadığınız ülke ve ailenizin ekonomik şartlarına göre değişir.
Sadece ilk kazandığınız parayla ne yaptığınızın ötesinde, ilk kaç yaşında çalışmaya başladığınız da bu soruya eklenecek önemli başka bir konudur sanırım.  Peki ilk kazancınızı kendinize mi harcadınız? Yoksa ailenize destek olarak, bu parayı büyüklerinizden birine mi verdiniz hemen?

Geçtiğimiz hafta salona satın aldığımız iki lambayı takmakla uğraşırken gençliğimde İstanbul'daki evimize lambadaki arızayı tamire gelen elektrikçi çocuğu hatırladım.  Lambada olan bir arızamıydı tam hatırlamıyorum.  Ve böylece dün bu şey bir yerlerde kafamda takılmış ki, Facebook'ta öylesine alelacele bir soru sordum..ancak sanırım soruyu soruş şeklim yanlış oldu.  Facebook'ta: " Eskiden İstanbul'da insanların  çok kez kendi işlerini kendilerinin beceremediklerini ve bir çok şeyleri çıraklara üç kuruşa yaptırdıklarını,  bugün hala daha böyle bir şeyin olup olmadığını? "sordum!

Sorumun neye dayandığı belli olmadığı için, çok orta yerden, çok direk sorulduğu için, kelimelerimi yanlış seçtiğim  için insanlar bu soruda bir çeşit küçümseyiş sezmiş gibi oldular sanırım!
Cevaplarında, öncelikle çırağın bana ne olduğunu açıklayanlar oldu. Çırak yerine, elektrikçi, tesisatçı gibi  meslek gruplarından bahsettiler ve öncelikle işin ustaları olduğunu ve mesleğine göre gerektiğinde bu kişilerin eve çağrıldığinı ve  çağırılan ustanın kendine göre bir fiyatı olduğunu, çocuklarınsa sadece iş yerinde yardımcı olarak çalıştıklarını ve onların bile üç kuruşa çalıştırılmadığını vs.. anlattılar.

Usta ve çırağın ne olduğunu mutlaka biliyorum. Tesisatçıları, televizyon tamircilerini ben de tanıyorum... Ancak ben gençliğimdeki o elektrikçi çocukları da hatırlıyorum. Ve bir çok iş yerinde çalıştırılan diğerlerini!!  Babam elektrik işlerinde pek becerikli birisi değildi, ve Şişli Hasat yokuşunda, bize en yakın elektrikçiyi aradığımızda evimize bir  çocuk gelirdi. Ben işte bunu hatırladım!!

Geçtiğimiz hafta iki yeni lamba aldık. Satın aldığımız yerde adam lambaları taktirmanın fiyatını bize yazarken eşim bunu kendisinin yapabileceğini söyledi.  Lambalar böylece eve geldiklerinden günler sonra kutularında bekledikten sonra sonunda bir öğlen;  Hadi artık şunları monte etsek mi ne dersin!" diyen eşimin ardından  onunla birlikte aletleri falan getirdik. Duvar delici, ingiliz anahtarı, vidalar ve tornavidalar...herşey hazırdı.. Birisi işin esasıyla uğraşırken, diğeri "çıraklık" yapmalıydı mutlaka. 
Eşim bir iskemlede, ben diğerinde elimizde lamba tepeye çıktık.  Genelde çoğu şeyi hemencecik beceren eşim bu kez lambayı tavana monte etmekte biraz zora girdi. Bir şeyler karışmıştı. Elimde lamba ellerim tepemde geçen dakikalarda kollarımı fazla havada tutmaya alışkın olmadığından sanırım lambanın ellerimden kayıp düşüceğinden korkmaya başladım.  Kollarımın artık koptuğunu hissettiğim an eşim bir taraftan vidaları sıkıştırmakla savaşırken diğer taraftan  lambayı biraz da başımın üstüne koymamı söyledi. Bense zaten en az on dakikadır hem kollarımla hem de kafamda taşımaya çalıştığım o koca şeyin artık ağırlaşmaya başladığını hissederken o anki durumum bana çocukluğumda İstanbul'da simit satan çocukları hatırlattı. Tepemde yuvarlak bir şeyle durduğum yerde küçücük çocukların o zor yaşam kavgaları aklıma geldi.


Caddelerde kafalarında kocaman yuvarlak tepsilere birbiri üzerine dizdikleri simitleri satan çocukları düşündüm. Caddelerde satılan simitlerin tadı, yoldan geçenlerin mikroplu elleriyle  hangisinin daha gevrek olduğunu anlamadan almayan insanların ardından belki de daha da bir lezzet (!) kazandığı o susamlı ekmekler İstanbul'un en karakteristik özelliklerindendi. Sokaklarda bir kaç kuruş para kazanmak için simit satan çocuklar, başlarının üzerinde götürürlerdi o tepsileri. Caddelerin yoğun kalabalığı içinde yol alırlarken birisi istemeden çarpıpta tepsiyi yere atana dek. Ve o zaman yapabilecekleri tek şey, toz, toprak içindeki yerlerden topladıkları simitleri yeniden yerli yerine dizmek olurdu. Nasıl olsa beş dakika sonra gelecekler o simitlerin yerlerden toplandıklarını görmeyeceklerdi. Bilseler ya da tahmin etseler de çok fazla takan da kalmıyordu zaten. İnsanlar pislik içinde yaşayıp mikroba  bağışıklık kazandıkça nasıl olsa hasta olmuyorlar.

Neyse birinci lambayı takmamız aşağı yukarı kırk dakika sürdü. İkincinde işin tekniğini öğrenen eşim on dakikada montaj işini hallederken bu kez kollarım kopmadı.. Ve tüm bu lamba savaşının içinde aklıma yine çocukluğumdan başka kesitler geldi..

Önce simitçi çocukları düşündüm , sonra da bize gelen elektrikçi güzel çocuğu..

Hani dediler ya dün bana, işin ustası gelirmiş çağrıldığında. Belki bazı işlerde hep öyleydi. Belki her işin ustası vardı mutlaka ama ustalarıun yanında çalışan çocuklar çoktu. Her işi yapan devlet güvencesi altında çalışmıyordu. Sigortasız çalışanlarla dolu ülkede bir kaç kuruş yevmiyeyle tutulan onca çırağı yanlız ben mi anımsıyorum? Merakım sadece bugün aynı sistemin devam edip etmediğini anlamaktı.

Universitenin birinci sınıfında bir şirkette ufak tefek tercume işleri için part time bir işe girdiğimde ilk kazancımdan büyük bir heyecanla oturma odamızı yeniden döşediğim günleri de hatırladım.
Hani ilk kazancınızla ne yaptınız diye sordum ya

Genç kızların en büyük hevesi giyimdir, güzel görünmek için kuaforlare, enstitülere yatırdıkları paraların hesabı yoktur. Ve bugün bu tutku eskisinden çok daha fazla.  Genç bir insanın ufak tefek kusurları olmadığı sürece, tazeliği yetmez mi diye düşündem de bugün her genç bayan kendini bir Holywood aktristi kadar bakıma almakla yükümlü hissediyor kendisini. Zaman herşeyi değiştirdi.
Bense genç kızlığımda ilk paramdan bir kısım toplayarak, o günlerde seyahatte olan anne babama süpriz yapmıştım . Beni sevindiren şey buydu,  Tüm odanın eşyasını ( kanapeyi ve koltukları)  yenilemiştim, yeni bir abajur satın almıştım. Çok güzel, yepyeni bir oda olmuştu. Yaşadığım ortamı güzelleştirirken aynı ortamdaki başkaları da bunu benimle paylaşacaklardı. 

Lambaları taktığımızda aklıma gelen bir diğer şey de buydu.

İlk kazandığınız parayla  kendiniz için bir şeyler yapabilirsiniz. Kendi ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz. Ya da bugün Israel'de olduğu gibi yüksek öğrenim için para biriktirip, bir sonraki seyahatiniz için bir kenara para koymak isteyebilirsiniz. Bazen kazancınızla birileriyle bir mutluluğu paylaşmayı tercih te  edebilirsiziniz.

İstanbul'da küçücük yaştan çalışan çocukların herhangi bir güvenceleri yoktu. Ve kendi özel harcamaları için değil, aile geçimine katkıda bulunmak için köle misali bir hayat içinde daha küçücük yaştan yıpratılıyorlardı. Kahvehane'de sabahtan akşama okey ya da poker oynayan babaları yerine çoğu temizlikte çalışan anneleriyle birlikte seyyar satıcılık ya da çıraklık yapan çok fazla çocuk vardı.

Dün sorduğum soru, Erdoğan'ın ellerinden çıkan (!) köprüler, alışveriş merkezleri, hava alanları ve koca koca binalarıyla övündüğü yeni Türkiyesinde , o eskisinden daha bir göz alıcı hale getirdiği İstanbul'da 2021'de çocukların nasıl bir yaşamı olduğunu merak ettiğim içindi. Ancak bunun yanında,  sorduğum sorunun yarattığı belli belirsiz tepkiye baktığımda  bir kez daha sosyal medya'da yüz yüze olmayan o kısmen kopuk iletişimin sizi yanlış anlamalarına daha açık olan ortamda , yazdıklarımızı çok daha net ve anlaşılır olarak ifade etmemizin önemi de bir kez daha ortaya çıkarıyor..



Batya R. Galanti







28 Haziran 2021 Pazartesi

Tel Aviv'deki yürüyüş!


Sıkı  sıcakların hafiften bastırmaya başladığı Tel Aviv'de insanlar denizden kısmen uzakta kalan şehrin merkezinde bile yarı çıplak dolaşıyorlar artık. Özellikle son senelerde bikiniyle dolaşan genç kızlar çoğunlukta. Ya da çoğu zaman kiloda benzeyen şortlarıyla elektrikli scooter'larıyla yanınızdan geçen genç erkeklerin içinde,  bu yaz günlerinde Tel Aviv'ín rahatlığına varan insanların arasında siz de nasıl gezerseniz gezin bir sorun olmadığını anımsıyorsunuz bir daha.  Yaşınız ve cinsiyetiniz ne olursa, hangi halinizle gezmek istiyorsa gönlünüz bu sadece sizi ilgilendiyor.

İşimizi bitirdikten sonra öğlen yemediğimi hatırlatan midemin çıkardığı guruldamaları takmamaya gayret ederken Israel; Sen yememiştin diyor. Bana kalsa yine geçiştirirdim . Yok yemedim.  Hadi o zaman sahile doğru bir yerden bir şeyler al ve yolumuza devam edelim.. Bu aralar çocuklar gibi oldum. sağlıklı ve düzenli ev yemeklerini birden bire canım istemez oldu. Kendimi doğru dürüst şeyler yemek için adeta zorluyorum.  Aklım hep ıvır zıvır şeylerde. Kendimle büyük savaş halindeyim hep. 

Neyse sonunda bol salam yine bol salata ve hardalla doldurulmuş bir sandwich satın aldım. Ve acıkmış bir şekilde tıkınırken bir yandan da denize diğer tarafta da ortadaki yola baktım. Ve her yanda rengarenk bir şeylerin dalgalandıklarını farkettim birden. Tel Aviv'ín o son derece güzel sahilindeki ağaçlıklı caddenin ortasına LGBTQ  bayrakları asılmıştı kocaman kocaman. Her sene bu zamanda bu bayraklar başta Tel Aviv olmak üzere Israel'de ( Ultraortodox yerler dışında ! )  her yeri süslerler. Bütün yol, bütün şehir "Gurur Yürüyüşü" (!) için hazırlanmış yeniden.

Israel'e her yıl dünyanın çok çeşitli ülkelerinden  gay turistler de akın ederken bu sene turistler corona yüzünden  bizi bizimle baş başa bıraktılar. Eşime sordum,"Ne zaman ki yürüyüş? 

" Yarınmış! "

Kısacası, bin bir tip insanın biraraya geldiği geçen Cuma günü Tel Aviv'de 100.000 kişi gururla yürüdüler. 

Gurur duydukları şeyin ne olduğunu ben pek bilmiyorum.  Mesela ben evli olduğum için gurur duymalımıyım. Bir erkek dün bir kadınla yatağa girdi diye bunda gurur duyulacak bir şey mi vardır? Yoksa bu sadece kendi özel yaşantımızın , öyle fazla bir maharet gerektirmeyen bir yönümüdür?

Cinsel kimliğimden gurur duyup duymamak ilginç bir yaklaşımdır. Aslında bu yürüyüşün ismi farklı olabilirmiydi acaba?

İnsanların kendilerini oldukları gibi topluma kabul ettirmek için gösterdikleri çabayı tabi ki anlayışla kabul etmek lazım. Öncelikle kimse seçim yapmadığı bir şey yüzünden kınanmamalıdır.. Ve cinsel seçimleri yüzünden ayrımcılıkla, kötü muameleye maruz kalmamalıdır. Kimsenin cinselliği bir başkasını kesinlikle ilgilendirmez. Fakat "Gurur Yürüyüşü"olarak adlandırılan bu toplu birliktelik ya da eylem ya da eğlence hep bana insanların gözüne gözüne sokulmak istenen itici bir olaya dönüştürülmüş gibi gelir.   

Sanki, son senelerde birilerinin cinselliğiyle çok fazla uğraşır olmuş gibiyiz. Aklımızı bir şeylerle bozdukça sanki bu şeyler kimi değerleri kaybettirecek kadar sınırları zorlar hale gelmiş gibi. Masumiyeti yerle bir eden bir şey oldu böylesi kutlamalar. Ben iki insanın yatak odalarında ne yaptıklarıyla ilgilenmiyorum. Áncak sokaklara taşan bir dejenerasyon söz konusu olduğunda, kimlerin nelerle özdeşleşmek istediklerini sorguluyorum.

Şu anda bana Gay Pride mi yoksa radikal dincilerin toplu eylemleri mi daha rahatsız edici gibi sorular sorulabileceği aklıma geliyor Radikal olan her şey beni rahatsız ediyor. Ne dincilerin birilerini kendi bildikleri katı kurallarla sınayıp insan gibi yaşama karşı koymaları normal geliyor bana, ne de cinsel haklarını savunmak adına birararaya gelen binlerce insanın dejenerasyona giden hareketlerini kabul edebiliyorum.

Alkolün ve bir çokları tarafından  uyuşturucunun istenmediği kadar kullanıldığı  bugünde, sabahtan akşama kadar cadde ortasında neredeyse toplu seks moduna geçenlerin dışarıdaki dilleriyle, kıçlarını herkese gösterdikleri tuhaf haller ve  yaptıkları hareketlerde gurur duydukları şeyin ne olduğunu düşünüyorum istemeden. 

Çevremde eşcinsel yaşam süren çiftlerle birlikte ortak bir toplumu paylaşıyoruz ve bu insanların çok kez bir çoklarından da iyi ve dürüst insanlar oldularını biliyorum. Ama bu tip günlerde karşıma çıkan o koca topluluğun ortaya koyduğu atmosferde beni iten şeyler var.

Ama yine de  homoseksüel oldukları için asılan insanların olduğu  bir ülkede yaşamak yerine, farklı uçları aynı bayrak altında bir şekilde birleştirmeyi beceren Israel'de yaşamak çok daha iyidir!


Batya R. GALANTI

  Yeni hükümetle birlikte bizleri neler bekliyor


Son bir kaç haftadır canlı ve heyecanlı bir çok olayın gelişini ve gidişini takip ediyoruz oturduğumuz yerden.  Bizim için bazen çok fazla değişeen şeyler olmasa da  yaşam sürekli bir döngü içindeyken, ülkeler, toplumlar durdukları yerde kalmıyorlar.

Israel'de son seçimlerin ardından geçen bir kaç ayın sonunda geçtiğimiz haftalarda kurulan hükümetten bahsettim. Kimilerinin çaresiz ellerini havaya kaldırarak kabul ettikleri yeni hükümetimiz. Kimilerinin bugüne dek karşı çıktıkları başbakan Bennett.  Bir çokları için deneyip  görmek lazım dedikleri Israel' in son hükümeti.

Son durumu kime sorarsanız söyleyecekleri şeyler farklı olacaktır. Birilerine göre bu hükümet bizim için  dünya sonu, bir diğeri için 12 sene ülkeyi yönetmiş ve artık bir rodan olma yolundaki eski başbakan Netanyahu'nun Israel tarihinin en uzun iktidarına son verenler olmuştur bu yeni koalisyon.

Bence " Madem şu an durum bu!" kabul etmekten başka çare yoktur. Çünkü durum ne olursa olsun bu hükümet yine de yasal yollardan kurulmuştur. Kanuna aykırı olan bir durum söz konusu değil. Sadece son derece karma bir hükümet ortaya çıkmış durumdadır.

Ancak bir çokları için sağ çizgileriyle oy toplayan Gideon Sa'ar ve Naftalı Bennett gibi politikacıların seçmenlerini aldatmaları affedilir bir şey değil. Halkın iradesinden  uzaklaşmış bir hükümet bu halkı nasıl temsil eder? deniyor!

Daha iki haftadır göreve gelen başbakanı ilk günden bekleyen sorunlarsa hiçte küçük değiller; 

1-Hamasla yarım kalan düellonun ne gibi bir kararla, nasıl çözümleneceği sorunu bizi bekliyor.

Son günlerde basına yansıyan kimi haberlere göre Hamas neredeyse Israel'i dize getirmiş gibi bir mesaj veriyor.  Bütün güvenlik kaygılarına rağmen, Hamas' in son bir haftadır yangın balonları atmaya son vermesiyle devam eden  sessizliğe karşılık Israel Gazze'ye getirilen bir çok şeyin girişine izin vermeye başladı tekrar. ( Savaş zamanı dahil izin verilen önemli ihtiyaçlar dışında olan mallar )  Balıkçıların avlanma bölgesi ile ilgili kısıtlamalar da şimdilik kaldırılarak 6 milden yeniden 9 mile çıkarıldı.

-Ancak hala daha Katar'dan gönderilen yardımın kime teslim edileceği konusunda anlaşmaya varılmadı.

-2014 Gazze Savaşından beri ellerinde tuttukları Israelli askerlerin kalıntılarıyla rehineler krizi de hala çözülemedi.

Bu hafta Hamasla Kahire'de yeniden görüşmeler başlayacak. 

2- Batı Şeria ve Gazze'den Israelli Araplarla evlenip Israel nüfusu almak için sırada bekleyenlere kapıyı açmak mı kapatmak mı? sorusuysa yeni hükümetin ilk yaşadığı krizin ana sebebi. Koalisyonun karar vermekte zorlandığı bu sorun sağ ve sol kanatlarla Arap partisi arasında büyük görüş farkıyla zora giriyor. Sonuçta, Israel' in güvenliğini tehlikeye atabilecek kimi kararlarda sağ'ın mı sol'un mu , ya da İslamcı Ra'am' in dediği mi olacak?

3- İran'da yeni seçilen Ultra-konservatif  Cumhurbaşkanı Ebrahim Raissi'nin ilk günden Batıya verdiği ültimatom benzeri işaretlerin ardından alınması gerekecek radikal kararlar karşısında yeni hükümet nasıl hareket edecek?

4- Aşıların etkilerini göstermelerinin ardından bitme noktasına gelen salgınsa başlayan yeni yaz sezonuyla artan seyahatlerle yeni variantların ülkeye girmesiyle yeniden geri gelmiş gibi. Sadece bir iki hafta içinde hasta sayısında yeniden büyük bir artış gözleniyor..

Maskelerin şimdilik kapalı yerlerde yeniden takılmaları kararlarının ardından, açık yerlerde de yeniden maske zorunluluğu bir sonraki adım olarak düşünülüyor.

Eğer bugün görülen artış  aynı hızda devam ederse, yeniden toplantılarda da kısıtlamalar da ileride alınacak adımlar gündemde konuşulanlar arasında..

......................................

Kurduğu High-Tech şirketle milyonlarca dolar servet yapan bir zeka olan Naftali Bennett'in son bir kaç haftada gösterdiği performans benim şahsi görüşüme göre gayet yüksek. İlk günden bir çok yeni kararlara çok cabuk imza atmayı becermesiyle birlikte Koronayla ilgili verilen kararlarda da açık ve net bir politikayla işe başlamış görünüyor.

Bir taraftan tecrübeli bir başbakanı arkamızda bırakırken diğer taraftan fikrimce yeni bir yönetimin kendini ispatlamak için göstereceği ekstra çabayı düşünüyorum. Fikrimce, yeniden seçimlere gitmemek için büyük bir çaba harcayacaktır bu koalisyon. Çünkü kısa zamanda seçime gitmek bu hüklümeti kuran tüm partiler için bir son demek olur. Bu yüzden  şu aşamada koalisyon ortakları kendilerini kanıtlamak zorundalar. Ve bu nedenle de sağ ve sol mecburen kendilerinden ödün verecekler.  Yeterki birlikte en iyi şekilde bugünkü durumu göğüsleyebilsinler.

Ve gerecekten mucizevi bir başarı gosterebilirlerse bu sadece bizler için daha iyi bir yaşam demek olur!

Bu yüzden koyu bir Netanyahu seçmeni gibi; " Netanyahu'yu  mumla arayacağımız ! " günleri dilemek istemiyorum. Çünkü bu son derece aptalca olur. Benim umurumda olan bu ülkenin iyi bir yerde olması, Netanyahu ya da bir başkasıyla, bu farketmez. ( Ben sadece güvenliğimizi tehlikeye atacak kararlara imza atmayacaklarından emin olmak isterdim! )


Batya R. Galanti

26 Haziran 2021 Cumartesi

Daha evvel aynı restoranda Israel karşıtı sloganlarla yenilen bir özel yemeğin görüntülerinin sosyal medya'ya yansımasının ardından bir süre bu yerden ellerini ayaklarını çekenlerin ardından, bir zaman sonra unutulup yeniden dolan bu restoranın masalarında yeniden yemek yiyecek birisinin lokması bu olaydan sonra boğazında kalmaz mı acaba??!!

 " Deniz ve Yaşlı Adam " 


Geçtiğimiz yazılarımdan birinde Yaffo ve Lod gibi şehirlerde yaşanan yağmalama olaylarından bahsetmiştim. Ülkenin dört bir yanındaki kimi şehirlerin yangın yerine çevrildiği günlerde yaşanmış bazı ekstrem olayları anlatmıştım.

Bu olaylardan biri de  Arap bir gencin  Yaffo'nun tenha sokaklarından birinde yoldan geçen yine arap bir çocuğa saldırarak  hayatını tehlikeye sokacak şekilde yanmasına neden olmasıyla ilgiliydi. Hani ertesi günlerde bu olayın suçu Yahudilerin üzerine atılmak istenmişti. Daha sonra güvenlik kameralarından bu kişinin kim olduğu belirlenince olayın rengi tamamen değişmişti. Araplar bir anda farklı konuşmaya başlarlarken Israel'deki solcu basın bu defa susmuştu.

........................................

Bir aralar Yaffo'yla ilgili sık sık yazılarım olmuştu. Eşimin bu şehirde doğup büyüdüğünü anlatmıştım. Şehrin kozmopolit yapısını.. yetmiş beş sene evvel kamplardan kaçanların, soykırımdan kurtulanların dağları tepeleri aşarak geldikleri eski bir balıkçı limanı olan Yaffo'ya yerleştiklerini yazmıştım. Yine ayni zamanlarda Bulgar, Yunan, Türk ve Faslı göçmenlerin geldikleri bu  küçük yerleşim yerinde Israel'in ilk bağımsızlık savaşı sonrası hala daha buralarda kalan Hıristiyan ve Müslüman Araplarla birlikte oluşturdukları Yaffo'yu satırlarıma sığdırmaya çalışmıştım kendimce.. Buralarda senelerce belli bir beraberliği götürmeye devam eden halkın günlük hayatından ufacık bir kesit getirmiştim..

Bu şehrin beş bin yıl insanlar tarafından hiç terkedilmemiş olduğunu anlattığımı hatırlıyorum..

Israel'in kuruluşundan bugüne de en çok kitaplara geçen, şarkılarla söze gelen Yaffoyu..

Genç kızlığımda, Israelli şarkıcı Yoram Gaon' un seslendirdiği " Bin öpücük" şarkısıyla benim aklımda kalmış bir gecenin ardından seneler sonra yeniden buralarda nefes aldığım şehir Yaffo.

Israel'in karma kültürünün Arapların gelenekleriyle de belli bir etkileşim içinde olduğu bu yerde bin bir çeşit tadları damağınıza taşıyan çok değişik restoranların ardarda sıralandığı limana uğrayanlar bu yerdlerde yine yabancı turistlerden çok buranın yerli halkı!!  (Savaşların, uluslararası önyargının getirdiği dezavantajların ardından bugüne dek turizmin çokta canlandırılamamış olmasının getirdiği sonuçlar.... )

Ve yine daha evvel anlattığım " Deniz ve Yaşlı Adam " adındaki restoran bu tatlardan en orijinal, en otantik en esaslısını masanıza, tabağınıza taşıyanlardandir denebilir..

Bir belki de iki yazımda bu restorandan da bahsetmiştim.. İnsanların kapısında kuyrukta beklediği, Israel'in en çok isim yapan restoranlarından bir tanesi olan ," Deniz ve Yaşlı Adam" 

Bin bir çeşit mezeleri, etleriyle, balık ve yine bir çok deniz ürünleriyle bilinen kocaman bir restorandır bu.. 

Aslında bir değil, aynı şehirde bir kaç kilometre arayla iki kocaman " Deniz ve Yaşlı Adam"' da  yemek yemek için bekleyen çoğu Yahudiler vardı hep her gün bir kez ve bir kez daha..


..............................................


Filistin sorununun bitmesi için Arapların kaybedecek bir şeyleri olması lazım deriz hep. Fakirlik ve geleceğe umutsuz bakan insanların olduğu bir toplumdan fazla bir şey beklemek mümkün değildir deriz.

Sonuçta, eğitim, öğrenim,  sağlanacak maddi imkanlar isyanı azaltmanın esas yollarıdır.

İnsanlar çaresiz bırakıldıkça daha fazla isyan ederler, daha fazla saldırganlaşıp, daha çok kaos yaratırlar.

Şimdi ilk olaya dönmek istiyorum !!  Yaffo'da küçük bir çocuğa saldırarak çocuğu diri diri yakanın Arap asıllı olduğu ortaya çıkmıştı hani!!

Bu genç adam, Israel'in o en çok iş yapan, en fazla konuşulan, en çok kuyrukta beklenilen, her hafta sonu Yahudilerin öğle ya da  akşam yemeği için  sıraya girdikleri, " Deniz ve Yaşlı Adam" 'ın sahibinin oğlu idi!! Bu insafsız, bu cani.. bu, bir çocuğu diri diri ateşe verebilecek kadar gözü dönmüş şeytan bunca paranın adam edemediği bir genç!!

Daha evvel aynı restoranda Israel karşıtı sloganlarla yenilen özel  bir yemeğin görüntülerinin sosyal medya'ya yansımasının ardından bir süre bu yerden ellerini ayaklarını çekenlerin ardından, bir zaman sonra unutulup yeniden dolan masalarında yeniden yemek yiyecek birisinin lokması bu yaşanandan sonra boğazında kalmaz mı acaba??!!


Batya

25 Haziran 2021 Cuma

Yeniden başa dönmek mi?


2020'de ilk alınan tedbirler, ilk kapatmalar ve ardından Koronanın ilk kez aşağıya çekildiği zamanlarda bir tanıdığımın sosyal medya'da; " Bye bye Corona!" diye bir başlık attığını anımsadım. Korona bize karşı başlattığı savaşı kaybederek, ellerini havaya kaldırmış ve teslim olmuştu. 😂

Ve derken bu işin bir meydan savaşı olmadığı belli oldu. Korona savaşı kaybeden düşmanın imzaladığı ateşkese uymuyordu  😡. Bir kez daha yayılıyordu. 2021'in başlarında, ocak ayında ilk aşılar başladığı zaman, ümitler de çiçek açtılar yeniden.. Bu kez çok daha umutluyduk. Uzmanlar Pfızer'in virüs'e karşı kesinlikle etkili olduğundan emindiler.

Aradan aylar geçti. Israel dünyada nüfusuna oranla en fazla aşı yapılan ülke oldu. 60 yaşın üzerindeki nüfusun yüzde doksanı aşılandıktan sonra, geçtiğimiz haftalarda hastalanan hasta sayısı sıfırlanınca, artık kapalı yerler de dahil olmak üzere maskelerin tamamen bırakılması gündeme geldi. Artık hiç bir ortamda maske takmamaya başladık. Sadece iki hafta önce!

Artık halkın Covid'e karşı toplu bağışıklık geliştirdiği söyleniyordu. Ve ilk kez Amerika'da da durumun biraz daha iyiye gittiği gözlemlenirken, yapılan aşılarla yavaş yavaş durumun toparlanmaya doğru gidiyor olma ihtimali sevindiriyordu. Hatta Fransa'da da yeniden kafeler açılıyordu.

Fakat yurt dışı seyahatler yeniden başlayınca ilk acabalar kafamda çakmaya başlarken bende yine de artık pek Koronayı düşünmek istemiyordum.

Bir ülkenin baştan aşağı herkesi aşılaması Corona'dan daha çabuk kurtulma şansını arttırsa da epideminin bittiği garantisini vermiyor. Ve işte bir kaç günde yeniden yayılan bir virüs var. Corona'nın Hindistan orijinli varianti Delta! Hatta geçen gün başka bir Delta daha çıkmış bile, o da Delta +' muş!!

Tüm dünya'da bu virüs kontrol altına alınmadığı sürece, her devletin yapması gereken şey, çok gerekmedikçe insanlara yurt dışına gitmelerine şimdilik izin vermemek olmalıdır.

Seyahatler en büyük sorun. Bu şekilde yeni variantları ülkeye sokacak bin tane yeni hastanın hangisini doğru dürüst denetleyecekler? Bazı şeyler sadece tavsiyeyle, öneriyle kaldığında kimse önerileri dinlemiyor.

Ve dünyanın en fazla aşı yapıldığı bu ülkede şu an virüs  bir anda yeniden yayılmaya başladı. Aşılı olan kişilerde genelde hafif geçse de kimi ağır hastalar da bekleniyor.

Sonuçta yeniden olası bir salgınla tekrardan karşı karşıyayız? 

Çünkü 12-16 yaş grubu çocuklar şimdiye dek aşılanmadıkları için, nüfusun içinde hala belli bir kısım insan asıya karşı oldukları için, bir çok insanın asi oldukları halde Delta variant' ına karşı yeterli bağışıklıkları olmadığı için. Derken, virüs dünyada durdurulmadıkça yeni yepyeni variantların önlerine geçilmesi mümkün olmuyor. Ve aşı yeni variyantları durdurmayabiliyor!


Batya

 

22 Haziran 2021 Salı

 Israel Batılı anlamda laik olmayan bir demokrasidir


Geçtiğimiz aylarda  Israel'in Raanana kentindeki bir okulda  yaşanan bir olay aynı günlerde Israel basınına yansıdı.   Sabah saatlerinde her zamanki gibi  okula gelen  bir kaç genç kız giydikleri şortların gereğinden fazla kısa olması yüzünden okulun yönetim odasında bekletilip sınıfa alınmamışlar....

Bu olayı izleyen günlerde bu genç kızlar sosyal medyayı da kullanarak okul yönetmenliğine karşı savaş açtılar... Ve kısa bir sürede sadece kendi okullarının bu tutumuna karşı değil tüm Israel'deki laik okulları da kapsayan bir akım başlattılar. Bütün Israel'de kızlar okula kısacık  şortlarla gelerek kendilerine karşı yapıldığını iddia ettikleri baskıyı protesto ettiler.. ( Ve sonunda da istediklerini almayı da başardılar) 

Ben ilkokul'da  nefret ettiğim siyah önlükten sonra ortaokul ve lise'de de yine öyle pek bayılmadığım bir üniformayı üzerimde taşımak zorunda idim.   Bizim için belirlenen yönetmelikteki kurallara göre bu üniformayı ister istemez giymek zorundaydık.  Okul içinde belirlenen disiplin bunu gerektiriyordu. (Gerçi son sene etek dışında hiç bir şey pek okula ait değildi üzerimde..)

Geçtiğimiz hafta Israel'deki bu olay üzerine France24 haber kanalında bir haber programına rastladım..

 " Israelli genç kızların şort savaşı " başlağıyıla verilen programda genel olarak  Israel'in modern toplum yaşayışının dinci akımların ne kadar etkisinde olduğunu soruşturmuşlar.

Genç kızların okula başkaldırılarıyla ilgili olay buradaki dindar akımlar ve modern gruplar arasındaki çatışmayla ilişkilendirilmeye çalışılmış gibiyse de  sonuçta   haberin kendisinde de  okul müdürüyle yaptıkları röportajda , şort üzerindeki tartışmanın "dindarlıkla" hiç bir ilgisi olmadığı açıkça söylendi.. Olay sadece okul disipliniyle ilgiliydi..

Diğer taraftan; Evet  Israel bir Batı ülkesi değildir. Bu doğru. Israel Avrupa'nın bildiği ve tanıdığı türde  

Peki illede Batılılığı  bir standart kabul etmek acaba ne kadar doğrudur?

Batı kendi kurduğu düzeni ideal görüyor olabilir.  ( Bir çok yönüyle öyle bile olsa )  Ya da Batı belli anlamda kendi yaşam normlarını giyim, davranış, müzik ve bir çok değerlerini dünya kültürüne yaymış ve kabul ettirmiş olsa da dünya'da Batı kültürünün yanında çok farklı kültürler ve farklı farklı değerler daha vardır. Örneğin Japonların, Korelilerin, Hintlilerin Batı'dan etkilenmiş kimi tarafları olsa da yaşam tarzları tamamen kendilerine özgüdür.

Bunu neden söylüyorum, haberde Israel'de belli bir kesim tamamen "Batılılaşmışken " bir diğer kesim çok farklı bir yaşam sürüyor şeklinde bir anlatım vardı..

Israel'de "Batılılaşmışlık" diye bir şey yoktur. Öncelikle Israel'de tam bir kültür salatası vardır.

Örneğin bir yandan Israel halkinin önemli  bir bölümü moderndir ama  bununla birlikte toplumda farklı seviyelerde dindarlar vardır.. Israel'e Batı'dan gelen kocaman bir nüfus olduğu gibi ( ki bunlar Batı standartlarını Israel'e taşıyan kesimdir ) , Arap ülkelerden gelen azımsanmayacak büyüklükte bir kitle daha vardır. Rus Kültürü ve bilimum farklı alışkanlıklar da bu toplumun mozaiğini oluştururlar.

Arada çekimlerde gösterilen ultraortodokslar her ne kadar Israel toplumundan klasik bir örnek gibi verilmişse de sokakta liberal tarzda bir kadının rahatça yürüyemeyeceği belki de tek yer olan Mea Shearim'den yansıtılanlar Israel kadınlarının genel yaşamını gözler önüne sermemektedir; o da ayrı bir nokta.

Israel'de Batılı anlamda bir laiklik mevcutmudur peki? Hayır! çünkü Batı'da 18. yüzyıl Fransız İhtilaliyle birlikte çok köklü bir devrim söz konusu olmuştur.  Fransız İhtilaliyle birlikte , o günlere kadar öncelikli bir konumda olup halkı yöneten merciilerden biri olan ve sahip olduğu imtiyazlara dayanarak  toplum üstündeki gücünü kullanan kilisenin  etkisini tamamen yok etmeyi hedefleyen yönetimlerle dini yüzde yüz politik arena'dan , sosyal hayattan silen Fransızlar için laikliğin anlamı gerçekten çok farklıdır..

Her ülke kendi tarihine göre, kendi geçmişine, geçirdiği sosyal aşamalara göre bugünkü konumuna gelmiştir. Fransızlara göre Laiklik cumhuriyetlerinin en  birinci kurallarından biriyken Yahudiliği temel alarak kurulan Israel'in dine olan bakışı yüzde yüz farklıdır.

Çünkü Israel'in varolmasının, kuruluşunun  en büyük nedeni " Yahudilere yuva olmak  ve dindir!!  Ve eğer bu özelliğini silerse, Israel Devleti geçerliliğini yitirir.

Ancak bununla birlikte Israel'i bilinen anlamdaki  din ülkelerinden ayıran çok büyük bir fark vardır.. O da sahip olduğu  " DEMOKRASİ " sidir.

Israel'de her insan dilediği gibi yaşamakta, dilediği gibi giyinmekte serbesttir..

Bu yüzden, her tip insan, her tip yaşam, her kesimden, her dusunceden insan bu ülke sınırları içinde varlığını sürdürmeğe devam edebilir. .Ultraortodoksların mahallesinde TV programı yapmak için direnecekseniz onlara uymak zorunda kalmakta bunun bir parçasıdır.  Ya da, mesela benim gibi  işinizin büyük ihtimalle hiç düşmeyeceğine inandığım bir mahalleden  hayatınız boyunca geçmemek gibi bir seçiminiz de mevcuttur..

Raanana'daki okula bir  plaj kıyafeti kısalığında şortlarla gitmek isteyen talebelere gelince, sanırım hala bilmedikleri, anlayamadıkları şeyler var diyorum ben.. Disiplini tamamen hiçe sayan  bir öğrenim kurumunda okumanın o insana kimi değerleri öğretmekte zorlanacağı kesindir..

Bir başbakan nasıl sabah parlamento'ya dar bir şort ve brotelli bir bluzla gelemezse ,  bir avukatın duruşmaya yine şortla katılamayacak kadar resmi bir görevi varsa  bir öğrencinin de okuduğu öğrenim kurumuna belli bir saygı çerçevesinde aklı başında bir kıyafetle gelmesini beklemek bence  normal bir eğitimin doğal parçasıdır diye düşünüyorum.

Ve bu standartlar sadece kızlar için değil erkekler için de geçerlidir. Erkekler sadece hiç bir zaman bu kadar kısa şortlar giymeye kalkmamışlar sanırım..

Hayatta her insan istediği gibi yaşamalı fakat toplum içindeki kimi sınırları ve kuralları da unutmamak  sosyal yaşantının doğal bir parçası olmalıdır diyorum..


Batya R. GALANTI

18 Haziran 2021 Cuma

Hamas her yerde!


Geçen ay bir anda Israelli Araplar  ayaklandıklarında  bu insanların bir şeyleri göze almalarında neyin etkisi olduğunu düşünmeye başladık. Birileri içeriden ve dışarıdan bu insanları alevlendiriyorlardı. Ve bu işin iç yüzünü anlamak gerekiyordu.

Bugün Israel'de yaşayan Arapların Israel topraklarında huzursuzluk çıkarmak , kıyameti koparmak ne derece işlerine gelir bilemem. Kuzey'de işsizliğin son bir iki senedir çok artışta olduğunu biliyorum. Ve bir o kadar asayiş sorunu var. Lod, Ramle , Yaffo ve Akko gibi şehirler, Israelín en fazla cinayet işlenen şehirleri. Bu şehirlerde mafyanın dilediği gibi hareket ettiğini, polisin etkisiz kaldığını biliyoruz.

Ancak bu bölgede yine de yaşam standardının en yüksek olduğu, hayatlarının yine de en garantide olduğu ülke Israeldir.  Sağlık standartları bölgedeki diğer ülkelerle mukayese bile edilemez.

Bu Israel'deki Arapların ekonomik ve sosyal hiç bir sorunları olmadığını göstermiyor mutlaka. Ancak sokaklara çıkıp insanların boğazlarını kesmek için, kudurmaları için de iyice delirmiş olmaları gerekiyor.

Batı Şeria'da Abu Mazen ve Israelín iktidardan zorla uzak tutmaya çalıştıkları terörist Hamas burada iktidara gelmek için savaşırken, Abu Mazen'e karşı,  İslamcı felsefesi ve halkın içinde odakladığı terör yuvalarına verdiği desteğiyle  gittikçe  daha da güçlenen bir Hamas var! Ve Hamasın etkisi bugün bir anlamda Israelli Arapların üzerinde de kendini gösterir gibi.

İşin ilginç tarafı, yalan, dolan ve çalmakla milyonlarca dolarlık servet üzerine oturan Abbasí'ı artık Ramallah'taki Saray'ından atmak isteyen Filistinliler'in Abbas yerine seçtikleri ikinci seçeneğin onlar için daha iyi bir gelecek getireceğini umut etmeleri ne kadar aptalca.  Gazze'deki kardeşlerine hayatı zehir eden bir başka hırsız, bir başka despot, bir diğer dolar milyonerinden, bir teroristten ne umut ediyor olabilirler?  

Lod Şehrindeki yağmalamalarda buradaki gençlerin beyinlerini zehirliyenlerden biri sosyal medya'da açıkça yaptığı konuşmaları yayınlanan bir cami imamı.

Bu sahsın en son Facebook paylaşımı görülmeğe değer bir video klibi olmalı.

Zamanında yakalanarak yaka paça götürülmeyen bir uğursuzun son paylaşımında,  iki güvenlik görevlisinin nasıl boğazlarının kesilip yakıldığının görüntüleri vardı deniyor. Ve adam inananlara bunu yapmalarını telkin ediyor!

Sokaklara çıkıp Yahudilerin boğazların kesin diye kışkırtan bir din adamı bu dünyanın ne kadar kötü bir yer olduğunu hatırlatıyor insana. Yeryüzünde inananlarına böylesi fikirler sokan din adamları olması korkunç. Zaten yüzüne bakmaktan bile korkacağınız bu insan kendince Tanrıya hizmet ettiğini zanneden bir şeytan mutlaka.

Son bir haftadır Gazze'den atılan yangın balonları ekili alanlarda yangınlar çıkarmaya devam ediyor.

Israelín uyarılarına rağmen  bildiğinin dışına çıkmayan teröristlere karşı son bir iki gündür Israel de bu kez Gazze'de  Hamas'ı yeniden hedef aldı.

Arada Kahire'de devam eden görüşmeler eğer bir sonuca bağlanmazlarsa iki tarafın çok istemediği çatışmalar yeniden başlayabilir deniyor.

Hamasín elindeki askerlerin cesetlerinin iadesi için Kahire'deki görüşmelere giden Israelli diplomatlar , askerlerin cesetlerine karşılık Gazze'den Israel'e olan geçiş noktalarının yeniden açılması dışında, balıkçıların avlanabilecekleri mesafe üzerine antlaşmaya varmaları gerekiyor. Ve şimdilik bu antlaşma görünürde elde edilememiş gibi. 

Israel'in Filistinlilere getirdiği av yasağının sebebi  Hamas'ın Gazze'deki limana İran'dan gelen silahları depolaması. Herşey güvenlik kaygıları yüzünden çıkmaza girerken, Katar'dan gelen paranın kimin eliyle halka ulaştırılacağı da ayrıca başka bir sorun.  Israelin artık Hamas'ın silahlanmasını durdurmaya son vermek istediği açık.

Bati Seria'daki  halkın hala kendi refahları yerine silahlara giden paraları görmezden gelerek hamas'a oy vermeyi dusunebilmelerini anlamak mumkun degildir. Bu da bu bölgenin karanlık bir başka gerçeği gibi. Ellerinde farklı kartlarla oynayan başka oyuncular olmuyor hiç bir zaman. Bildikleri  yol hep aynı sanki!!


Batya

17 Haziran 2021 Perşembe

Klasik müzikle tanışmak.


Klasik müzik dedikleri zaman ilk aklıma gelen Türkiye'de 1980'lerde yayınlanan bir klasik müzik programıdır . 

Pazar sabahının daha ilk saatlerinden,  ertesi gün başlayacak olan haftanın bunalımını yavaş yavaş hissettiğim, oturma odamızın yarı karanlık, o monoton ortamının içinde beni pek cezbetmeyen bir televizyon programı hatırlıyorum. Haftada sadece bir kez yayınlanan yaklaşık bir saatlik bir programdı bu. 

Babamın en büyük zevki olan, pazar sabahı ailece yediğimiz kahvaltıyı kendi elleriyle bize hazırlamasının ardından,  günün o ilk öğünün bitişiyle hep birlikte toparladığımız masayı düzeltip, herşeyi yerine koymamızla halının üzerine atlamamın ardından Hikmet Şimşek' in saatinin geldiğini görünce her defasında tekrardan  hayal kırıklığına uğrardım.

Ne zaman yapacak bir şeyim yoksa ve televizyon seyredeceksem halının üzerine uzanırdım. Nasıl olsa haftada bir yerlerde sürünerek ( ! ) temizlik yapan zavallı hizmetçi o halıları daha bir kaç gün evvel elinde yumruk yaptığı beziyle iyice silmiş olurdu. Ve İstanbul'un çamurlu sokaklarından eve girdiğimizde ayakkabıları, ayakkabı dolabında sakladığımız için de ayrıca her daim etraf tertemizdi. Kısacası, oturma odasında herkes kendi yerine oturduktan sonra, bir ben masanın altında, kocaman halının üzerine sereserpe yatar, avucuma yasladığım çenem ya da  başım yorulana dek o şekilde tv seyrederdim.

Ve işte o zaman Hikmet Şimşek' in programı başlardı.  Bu program cok ciddiydi. O zamanlarTürkiye'de  herşey öyleydi.  Adam bir şeyler anlatırdı gayet ciddi bir tavırla  (!). Her defasında bir kompozitörün hayatını ve bir opera ya da operetin hikayesini dile getirirdi. Benimse zavallı adama adeta gıcığım vardı. Kendini beğenmiş gelirdi bana. Bu programın bana klasik müziği sevdirmesi pek mümkün görünmüyordu. 

Hikmet Şimşek'in  programında en çok yer verdiklerinden biri Alman orkestra şefi Herbert Von Karajan'dı. 1933'lerde kariyeri için Nazi Partisi üyeliğini seçen, dünyanın en ünlü klasik müzik  şeflerinden biriydi Karajan. Nazi geçmişiyle bilinen kondüktör! 1930' larda Alman kökleri olmayanların  ya da rejime muhalif olanların istihdam edilmedikleri günlerde Karajan bir çok rejim karşıtı müzik adamları gibi Almanyayı terketmeyi tercih etmemiş,  kariyerinde ilerlemek için Nazi Partisine üye olmuştu!  ( Karajan, Makedon kökleri olan bir aileden geliyordu ). Savaş sonrası kendisini bu konuda suçlayanlara, bu gerçeği reddetmiş olsa da ! Berlin Orkestrasının seslendireceği eserleri yönetecek olan adamın ( Karajan'nín ) siyah beyaz görüntüleri beni klasik müzikten sonuna kadar nefret ettirmediyse o da bir başarı idi. Bu böyle uzun bir süre devam etmişti.

Zaten bir de çocuk kafanızda muziplik, oyun ve gülmek peşinde olduğunuz yıllarda fazla ciddi, ağır şeyler size pek hitab etmiyor.

Kısaca, Hikmet Şimşek'in gün gelip, Danny Kaye'in Amerika'da çocuklara klasik müziği sevdirmek için hazırladığı o ilk show'u yayınladığı güne kadar bu programa neredeyse lanet okurdum.

Danny Kaye' in  nota okumasını bile bilmediği halde ( Kendi söylemine göre ) kendine özgü stiliyle yönettiği orkestralarla insanları hem güldürürken bir taraftan da o tılsımlı müziği bazen  amatör kulaklara, bazen küçük çocuklara taşıyan konserlerine tesadüf ettiğim zamanlar belki de alışkın olmadığım melodilerle ilk yakınlığım kurulmuştu.


Sevdiğiniz müziği belirleyen şey aile ortamında dinlediklerinizdir genelde.

Çevremde kimi tanıdıklarım  klasik müzik dinlerlerdi. Onlar  klasik müzik konserlerini de  kaçırmazlardı.  Ancak bizim evde çocukluğumun ilk yıllarında klasik müzik dinleme alışkanlığımız vardı dersem yalan olur.

Babamın en sevdiği müziysenler, Nat King Cole,  Frank Sinatra ve Dean Martin'di. Bir de Julio vardi! Hangi Julio mu? Julio Iglesias tabii. Bize 500 sene evvel geldiğimiz eski vatanda bıraktığımız köklerimizi hatırlatıyordu o da! Hahahaa...

Fred Astaire'ín müziklerini ve  filmleriniyse ezbere bilirlerdi bizimkiler. Kimi soft pop şarkılar,  hafif Jazz'lar ve Rock and Roll evde kulağıma sık çalınan melodilerdi.

Bugün Danielle'le aramdaki en büyük fark benim kızımın sadece şimdiki müziklere ilgi duyması. Onu sadece kendi zamanın şarkıları cezbediyor. Bense kendi dönemim dışında, örneğin babamın dönemine ait melodileri de dinlerken, onun sevdiği müzisyenleri ben de seviyordum. Belki bu benim daha nostaljik yapımla ilintili bir durumdur.

Genç kızlığımda, akşamları salonun en sevdiğim köşesi'ndeki koltukların dibinde, yine  kocaman el halılarının üzerlerinde , abajurun los ışığının altında ya okur ya da sınavlara çalışırdım..  Çoğu eski  şarkılar, bazen 1950'ler 60 ya da 70'lere ait müzikler dinlerdim. ... saatlerce..

Klasik müzikse ilk kez ağbimin seçimi olmuştu bizde. 20 yaşlarında birden bir şekilde klasik müziğe merak salmıştı o. Bir zaman sonra klasik müzik evde sürekli duyulmaya başlamıştı. Hem de o bu müziği sonuna kadar açarak dinliyordu!

Beni bu müziğe ilk kez yaklaştıran, "Amadeus" filmi olmuştu.

Gelmiş geçmiş en büyük müzik dehalarından biri sayılan Mozart'ın hayatına "hayali bir pencereden" bakan , onun deli dolu, çocuksu kişiliğini  perdeye mükemmel bir büyüyle taşıyan unutulmaz  bir Hollywood yapımıydı; Amadeus!

Ünlü Çek yapımcı Milos Forman tarafından , 1984' te sinemaya uyarlanan bu drama, oynadığında çok ses getirmişti.

O dönemde 50 Uluslararası  ödüle aday gösterilen ve bunlardan 40' tan fazlasını alan, 8 Oscar toplayan bu filmi seyrettiğimde sanki bir görüntü ve müzik şöleninden çıkmış gibi olmuştum. Filmin getirdiği başarıya rağmen gerçekçiliği açısındansa kimi tarihçileri çileden çıkarmışsa da Amadeus bugüne dek yapılan en iyi yüz film içinde imiş hala! .

Film tarihçileri neden çileden çıkarmıştı peki? 

Antonio Salieri " Amadeus " 'ta Mozart'ı ölesiye kıskandığı için Mozart'ın ölümünü planlayan kişi olarak çizilmişti.   Salieri'nin Mozart'ın dahiliği karşısında çileden çıkışıyla ölesiye kıskançlığının önü deliye döndürmesi üzerine kurulan ana temanın tarihi bir gerçekliği yokmuş!

Viyana'da, Kutsal İmparator II. Joseph'in sarayı'nda öğretmenlik yapan, 18. yüzyıl operasının gelişiminde büyük rolü olmuş, zamanın  önemli  bestecilerinden biri, orkestra şefi ve eğitmen olan Salieri'nin Mozart'ı öldürmeyi düşündüğü iddiasının tarihçilerce yalanlandığı çok kez yazıldı.

Aslında Peter Shaffer tarafından sinemaya uyarlanan Amadeus'u ilk kez sahneye koyan 19. yüzyıl oyun yazarı ve romancı Rus Alexander Pushkin olmuş. Pushkin Salieri'yle  Mozart arasındaki rekabetten iyi bir drama yaratabileceğini düşünerek bir oyun yazmış. Ve ilk kez 1890'da bu oyunu sahneye koymuş.

Nikolai Korsakov ise daha sonra bu oyunu opera olarak bestelemiş.  1979 yılında ise   Peter Shaffer, Londra Ulusal Tiyatrosu'nda bu oyunu sahnelediğinde yönetmen Milos Forman oyunun premier'inde  bulunduğunda sahne'de gördüğü dramadan öyle etkilenmiş ki Shaffer'e oyunu sinemaya uyarlamayı teklif etmiş.

Filmin senaryo yazarı olan Peter Shaffer, senaryoyu yazmadan evvel Mozart hakkında çok geniş bir araştırma yapmış ve besteci hakkında bir çok şey okumuş. Bunlardan biri de Mozart'ın mektuplarıymış.  Bu mektuplarda okuduğu Mozart, bir taraftan sekiz yaşlarındaki yaramaz bir çocuk gibi davranan diğer taraftan inanılmaz eserler üreten bir deha imiş gerçekten.

Kralın Sarayında eserlerini dinlemeye gelen aristokratlara özel konserler için çağrılan genç adam aynı sarayın yan odalarında masa altlarında yaramaz çocuklar gibi karısının peşinde koşup kahkahalar atan biriym Mozart. Sonuçta , Salieri'yle bu şekilde bir rekabet yaşadıkları belki doğru değilse de Mozart'ın kimi anlamda soytarı kılıklı bir dahi olduğu sanırım doğruymuş  İşte Shaffer filminde bunu seyirciye yansıtmak istemiş.

Shaffer zaten Amadeus'un  belgesel biyografi amacı taşımadığını da açıklamış.

Bu filmdeki,  dönemin rengarenk giyimleri, kadınların saten elbiselerinin ihtişamı,  göz dolduran mekanlar ve saraylarla bütünleşen Mozart'ın müziğinin  kulakları her bir yandan kuşatışı hayatımda ilk defa bu tür müziğin insanda ne kadar farklı bir heyecan yarattığını farketmeme vesile oldu.

Amadeus'un ardından bu yapımı yeniden ve yeniden izledim ve biraz olsun Mozart'ın müziğini tanıdım.

Mozart'ın müzik tekniği, farklı stilleri özümsemedeki çabukluğu ve becerisiyle gelmiş geçmiş besteciler içinde en büyüklerinden biri olduğu söylenir bugüne dek.  Böylesi bir müzik dehasının hayatını çok genç yaşta tam bir zavallı gibi bitirmesi ise çok acıdır.

Filmin sonu aklımdan hiç çıkmadı. Cenazesini bir akşam vakti alelade bir mezarlığa doğru götüren atlı arabayı takip eden ailesinden başka kimse yoktu orada. Siyah beze sarılı olduğu halde onu son kez kutsayan pederin duasının ardından toprağa atılan o insanın  kimse için bir değeri yokmuş gibiydi öldüğünde.

İşte o son sahnede çalan  Requiem ( Lacrimosa ) benim için unutulmaz bir kapanıştı.

Klasik müzik hala en çok dinlediğim müzik türü değilse de, zaman zaman beni dinlendirecek, yatıştıracak bir şey aradığımda kimi hafif klasik melodilerbeni farklı dünyalara taşırlar.


Batya R. GALANTI



 

16 Haziran 2021 Çarşamba

Tüm değerlerin, insanca yaşamın yok edildiği anlardır bu anlar. Attıkları ölüm çığlıklarıyla tüm değerlerimizi yıkan bu radikaller insan olmaktan utandırıyorlar beni

İnsan olduğumuzu unutmak


Geçenlerde yine kızımın arkadaşlarından biri bizdeydi. Hem de daha tadilatın orta yerindeyken. Her taraf alt üsttü. Arkadaşı sormuş bir saatlik bir zaman harcaması lazımmış, bize gelebilir mi diye! Dağınıklıktan rahatsız olmayacaksa neden olmasın dedik!

Arada Hassan da geldi.. Elinde yine düzeltmesi gerek bir şeyler için bir sürü malzemeyle. İlginç olan, artık Hassan'ın kapıyı vurmasıyla içeri girmesi bir oluyor. Ben dalga geçiyorum. " Evin gibi gir çık Hassan!" O da gülüyor.. bu kadar gün bir kahve bile ikram etmedin diye.

Hassan mutfakta yarım kalan bazı şeyleri tamamlarken, kızımla arkadaşı piyanonun başındalar. Arkadaşı bana YouTube'tan nasıl çalmayı öğrendiğini anlatıyor. Bugün YouTube sayesinde eğer biraz yeteneğiniz varsa ne arzu ediyorsanız öğrenebilmeniz mümkün. Ona kulaklarıma inanamadığımı söylüyorum. Mükemmel çalıyorsun! O an aklıma geliyor. Bu incecik, tatlı şirin genç bayanın Lod şehrinde oturduğunu hatırladım birden.  Aslen Tiberias'ta doğup büyüyen, ve datiya yani ( dindar ) olan bu genç kız, Yüksek Öğrenimini yapmak için merkeze taşınmış. Özel çocuklara eğitim vermek için bu alanda öğrenim gören bu kızın gülüşünde, konuşmasında  bambaşka bir şey var. Çok temiz kalpli bir insan olduğu her haliyle belli. Davranışları ve oturup kalkması seküler gençlere göre daha ölçülü ama herşeye rağmen fanatik bir dindar değil bu kız. Hatta hafif miniler dahi giyiniyor.

Bizde dindar bir yahudi kadın pantalon giyinmez Dindarlık derecesine, dini kendince yorumlamalalarına göre kimi dindar bayanlar tamamen uzun etekler giyinirken, kimileri bildiğimiz mini etekleri üzerlerine geçirip sokağa çıkmakta da kusur görmeyebiliyorlar. Bizim dinde çok farklı bakış ve dereceler var. Başlarını kapatışları da böyle. Kimisi hiç kapatmayabiliyor, kimileri farklı, farklı    şapkalarla gezip, bazıları kendi saçlarını kökünden traşlayıp ( !) yerine peruk takarlar.

Danielle'ın arkadaşının inanç düzeyinin ne derece koyu, ne derece toleranslı olduğunu bilmiyorum. Zaman zaman kızımla gittiği konserlere bakarsam öyle çok koyu dindarlardan olmasa gerek.  

Ancak her şeyden önemlisi yüzlerine baktığınızda içinizin hemen ısındığı insanlar vardır ya hani . Bu cici kız da öyle bir tip. Tam kendisine uygun da bir meslek seçmiş gibi. Sorunlu çocuklara öğretmenlik. Bu sene okulunu bitirecek. O an bütün bunlar saniyelerle aklımdan geçen şeyler. Lod şehrinde, kendisi gibi dindar başka iki genç bayanla tuttukları evde üniversiteyi bitirene kadar idare etmeye çalışıyorlarmış. Taa geçtiğimiz haftalarda hiç beklenmeyen olaylar patlak verene dek bir sorun yoktu. Bir gecede yağmalamalar başlayınca, kuzeyden gelen ailesi onu evinden almışlar. Etraf yatışana kadar ailesinin evinde kalmış.

Ağzımdan neredeyse çıkmak üzere olan soruydu: " Nasıl, Lod'ta durum sakin mi? Olylar başladığında ilk aklıma gelen şeylerden biri sendin!" demek istediysem de aynı anda aklıma Hassan geldi.. Hassan da Lod ta oturuyor, Ve ister istemez sustum,  Hiç bir şey söylemedim.

Karşımda biri Yahudi bir diğeri Arap iki insan vardı. İkisini birbirinden ayıran şey neydi peki?

Lod şehri geçtiğimiz haftalarda olan  karmaşadan en çok etkilenen şehirlerden bir tanesiydi.     Ilk kez, Israel'in merkezinde olan bu şehirde böylesi bir saldırganlık ruhu eserken, yaşadığımız karmaşanın en zor tarafı nedir diye düşündüğümüzde, roketlerden daha çok moral bozan şeyin,  bir gün öncesine kadar içimizde birbirimizle çalışıp beraber soluk aldığımız bir kısım insanın bir gecede birilerinin evlerini ateşe verecek kadar gözlerinin dönmesiydi.

Hassan'ın yanında bu konuyu açmamamın sebebi içimde bu genç adama duyduğum saygıydı mutlaka.  Böyle zamanlarda tek istediğiniz kimseyle kişisel en ufak bir sorununuzun olmadığını hatırlamaktır. Hassan ve tüm normatif insanlarla neden sorun olsun?

Gazze çatışmaları sırasında Lod şehrindeki kimi Arap gençler Yahudilerin evlerine saldırdılar. Ortak mahallelerde, Yahudiler kapılarından mezuzalarını sökecek kadar korkuya kapıldılar. Bir gecede sanki 19. yüzyıl Rusyasındaki Pogromları yaşadı kimi insanlar. Evlerini korkudan terkedenlerin arkalarından bu evlere girip yağmalayanlar oldu. Otomobilleriyle geçen insanları durdurup tekme tokatlarla giriştikleri kimi insanları hastanelik edenler oldu.

Ama bunlar bir toplumun içinden kaçıydı? Herkes bunu yaptı mı?

Hassan Gal'i sordu, son gelişinde;" Bizim şişman (!) nasıl? hahahaha güldüm ben de. şişman Gal ! İyidir dedim ! Sorma, dur artık yeme diyorum ona!

Bugünlerde karşıma çıkan hangi Arap olursa daha da çok dostluk kurmak ister gibiyim. Ters tepiyor bende! Onlarla aramızda bunu yapabileceğimize inanmak istiyorum. Politikaların ve yaşanan saldırıların toplumun tümüne ait olmadığını bildiğim için kimseye  etiket takip bu işi düşmanlıkla kapatmamak gerektiğini biliyorum.

Peki kimin dost kimini agresör olabileceğini kim bilebilir?

Savaşın bitmesinden bir kaç gece sonra, Danielle Yaffo'da bir bara gitmek için arkadaşlarıyla buluşacağını söylediğinde ben strese girdim. ayatımda hiç bir zaman Yaffo'da dolaşmaktan korktuğumu hatırlamıyorum, bunun için sebep te yoktu ! Ancak bu defa başkaydı.

Yaffo ilk kez böylesi bir karmaşa yaşadı sanırım. Zaman zaman gösteriler, protestolar olur ama Yafo'da bu defa insanlara saldıranlar oldu.

Hatta bir gece bir adam  küçük bir arap çocuğuna saldırıp yaktı ve sonra bunu Yahudilerin yaptığını iddia ettiler. Tüm haber kanalları ve gazeteler ve sosyal media bu haberle çalkalandıktan sonra güvenlik kameralarından ulaşılan görüntülerde bunun yapanın bir Arap olduğu ortaya çıktı.

Danielle, Yaffo'da eğlenmek için daha erken değil mi? Bir zaman bekleseydiniz! dedim. Çocuğumun eğlencesine karışan biri değilimdir ama bu kez durum farklıydı. Sonunda kızım arkadaşlarını o akşam başka bir yere gitmeye ikna etti.

Dün sonunda Yeruşalayim'de Bayrak Yürüyüşü oldu. Çoğu gencin neşeyle iştirak ettiği, dans edip şarkılar söyledikleri bu geçiti kirleten bir grup beynimizde iz bırakırken. Bu yürüyüşe karşı çıkan arapların kimi yerlerde polislerle çatışmaya girmeleri, ve Gazze'den atılan yangın bombaları dışında her şey yolundaydı (!)   😓

Yürüyen gençlerin arasından radikal bir grup  ; " Araplara ölüm !" diye bağırmışlar.

Bu topraklarda birlikte bir hayat ihtiyacımız olan kuralları bir anda silen, yok eden anlardır bu anlar.  Pırıl pırıl, kimi inançlı, kimi vatan sever gençlerin arasına girmiş bir grubun,  Lod'ta evlere saldıran ya da Yahudilere linç uygulayanlara karşı verdikleri, bu genel cevap ve attıkları ölüm çığlıklarıyla bizi biz yapan tüm değerlerimizi yıkan bu radikal insancıklar insan olmaktan utandırıyor beni !


Batya R. GALANTI

  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...