30 Temmuz 2020 Perşembe







                                                Israel'de iklim çok mu sıcak?
             



  Geçtiğimiz haftalarda Türkiye'den son zamanlarda göç etmiş bir çocukluk arkadaşımla buluştuk. Evimin yakınındaki bir park'a götürdüm onu.. Vızır vızır arabaların geçtigi anacaddeden girilen dar bir patikanın sonunda vardıgımız bu yerde, kendimizi bir anda son derece tenha bir parkta bulunca, arkadaşım şehrin tam orta yerinde,  incir, zeytin ve daha bir sürü meyve ağaçlarıyla, palmiyelerle dolu, yemyeşil çimlerle en az bir iki kilometre devam eden doğayla insanı yaklaştıran bu yere bakıp şaşırdı bir an;  "Ah ne güzelmiş burası, inanamıyorum,! Bu kadar güzel bir park beklemiyordum ?!! " dedi. Böylesi huzur veren, sadece kuş cıvıltılarının duyulduğu, sizde sanki bir anda şehrin tamamen dışına çıkmışsınız izlemini uyandıran, son derece kırsal bir manzarayla karşı karşıya bulunca kendini..  Biz, çocukluğumuzda yaşadığımız kozmopolit şehirde doğayla baş başa kalabilmek için önce İstanbul'un dışına çıkmalıydık. Burada pek öyle değil. Oturduğum yerin hemen bir kaç kilometre ötesinde deniz ve olabildiğince uzanan bir kumsal ve evimin yanındaysa her bir tarafta  bir çok yeşillik alanlar vardir. Ve bu beni son derece mutlu eder. Doğayı çok seven biri olduğum için , yeşile, maviye ulaşmamın zor olmaması beni hep memnun etmiştir.


O gün ikimiz çimlerde oturup bir şeyler içip biraz İstanbul'dan , biraz arkadaşımın yeni göç hayatından bahsederken bana;  " Off burası da çok sıcak ama" dedi.. Hahaha güldüm.  Dur bakalım hava cennet dedim. Sıcakları bekle sen.. Daha haziran ayının sonlarıydı..Ve Israel'de haziran sonuna kadar havalar sıcak olmaz. Bunaltıcı havalar temmuz'dan sonra başlar. Ve bunun esas sebebi de sıcaktan çok yüzde doksanlara varan nem oranıdır.
Bizim Türk Yahudi Cemaatinde hep Israel'in havasından bahsederlerdi. Aman çok sıcak, aman cehennem gibi falan!!  Bazen Israel'e göç edip Türkiye'ye geri dönenlerin, Israel'in iklimine alışamadıkları için bu kararı aldıklarından bahsedilirdi. Bana biraz mazeret gibi gelirdi bu. Ama aslında çok sıcak ya da çok soğuk bir ülke'de yaşamak belki de gerçekten zor gelebilir insana. Bana ise Israel'in en sevdiğim yönlerini sorsalar sanırım, birinci şey, bir çok insanın tersine iklimi derdim.. Senenin belki iki üç ayı biraz bunaltıcı olsa da , (o da klimalarla halledilebilen bir sorun) geri kalan aylar sanki cennet gibidir burada. Sanki hep baharmış gibi bir his verir insana. Israel'de her daim bir tatil yerinde, yazlıktaymış gibi bir hisle yaşar insan.. Ilıman havasını yansıtan ortamı, her mevsim sörf yapanlar, şehrin ortasında bikiniyle gezen genç kızlar, kadınlar, bermuda pantalon parmak arası terliklerle matkot oynamaya giden genç çocuklar,  neredeyse her zaman masmavi olan bir gökyüzü, senenin neredeyse her günü kumsalda yapabileceğiniz yürüyüşler insanı yaşama bağlayan şeylerdir bence...



Arkadaşımsa . daha da mı sıcak olacak?? Yapma ya!! deyince güldüm..Yaz gecelerinin nefes alınması zor havalarını soluyacağı zaman beni anacaktır...

Aklıma birden çocukluğumda İsrael'e ilk yaptığımız seyahat geldi. O seyahati teyzemlerle beraber yapmıştık. Kuzenlerimle Israel'e gelmek benim açımdan daha bir eğlenceliydi. Çok heyecanlıydım. Ve o sabahı çok iyi hatırlıyorum..çocuklar hep birlikte valizlerin yanında bekleyişimizi ve gülüşmelerimizi.. Annemse o seyahatte hep babamın ilk gece sıcaklardan paniklemesini hatırlar güler.  Uçak Tel Aviv Ben Gurion Havaalanına indiğinde yolcular uçağın içinde yavaş yavaş çıkışa doğru o dar koridor'da ilerlerken, ( ki yine bir temmuz ayıydı )  anneme dönüp; " Bir an önce çıksak fena olmayacak burada hava yok" dediği an , arkasından bir adamın, " Burası mı sıcak, sen uçaktan çık ta sıcak neymiş o zaman gör"  sözünden sonra aynı gece babam amcamların evinin yatak odasında yataktan kalkarak gece birden" Suzi ben nefes alamıyorum" diye paniğe girdiği anlarda annem ona: " Saçmalama ve hemen yat! 6 milyon kişi nefes aldığına göre sen de alırsın!!" deyince babam kendine gelmiş.. Hahaha bazen panik yaşayan birisine sanırım tokat gibi kesin bir dille konuşmak daha etkili olabiliyor..

Bense 24 sene evvel göç ettiğimde, o ilk yaz gibi akşamlarda Israel'i ne kadar sevdiğimi düşündüğümü hatırlıyorum. Buradaki o ilk zamanlardan, bir Aralık ayı akşamında anneme yazdığım satırlarımda,  küçücük bir odada, geleceğim hakkında hiç bir şey bilmediğim halde, kendimi zamana  teslim ettiğim ve sadece anı yaşadığım o günlerde, açık pencereden üzerime esen ılık rüzgarı anlattığımı hatırlıyorum . Hayatımda ilk kez bir Aralık ayında kolsuz bir bluz, incecik bir etekle oturduğum yerde ibranice çalışıyordum. O an ne tek başıma olmak ne belirsizlikler umurumda bile değildi. Yanınızda iken sizi yanlız bırakanların yerine  tek kalmak daha rahat olabiliyor bazen.. O günlerde geceleri 10:30'ta tek başıma indiğim kumsalda yürürken Israel'den başka bir yere artık gitmeyeceğimi biliyordum. Kulağımda  Michael Bolton'un sesi çınlarken kimi anlar birden hızla koşmaya başladığım o kumsalda Tanrı'dan bu ülke'de kalmam için geçerli bir sebebim olmasını dilemiştim.

Şu ansa artık hava yeterince sıcak! En az Eylül sonuna dek bu sıcaklar son hızla devam edecek.. Corona'lı günlerde Israel'de polis artık kimseye acımıyor, sıcak, nem ve cefa fark etmiyor..maskesiz gezenlere artık ceza kesiyorlar.. 500 şekel!! Denizlerse şimdilik meduza yani deniz anası ve Corona  kaynıyor, bu yüzden şimdilik olan sebepler yüzünden yapacak pek fazla bir şey yok.. Gökyüzü ise her zamanki gibi masmavi.. Güneyden en kuzeye  tüm Israel boyunca uzanan kumsallarsa, gün batımının ardından yürüyüş için hep ideal. Yaşadıkça korumaya çalıştığımız ümidimizse herşeye rağmen gelecek yıla kadar daha güzel günlerin hayaliyle insanları bir anlamda ayakta tutmaya devam ediyor.





Batya R. Galanti































29 Temmuz 2020 Çarşamba

Dikkat sorunum ve ben




                                                                                   
Okuduğum kitabı bir an kenara bırakarak düşünüyorum. Bir süredir  yavaş bir tempoda okumaya devam ettiğim kitabımı. Bir gecede kitap bitirip ertesi gün bir yenisine başlayanları kıskanmıyorum dersem yalan olur. 

Bundan yaklaşık bir yıl evvel kızım liseyi " takdirle " bitirdiğinde ne kadar da heyecanlanmıştım ben. Halbuki Danielle'ın ilkokula başladığı ilk günleri anımsıyorum ; " Aman Allahım şimdi yedim ayvayı  bu kız da aynı benim gibi!! demiştim! kendi kendime .Okulun ilk günü öğretmeninin verdiği bir kaç matematik alıştırmasını yapması için ona: " Danduş hadi gel , istersen matematiği beraber yapalım derken bana nasıl baktığını hiç unutmam. Ortası cam sehpanın altında yerde yatarken, her zamanki yarı muzip yarı bana ne gibilerinden bir ifadeyle benimle dalga geçer gibi sırıtıyordu.  Ona kızmak istemiş ama kızamamıştım. Nasıl kızabilirdim ki. Ben de aynı onun gibi değilmiydim.
Kızım üçüncü sınıfa gitmeye başladığında bazı şeylerin olduğu gibi devam etmesinin imkansızlığını  görerek onu özel bir test için bir merkeze götürmüştüm. Bu testin adı TOVA idi. Çocukta  belli bir dikkat sorununun olup olmadığını gösteren, bilgisayar oyunu gibi bir şeydi bu. Gerçi kızımın bir dikkat sorununun olduğunu anlamak için teste ihtiyacım yoktu . Ama okuldaki durumunu belirlemek ve ona gerektiği gibi yardım edebilmeleri için gerekliydi bu test.



Bugün ortalama olarak çocukların %11'de görülen " Hiperaktivite ve Dikkat Eksikliği " bozukluğu  ben çocukken yani bundan otuz kırk yıl kadar evvel doktorlar dahil olmak üzere insanların büyük çoğunluğu tarafından pek tanınmayan bir sorundu. Benim okul hayatım  boyuncaysa  iki tip talebe mevcuttu. Biri çalışkan diğeri tembel. Tembel çocuklar öğretmenleri tarafından zaman zaman kimi alt sınıflara da ayrılabiliyorlardı. Yani bu çocuklar, aptal,  yeterince çaba harcamayan, sorumsuz olarak türlü şekillerde  adlandırılabiliyorlardı. Bu tip ifadelerle tanımlananbir öğrenciyseniz eğer zamanla temel sorununuzdan başka,  toplumun bilgisizliğinin, cahilliğinin, insafsızlığının bir neticesi olarak alnınıza bizzat hocalar ve kimi öğrenciler tarafından yapıştırılan etiketler ve on yargılar sonucu başka problemlerin de dikkat sorunuyla birlikte ortaya çıkması  mücadelenizin boyutlarını da aynı oranda büyütebiliyordu. Yani Dikkat Sorunu yetmezmiş gibi, endişe sorunu ve güven eksikliği gibi kimi ek sorunların oluşması da kaçınılmaz bir netice olarak ortaya çıkabiliyordu.

Bugünse çoğu şey farklı artık. Gelişen dünyada bilginin, bilincin getirdiği kimi avantajlar sayesinde bazı problemler geçmişe nazaran  daha az sorun oluyor.

Kızıma okul hayatı boyunca ders yapması konusunda hiç bir şekilde baskı yapmamaya gayret ederken , tökezleye tökezleye bitirdiği ilkokuldan sonra onun için eğitim hayatı gittikçe büyük bir yükseliş ve başarıyı getirdi.  Sanırım baskıyla, tehditlerle, hakaret etmekle bir yere varılmadığını bilinciydi benimkisi. Bana yapılanları ben kızıma ve bir kez daha kendime yapmak istemedim. Ve bu tutumumun ödülünü zamanla aldığıma inanıyorum. Anlayışın ve sevginin herşeyin ötesinde olduğundan emindim. İyi notlara varana kadar kattedilecek yolda çocuğumun mutluluğu, huzur ve güveni için gereken ortam benim yaşadıklarımdan farklı olmalıydı. Ve neticede tabii ki bu sadece benim anlayışım değil, ailesinden ve çevreden  ihtiyaç duyduğu destekle birlikte"  onun elde ettiği kendi başarısıydı " mutlaka..

Benim kızım belki de Dikkat Sorunu yaşayan çocuklar arasında şanslı olan bir yüzdenin içinde (Çocukluklarında Dikkat Sorunu teşhisi konulan insanların yaklaşık üçte biri olgunluk çağına doğru bu sorunu aşıyor ) Kızımın geçen yıllarla birlikte dikkat sorununu bir ölçüde aşmış olması da bir şans mutlaka. Bense kitabımı bıraktığım yerden okumaya devam ederken oğlum odaya girdi.  Bana bir şeyler sordu.. Ardından mutfağa gittim kendime güzel bir sandwich hazırlarken çocukluğumda da ödevlerimi yaparken ne kadar sık mutfakla, özellikle de buz dolabilyla odam arasında mekik dokuduğumu hatırladım.. Ve yeniden odama döndüm ve geçen gün başladığım, yarım kalan bir yazımı bilgisayarda açtım. Arada kitaba yeniden ara vardığımın farkındayım. Ama bir dakika, gözlüklerim nerede ?  Mutfağa giderken çıkarmıştım . Masamın üstünde değiller. Gerisin geriye mutfağa  gittim. Orada da yoklar. Salonda dolanıyorum. Eşim  " Sen yine bir şeyleri arıyorsun!"  Ben " Yok yok!!" Alıştım artık..sessiz sessiz aradığımı bulana dek çıldırırım biraz.. sonra bulup yerime otururum..sözde kimseye çaktırmam..

Ben çocukken ne zordu benim için ödevler, sınavlar.. Nasıl da bunalımdı..Gerçi ödevleri , sınavları kim sever ki? Kaç öğrenci bunlardan büyük haz duyduğunu iddia edebilir? Fakat benim için hayat kesinlikle daha zordu.. Hatırlıyorum , evimizin  kocaman kütüphanesinin bulunduğu girişte ders çalışırdım çoğu zaman  ( küçücük odam yerine!! ) . Masanın üzerinde açardım defterleri kitapları...Örneğin herhangi bir sınava hazırlanırken kitapta işaretli olan sayfaları gözden geçirirdim önce. En baştan bu iş gözümde büyürdü. Okumaya başlardım. Her defasında imtihana en iyi şekilde  hazırlanmaya kesin kararlı olurdum. Ama ne kadar iyi niyetle okumaya başladığım önemli değildi aslında. Özümde öğrenmeyi sevmeme ve gerçekten meraklı bir insan olmama rağmen bir şeyler tersti.  Okuduğum cümlenin başından sonuna gelene dek kelimeler arası sanki bağlantı kopukluğu yaşıyordum. Sanki gözlerimden beynime resmedilen bilgi bir hücreden diğerine iletilirken sorun varmış gibiydi.  Ya da cümlenin içindeki  kelimeler birbirinden özgür bir şekilde havada asılı kalır gibi bir durumdu bu. Aynı cümleyi bir kaç kez okurken çoğu zaman aklım farklı şeylere, farklı yerlere, konulara  kaymaya başlıyordu sonunda. Ya cümle içinden çıkan anlamın çok dışında kelimeler ben de farklı farklı şeyleri çağrıştırıyor ya da o an çevremde olan şeyler, minimal tıkırtılar, sokaktan geçen bir satıcının sesi, bir çocuk ağlaması , komşudan gelen bir haykırış, bir müziğin inceden inceye tıngırtısı beni bambaşka yerlere taşıyordu çoğu zaman . Bir paragrafta uzun uzun oyalandıktan sonra tekrardan " Dur bakayım daha kaç sayfa çalışmam gerek?" diyerek kontrol ederdim.  Bu işlemi sanırım bir kaç dakikada bir yinelerdim. Belki bazı şeyler kendiliğinden değismitir diye. Ve sonunda girdiğim sıkıntıdan , bir yerde sessizce oturup okumaya devam edememekten dolayı  hep aynı şey tekrar ediyordu, yerimden kalkarak başka şeyler yapmaya, başka şeylerle ilgilenmeye, oyalanmaya, zamanı öldürmeye başlıyordum hep!

Sanki bir an otuz yıl evveline döndüm, gözümün önünde canlanıverdi formika masanın üzerinde bir yığın defter ..önümde tarih kitabı.  Sınava çalışıyorum !!  ; "  Avusturya ordusu hakkında bilgi almak için Haçova’ya bir öncü kuvvet gönderdi. Öncü birliğin yenilgiye uğraması üzerine derhâl harekete geçen,,,,, "Paragrafı okumaya devam ederken , benim aklım ne Osmanlı İmparatorluğu'nda ne savaşta.. Aklıma Hitler'in Avusturya kökenli olduğunu bir yerlerden duymuş olduğum geliyor..
Dur bir bakayım....Her zaman olduğu gibi arkamdaki kütüphane'den Larousse ansiklopedisine elim gidiyor, açmış arıyorum Hitler nerede doğmuş? .. Avusturya sınırları içinde .  Oradan Avusturya'nın yüzölçümünden folkloruna kadar varmışım..   Hay Allah!!!  Canım sıkılıyor ders uzuyor, hiç bitmiyor ki. Akşamı bulduğum zaman çalışmam gereken sayfalarca tarihin  belli bir bölümünü bir şekilde okumuşum  Arada hiç bitmeyen oturup kalkmalarımla birlikte aklımda neler kaldığını bilmiyorum ama kendi kendimi kalan sayfaları ertesi gün sınav öncesi tenefüste, tüm patırdı, gürültü arasında bir çırpıda okuyacağıma dair ikna ediyorum. O da nasıl olacaksa?!!

Sistem büyük oranda ezbere dayalı olunca benim gibi kişilerin işi çok daha zordur.

Bugün, Israel'de çocukların yüzde 50'sinden fazlası eğitim sistemi içinde geçtikleri  özel  testlerden çıkan sonuçlara göre okul tarafından onlara verilen kolaylıklar ve tanınan kimi imkanlar sayesinde yaşadıkları  bazı zorluklar onlar için bir handicap'e dönmeden liseyi tamamlayıp yüksek eğitime devam etmeleri mümkün oluyor. 

Sonuç olarak  bazı kişilerin beyinlerindeki kimi noktalarda olan kimi işlev bozukluklarının bu insanların başarılı olmalarında bir sorun oluşturmayabilir. Kısacası  çarpım tablosunu ezberden anımsayamayan bir kişinin bu sorunu Bilgisayar Mühendisi olamaması için bir engel değildir.
Bugünkü bir çok ileri ülkelerdeki bilinç farkı  toplumları ve bireyleri daha ileri yerlere taşımaktadır.. Toplum bilinci bireylerin başarısında çok önemli bir itici güçtür.
Çocukluğumda bir çok eğitmenin küçümseyerek baktığı, tembel olarak adlandırdığı gençlerin arasında her biri gerçek birer kayıp olarak görülmesi gereken çok değerli insanlar vardı mutlaka. Çünkü bu öğrenciler içinden bir çokları eğitimlerini yarıda bırakarak kendilerini belki de daha zor bir hayatın içinde bulmuşlardı .

Fakat tüm önemli gelişmelere rağmen dünya geneli açısından  bence yapılması gereken, değişmesi gereken hala çok şey var.

En farklı ve en iyi eğitim sisteminin Finlandiya'da olduğu söyleniyor. Demokratik ve insancıl olduğu kadar gereksiz baskıdan, rekabetten uzak, öğrencinin ve eğitmenin mutluluğunu ön planda tutan, gereksiz ev ödevlerinden kaçınan ve günlük yaşam içinde gerekli becerileri talebelere öğreten , bireysel gelişimi herşeyin önünde tutan bir sistem mevcut deniyor Finlandiya'da..

Dünya genelinde ise  21. yüzyıla girdiğimiz on yıllarda gözlenen en büyük değişim ilk kez 1955 yılında piyasaya sürülmüş olan Ritalin ve daha sonra çıkan Concerta gibi beyindeki merkezi sinir sistemini direk etkileyen türde ilaçların her geçen yılda kat ve kat artan kullanımıdır.
Küçücük yaşta çocukların beyinlerine direk etki yapan bir ilaçla tedavi edildikleri günümüz dünyasında belki gerçekten bazı hiperaktif çocukların ve yakın çevrelerindeki insanların hayatları daha kolaylaşmış gibi görünüyor.

Evet Ritalin bir çok çocuğun okul hayatını mucizevi bir şekilde değiştirmiş gibi görünse de  bu ilaçların zamanla ortaya çıkan daha karanlık yüzleriyle bilinmeyen yan etkileri ve uzun vadede kimi insanların hayatlarını çok olumsuz yönde de değiştirebilecekleri gerçekleri aslında çok az konuşuluyor, Bir hapın bir anda gerçekleştirebldiği mucize sanırım öğretmenler ve veliler için büyük bir cankurtaran olarak görülüyor.Ancak ben diyorum ki çok ağır bir dikkat sorunu olmadıkça çocukların ilaçla tedavisine sıcak bakmamak lazım. Silaha, savunmaya harcanan para eğitime ayrılırsa kurulacak daha iyi bir eğitim sistemi bu çocuklara daha başarılı bir hayatın kapısını açmakta yeni bir yol olacaktır..

Akşam uykuya dalmadan elime yeniden aldığım kitabımın 372. sayfasında   Yuval Noah Hararı şöyle diyor.. "Son yıllarda psikologlar ve biyologlar insanları neyin mutlu ettiğini anlamak için bilimsel araştırmalar yapmaya başladılar.. Para mı aile mi?......

Kitabımı yeniden kenara koydum ve uyumadan önce tekrardan düşündüm.. İnsanın mutluluğu önce kendini sevebilmekle başlıyor.  Dikkat sorunumuzla, zayıflıklarımız, zaaflarımız,  bedenimizdeki iyi ve kötü her yönümüzle , içimizdeki kocaman sevgimizle , olumlu ve olumsuz tüm  özelliklerimizle öncelikle kendimizi sevebilmekle ve kendinize kimi eksikliklerimize rağmen güvenmekle başlıyor ... gerisi zaten kendiliğinden gelir gibi....




Batya R. Galanti









27 Temmuz 2020 Pazartesi








       

                                                Bana bir daha seçim demeyin!!!




Son günlerde sıcaklık iyice arttı. Nem oranında olan yükselmeyse maskeyle dolaşmayı gittikçe zorlaştırıyor; bu durumda ıslanan yüzünü insan bir an havalandırma ihtiyacı duyuyor. Yoksa maske yarardan çok zarar verebilir gibi. Dışarıdayken sık sık  hafiften indiriyorum, etrafımda başka insanlar olmadığı zaman.. Dün iyice artan sıcaklıkta yürüdüğüm bir kaç dakika içinde terleyen yüzümü örten maske tam bir cehennem gibiydi .. Geldiğim binadan içeri girdiğimde küçücük asansörün içine girerken arkamdan kapanan kapıyı bir an birisinin tuttuğunu hissettim, orta yaşlı tıknaz bir adam asansöre birlikte binmek isterken, ona dönerek ben iki kişi binmiyorum, istersen sen bin dedim ve dışarı çıktım.. Adam ağzında aksilenir gibi bir şeyler mırıldandı  Ben merdivenden çıkarım dedim. Kimseyle uğraşamam. Yarım metre karelik asansöre maskesiz binmeye çalışan birine neyi tekrarlayacağım. Günde iki bin kişinin daha Corona'lı olduğu tespit edilen bir ülke'de birileri hala bir şeyleri anlamamışlarsa sorun var demektir...

Akşam yürürken bir yürüyüş grubu yanımdan geçti, hepsi aynı formayla birlikte yürüyüş yapan orta yaşlı bir grup insan; hem yürüyorlar hem  bağır çağıra konuşuyorlardı. Politikayı tartışıyorlardı. O parti , şu parti.. Seçim olursa ne olur??!!! Ne seçimi?? Yeniden seçim konuşuluyor.. Tanrım ne olacak bu ülkenin girdiği bu açmaz??

                              Yeruşalayim'deki hükümet karşıtı göstericiler arasından üstsüz bir kadının isyanı

Daha dün kuruldu bu yeni çarpık hükümet... Daha dün üç tane seçimi arkamızda bıraktık. Tarihin en büyük, en anlamsız en çok bakanlarını çıkardığı hükümeti kurmak için üç kez sandığa gitti insanlar. Hiç birinin yeterince halkı düşünmediği bir politik çevreden çıkan biri sürekli zan altındaki bir başbakan, diğeri kendi konuştuğunu kendi kulakları duymayan, politikadaki tecrübesizliğini her gün alenen belli eden ve dün acikca ; " Her geçen gün politikayı biraz daha öğrenmeye çalışıyorum."  diye konuşan Gantz; Mavi Beyaz partisinin başkanı.süs bitkisi misali yakışıklı komutan Gantz ve geri kalanla devam eden kakafoni!!

İlk dalgayı rahat atlattık diye insanların bir zafer günü ilan etmedikleri kalmıştı. İkinci dalga ( ya da devam eden aynı dalga )  çok beklemeden geliverdi. Sebepları belli.. Dün benimle minicik bir asansöre dip dibe binmek isteyen adam gibi aptallarla, umursamazlarla, sorumsuzlarla dolu olursa bir ülke olayın daha başında iken herşey bitmiş gibi davranılirsa  sonuçta bir an için sönen ateşin kıvılcımları kolayca yeniden alevleniverir..

Bugünlerde ülke hiç olmadığı kadar bölünmüşlük ve adeta bir kaos içinde. Bir yandan acil durum hükümetinin adam gibi işleyememesinin getirdiği açmaz var . Bir an verilen karar biraz geçmeden iptal ediliyor. Bir an karantina deniyor ve daha bir saat geçmeden herşey serbest bırakılıyor.. Ve tüm bunların neticesinde verilen yanlış kararlarla alevlenen salgın insanı tam bir karamsarlığa itiyor.

Geçtiğimiz günlerde optometrist'e uğramak için gittiğim alışveriş merkezlerinden bir tanesinin durumu beni çok üzdü.  Ani çıkan bir krizin ekonomiyi nasıl göçerttiğini gözlerimle görüyorum, bir çok dükkan kapanırken, bir diğerleri çoğu zaman bomboş..kafeler, restoranlar tenha..şehrin merkezinde dolaşan insanların sayısı çok düşmüş durumda.. Yaşlılar dışarı çıkmaktan korkarken, gençler işsiz ..


Her gün Tel Aviv'in ,Yeruşalayim'in merkezinde sanatçılar, restoran sahipleri, genç öğrenciler, asker sonrası aç kalmış insanlar polise karşı direniyor.. Bir kısım artık Netanyahu'nun yüzünü görmek bile istemiyor. Her gece ellerinde CrimeMinister yazılarıyla Hükümetin istifasını isteyen binler var ülkede..b
Başkası olsaydı ülkeyi daha iyi idare edebilecekmiydi bilmem. Corona günlerinde başbakan olmayı hiç bir politikacı özellikle arzu edermiydi onu hiç bilmem. Hükümetin açtığı yardım paketlerinin bir çokları için kaybettiklerini karşılayabilmesi mümkün değil..

Çocukluğumda Sağ Sol çatışmalarının orta yerinde bir şehirde büyüdüm, sokağımızda karşı görüşteki insanların birirlerini vurduklarına şahittim. Israel'de Netanyahu taraftarları ile solcu liberaller arasındaki düşünce ve tutum farklılıklarının gün geçtikçe büyüdüğünü hissediyorum. Bir tarafta politikacılar diğer taraftan medya'nın sorumsuzca davranarak insanlar arasındaki bölünmeyi artıracak şekilde davrandıklarına inanıyorum..

Halbuki bu kriz günlerinde gerçek ihtiyaç duyulan şey birlikteliktir. Dışarıdaki düşmandan çok daha kötüsü insanların içte birbirleriyle anlaşamamalarıdır.. Ekonomik zorluklar ortaya çıktığında politik ayrımlar da belirginleşiyor. Böyle zamanlarda çok daha sorumlu ve bilinçli davranmak gerekiyor.

Yeni bir seçimse hiç bir sorunu halletmeyecek mutlaka. Şu an için hükümette yer alan partilerin uyumlu bir çizgi için çaba harcamaları gerekiyor. Kendi kişisel çıkarlarını geride bırakmalarını beklemek hayal gibi.


Bir daha seçim olursa  oyumu  " Merkel " 'e vereceğim !!!!





Batya R. Galanti

20 Temmuz 2020 Pazartesi

 Bu suskunluk insanlığı nereye götürecek?



Geçen gün bir kez daha Fransa'dan bir yangın haberi daha geldi.. Corona'nın yarattığı karmaşa ve bilinmezlik yetmezmiş gibi toplumları içten içe kemiren bir çok başka sorun daha gündemini koruyor. Sanki birileri insanlığın suratına yediği tokat yetmezmiş gibi başka yerlerden de vurmaya çalışır gibiler. Huzursuzluk yaratmak için hareket edenler var. Kimdir bunlar söylenmiyor!! Susmanın bazı şeyleri örtpas edeceğine inanıyor kimi yönetimler. Susarak,  gösterilen tepkisizlikle problemin boyutlarının büyütülmemesi yolunda bir politik çizgimidir bu acaba?


               

Geçen yıl Notre Dame de Paris'deki yangının başlamasından sadece  saatler sonra Fransız yetkililerin açıklamaları bana tuhaf gelmişti. " Yangın sabotaj nedeniyle çıkmadı !" şeklinde alelacele yapılan açıklamalar kanımca pek realist değildi.. Daha iki saat önce başlayan bir yangının soruşturmasının günler, haftalar alması gerekirken hemen neden böyle bir açıklama yapılmış olsundu?

Böylesi bir  tarihi değer taşıyan, bir katedralin yangınıyla ilgili soruşturma ile ilgili  bu kadar çabuk sonuca varmak nasıl mümkündü?  O an yapılan açıklamaların tek amacı  bu olayın ateşe verebileceği toplumsal tepkiyi engellemekti.

Bunu bir anlamda anlıyorum. Birincisi, sıradan insanları hedef haline getirebilecek açıklamalar , toplumu derinden yaralayabilir. İnsanları karşılıklı nefrete itebilir. Bir toplumun sadece belli bir kesimi tarafından işlenen suçlar yüzünden normatif bir hayat süren çoğunluk sorunun bir parçası haline getirebilir.. Ancak bu sorunun bu şekilde ne kadar devam edeceği de başka bir sorundur bence. İnsanlara demokrasi ve inanç özgürlüğü tanıyorsanız ve bu insanların içinden kimileri çıkıp onlara tanıdığınız özgürlükleri, ılımlı tutumunuzu size karşı kullanıyorsa , gösterilen hareketlere karşı yeterinden fazla mülayim ve ılımlı tutumla cevap veiyorsanız şiddet taraftarı insanlar bunu zayıflık olarak algılar ve bu yolda daha da ileri gitmekten çekinmezler..

Bundan bir kaç yıl evvel , Arapçası mükemmel olan bir Israelli gazeteci kılık değiştirmek suretiyle, gözlüğüne taktiği özel bir gizli kamerayla, Londra'da radikal İslamcıların içlerine girmişti. İngiltere'nin başkentinde çok bilinen bir radikal lıderin. Anjem Choudary 'nin vakfında , onun ve müritlerinin verdikleri vaazların dinlendiği vakfın içine girmeyi becererek onlarla, namaz kılmış, onlarla konuşmuştu..

https://www.youtube.com/watch?v=UC2VQjSgpso )

Kameralara yansıyan kara sakallı erkeklerin sözleri yeterince ürperticiydi. Bu azili radikal kişilerin ağzında tek şey vardı; "  Biz bu kaleyi içten fethetmeye kararlıyız!" .

Israelli gazetecinin o gün sohbet ettiği bu radikellerin içinden bir çoğu bir iki yıl sonra Suriye'de Daeş adına savaşırken öldürüldüler. Ama örgüt halihazırda yeni üyeler, yeni savaşçılar toparlamaya devam ediyor. Sonuçta bu tip örgütlenmeler, radikal akımlar sadece İngiltere'de ya da Almanya'da değil.. Amaçları, yüzyıllardır başaramadıklarını demokratik yollardan başarmak. Bu yolda, normal hayat sürmek isteyen diğer ılımlı Müslümanların hayatlarını da cehenneme çeviriyorlar. Fakat bence esas sorun , söz ve inanç özgürlüğü adına tüm bunlara göz yuman bugünün aptal yönetimlerindedir.. Demokrasi bir başkasının özgürlüğünü elinden aldığınız yerde bitmelidir. .

Demokrasi, bir başkasının inancını alt etmeye çalışıp, onu tehtid ettiğinizde biter. Demokrasi kendi inancınız adına başkalarının hayatlaryla oynamaya kalktığınızda biter. Bir diğerinin özgürlüğünü elinden almak adına hareket edenlere izin vermek demokrasi değildir. Bir ülkeyi, bir toplumu hedef alan  yıkıcı davranışları, inançları empoze etmeye çalışan düşüncelere göz yummak insan hakları değildir..

Londra merkezinde bir cami'de kendilerine verilen inanç özgürlüğü adına Cihad kavramını yaymaya devam edenlere göz yummak esas insanlık suçudur!!!!

Avrupa,  İnsan Hakları ve Özgürlükleri adına normatif insanlar içinden çıkıp, kendini ekstrem hayallere kaptıran radikalleri demokratik haklar adına susturmuyor, yeterince soruşturmuyor.  Bu akımların rahatça doğup , gelişmesine ses çıkarmıyor.. Her gün kendi yanlarına çektiktikleri insanları  yaşadıkları toplumun kültürünü, inancını, geleneklerini ve temellerini yok etmek adına çevresinde toplamayı becerenlere karşı susmaya devam ediyor. Olay bugüne kadar yeterince ciddiye alınmıyor, yeterince tedbilere gidilmiyor.. Avrupa kaderine teslim edilmiş gibi hareket ediyor. Nedeni bilinmez!
Mevcut olan politik doğruculuk (politically correct) , suskunluk . kafaları kuma gömenlerin saklamaya çalıştıkları gerçekler acaba insanlığı sonunda nereye götürecek?



Batya R. Galanti










5 Temmuz 2020 Pazar






                                                                Ikinci Dalga



Bir çokları çok büyüttük bu meseleyi diyorlar hala.. Bu da bir grip işte., bir virüs.. çoğumuzun hiç hissetmeden geçirdiği bir virüs.. bu yüzden hayatı durdurmak akıllıca değil . Belki doğru, belki yanlış.. Hala, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu tam olarak bilen var mı bilmiyorum !!!

Israel'in Karantina'dan çıktığı günlerde bir yazı yazmıştım ben. Netanyahu'nun bu sağlık krizin'ni çok iyi götürmeyi becerdiğini söylemiştim. Hükümet zamanında ve yerinde aldığı tedbirlerle salgını durdurmayı başarmış gibiydi.. Ama bunlar sadece ilk sonuçlardı ve karantina'nın getirdiği ilk olumlu neticelerin yanılgısıydı .

Bir buçuk ay süren kesin bir eve kapanış... Avrupa'ya göre krizin en başında atılmış kimi bir kaç doğru adım Israel'in Korona günlerinin ilk etabında İtalya, İspanya ya da Fransa'ya göre daha iyi bir durumda çıkmasını sağlamıştı. İlk dalga'da burada Avrupa'daki ölümleri görmedik.. Neredeyse normal bir grip kadar kayıplar olurken, hastanelerde çöküşe sebebiyet verecek yığılmalar yaşanmadı.. Ve tüm bu olumlu işaretlerle birlikte, aynı dönem insanların işlerinden uzaklaştırılmaları, fabrikaların çalışmaması, uçuşların tamamen durması vs.. ekonomiyi bir anda öyle bir vurdu ki, Netanyahu bu kez ne yapacağını şaşırdı...Avrupa sağlık kriziyle büyük bir darbe yaşarken, ekonomik olarak alınan tedbirler insanlara buraya göre daha yumuşak bir iniş yasamalarını sağladı. Sonuçta durum her yerde kötü fakat Israel'de bu krizden evvel de var olan kimi ekonomik çatlaklar şimdi daha da büyüdü. Devlet'in eli herkese ulaşmadı. İşsizlik , Korona'dan evvel % 4 civarında seyrederken bugün bu % 26'ları buldu.. Yani her dört kişiden biri işsiz. Peki ya kalan istihdam içinde insanların kaçta kaçı daha önceki ekonomik seviyesini yakalayabildi?  Korona'dan evvel yirmi bin sekel kazananlardan kaçı bugün aynı maaşı alabiliyor ?

Bir çokları umutlarını yitirmek üzere.. Netanyahu yeni ekonomik tedbirlerle insanları yatıştırmaya çalışıyor...Ve arada yeniden hastalarda büyük artış gözleniyor. Yoğun bakımdakilerin sayısında da yavaştan bir yükselme sözkonusu yeniden. Peki öncelik nedir şu an? Ekonomiyi kurtarmak çok önemli  ancak arada yayılan salgının getireceği açmaz ne olacak? Doğru tedbirler nelerdir?

Birinci dalganın sonuna geldiğimizi düşündüğümüzde sadece ekonomik kaygılar yüzünden karantina'dan son derece çabuk bir şekilde normal hayata dönüşü yaşayan Israel nerede yanlış yaptı?

İlk karantina'nın ardından halkta başlayan ekonomik isyan hükümeti bir an önce ekonomiyi yeniden faaliyete geçirmek yolunda harekete geçirince, çocuk gibi olan büyümeyen o insan bir anda herşeyi geride bıraktık sandı.. Tedbirleri ellerinden bırakanlar, maske takmayanlar, kişiler arası mesafeye dikkat etmeyenler.. Pub'larda , denizlerde kucak kucağa oturanlar, Tel Aviv'in sıcacık gecelerine dalan gençlerin dans ettikleri partilerde birbirine karışanlar virüs'ü daha ve daha yaymaya devam ettiler..

Şu an günde ortalama 1000 kişide Korona çıkıyor Israel'de. Sekiz milyonluk  bir ülke için bu çok büyük bir rakkam. Virüs'ün son günlerde Amerika'dan daha hızlı yayıldığını söylediler..Ve insanlar hala bunu fazla önemser gibi değiller. Avrupa'da Brezilya'da, Amerika'da yaşanan ölümleri burada görmeyince sanırım yeterince korkmadı Israelliler.. Hala bir çokları, Netanyahu'nun bize karşı bir komplosu zannediyor bunu. Bizi her an kontrol altında tutmak için bir oyun diyenler var çok.. Bir diğerleri bir şey olmaz havasında...

Ekonomiyi  durdurmak mümkün değil mutlaka ...çalışmak zorundayız ama mümkün olduğunca birbirimizin içine girmeden, kucak kucağa oturmadan, maskeleri en azından kapalı yerlerde takmaya devam ederek biraz olsun bazı şeyleri kontrol altında tutmak mümkün olabilir. Yoksa maddi ve manevi ödeyeceğimiz fiyat çok daha yüklü olacak gibi geliyor bana..




Batya R. Galanti











4 Temmuz 2020 Cumartesi






                                                  Barışı bitiren Israel'in kararımıdır?



Başbakan  Binyamin Netanyahu'nun geçtiğimiz aylarda, Israel'in 1 Temmuz'da Batı Şeria'yı ilhak edeceğine dair yapmış olduğu açıklama bir anda tüm dünyanın gözlerini yeniden üzerimize çevirmesine neden oldu..

Önümüzdeki aylarda gerçekleşmesi beklenen seçimlerde Trump'ın Başkanlığı kaybetme olasılığını da göz önüne alarak,  Ocak ayında Donald Trump tarafından  ortaya konan Yüzyılın Planı çerçevesi'nde  Israel'in doğu sınırlarını belirleyecek şartları yürürlüğe koymak için bir an önce hareket etmeyi tercih ediyor. Kendisine ilk kez verilen böylesi bir desteği  kaçırmak istemiyor gibi görünen Israel'in kararınının yankıları gittikçe büyürken, tek taraflı bu adımla iki devletli barış yönündeki yolları kapatarak Israel'in Filistinlilerin, barış hayallerini, gelecek için taşıdıkları tüm ümitlerini sona erdirdiğine inanılıyor.

Dünya virüs'le savaşırken, Israel'i boykotla tehtid edenler var. Avrupa Birliği şimdilik boykot kelimesini ağzına almazken  bunun getirileri olacaktır mutlaka diyorlar . Bu da tabii açıkça bir tehtid gibi..  En son Vatikan Israel Büyükelçisini çağırarak, bu karardan duydukları kaygıyı belirtmiş. Amerika'da ise her kesimden farklı sesler gelirken, son yıllarda gizliden gizliye gelişen Israel-Körfez Ülkeleri ilişkileri de  böylesi bir adımın ardından sekteye uğrayabilir.. ( Belki de tüm bu tepkilerin hiç bir gerçekliği de yoktur..)

Peki acaba, bugüne dek Filistinliler Israel'le herkesin inandığı gibi barış mı istedi?  Filistinliler  Israel'le yan yana bir ülke hayalleriyle mi yaşadılar bugüne dek? Ve bu hayallerin yıkıcısı saldırgan, işgalci Israel midir?


                                                  Batı Şeria'da bulunan yerleşim yerleri


Gelelim İşgal topraklarına....


1948'de Yahudi Devleti olarak ilan edildiği günün ertesi başlayan Yahudiler'in Kurtuluş Savaşı dokuz ay sürmüştü.  İngiliz Sömürgesi olan topraklarda kurulan Israel'de yaşayan 600.000 Yahudi yedi devletin askerlerinin saldırısına karşı durmayı becermişti.

Suriye, Ürdün, Mısır, Irak, Suudi Arabistan, Yemen ve Sudan askerleri , Israel'e karşı savaşırlarken bu savaştan ayakta kalarak çıkılabilmiş olunması  modern zamanların bir mucizesiydi...

1948 Savaşının sonunda Ürdün. Israel'in doğusunda Batı Şeria'yı ve Ürdün Vadisini, güneyde ise Mısır Sina yarımadasını işgal etmişti.. Ürdün'ün Batı Şeria'yı işgal ederek ilhaki sadece Pakistan ve İngiltere tarafından tanınmıştı.. Gazze'deyse Mısır  Filistinlilere kendi kendilerini yönetmek hakkı sağlarken onlara Mısır vatandaşlığı bile vermemişti..

1948'e gelinceye dek  Filistin Devleti diye bir devlet hiç olmamıştı. Batı Şeria dahil olmak üzere buralara Osmanlı hakimdi. Dört Yüz yıl boyunca Osmanlı'nın ellerindeydi bu diyarlar.. Ardından gelen  İngiliz Mandası 'ndaysa Yahudiler ve Araplar dağınık halde yaşadılar buralarda...1948'e gelindiğinde BM tarafından sunulan iki devletli çözümü reddedenlerse "Araplardı" ! .

Ve Yahudileri buralardan sonsuza dek silmek için savaşanlar sonunda kaybedenler oldular,,

1967 'deki savaşta da  Israel saldıran taraf değildi ancak çevresindeki düşmanların ortak hareketinin farkındaydı. Güneyde ve Kuzey'de onu ablukaya almak için harekete geçen ordulara karşı ilk hareketi yapmak zorundaydı. Güney sınırında kendisini pusuya düşürmek için hazırlanan Mısır ordusunun hava kuvvetlerini yok ederek güvenliğini garantiye almayı başardıktan sonra Kuzey'de  mevzilendikleri yerlerden Suriyelileri çıkartarak aldığı Golan tepeleri ve Ürdün'den eline geçirdiği Yeruşalayim'in doğusuyla birlikte topraklarına kattığı  Batı Şeria'yla Israel bu savaşın da kesin galibi olarak çıktı..

Golan Tepeleri de o günlere kadar Suriye askerlerinin Israellleri yukarıdan kuş gibi avlamaya alıştığı stratejik tepelerdir. Ve bugüne kadar bu tepeler de Uluslararası alanda Israel'in işgali altında sayılırlar..

Israel bugüne kadar yaptığı her savaşta sadece kendini savunmuştur. Savaşların sonuçlarından memnun olmayanlar, öncelikle Israel'in varlığını tanımakla işe başlayabilirlerdi.. Israel'in varlığını tanımak, anayasalarından Israel'in yok edilmesi maddesini çıkarmak, kendilerine verilen uluslararası yardımları terör yerine insanı amaçlar için kullanmak,  demokrat yönetimlerle hem kendileri, hem düşmanları için daha adil bir toplum yaratarak karşımıza insancıl değerlerle çıksalar barış yolunda çok daha emin bir ortam yaratmak mümkün olabilirdi.

Tarihte bir Filistin Devleti hiç varolmamış olduğuna göre ve bu topraklar 1948'deki savaşta Ürdün tarafından alındığında Uluslarası Cemiyet tarafından tanınmamışken, 1967'de Israel'in eline geçen bu yerler neden "İşgal Toprağı olsun ? Buraları olsa olsa  " Tartışmalı Topraklar "  ( Disputed Territories ) sayılabilirler.

Filistinliler Israel'le 1967'den evvel de savaştılar. İşgal topraklarına gelinmeden evvel de Israel'i kabul etmediler. Öyleyse sorun 67'de değil, 48'dedir. Bu yüzden 1967'de alınan toprakların barışın engeli olduğu iddiaları gerçek değildir...

Bugün kadar bir çok kez kendilerine yapılan teklifleri reddedenlerin barışı isteyen taraf olduğuna inanılması üzücüdür.. Kendilerine sunulan iki devletli çözüme defalarca yok diyenler Araplardır!! Daha en başından, 1947 yılında buna karşı çıktılar. 2002'de Ehud Barak tarafından önerilen barışı  reddettiler. 2002'de Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs'ü onlara vermeyi teklif eden Israel'in uzattığı zeytin dalını ellerinin tersiyle geri çevirip  ardından II. İntifadayı başlatıp Israel'de 1000'den fazla sivili öldürenler onlardı, 2008'de Ehud Olmert'in yeniden sunduğu barış için toprak teklifine de yeniden ve bir kez daha sırt çevirenler onlardı. Ve bu kez muhatap lider Arafat değil Mahmud Abbas'tı..

Kimse görmese de , kimse duymasa da biz biliyoruz ki  istemediler!! Her Barış görüşmesi bugüne dek sadece ve sadece  Israel'e daha fazla terör, daha çok kan getirdi..

Barış adına 2005'te Gazze'de varolan Yahudi Yerleşimcileri , polis gücüyle çıkardığı günden bugüne Gazze'den Israel'e atılan roketler hiç bitmedi.. Israel'in Batı Şeria'yı Filistinlilerin ellerine vereceğinin ikinci gününden itibaren Israel Merkezinin de aynı kaderi yaşamayacağına dair kim söz verebilir??

                                                                       2005'te Israel Gazze'de kalan son yerleşim yerlerini boşaltmıştı

Buraları Filistine vermek demek, Israel nüfusunun yüzde yetmişiyle, Israel endüstrisinin yüzde sekseninin bulunduğu,  ülkenin can damarı olan merkezin,  batısında Akdeniz'le doğu sınırı arasındaki 15 kilometrelik daracık bir toprak parçası olarak bırakılması Israel'in varlığını mutlak olarak tehlikeye atmak demektir.. Bu da Israel'in bile bile intihar etmesidir!! Ancak aptallar böylesi bir barışın mümkün olduğuna inanabilir. Ya da Israel düşmanları..

Bugün dünyanın bizim kaderimizi belirleyen konularda ne dediğinin pek bir önemi yoktur.

Peki Filistinlilerin insan gibi yaşamak hakları ne olacak?


Filistinlilerin de benim gibi, herkes gibi insan gibi yaşamaya hakkı var. Ben inanıyorum ki, insan gibi yaşamaları için en önemli şart, Batı Şeria'da Mahmut Abbas gibi yozlaşmışların, Gazze'de İsmail Haniya ya da Haled Maşal gibi otoriter, islamist ve  fondamantalistlerin bugün devam ettirdikleri sistemi öncelikle değiştirmeleridir..

Mesele Ortadoğu'da yaşayan onlarca bağnaz ülkeden biri olmamalarıdır. Onlar için böylesi bir ülke olmak hiç bir şeyi değiştirmeyecektir. Eğer bugüne dek amaçları bir adım ileride olmak olsaydı zaten Gazze hali hazırda şimdiden  Hong Kong gibi bir yer olabilirdi.

Eğitim yerine bağnazlığı seçtikten sonra onlar için ne farkedecek?

Okullara bütçe ayırmak yerine teröristleri besleyenlerin küçücük çocuklara Yahudileri öldürmenin Kuran'a göre sevap olduğunu öğrettikleri nesillerle bir toplum yarattıkları sürece, böylesi bir kitleyle yan yana bir geleceği paylaşmak zorundaysanız çok fazla bir umut besleyemiyorsunuz...

Nüfusunun yüzde yetmişi Filistinlilerden oluşan Ürdün'ün Batı Şeria'daki Arap yerleşimleriyle birlikte geleceğin Filistin Devleti olmaması için en ufak bir sebep göremiyorum.. Gazze ile yer altından birleşecek bu ülke , Israel'in yanında ebediyete kadar barış içinde yaşayabilir ! Eğer koşullar farklı olursa!!!...




Batya R. Galanti







  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...