Okuduğum kitabı bir an kenara bırakarak düşünüyorum. Bir süredir yavaş bir tempoda okumaya devam ettiğim kitabımı. Bir gecede kitap bitirip ertesi gün bir yenisine başlayanları kıskanmıyorum dersem yalan olur.
Bundan yaklaşık bir yıl evvel kızım liseyi " takdirle " bitirdiğinde ne kadar da heyecanlanmıştım ben. Halbuki Danielle'ın ilkokula başladığı ilk günleri anımsıyorum ; " Aman Allahım şimdi yedim ayvayı bu kız da aynı benim gibi!! demiştim! kendi kendime .Okulun ilk günü öğretmeninin verdiği bir kaç matematik alıştırmasını yapması için ona: " Danduş hadi gel , istersen matematiği beraber yapalım derken bana nasıl baktığını hiç unutmam. Ortası cam sehpanın altında yerde yatarken, her zamanki yarı muzip yarı bana ne gibilerinden bir ifadeyle benimle dalga geçer gibi sırıtıyordu. Ona kızmak istemiş ama kızamamıştım. Nasıl kızabilirdim ki. Ben de aynı onun gibi değilmiydim.
Kızım üçüncü sınıfa gitmeye başladığında bazı şeylerin olduğu gibi devam etmesinin imkansızlığını görerek onu özel bir test için bir merkeze götürmüştüm. Bu testin adı TOVA idi. Çocukta belli bir dikkat sorununun olup olmadığını gösteren, bilgisayar oyunu gibi bir şeydi bu. Gerçi kızımın bir dikkat sorununun olduğunu anlamak için teste ihtiyacım yoktu . Ama okuldaki durumunu belirlemek ve ona gerektiği gibi yardım edebilmeleri için gerekliydi bu test.
Bugün ortalama olarak çocukların %11'de görülen " Hiperaktivite ve Dikkat Eksikliği " bozukluğu ben çocukken yani bundan otuz kırk yıl kadar evvel doktorlar dahil olmak üzere insanların büyük çoğunluğu tarafından pek tanınmayan bir sorundu. Benim okul hayatım boyuncaysa iki tip talebe mevcuttu. Biri çalışkan diğeri tembel. Tembel çocuklar öğretmenleri tarafından zaman zaman kimi alt sınıflara da ayrılabiliyorlardı. Yani bu çocuklar, aptal, yeterince çaba harcamayan, sorumsuz olarak türlü şekillerde adlandırılabiliyorlardı. Bu tip ifadelerle tanımlananbir öğrenciyseniz eğer zamanla temel sorununuzdan başka, toplumun bilgisizliğinin, cahilliğinin, insafsızlığının bir neticesi olarak alnınıza bizzat hocalar ve kimi öğrenciler tarafından yapıştırılan etiketler ve on yargılar sonucu başka problemlerin de dikkat sorunuyla birlikte ortaya çıkması mücadelenizin boyutlarını da aynı oranda büyütebiliyordu. Yani Dikkat Sorunu yetmezmiş gibi, endişe sorunu ve güven eksikliği gibi kimi ek sorunların oluşması da kaçınılmaz bir netice olarak ortaya çıkabiliyordu.
Bugünse çoğu şey farklı artık. Gelişen dünyada bilginin, bilincin getirdiği kimi avantajlar sayesinde bazı problemler geçmişe nazaran daha az sorun oluyor.
Kızıma okul hayatı boyunca ders yapması konusunda hiç bir şekilde baskı yapmamaya gayret ederken , tökezleye tökezleye bitirdiği ilkokuldan sonra onun için eğitim hayatı gittikçe büyük bir yükseliş ve başarıyı getirdi. Sanırım baskıyla, tehditlerle, hakaret etmekle bir yere varılmadığını bilinciydi benimkisi. Bana yapılanları ben kızıma ve bir kez daha kendime yapmak istemedim. Ve bu tutumumun ödülünü zamanla aldığıma inanıyorum. Anlayışın ve sevginin herşeyin ötesinde olduğundan emindim. İyi notlara varana kadar kattedilecek yolda çocuğumun mutluluğu, huzur ve güveni için gereken ortam benim yaşadıklarımdan farklı olmalıydı. Ve neticede tabii ki bu sadece benim anlayışım değil, ailesinden ve çevreden ihtiyaç duyduğu destekle birlikte" onun elde ettiği kendi başarısıydı " mutlaka..
Benim kızım belki de Dikkat Sorunu yaşayan çocuklar arasında şanslı olan bir yüzdenin içinde (Çocukluklarında Dikkat Sorunu teşhisi konulan insanların yaklaşık üçte biri olgunluk çağına doğru bu sorunu aşıyor ) Kızımın geçen yıllarla birlikte dikkat sorununu bir ölçüde aşmış olması da bir şans mutlaka. Bense kitabımı bıraktığım yerden okumaya devam ederken oğlum odaya girdi. Bana bir şeyler sordu.. Ardından mutfağa gittim kendime güzel bir sandwich hazırlarken çocukluğumda da ödevlerimi yaparken ne kadar sık mutfakla, özellikle de buz dolabilyla odam arasında mekik dokuduğumu hatırladım.. Ve yeniden odama döndüm ve geçen gün başladığım, yarım kalan bir yazımı bilgisayarda açtım. Arada kitaba yeniden ara vardığımın farkındayım. Ama bir dakika, gözlüklerim nerede ? Mutfağa giderken çıkarmıştım . Masamın üstünde değiller. Gerisin geriye mutfağa gittim. Orada da yoklar. Salonda dolanıyorum. Eşim " Sen yine bir şeyleri arıyorsun!" Ben " Yok yok!!" Alıştım artık..sessiz sessiz aradığımı bulana dek çıldırırım biraz.. sonra bulup yerime otururum..sözde kimseye çaktırmam..
Ben çocukken ne zordu benim için ödevler, sınavlar.. Nasıl da bunalımdı..Gerçi ödevleri , sınavları kim sever ki? Kaç öğrenci bunlardan büyük haz duyduğunu iddia edebilir? Fakat benim için hayat kesinlikle daha zordu.. Hatırlıyorum , evimizin kocaman kütüphanesinin bulunduğu girişte ders çalışırdım çoğu zaman ( küçücük odam yerine!! ) . Masanın üzerinde açardım defterleri kitapları...Örneğin herhangi bir sınava hazırlanırken kitapta işaretli olan sayfaları gözden geçirirdim önce. En baştan bu iş gözümde büyürdü. Okumaya başlardım. Her defasında imtihana en iyi şekilde hazırlanmaya kesin kararlı olurdum. Ama ne kadar iyi niyetle okumaya başladığım önemli değildi aslında. Özümde öğrenmeyi sevmeme ve gerçekten meraklı bir insan olmama rağmen bir şeyler tersti. Okuduğum cümlenin başından sonuna gelene dek kelimeler arası sanki bağlantı kopukluğu yaşıyordum. Sanki gözlerimden beynime resmedilen bilgi bir hücreden diğerine iletilirken sorun varmış gibiydi. Ya da cümlenin içindeki kelimeler birbirinden özgür bir şekilde havada asılı kalır gibi bir durumdu bu. Aynı cümleyi bir kaç kez okurken çoğu zaman aklım farklı şeylere, farklı yerlere, konulara kaymaya başlıyordu sonunda. Ya cümle içinden çıkan anlamın çok dışında kelimeler ben de farklı farklı şeyleri çağrıştırıyor ya da o an çevremde olan şeyler, minimal tıkırtılar, sokaktan geçen bir satıcının sesi, bir çocuk ağlaması , komşudan gelen bir haykırış, bir müziğin inceden inceye tıngırtısı beni bambaşka yerlere taşıyordu çoğu zaman . Bir paragrafta uzun uzun oyalandıktan sonra tekrardan " Dur bakayım daha kaç sayfa çalışmam gerek?" diyerek kontrol ederdim. Bu işlemi sanırım bir kaç dakikada bir yinelerdim. Belki bazı şeyler kendiliğinden değismitir diye. Ve sonunda girdiğim sıkıntıdan , bir yerde sessizce oturup okumaya devam edememekten dolayı hep aynı şey tekrar ediyordu, yerimden kalkarak başka şeyler yapmaya, başka şeylerle ilgilenmeye, oyalanmaya, zamanı öldürmeye başlıyordum hep!
Sanki bir an otuz yıl evveline döndüm, gözümün önünde canlanıverdi formika masanın üzerinde bir yığın defter ..önümde tarih kitabı. Sınava çalışıyorum !! ; " Avusturya ordusu hakkında bilgi almak için Haçova’ya bir öncü kuvvet gönderdi. Öncü birliğin yenilgiye uğraması üzerine derhâl harekete geçen,,,,, "Paragrafı okumaya devam ederken , benim aklım ne Osmanlı İmparatorluğu'nda ne savaşta.. Aklıma Hitler'in Avusturya kökenli olduğunu bir yerlerden duymuş olduğum geliyor..
Dur bir bakayım....Her zaman olduğu gibi arkamdaki kütüphane'den Larousse ansiklopedisine elim gidiyor, açmış arıyorum Hitler nerede doğmuş? .. Avusturya sınırları içinde . Oradan Avusturya'nın yüzölçümünden folkloruna kadar varmışım.. Hay Allah!!! Canım sıkılıyor ders uzuyor, hiç bitmiyor ki. Akşamı bulduğum zaman çalışmam gereken sayfalarca tarihin belli bir bölümünü bir şekilde okumuşum Arada hiç bitmeyen oturup kalkmalarımla birlikte aklımda neler kaldığını bilmiyorum ama kendi kendimi kalan sayfaları ertesi gün sınav öncesi tenefüste, tüm patırdı, gürültü arasında bir çırpıda okuyacağıma dair ikna ediyorum. O da nasıl olacaksa?!!
Sistem büyük oranda ezbere dayalı olunca benim gibi kişilerin işi çok daha zordur.
Bugün, Israel'de çocukların yüzde 50'sinden fazlası eğitim sistemi içinde geçtikleri özel testlerden çıkan sonuçlara göre okul tarafından onlara verilen kolaylıklar ve tanınan kimi imkanlar sayesinde yaşadıkları bazı zorluklar onlar için bir handicap'e dönmeden liseyi tamamlayıp yüksek eğitime devam etmeleri mümkün oluyor.
Sonuç olarak bazı kişilerin beyinlerindeki kimi noktalarda olan kimi işlev bozukluklarının bu insanların başarılı olmalarında bir sorun oluşturmayabilir. Kısacası çarpım tablosunu ezberden anımsayamayan bir kişinin bu sorunu Bilgisayar Mühendisi olamaması için bir engel değildir.
Bugünkü bir çok ileri ülkelerdeki bilinç farkı toplumları ve bireyleri daha ileri yerlere taşımaktadır.. Toplum bilinci bireylerin başarısında çok önemli bir itici güçtür.
Çocukluğumda bir çok eğitmenin küçümseyerek baktığı, tembel olarak adlandırdığı gençlerin arasında her biri gerçek birer kayıp olarak görülmesi gereken çok değerli insanlar vardı mutlaka. Çünkü bu öğrenciler içinden bir çokları eğitimlerini yarıda bırakarak kendilerini belki de daha zor bir hayatın içinde bulmuşlardı .
Fakat tüm önemli gelişmelere rağmen dünya geneli açısından bence yapılması gereken, değişmesi gereken hala çok şey var.
En farklı ve en iyi eğitim sisteminin Finlandiya'da olduğu söyleniyor. Demokratik ve insancıl olduğu kadar gereksiz baskıdan, rekabetten uzak, öğrencinin ve eğitmenin mutluluğunu ön planda tutan, gereksiz ev ödevlerinden kaçınan ve günlük yaşam içinde gerekli becerileri talebelere öğreten , bireysel gelişimi herşeyin önünde tutan bir sistem mevcut deniyor Finlandiya'da..
Dünya genelinde ise 21. yüzyıla girdiğimiz on yıllarda gözlenen en büyük değişim ilk kez 1955 yılında piyasaya sürülmüş olan Ritalin ve daha sonra çıkan Concerta gibi beyindeki merkezi sinir sistemini direk etkileyen türde ilaçların her geçen yılda kat ve kat artan kullanımıdır.
Küçücük yaşta çocukların beyinlerine direk etki yapan bir ilaçla tedavi edildikleri günümüz dünyasında belki gerçekten bazı hiperaktif çocukların ve yakın çevrelerindeki insanların hayatları daha kolaylaşmış gibi görünüyor.
Evet Ritalin bir çok çocuğun okul hayatını mucizevi bir şekilde değiştirmiş gibi görünse de bu ilaçların zamanla ortaya çıkan daha karanlık yüzleriyle bilinmeyen yan etkileri ve uzun vadede kimi insanların hayatlarını çok olumsuz yönde de değiştirebilecekleri gerçekleri aslında çok az konuşuluyor, Bir hapın bir anda gerçekleştirebldiği mucize sanırım öğretmenler ve veliler için büyük bir cankurtaran olarak görülüyor.Ancak ben diyorum ki çok ağır bir dikkat sorunu olmadıkça çocukların ilaçla tedavisine sıcak bakmamak lazım. Silaha, savunmaya harcanan para eğitime ayrılırsa kurulacak daha iyi bir eğitim sistemi bu çocuklara daha başarılı bir hayatın kapısını açmakta yeni bir yol olacaktır..
Akşam uykuya dalmadan elime yeniden aldığım kitabımın 372. sayfasında Yuval Noah Hararı şöyle diyor.. "Son yıllarda psikologlar ve biyologlar insanları neyin mutlu ettiğini anlamak için bilimsel araştırmalar yapmaya başladılar.. Para mı aile mi?......
Kitabımı yeniden kenara koydum ve uyumadan önce tekrardan düşündüm.. İnsanın mutluluğu önce kendini sevebilmekle başlıyor. Dikkat sorunumuzla, zayıflıklarımız, zaaflarımız, bedenimizdeki iyi ve kötü her yönümüzle , içimizdeki kocaman sevgimizle , olumlu ve olumsuz tüm özelliklerimizle öncelikle kendimizi sevebilmekle ve kendinize kimi eksikliklerimize rağmen güvenmekle başlıyor ... gerisi zaten kendiliğinden gelir gibi....
Batya R. Galanti