30 Aralık 2019 Pazartesi

  Günümüzde cinsellik ve eş seçimi        

              

İnsan olmak....üremek, çoğalmak..neslimizi devam ettirmek..Tanrının, doğanın her canlının genlerine kaydettiği bir koddur bu.. İnsanlarla hayvanların aralarındaki en temel iki ortak özellik..varolmak ve çoğalmak ..Bu iki içgüdü milyonlarca yıldır üremeye devam etmelerini sağlıyor.

Köpeğimi gezdirdiğim zaman bakarım; bazen uzaktan uzağa dişi bir köpek geçtiğinde bir anda nasıl da vücudu dimdik olur ve sanki manyetik bir varlığın çekim alanına girmiş gibi hedefe kilitlenir. Böylece bir kaç saniyelik  bir hazır duruşun ardından beni de hedefine doğru çekmeye başlar.

Hayvanların her birinin eşlerini seçerken kendilerine göre iç güdüsel yolları vardır. Çoğu zaman dişinin saldığı koku üremeye hazır olduğuna dair işaret verir ve erkek buna göre hareket eder .

İnsanlarda da bir erkek ve bir kadının kendilerine uygun olan eşi seçmeleri ilk aşamada tamamen fiziksel ( iç güdüsel ) kimi verilere göre tayin edilir. İki ayrı cins arasında fiziksel bir çekim olmadığı sürece kadın ya da erkeğin diğerini eş olarak seçmesi söz konusu değildir.  Toplumsal bir zorlamayla yapılan  bir evlilik değilse tabii. Erkek ve kadın genelde birbirlerinin belirli fiziksel  özelliklerine ilgi gösterirler.. Örneğin kadının doğurganlığının göstergesi olan ince beli ve yuvarlak kalçaları genelde erkeklerin çekim duymasına sebebiyet veren özellikleridir. Erkeklerinse geniş omuzları onların kadınlar tarafından güçlü ve koruyucu bir eş olarak algılanmaları için bir işaret olabilir. ( Tabii bunlar sadece bir iki örnek ) Kısaca erkek ve kadın, çocuk doğurup nesli devam ettirebilecek uygun özellikleri karşı cinste arar.  Ama sonuçta bu özellikler toplumdan topluma, bireyden bireye değişiklikler gösterir. Bu nedenle her insan kendine göre eş bulabilme şansına sahip olabilir.

                              

Bir de değişen dünyada değişen toplumsal beklentiler dönem dönem insanların eş seçimlerinde de kimi değişikliklere yol açmaktadır. Hayvanlardan bizi ayıran toplumsal yönümüz, etik kurallar ve ahlaki standartlar, değişen zaman ya da bulunduğumuz yer eş seçmedeki belirleyeci özelliklerin de  değişmelerini sağlıyor. İlk çağlardaki kadınlarla, Ortaçağdaki insanın hoşlandığı kadın tipiyle bugünkü bilgi çağı erkeğinin kabul ettiği ideal özellikler çok farklı. Rönesans tablolarındaki yuvarlak göbekli, dolgunca kadınların yerini 20. yüzyılda incecik bedenli genç kızlar aldı. Ve yine aynı yüzyılın sonunda  mankenlik ölçülerinin vardığı inanılması küçük boyutlardaki standartların topluma verdiği mesajlarla günümüzde genç kızlar beğenilmek için başladıkları dietlerden kendilerini kurtaramayanların dismorfik bedenlerine doğru korkunç sonuçlar getirmiştir.  Son yıllarda kimi moda çevrelerinde  yeniden  daha dolgun mankenlere yer verilmeye başlanması yanlışların tamir edilme çabasıdır.. Paris moda çevrelerinden dünyaya yayılan anoreksik manken tipi, kadınlar arasında hala ideal olarak görülürken yuvarlak kalçalarıyla daha sansüel Akdeniz ölçüleri çoğu zaman erkekleri cezbetmeye devam ediyor..

Kadınların vücutlarını erkekleri etkilemek için kullanmaları bir yere kadar normaldir. içgüdüsel arayışımızın,  yaradılışımızın ayrılmaz bir parçasıdır bu. Her kadının fiziksel olarak beğenilmek istemesi kadar doğal bir şey olamaz.. Özellikle kendi için seçtiği erkeği elde etmek için, onu etkilemek için tüm hünerlerini sergilemesi doğaldır. Çünkü fiziksel bir uyarı olmadan bir ilişki yönünde ilk adımı atmak mümkün değildir tabii.

Ve dönem dönem karşı cinse çekici görünmenin yeni yepyeni yolları da ortaya çıkmakta...Doğallıktan gittikçe uzaklaşan yeni hayat insanların bedenlerini de etkilemeye başlamış gibi. Hayatın kendisi gibi erkeği erkek, kadını kadın yapan doğal özellikler, kimi yönlerden insanlara yetmez olmuş gibi.. Çekici sayılan nitelikler içinde artık bir çok yeni şeyler var..

Mesela son senelerde neredeyse her yaştan insanın en büyük tutkularından biri haline gelmiş olan dövmenin sık sık çok seksi olduğunu söyleyenler duyuyorum. İnsanların kendi doğallıklarını suni şeylerle bozmalarının bugün ne kadar makbul bir şey haline geldiğini görmek bence üzücü. İnsanlar, özellikle de kadınlar bunu o kadar çok yapmaya başladılar ki.

Doğallığın dışına çıkan bir çok şey yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Kadın kendi doğal göğüslerini silikonla kat kat büyüterek erkeklerin bakışlarını üzerine çekmeyi hedefliyor. Bir diğeri omzuna, göğsüne, bacaklarına, yaptığı tatoo'larla  kışın ortasında yarı çıplak geziyor... Halbuki tbasit olarak düşündüğümüz zaman erkeğin bizi en doğal halimizle beğenmesi daha mantıklı değil mi? Doğal olmayan  bir şeyin seksi olmasının mümkün olmadığını düşünüyorum. Doğal bir göğüs gibi, kendiliğinden dolgun dudaklar gibi olabilir mi silinkondan yapılmış suni uzuvlar?? Ama tabii ki bu sadece benim fikrim.  

Değişen şeylerden bir diğeri de görsel uyarıma açık olan erkeğe hayal gücüne yer bırakmayacak kadar rahat yaklaşan yeni çağ kadınlarının vücutlarını sınırsız sergilemeleridir.. Bu şekilde kadınların erkeklere verdikleri cinsel mesajlar her şeye çok daha fazla açık olduklarını gösterirken, tek eş seçmekten ötesi bir hayatın içindeki liberal toplumun sınırsız boyutlardaki tatmin arayışının kaybolmuşluğunu düşündürüyor bana. Kendimize olan saygımızla birlikte, toplum içinde nasıl bir imaj yaratmak istediğimizin sınırlarını koyanlar yine biz bireyleriz. Kadının amacı sadece  kendine her an yeni bir cinsel partner bulmaksa eğer hayvansal iç güdüleri dışında hiç bir şeyin önemi kalmaz. Ama gerçek bir kadın bedeninden daha ötesidir. Kadın cinselliği, göğüslerinin, bacaklarının ötesinde bir çok şeydir. Sanırım bir kadına duygusal yönden bakan bir erkek için de durum böyle olmalı.  Kadınla erkeğin arasında yatak odası sınırlarının ötesinde şeyler de vardır. Herşey ucuz bir pazar niteliğine indirilirken kadınlar kendilerini bir çok kez bu et pazarında sergilemek için yarışan bireylere dönüşmüşlerdir. Güzelliğin sınırlarını dejenere eden, bedenini cinsel silaha çeviren kadın kendini aşağılamaktadır ve bunun farkında bile değildir. 

Sex appeal,  cinsel cazibe, erotizm ve estetik kavramlar vulgarite'yle yer değiştirmekte..

Yazın kumsallarda 16 yaşındaki genç kızlardan elli yaşlarındaki kimi kadınlara kadar popolarını tamamen ortada bırakan string mayolarında güneşlenenler  ava giden avcı gibiler. İdeal erkeği ararlarken en kolay yolu seçtiklerini unuttuklarına inanıyorum. Bedenimizin bize ait en özel noktalarının herkesin malı haline geldiği günden beri hiç bir şeyin özelliği kalmamış gibi duruyor. Dejenerasyonun başladığı andan itibaren vücutlarını bugün biri yarın bir diğeri ile paylaşmaya hazır gibi gösteren günümüz kadınlarının ve erkeklerinin oluşturdukları modern toplum insan aklının diğer beklentilerinden büyük oranda  vaz geçmişe benziyor. İnsanın hayvansal özelliklerinin yanında, sahip olduğu kimi başka değerlerin etkisi gün geçtikçe silinirken daha bir çok güzelliklerimiz, bizi insan yapan düşünsel yönlerimiz de kimi anlamda değersizleşiyorlar mı acaba?..



Batya R. Galanti









28 Aralık 2019 Cumartesi

                     


                                         ALTIN KUBBELİ ŞEHİR



Arabayla Yehuda Dağlarını aştık, Rishon Le Tzion'dan  bir numaralı yoldan Yeruşalayim'e ( Kudüs'e ) , dünyanın en eski şehirlerinden birine doğru ilerliyoruz.  Yol inişli ve çıkışlı olmakla beraber bizi Akdenizin düz ovalarından Yehuda dağlarının çevrelediği yüksek tepelere taşıyor her kilometrede biraz daha..

İşte bu tepelerden biri olan Ein Karem'de kurulmuş Hadassah Hastanesine doğru giderken çoğu hafif pop şarkıların eşliğinde dağılan aklıma rağmen  bir an sağ tarafta bodur ağaçlarla kaplı tepelere takıldı gözlerim. Yine yıllar evveline gittim .. 1990'larda annemi zaman zaman Hadassah'daki doktoruna götürdüğüm günleri hatırladım.

                                                                        Yeruşalayim Tepeleri .

Bundan neredeyse kırk yıl evvel ona gözlerini yeniden bağışlayan ve onun için çok saygı ve sevgi duyduğu, son derece güvendiği Prof. Saul Marin ( Z"L) 'e birlikte gittiğimiz gün nasıl da maceralı geçmişti.  O gün otobüsle buralardan geçtiğimizde dağlar kimi yerlerde yemyeşil kimi yerlerde sıra sıra  çorak terasalardan oluşuyordu.. O zamanlardan ağaçlandırılmaya çalışılan bu yerlerde bugün küçük ağaçlar bitmiş, her yer yeşil olmuş. Aynı gün otobüse yanlış istikametten binip bir de Ein Karem yerine Doğu Kudüsün Arapların bulunduğu en son durağına vardığımızda,  İntifada yıllarından çok geçmediğimiz o zamanlarda kendimi bir anda herkesin kefiyeyle olduğu bir yerde bulunca baya bir korkmuştum.  Mecburen aynı otobüsle şehrin tekrar öbür ucuna gerisin geriye seyahat etmiştik..

Yeruşalayim'e varmadan sağdan Hadassah istikametine doğru yeni bir yola girdik..Her tarafı çiçeklerle bezenmiş yollardan yine  hep dolanbaçlı tepelerden devam ettik.
Ein Karem tarihi bronz çağlarına kadar inen ve Tanah'ta  Beit Ha Karem olarak adı geçen çok eski bir yerleşim yeri . Tepeleri aşarken her iki tarafta üç dine ait yapılar bulmak mümkün.
Burası ayrıca Hıristiyanlar için önemli hac noktalarından bir tanesi.  İsa'yı vaftiz eden Yahya ( Yohannan )  Ein Karem'de doğmuş.. Ayrıca eski çağlardan kalma bir mikveh ( yahudi banyosu ) da var bu çevrede. Sağ taraftaki  Arap köyüne baktım. Minareleriyle  göze çarpan camiye.  Bu güneşli günde bu Arap köyü nasıl da sukûneti yansıtıyor.. Bir anda Ortadoğu'da olduğumuzu hatırladım.. Ortadoğudaki kan gölünün ortasında bir ülke; kuş sesleri, yemyeşil dağların ortasında huzurla bana bakan bir arap köyü...

                                                         Hadassah Ein Karem Hastanesi 

Dünyanın Israel'e karşı duruşu aklıma geldi.. Yeruşalayim Israel'e ait değil diyorlar . Haklılar burası sadece bize ait değil çünkü burada herkes yaşıyor.. Hep beraber.. Ortadoğu'da kanın ve barut kokusunun ortasında sessizligin, barışın  hüküm sürdüğü tek yerde;  Israel'de . Yeter ki izin verseler onlar yeter!!!   Yeruşalayim'deki bu köy bana gülümseyerek göz kırparken sol tarafta  pırıl pırıl parlayan altın kubbeleriyle güzeller güzeli  Rus Manastırı ağaçların arasından bir mücevher gibi çıkarken adeta merhaba der gibi her geçen insana..

                                                     Yeruşalayim'deki Rus Ortodoks Kilisesi 

Bu arada hastanenin park yerine girdiğimizi fark ettim.. Hadassah Hastanesinin kocaman kompleksine doğru yürürken karşıma ilk çıkan insanlar Haredim 'ler ( Ortodoks Yahudiler ) ve Araplar... İnsan Tel Aviv ve çevresinde yaşarken kendini dünyanın herhangi bir modern şehrinde hisseder; denizin , güneşin ve liberalizm'in merkezidir buraları.. Tel Aviv'den  yarım saatlik bir mesafedeki bu kutsal şehire vardığınızdaysa bir anda kendinizi bambaşka bir ortamda buluverirsiniz. Dinlerin beşiği bu kutsal şehir her yönüyle tutuculuğun ve tarihin, üç ayrı din ve kültürün bir mozaik , bir bütün olarak yansıdığı çok farklı bir havaya taşıyıverir sizi..  Yeruşalayım'in kalkerli taşlarından yapılı evlerinden çıkan çoğu insan ya 19. yüzyıl Polonyasının formasını üzerinden atamamış  Yahudiler ya da Yahudilerle iç içe yaşayan ve bu şehrin vazgeçilmez parçaları olan Araplardır..

                                                                 Hadassah Ein Karem

Hastanenin içine girerken yanımdan geçen insanların büyük çoğunluğu yine dindar insanlar. Farklı diller konuşan o kadar çok kişi geçiyor ki yanımızdan. Bu şehir dünyanın her tarafından gelmiş dini bütün yahudileri bir araya getirmiş geçen zaman içinde.. Fötr şapkalılar,  kipalılar ( kipa, yahudilerin din takkesi ) , kipalılar içinden örgülü kipalılar, siyah kipalılar...Her biri dindarlık derecesi ve dine bakış tarzlarına göre farklı farklı semboller taşıyor üstlerinde; kimisi daha tutucu kimisi daha milliyetçi kimisi daha liberal ama hepsi dindar...  Asansörü beklerken yanımda duran sakallı, cübbeli Arabın yanında bizim gibiler ve diğerleri... Sıram gelip doktora girdiğimde ise  benden önce içeride olan Arap bayan kapıyı çalarak tekrardan Profesöre bir iki soru yöneltti.  Profesör son derece büyük bir nezaket ve sabırla yanıtladı onu.. Bulunduğum sağlık kuruluşu yerine kendi seçimimle gittiğim ve kendi alanında isme sahip olan bu profesör için ödediğim ücret özel olmasına rağmen sadece yirmibeş dolar civarıydı. Bu ayrıcalık hepimize ait , ben ve bu memleketin tüm eşit vatandaşlarına..

Ortadoğu'da kurşunların ve bombaların hiç susmadığı bu bölgede , tek bir yerde, Israel'de ,  Hadassah hastanesinde Dr. Mahmud görevini Prof. Zvi'nin yanında icra ederken , sağlıkları için burada bulunan  insanların kimliklerine bakılmadan dünyanın sayılı doktorları arasına girmiş mütehasıslara tedavi olmaları mümkün.. ( İşte bu sebepten dolayıdır ki Hadassah Hastanesi 2005 yılında Nobel barış ödülüne aday gösterilmiş) Bu da insanlığın en doğal , en olması gerektirdiği şeylerden biri değil mi zaten?

Yeruşalayim Yahudi egemenliği altında, aslında uzun  tarihinde hiç olmadığı kadar serbest ve huzur doludur.. ( yeter ki terör olmasın! ) . Dünya bunu görmek istese de ismese de ..

Hıristiyanlık, Yahudilik ve Müslümanlık,  bu üç din , Arapların tüm alehimizdeki propagandalarına rağmen bugün yaşamlarını normal bir insan gibi sadece ve sadece yahudi egemenliği sayesinde sürdürmeye devam edebilmektedirler.

Bu bölgede yaşayanların birbirleriyle devam eden savaşları düşündükçe , Irakta ve Suriye'\de kendilerinden olmayan her tür varlığı yok edenlere,  medeniyetlerden geriye kalan her ne varsa silenlere  baktığimda dünyanın  Yahudilere  karşı çıkışlarının arkasındaki mantığın ne olduğunu anlamaya çalışıyorum..


Batya R. Galanti


25 Aralık 2019 Çarşamba

                                                Hanukka ile Noel


Bir Hanukka Bayramı daha geldi.. Nasıl geçtiğine inananamadığım koca bir senenin sonunda geçen gece başlayan ışıklar, mucizeler bayramı Hanukka.. Israel'in dört bir tarafında, caddelere, meydanlar yerleştirilmiş Hanukkiyalar ( yani Hanukka menoraları ) sekiz gün boyunca pırıl pırıl yanacaklar.
Her gece mumlara birer tane daha ekleyerek karanlığı ışığa çeviren mucizeyi,  iki bin yıldan uzun bir tarihin anısını hatırlayacaklar kimi insanlar. Milyarlarca dünyalının içinde kimileri bu mucizeyi  hatırlarken bir diğerleri bambaşkamucizeleri konuşacaklar.



Çok  eski bir sembol olan dokuz kollu şamdanlar Israel ulusunun uzun hikayesinin aslında hiç bitmeyen mucizelerinin de bir amblemidir .. Her daim yaşananlara rağmen varlığını sürdürmeyi başaran Yahudilerin içindeki ışığı temsil eden Hanukiya!

Aslında  bugünün bilge kişileri,  akademik çevreler mucizeler ya da inançlardan tamamen uzaklaşırken . İnsanların bir çoğu manevi değerlere bağlılığı hor görseler de ( burada fanatik dindarlıktan bahsetmiyorum  ) . Tora'da yazılı eski tarihimizin çok ötesinde bugün de mucizler aslında her an yaşanmaya devam ediyor.  Adeta hayatın içinde varolan bir kudretin ispatı olmaya devam eden o kadar çok şey vuku bulmaya devam ediyor ki, insanlar bunu her zaman farketmeseler de..  Israel'in yakın tarihine baktığımızda dahi bu mucizeleri görmemek mümkün mü? 1948'de kurulduğu günün ertesi 7 Arap ülkesinin birararaya gelerek saldırdığında kendisinden sayıca çok üstün düşmanını sadece püskürtmekle kalmayıp sınırlarını genişletenlerin Israel'in yazdığı zafer bir mucize değil de nedir? 1973'te bütün Israel'in oruç tuttuğunu bilerek arkalarına aldıkları Rus desteğiyle, Kipur günü  süpriz bir saldırıyla Yahudileri yeniden hedef alan sekiz Arap ülkesini tüm kayıplarına rağmen durduran Israel'in başarısı mucize değil de nedir?... 1991 Körfez Savaşında Saddam Hussein'ın attığı onlarca balistik füzenin verdiği büyük maddi zarara rağmen sadece yedi kişinin  kimyasal bir saldırıya karşı dağıtılmış olan iğneleri yanlış enjekte etmekten ve kalp krizinden ölmüş olması bir mucize değil de nedir?  Hamas'ın hiç bitmeyen saldırılarında bugüne dek atılan binlerce roket;  Israelli bir şirket olan "Rafael Savunma Sistemleri " tarafından geliştirilen  antimisil; "Demir Kubbe"  tarafından yüzde doksan başarıyla havada imha edilmeleri acaba mucize değil de nedir?  Tüm bunlar  günümüzün  mucizeleridir..



Biz, geçen gece ilk mumları Madrid'ten gelen Moshe ( ağbim) ve ailesiyle birlikte yaktık.. Birlikte şarkı söyleyerek... Ve ardından yediğimiz Sufganiyot'larla ( Doghnuts ya da Donuts ) kutladık. Çocuklarla beraber , biz de çocuklar gibi sevindik.. .. Bayramlar güzeldir.. Hanukka gibi Noel ve diğerleri gibi, tüm bayramlar güzeldir..



Aileyi biraraya getiren, insana neşe veren, keyif veren , hayata anlam veren şeyler , gelenekler güzeldir. Avrupa'da da  şimdi her yerde bayram havası esiyor. Her yer pırıl pırıl, ışıl ışıl.. Her dükkandan, her noktadan Noel şarkıları geliyor kulağa..kimileri Noel Gecesi gidecekleri Gece Ayini için heyecan duyarken..kimileri çıktıkları ya da çıkacakları tatil için seviniyor. Ağbim, eşi ve oğlu da bu fırsatla çıktıkları tatil için bizimle birlikteler. Onlar hem Noel'i hem Hanukka'yı birlikte yaşayanlardan.. Bir çok karışık evliler gibi.. Bu da bize bir fırsat ...Çocukların bir araya gelişleri ve  birlikte geçirecekleri  bir kaç gün.  Ben zaten her yıl bakarım bu sene Noel Hanukka'nın kaçıncı gününe denk geliyor diye.. Severim bu iki bayramın hep birlikte düşüşünü. Bizim zaten bir çok bayramlarımız aynı zamana , hatta kimi zaman aynı güne rastlar..  Çünkü bu iki din, özellikle Hıristiyanlık tüm ayrılığına rağmen, Yahudilik içinden çıktığı için, bazı şeyler yine de belli bir bağ taşıyor.. bir yerlerden bir şekilde iki dinin belli çıkış noktalarında buluşması söz konusu... Bizi nelerin ayırdığına bakmaktansa, ortak noktaları arayıp sevinmek bana daha çok keyif veriyor.  Dün gece Tel Aviv'de bir alışveriş merkezinde satılan küçücük Noel ağaçları ve  Noel süslerinin hemen yanında  kocaman bir Hanukıya duruyordu. 




Peki Noel Ağacının Israel'de işi ne? diye sorsalar.  Gerçi şu an Müslümanların tüm karşı çıkışlarına rağmen Türkiye'de Yıl Başı için çam ağacı süslemeye bayılan Türkler aklıma geldi birden. İşin inanç tarafıyla ilgisi olmayan, bir özentiden ibaret kimi şeyler vardı her zaman . Aslında neden olmasın?  Kültürlerin birbirlerinden etkilenmeleri doğaldır.

Ama Israel'de kimi yerlerde göze çarpan Noel ağaçlarının özentinin ötesinde bir anlamı var. Son yıllarda Israel'e göç eden Rusların bir çoğu karışık çiftler ve bu yüzden Israel'de son senelerde Noel'i gerçek anlamda kutlayanların sayısı gittikçe arttı.
Ayrıca  Israel'deki  Hıristiyan Arapları da düşünürsek , her sene bu zamanlarda Yaffo'daki Osmanlı saatinin önünde ya da Haifa'da Bahaı Bahçelerine çıkan o güzel cadde üzerindeki meydanda neden kocaman boyutlarda pırıl pırıl yanan Noel ağaçları bulunduğunu daha iyi anlarız..  Hanukka ve Noel'in aynı günlerde kutlanmasının bana hatırlattığı en önemli şey ikisinin de ışıklarla gelişidir..  Bugün Hıristiyan dünyasını süsleyen ışıklar ve insanin içini sevinçle dolduran şarkılar gibi Hanukka da biz Yahudiler için pırıl pırıl yanan mumlarla yüreğimizi aydınlatıyor.  Karanlıkta kalan  endişelerimizi yok ediyor, hüznü unutturuyor bana .



Noel Hıristiyanlarda Yeşhu'nun doğuşunu, İnananlarının kurtuluşunu, umudu, yeniden doğuşu, temizliği, yaşamı temsil ediyor.. Hanukka'da bizlerin yaktığımız mumlarsa Makabilerin Yunanlı Antiohus Epifanes'in ordusuna karşı kazandığı zaferiyle  Beit Hamikdaş'ta son kalan az miktarda yağın mucize olarak sekiz gün boyunca yanarak Yahudileri karanlıktan çıkarmasını temsil ediyor.

Biliyorum, her iki dinin birbirleriyle uyuşmayan çok tarafları var. Bir çokları için birleşen değerlerden çok ayrıldığımız taraflar önemli bir yer tutuyor zihinlerinde ve yüreklerinde. Keşke öyle olmasaydık.  Çünkü yaşadığımız sürece gerçekten ihtiyacımız olan şey kendimizi daha güvenli, daha dost, daha iyi bir dünyada hissetmek. Kendi geleneklerimizi yaşar ve yaşatırken bile ağzımızdan çıkacak güzel dilekler herkesi kapsamaya başladığı zaman çok daha mükemmel bir dünyaya doğru adım atacağız. Önemli olan sadece kendi ailemizi sevmek değil , yanımızdaki komşunun çocuğuna kendi çocuğumuza verdiğimiz değeri verdiğimizde daha iyi bir dünyada yaşıyor olacağız..   Tora'da  yazılı olduğu gibi .  Tanrı her daim insanlardan sadece kendi yakınını değil  yabancı insanları da sevmelerini bekledi. Esas mucize de bu. Savaşlar dostlarla yapılmaz. Ve eğer biz daha iyi bir gelecek  için dua ediyorsak, bunun için kendimize düşen görevi yapmamız önemli.

Bu yazıya dün başladım..bugün Hanukka'nın dördüncü günü..ve Noel .. Dilerim düşündüğümden çok daha fazla insan benimle benzer hisleri paylaşsın  Dilerim bugün yeniden gündeme gelen Antisemitizme karşı"mucizevi " bir karşı duruş ortaya konulsun. Tarihin sayfalarında hiç olmadığı gibi..   Noel kutlamalarında verdikleri mesajlarda, "sevgi dolu dünya " için ettikleri dualarında" bizleri" de unutmamalarını diliyorum. (!)



İyi Hanukkalar ve Mutlu Noeller....








Batya R. Galanti .



16 Aralık 2019 Pazartesi

                   


             Israel dokuz ay içinde üçüncü kez seçimlere gidiyor..



9 Nisan ve 17 Eylül seçimlerinden çıkan benzer sonuçlar ve dokuz aydır kurulamayan hükümet ülkede bir süredir devam eden zor dönemin en büyük göstergesi. Bölünmüşlük ve kararsızlık içinde olan Israel halkı Netanyahu'yu devirmeyi hedefleyen basının onu köşeye sıkıştıracak delilleri sonunda yakalamasıyla birlikte Israel gündemine düşen kimi yolsuzluk ve dolandırıcılık iddiaları. Ve bu suçlamaların altında elle tutulur şeyler olmadığını iddia eden bir başbakanın on yıldan fazla bir süredir halktan aldığı destek adına bir anda kendini devrilmez zannetme hezeyanları geçiren bir lidere dönüşümü.  Eğer iddia ettiği gibi sadece basının ve sol muhalefetin kurbanı ise bile kendine yönelen suçlamaların doğru olmadığını kanıtlayacağı güne kadar görevinden istifa etmesi en doğrusudur. ( Israel yasalarına göre yargı süresinin sonuna kadar görevde kalması mümkün olsa bile )

                                                                        Israel Parlementosu

Diğer taraftan  Israel'de seçim sisteminde köklü bir değişiklik yapılmadığı sürece ülke ne koalisyon hükümetlerinden ne de bugünkü gibi çıkmazlardan kurtulmayı başaramayacak gibi...Ve şimdilik ufukta görülen tek şey devam eden sistemin içinde tekrarlanacak yeni bir seçim . Peki bu seçimden de çıkacak sonuçlar değişmezse ne olacak? Halkın bugünkü duruşu aşağı yukarı bellidir. İç ve dış politikaların belirlediği kamuoyu bir kaç ay içinde ne kadar değişiklik gösterecek ? Son dokuz ay içinde Israel politikasında neler değişti ki 2 Marta'ta köklü bir değişim olsun ?

Son iki seçimden Netanyahu'yla başa baş sonuçlarla çıkan Mavi Beyaz partisi ise kamuoyunda çok büyük bir kitleyi sürüklemeyi beceremedi. Neden? Çünkü tek amaçlarının  Netanyahu'yu devirmek olması dışında çoğu eski kumandanlar olan Netanyahu muhalifleri tarafından kurulması dışında halka daha iyi bir gelecek için güven veren bir parti olduğu hissi yaratamamıştır Mavi Beyaz.  Bu partinin net bir politik duruş göstermemesi bence ülkedeki kararsızlığın ikinci büyük sebebidir. Asker olarak ne kadar önemli roller üstlenmiş kişiler tarafından kurulmuş olsa da , bu askerlerin politik olarak bugüne dek kendilerini kanıtlamak için yeterli bir geçmişleri olmaması önemli bir eksidir.



Mavi Beyaz Parti Lideri Benny Gantz'ın ender yaptığı kimi kopuk, kimi belirsiz, kimi beceriksiz politik söylemleri yüzünden ,  açık, net ve güvenli mesajlar vermeyi beceremediği sürece kitleleri arkasından sürükleyebilmesi ne derece mümkündür?   Ayrıca orta sol olduğunu iddia eden Mavi Beyaz'ın içinde Netanyahu ile bitmeyen hesapları olan kimi eski Likud Partisi milletvekillerinin olması da başka bir çelişki değilmidir?  Mavi Beyaz'ı  kuran dört liderden biri olan Yaır Lapid ise,  kısa siyasi hayatında bilinen en ufak bir başarısı olmaması dışında şimdilik koalisyon hükümeti kurmak için gösterilen çabaları baltalamaktan başka bir şey yapmamıştır.

                                                        Mavi Beyaz Lideri  Benny Gantz

Ya peki Nasyonalist olduğu kadar  dinci partilere karşı duruşuyla tanınan  Liberman'a ne demeli? Girilen çıkmazın baş rol oyuncularından bir diğeridir o.

Gözümüzün önünde kendi çıkar kavgaları adına  ülkeyi politik bir çıkmaza sürükleyen partilerden hiç bir tanesi bana göre bu ülkeyi gerçekten seven ve hizmet aşkıyla hareket eden insanlar değillerdir.  Ve bu da seçmeni ilk kez ne yapacağını, kime oy vereceğini bilmez bir kararsızlığın içine itmektedir. Belli bir yüzde hangi şartlarda olursa olsun partilerine sadık kalmayı tercih ederken bugün küçümsenemeyecek bir yüzde  bu son olaylardan sonra oy vermekten bile vaz geçecek kadar politikacılara olan inançlarını kaybetmişlerdir..

Liberal Yahudilerle Haredi kesim arasında ezelden beri devam eden büyük görüş farklılıkları yüzünden mevcut olan karşıtlık, Arap Birliğinin ülkede üçüncü büyük parti durumuna gelmesinin yarattığı tedirginlik ise ayrı bir sorundur.. Arap Partsinin Lideri olan Ayman Udah'ın hapiste yatan teröristlere yataklık yaptığı ve Batı Şeria'deki terör örgütlerini desteklediği gün kadar açık olduğu sürece tedirgin olmamak nasıl mümkün?  Birleşik Arap Partisinin Israel'in içinde yaşayan Arapların bu ülkedeki problemleriyle uğraşmak yerine Israeli yıkmak isteyenleri desteklediği göz önünde tutulursa yahudi halkının tedirginliğini anlamamak mümkün değildir. Hele Mavi Beyaz Partisi koalisyon görüşmeleri için bu parti lideriyle oturmayı tercih ettiği zaman...

                                                     Birleşik Arap Partisi olan Ortak Liste

Bir yandan liberaller diğer taraftan nasyonalistler ve harediler ve Araplar ve orta sağ ve orta sol ve herkesin payına düşen bir kaç oyla gidilecek üçüncü seçimden sonra acaba daha ne kadar seçimleri konuşmaya devam edeceğiz ?  Bugünkü geçici hükümetin, önemli kararlara imza atma yetkisini kaybetmiş bir yönetimin elinde daha ne kadar zaman bu belirsizlikle yaşamak zorunda bırakılacağız?





Batya R. Galanti

9 Aralık 2019 Pazartesi

                        Dünya yemeklerine alışmak!



Hayatımda ilk kez Çin lokantasına 17 yaşımdayken ağbimle gitmiştim.
Ve yine hayatımda ilk kez o gün bir lokantadan hiç bir şey yiyemeden çıkmıştım.. Ağbim ve arkadaşlarıyla bulunduğum o Uzakdoğu ortamında kendimi uzaylı gibi hissettiğimi anımsıyorum. Aslına ne kadar yakın bir Çin Lokantası olduğunu bile bilmediğim bu yerde o akşam bulunan diğer gençlerin çok iştahlı hallerine rağmen o pek alışık olmadıklarını bildiğim tadlardaki porsyonlarından yerlerken gerçekten keyif aldıklarından emin değildim .
Taksim meydanına yakın bir ara sokakta, siyah ve kırmızı renklerin hakim olduğu, kocaman yelpazeler üzerinde çince yazılarla süslü duvarlarıyla küçük sayılmayacak bir restorandı bu. Sundukları menüdeki yemeklerin çoğunun büyük ihtimalle Türk damak tadına yakın bir lezzette olmasına  dikkat ettiklerine inanıyorum ben. Yemekler  Türk insanının kendi kültürüne uydurulmuş şekliyleydi fikrimce . Örneğin Türkler tarafından yadırganmayacak hayvan türlerini tabakta görmek mümkündü.  Yani insanları sadece Çin yemeğinin bir nevisiyle tanıştırıyordu bu yer. Ama sosları ve hazırlanış şekilleriyle tatlar yine de epey farklıydı .O akşam menüde zor bela seçtikleri şeyleri garsona ısmarladıktan sonra ortaya getirilen  içi bilmem neyle doldurulmuş ördeğe baktiğim an hayatımda ilk kez gördüğüm o tuhaf (?!) soslarda pişirilmiş ördekten bir parça aldıktan sonra daha fazlasını istememiştim.  Sığır etinden başka alışkın olduğum tek et tavuk etiydi . Diğerleri için de bu çok farklımıydı bilmiyorum.  Türk mutfağı dünyanın en lezzetli mutfaklarının arasına girmeyi başarmışsa da Türkiye'de yenilen et türleri diğer dünya mutfaklarıyla kıyaslandığında bence daha kısıtlıdır.  Hele Uzakdoğu yemeklerinin en büyük özelliklerinden biri olan ve  yemeklere bambaşka bir lezzet veren o çok farklı soslar yok mu!  Çin , Japon ve Tayland mutfaklarıyla sembolleşen, Soya , Çili  ya da Susam Yağı ve bir çok yemeğin içinde ya da yanında yenen zencefil'in alışmamış o ilaç gibi gelen keskin tadı sanırım bir çok insan için bambaşka bir deneyim olmalı ilk kez denendiğinde. .
Fakat, benim o gün birlikte yemeğe çıktığım insanlar kendilerini dünya mutfağına açmaya çalışan insanlardı . Çoğu zaman kültürünü zenginleştirmek çabasında olan insanların yaptığı gibi. Bildikleri şeylerin dışına çıkmak. Bu da bir macera, bir değişiklik ve bir zenginlik. Farklı olan herşeyi tanımaya açık olmak.
                                            
 Aslında ilk yediğinizde tuhaf gelse de zamanla bir çok şeye alışıyorsunuz.

Ve bu ilk Çin lokantası maceram daha sonraları ender de olsa tekrarlandı hep. Ama bu daha çok ağbimların çevresiyle takıldığım zaman oluyordu.  Çünkü ben genelde farklı tatlara açık olsam da , Çin yemeğine alışmak zor geliyordu bana .  Senelerden sonra yeniden ağbimlerle bu kez Boğaz'da bir Çin lokantasına gitmiştim . Menüyü elime aldığımı anımsıyorum, bu kez çok temkinliyim de hiç bir yemek ismi, ve içinde yazılı olan detaylara baktığımda hiç bir şey bana uygun görünmüyordu. Sonunda  baktım menünün aşağılarında bir yerde gözüme  çorba ilişti. En azından kulağa normal gelen bir şeydi  "Çorba! " Her detayı aramaktan sıkıldığım için bu kez çok fazla didiklemeden, ayrıntılara bakmadan hadi bakalım çorba olsun dedim.  Bekledim , bekledim ve sonunda çorba geldi.
Buharı üstünde olan çorbayı garson önüme koydu . Restoranın içi de hatırlıyorum bir hayli lostu..  Çorbanın içinde olanları pek seçemeden kaşıkla şöyle biraz aldım. Sanki garson iki iş arası boğazın kıyısına inip kayalardan yolduğu yosunları bir tencerede kaynatarak önüme getirmişti. O parlak dokusuyla ağzımda hissettiğim yosunlar ağzımın içini doldururken tüylerim diken diken olmuştu birden. Denizde üzerlerine yanlışlıkla bastığım zaman ne yapacağımı bilemediğim o iğrenç yosunlar,  o nefret ettiğim deniz bitkileri ağzımın içindeydiler. Sanki, bir kaşık suda boğazın tadına bakıyordum.
İkinci kez uğradığım hayal kırıklığı ve yeniden doymayan karnımla kendimi dışarıda bulmuştum yeniden.

                                                                       Yosun Çorbası


Seneler sonra ise bir arkadaşımla birlikte çıktığım bir akşam yemeğinde bu kez gittiğim Japon restoranında hayal kırıklığına uğramamıştım. Sanırım tesadüfen doğru seçtiğim   kızartilmiş deniz ürünleri tabağı beni bir hayli memnun etmişti..  Ve belki şansıma benim için Japon yemeğiyle ilk tanışıklık çok daha olumlu olmuştu.. İşte bu yüzden Israel'de ilk kez Japon restoranı gördüğümde ben Japon yemeği severim demiştim hemen eşime.  Birlikte gittiğimiz Japon restoranında yaşadığım komik tecrübeyse  bana orada burada tesadüfen yediğim bir iki yemekle bir ülkenin mutfağını gerçekten tanıdığım kanaatine varmamın komikliğini ispatlamıştı. . Tel Aviv'de bulunan küçücük  bir restorandı bu . Tam Limanının orada.   . Bar'da kalan  iki kişilik yere oturduğumuzu anımsıyorum.  Japon ahçı, müşterinin hemen önünde porsyonları büyük ihtimamla hazırlarken ben hemen karşımda tabakta özenle kesilmiş " lakerdalar " görmüştüm..   Hayatımda ilk kez Sashimi görüyordum ve salak gibi gördüğümü, çocukluğumdan beri tanıdığım tuza konularak hazırlanan lakerda zanetmiştim. Japon Şef balığı yanında zencefil tabağı ve  soya sosu ile beraber servis yaptıktan sonra ben gayet memnun. İşte bilmemek böyle bir şey.  Güzelce temizlenip, özenle kesilerek tabağın ortasına yerleştirilmiş çiğ balığı olduğu gibi soya sosuna batırmadan ya da zencefil almadan ağzıma attığım gibi adeta şok olmuştum..    
                                           
                                                                          Sashimi

Tatsız, tuzsuz bildiğimiz çığ balık ağzımda adeta yüzmek isteyecek gibiydi.  Aman Tanrım balık denizden ağzıma düşmüş gibiyken  sağıma,  soluma  önüme , ne de zavallı şef'e bakmadan, adeta yemeklerine hakaret edercesine balığı ağzımdan tabağa geri tükürüvermiştim.  İnsan ani bir refleksle davrandığı an ne  görgü kurallarını ne de sosyal davranış kodlarını düşünemiyor ne yazık ki ...

                                                                     Tailand Yemegi


Bugün , senelerden sonra en sevdiğim şeylerden biri, evde de sık yaptığım Israel usulü Tayland yemeğidir.  Renk renk sebzeleri şeritler halinde keserek, tavuk , soya sosu ve çili'yle birlikte kızgın ateşte Wok'da hafif pişirerek hazırladığım acılı ve tatlı yemekler... Sashimi yemeğe de zamanla alıştım. Sushi'ninse bin bir çeşidi var.   Otuz  ya da kırk sene evvel daha pahalı olan yabancı mutfaklar; Çin restoranları, Japon mutfağı vs.  bugün dünyanın neredeyse her köşesinde, her noktada mevcutlar. Artık Sushi ya da Sashimi Amerikan fast food restoranlarıyla yarışır oldular.

Globalleşme süreciyle birlikte değişen dünya'da günden güne daha çok yayılan değişik kültürler sadece farklı müzikleri, dilleri değil,  insanı insan yapan tüm değerleri, yemekleri dahil bir yerden diğerine taşıyor hep. İtalyan pizzasını Tokyo'ya, Meksika tacos'larını, tortilla'larını  Londra'ya..İspanyol churros'ları New York'a ve her bir farklı tadı dünyanın bin bir köşesine götürüyor insan...




Batya R. Galantı

1 Aralık 2019 Pazar

  Günümüz insanının varoluş savaşı



Bankta oturmuş bir kadın, kucağında bebeği...Bebek bir iki haftalık.. Annesi onu sevgiyle kucaklıyor...kadının elinde biberon.. Bebek acıkmış, daha minicik olmasına rağmen büyük bir kuvvetle emiyor biberonu.. Annenin gözlerinde öyle bir sevgi var ki. Işıl ışıl parlayan bakışlarında sadece bebeği değil tüm dünyayı kucaklayacak kadar duygu var,,.. Bebek   sütü çekebildiği kadar çekiyor kuvvetle bir nefeste bitirmek ister gibi .. Yaşam iç güdüsü işte...

Sadece insan yavrusu değil,  minik bir kedi, bir köpek yavrusu olsa fark etmiyor. Daha anne karnından çıktığı ilk andan itibaren besin arıyor. Hayatta kalmak için gücü yettiği kadar mücadele etmeğe hazır... Var olan her varlık doğanın hücrelerine kaydettiği o içgüdüyle doğuyor: Hayatta kalmak !  Ve diğer herşey zaten bu mücadelenin bir parçası olarak şekilleniyor. Büyüdükçe, geliştikçe, toplumsal ilişkilerde de insan davranışını belirleyen bir kod bu. Her yaptığımız şeyin ardında hayatta kalabilmek iç güdüsüyle hareket etmiyormuyuz?  Zayıfı terkedip güçlünün yanında yer alan insan da aynı şeyi yapıyor.Kendine toplumda varlığını sürdürebileceği, emin bir yer bulmak için de çabalıyor.


Insan için amaç  hayvanlarda olduğu gibi sadece avlanmak değil. Insanlar mevki ve toplumsal statü için savaşırken de aynı yaşamsal koda göre hareket ediyor . Insan için " varolmak " kavramı tüm bunları kapsayan bir şey... Hayatta kalmak için hayvanlar gibi avlanıp sonra uyumak yeterli değil insan için.

Yeni doğmuş bir bebeğin annesinin göğsünü ağzına almak için verdiği ilk savaşta varolmak içgüdüsünün izleri var. Ona ilk günlerde sevgiyle bakan annesinin kucağından bir süre sonra vahşi doğaya salınan bir hayvan gibi insan da.. Kimi toplumsal kurallara, hala mevcut olan kimi ahlaki değerlere ve hayvanla insanı ayıran duygusal farklılıklara rağmen..

Dünyaya gözlerini açan her bebeğin bir DNA'sı , sadece ona ait bir karakter yapısı ve yine bir eşi daha olmayan fiziksel özellikleri bulunuyor. 8 milyar insan içinde her kişi ayrı bir dünya. Ve her insan başka insanların oluşturduğu toplumun karmaşık yapısı içinde kendine bir yer bulmak için savaşmak zorunda.

Tüm bunlarla birlikte tarihin en büyük devrimlerinden birinin bir parçası olduğumuz 21. yüzyılda dünyanın geçirdiği büyük gelişimin bizi nasıl etkilediğine tanıklık ediyoruz hep birlikte. Kimi yerde varoluş savaşını kolaylaştıran kimi yerde ise çok daha karmaşık hale getiren bir değişim içinde modern toplumlar.. Bir tarafta bilgisayarlarla kolaylaşan insan hayatının, diğer taraftan yine bilgisayarlar ve sürekli gelişen teknolojiyle birlikte kimi anlamda toplumsal bir karmaşayı da getirmek üzere olabileceği gerçeği insanı kaygılandırıyor. Geleceğin bugün yetişen nesiller için daha da zor olma olasılığı nedir acaba?


Geçtiğimiz günlerde bir yazı okudum.  Önümüzdeki yıllarda insanların ister istemez , bir değil bir kaç kez meslek değiştirmek zorunda kalacaklarını söylüyordu.. Teknoloji insan gücünün yerini almaya devam ettikçe kaybolacak meslekler yerine hep yeni seçenek aramak zorunda kalacak insanların mücadelesine dönecek hayat.

Geleceği şimdiden gören kimi ebeveynler bu anlamda çocuklarını yeterince donanımlı bir şekilde yetiştirme savaşına girmiş görünüyorlar. Gelecekte, onları bekleyen yeni şartlara uyum sağlayabilmeleri için verdikleri bir savaş söz konusu !

Zaten günümüzde büyüyen çocuklar  kapasiteleri el verdiği kadarıyla neyle savaşmak zorunda olduklarının kendileri de farkındalar. Zaten bunun içinde büyüyorlar. Ve toplum onları belli bir hedef belirlemeye itiyor. Bunu yaşıyor ve görüyorum. Ama itici güç olurken insanda yılgınlık uyandırmak savaşı kazanmanın bir yolu değil bence!

Oğlunu yetiştirirken verdiği mücadeleyi anlatan bir yakınımı dinlerken kendimi kötü hissediyorum.
Sözümona geleceklerini kurtarmak adına savaşırken, kimi insanlar çocuklarına yaşama hakkı tanımadıklarının  farkında bile değiller.

Geçenlerde birinden duydum ; Çocuğun en az bir yabancı dil bilmesi yeterli değil diyordu. Onda ben de hem fikirim. Ama devamı var... Bu dili mükemmel konuşmasının yanında şivesiz konuşması da önemliymis..!!! Yoksa ayırımcılıkla karşılaşır!  İyi de Avrupa'da yaşayan bir yabancı ise bu insan öyle ya da böyle ayırımcılıkla  karşılaşacaktır .Şivesi olsa ya da olmasa ne fark eder? Ayırımcılığa şekliniz, renginiz, her şey sebep olabilir

En iyi okulda, en iyi eğitim önemli. ( bu da doğru tabii !) . Ha ama bir de iyi notlar almak çok önemli. Eğer çocuk akıllıysasorun yok! ya da öğrenme zorluğu , ya da dislekt değilse  dikkat sorunu falan da yoksa mümkün tabii!!  Peki ya cocuk zorlanırsa ne olur? O zaman dövmek mi lazım? Deli mi çıkması lazım insanın? Her insan mükemmel olabilir mi? Eğer mükemmel değilse ne yapması lazım?

Derslerin dışında müzik eğitimi de önemli diyorlar.. Onda da haklılar!! .. Ya işte çok güzel gitar çalıyor ! diyorum. Gitar yetmez!  Piano, bateri vs bunlar da önemli.. İleride gireceği ortamlar için gerekli !! . Bu çocuk değil artık..multi sistem makine sanki.. Peki çocuk ne zaman kendi kendiyle kalıyor ? Nefes almak için zamanı var mı peki ? İnanmayacaksın ama onu da yapıyor..vakti kalıyor mu ki? Evet tabii !!

Zamana, topluma, teknolojiye ve bilgisayarlara karşı bir savaş bu! Kim galip gelecek bilinmez...Şartlar bunu gerektiriyor diye düşünürken yılmadan çocuğu her yönden baskıya sokan insanların kaybedecekleri  kazancaklarından fazla gibi geliyor bana.

İnsanlar da makineleşiyorlar artık..Devrin makinelerine karşı; çocuklarının mesleklerini kendileri belirlemek ister gibi hareket eden anneler ve babalar onların yarınlarını kurtarmak adına küçük yaştan onları anlamsız bir yarışın içine sokabiliyorlar. Bu tip insanlar arasında bir ego savaşı hissediyorum ben. Çocuklarının duygularına kulak vermeyenler onların geleceklerinin söz sahipleri durumundalar sanki!

Bence amaç çocukların önce kendilerini seven bireyler olmalarını sağlamak... Hangi zamanda yaşarsak yaşayalım, bizi bekleyen gelecek ne kadar zorlu olacaksa olsun, bilgisayarlar mesleklerimizi ne kadar elimizden alırlarsa alsınlar..yine de kendi mesleklerini kendileri seçmeleri gereken çocuklarımıza gereksiz baskı yapmamızın  bir anlamı yok .

Dilerim günümüz devletleri bilgisayar devrimiyle ortaya çıkan yeni düzenin içinde ileride tüm bireyler için daha adil seçenekler getirecek  bir toplumsal sistem kurabilirler. Yoksa bir çok insan için harcanan çaba boşa çıkacak gibi!




Batya R. Galanti

27 Kasım 2019 Çarşamba

                                     Gal'i korkutan sirenler



Gal dört yaşındayken konuşma problemleri olan çocukların eğtim gördüğü bir yuvadaydı. Daha otistik olduğu bilinmese de,  ince ve kaba motor kabiliyetlerindeki gecikme, günlük yaşam içindeki davranış sorunları bir şeylerin ters gittiğini açıkça gösteriyordu. Bir de aynı sene Gal'in özellikle yüksek seslere karşı aşırı hassasiyet göstermeye başladığını anımsıyorum. Kimi seslere kesinlikle tahammül edemiyordu. Yuvada bir gün bateriler, davullar ve diğer bilimum vurmalı aletlerle bir faaliyet düzenlenmişti. O gün Gal için bir cehennem olmuştu. Çocuk ortaya çıkan kakafoniden, deliye dönmüştü. O günden sonra Gal'in gürültülü ortamlarla mücadelesini kolaylaştırmanın yollarını da ayrıca arar olmuştuk. Bugün kendi kendime soruyorum, aynı senelerde  Gal'i yetiştirmek için çabalayan nice öğretmenler, terapistler nasıl da onun teşhis edilmemiş bir otistik vaka olduğundan şüphelenmemişlerdi.
O sene evimize on dakika  mesafede bulunan bu yuvaya onu elinden tutup götürdüğümde bazen belediyenin çim biçme makinelerinin tam iş başında oldukları anlara rast gelirdik. O. makinelerden çıkan seslerden o kadar korkardı ki çığlıklar atmaya başlardı. Kesinlikle o yerden geçmek istemezdi..Ben de onu mecburen, farklı yönlerden götürerek yolumuzu uzatmak mecburiyetinde kalırdım. Evde delici aletleri onun yanında çalıştıramazdık....Aslında bugüne dek bu aletleri sevmez Gal.



Ben otizmi Gal'den önce neredeyse hiç tanımıyordum. Otizm hakkında bildiğim şeyler, kimi doğru , kimi yanlış,  çoğu klişeleşmiş üstün körü bilgilerdi. Bu yüzden kendi oğlumu teşhis etmek için benim yeterli bir bilgim yoktu. Ama buna rağmen, bir değil bir kaç kez, öğretmenlerine, terapistlere,  psikiatristine ve kimi diğer ilgili doktorlara;  Acaba Gal otistik olabilir mi? diye sormuştum ve her defasında; " Bu çocuk otistik olmak için yeterinden fazla komünikatif bir çocuk!" diye cevaplar almıştım...
Gürültülü ortamlarda gösterdiği tepkilere , global gelişimindeki gecikmeye , kendini ifadedeki güçlüklüğüne ve tüm tekrarlayan hareketlerine rağmen.... işin ehli olacak her insanda dikkat uyandırması gereken tüm bu işaretlere rağmen çocuğumun otistik olduğunu sadece 9 yaşına geldiğinde özel bir merkezde  yaptırdığımız teşhisle öğrendik.....


İki hafta önce, Salı günü , her zamanki gibi  yatağımdan altı buçukta kalktığım gibi Gal'i aradım.. Çok küçüklüğünden beri hep erken yatıp, daha horozlar bile ötmeden uyanma alışkanlığına sahip olan oğluma seslendim; " Gal!" günaydın! .. Odasının kapısını kapatmıştı.. Son bir iki aydır en büyük eğlencesi, odasındaki televizyon ekranında kullandığı arabayı büyük bir şehrin caddelerinde  sürmek.  Ona almayı hiç istemediğim bilgisayar oyununa senelerden sonra geçtiğimiz aylarda evet dedim,
Gal arabaları çok sever. Daha doğrusu Gal'in tek ilgi alanıdır arabalar.. Benim oğlum aslında arabalardan başka bir şeyden pek konuşmaz. Hatta bu yüzden ona küçükken sayıları öğrenmesi için kocaman bir kartona gazlı kalemlerle büyük bir park alanı çizmiştim.. Her park yerine , 1, 2, 3... diye yerler yapmıştım. O da bu şekilde oyuncak arabalarını bütün gün  numaralara göre park etmekle meşguldü. Daha büyük sayıları da hep sokaklarda yanımızdan geçen otobüslerin numaralarını göstererek öğretiyordum. Hangi sayı hangi şehre gider diye.. Tek sevdiği şey buydu.

Arabalara olan ilgisi küçücük yaşından bugüne dek hiç azalmadı Bu yüzden onu oyalamanın en büyük yolu, araba oyunları olabilecek iken ben bunun onu daha da kendi dünyasına kapanmasına  sebep olabileceği fikriyle reddettim hep.   Aynı şekilde yıllarca odasına televizyon almaya da karşı çıktım. Taa ki kuzeninin evine her gidişinde , şu an odasında olan oyunu oynarken ne kadar mutlu olduğunu görene dek. Yine de bunun ne kadar doğru bir hareket olduğunu bilmiyorum. Gerçi Gal bu oyunla gereğinden fazla zaman geçirmiyor. Çünkü Gal dışarı çıkmayı çok seven bir çocuk.

Neyse geçtiğimiz Salı gününden bahsediyordum.  Gal güne başlamadan odasında bu  oyunu oynuyordu . Ben hadi giyinmeye başla dedim.  Mutfakta kahvaltısını hazırlarken her zamanki gibi yanıma gelerek ;" Sana da günaydın anne!" diyerek tam yanağıma öpücük kondururken birden dışarıda sirenler çalmaya başladı..  Bir an için ne olduğunu algılayamadım . Gece yatağıma girdiğimde hiç bir sorun yoktu, şimdi ne oldu birden? Acaba tatbikat mı? Yok canım, sabahın yedisinde tatbikat mı olur? Olmaz tabii. Danielle odasında uyuyor, kapısına vurdum, Danielle kalk..



Körfez Savaşında ilk kez Israel'in orta yerine roketler düştüğü zamanlardan bu yana inşaa edilen her evde, odalardan biri güvenlik odasıdır, sığınak gibi, kapısı çeliktir ve bu oda betondur, Diğer yerlerde ise siren çaldığı an , binanın merdiven boşluğuna çıkmak gerekir. Ya da en yakın sığınağa koşmak.

Bizim ev Körfez savaşından kısa bir süre evvel inşaa edildiği için evin içinde güvenli bir özel oda olmasa da , merdiven boşluğu, betondur ve demir kapılarla kapalıdır. Yani yapmamız gereken tek şey üzerimizde o an ne kıyafet varsa, ki bu bazen pijama ya da gecelik te olabilir, komşularla ister istemez bir araya gelmektir. Kalbim istemeden de olsa hızla çarparken, kızımı uyandıramadığıma inanamıyordum.. Sabaha karşı yatağa yatan genç bir insan bazen sirenlerle dahi uyanmıyordu.

O an Gal'in ne hissettiğini, nasıl korkuyor olabileceğini bile unuttum. Sonunda uyanan Danielle Pitzi'yi kucakladığı gibi, yarım dakika geçmeden asansörlerin bulunduğu yerdeydik.
Meğer sabahtan beri güneye onlarca roket atılmış. Ve oğlum heyecanla bana sordu; Anne okula gitmesem olur mu? Gal sorun varsa tabii ki okula gitmeyeceksin. Tepemizde Demir Kubbenin roketleri vuruş bumları bitip, yeterli zaman dolduğunda içeri geri girdik ve tabii haberleri almak için televizyonu açtık . Okullar ve hayati önem taşıyan işler dışında tüm iş yerlerinin kapalı tutulması emri çıkmıştı.

Ve bundan sonrası Gal için en zoruydu, bir kaç kez çalan sirenlerin sonunda Gal'in sinirleri durumu kaldıramıyordu. O gün Gal her an ağladı..kendini sakinleştirmekte zorlandı. Ona kulaklıkla müzik dinlemesini ve eğer siren çalarsa bunu benim duymamın yeterli olduğunu söyledim ama insan hakimiyeti elinden bırakmayı sevmiyor, Gal eğer kulaklık takarsa durumu takip edemeyeceği hissi yüzünden kulaklıkları takmayı reddediyordu....Onu anlayabiliyordum.

Bizim oturduğumuz şehirde ilk gün çalan sirenlerin ardından durum sakin olsa da Gal kendi bedenine sukuneti geri getirmekte çok zorlandı. Daha bir iki gün önce bir daha sordu, " Anne burada da belki yeniden sirenler çalabilir mi?"

15 yaşındaki normal bir çocuğun böyle bir durumda en büyük kaygısı düşebilecek bir roketin yapabileceği zarardır. Otist bir çocuğun en büyük endişesi ise çalan sirenin vücudunda yarattığı tepkidir. Belki bilinçaltında bir yerde o da olabileceklerden korkuyor ama ilk etapta onu en çok etkileyen şey son derece keskin olan duyularını allak bullak eden sirenlerin kulaklarını delipte geçen titreşimi..

İslami Cihad  Örgütünün Gazze liderinin yok edilmesiyle gündeme gelen bu son çatışma Israel'in güneyi de dahil olmak üzere yaklaşık üç gün sürdü.

İleride beklenen savaşa oğlumu hazırlamak mümkün mü ? Onun bir anda binden fazla roketin Israel topraklarına fırlatıldığı anda nasıl bir ruh haline girebileceğini şu an düşünmemeyi tercih ediyorum. O an başımıza tüm gelebileceklerin dışında tabii.

Son çatışmanın etkilerini hala üzerinden atmaya çalışan oğlumun kimi tikleri bir anda geri geldiler. Otizmle yaşamak zorunda kalan insanların zor hayatları böylesi savaşlarla daha da güçleşmekte. Ama kaderi değiştirmek benim elimde değil bazen. Her şeyin daha iyi olacağı günleri ümit ederek yaşamaya devam ederek çocuğuma elimden geldiğince cesaret vermekten başka çarem yok!





Batya R. Galantı                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            




19 Kasım 2019 Salı

                               Ayrılık Korkusu


Sene 1980, annemin ameliyat olmak için beni teyzemin ellerine teslim ederek Israel'e gittiği yıl. İlk çocukluk çağım.... 12 yaşıma kadar bir bilinmezliğin içinde vardığım hayatın,  biraz buruk, biraz kırık duyguların ilk temellerinin atıldığı zamanlar....  " Annemin nesi var?" sorularım cevapsız kalırken  içimde yer eden endişelerle devam eden seneler... Ve sonunda bana ayrıntılı açıklamalarda bulunmadan tek umudu olan ameliyatı geçirmek için babamla beraber  havaalanına doğru yola çıktığı gün.. benim için belki de yaşanmış en zor şeylerden biriyidi..

Küçükken annemin sık sık ağladığına şahit olurdum. O hep üzgündü, çaresiz ve bir çok zaman sinirliydi.  Okuldan geldiğimde hep dua ederdim.  Bir gün eve döndüğümde  onu neşeli bulacağım günü beklerdim her zaman.. Sonuçta annem her geçen gün biraz daha görüşünü kaybediyordu..  Okuldan döndüğümde  çoğu zaman daha sonra benim olacak olan,  koridorun orta yerindeki minik odada,  kocaman penceresi küçücük karanlık bir hava boşluğuna bakan o güneş görmeyen gözde,  elinde minik bir radyoyla yatar bulurdum onu.  Her gittiği doktordan ağlayarak dönmesine alışmıştım. Gözündeki sorunun ne olduğunu bile anlayamayan o büyük profesörler ona hiç bir zaman  umut vermemişlerdi . O senelerde Türkiye'de sağlık konusunda Türk doktorlarından genelde pek bir beklentimiz yoktu . Hele sorun karmaşık olunca maddi imkanları olanlar yabancı ülkelere giderdi. Yahudilerse genelde Israel hastanelerine kapağı atarlardı .. Kalp, göz hastalıkları ve kanserde bizim için en büyük umuttu Israel.

Artık görüşü iyice azalan annem bir gün bana Israel'e gideceğini söylediği zaman 12 yaşımdaydım. Birden içimde büyük bir korku hissettiğimi anımsıyorum.  Annem  ameliyat olmak için benden uzağa gitmek zorundaydı. Peki ben ne olacaktım? Hiç bir şey bilmiyordum. İçimdeki yoğun kaygıyla beraber aklıma ilk gelen, ona şans getireceğine inandığım bir şey vermekti . Çantamdan saman kağıdından sayfaları olan defterimi çıkardım.  İlginç bir şekilde en çok " cahier de brouillon" dediğimiz o saman sayfalı müsvedde defterleri severdim.  Sarı sayfalardan birini kopardım ve anneme , çiçeklerle, kalplerle bezeli bir mektup yazdım.. Gitmeden evvel eline verirken  ona; " Anne ameliyata giderken bu mektubu cebine koy lütfen demiştim..!



Annemlerin uçtuğu gün okul dönüşü teyzemin evinde tek başıma olduğumu hatırlıyorum. Son derece üzgündüm, annem sanki seyahate değil de ölüme gitmişti.  Yaşadığım şeyin adı;         " Ayrılık korkusuydu" .. Annem belki hiç dönmeyecek gibi bir histi bu. Terkedilmişlik duygusuydu beni çaresizliğe iten. Sanki yas tutuyordum..  Belki de bana kimi şeylerin açık anlatılmamış olmasıydı beni bu kadar yoğun endişeye sokan.. Birilerinin bana biraz daha yakın olmayışı idi beni bu derece yanlız bırakan. Aynı gün yanımda kimse olmadan geçirdiğim öğleden sonra teyzemin yatağının üzerinde oturup boş gözlerle etrafıma bakakaldığım anları unutmadım hiç.

Çocuklar da kendilerine bir açıklama yapılmasına ihtiyaç duyarlar. Bilmek isterler; onları nelerin beklediğini, neler olacağını? Hayatta kim olursa olsun belirsizlik içinde bırakılmak zordur. Üç ay annemle ya da babamla herhangi bir iletişimim olmadı. Onlarla konuştuğumu anımsamıyorum. Hep Tant Zelda'dan  haberleri alırdım. Annen ameliyat oldu.. İyiymiş, şimdi ikinci gözünden ameliyat olacak.. Annenin sağ gözü şimdi görüyor... ve daha sonra sol ve......

O üç ay içinde bir teyzemde  bir Onkli Jak'ta kaldım . Okula gittim, geldim.. Nasıl olduğumu bilen  yoktu.. Peki derslerim nasıl gidiyordu? Bütün bunların ehemmiyeti varmıydı?.   Benim içinse őnemli olan şey etrafımı rahatsız etmemekti.  Fazla yer tutmamak,  yemeğimi sessizce bitirip sorun çıkarmamak ..Elimden geldiğince iyi çocuk olmak benim için en önemlisiydi. .. Annem , babamın ne zaman  döneceğini bilmeden zaman öyle geçti gitti .. İlk gün yaşadığım kaygı sonra biraz azaldı ama yine de terkedilmişlik duygusu hep aynı yerdeydi..

Tüm bu dönem içinde tek bir gün diğerlerinden farklı bir şey olmuştu.. O günü hep hatırlarım.. Çok gülmüştüm.. O üç ay boyunca belki de tek güldüğüm gündü o gün.. Onkl Jak'ın (dayımın )  evindeydim. Yine kimse yoktu.. Ne yengem , ne kuzenlerim..Kuzenimin odasında kalıyordum. O odayı severdim. Yatağını, odanın renklerini, aydınlık oluşunu, gereksiz eşyalarla doldurulmamış olmasını. Pencerenin hemen yanında çok iyi hatırlıyorum Fransızca grammaire yani dil bilgisi ödevi için defterimi kitabımı açmıştım. Ama ben çabucak sıkılırdım. Ne yapayım, dikkatimi toparlamakta zorluk çekince ne kadar istesemde sonunda popomun bir yerde uzun süre durması mümkün olmazdı. Kalkardım hep. Yine aynı şeyi yaptım. Kalktım kuzenimin teybini gördüm yatağın üstündeki kitaplıkta . Ve hemen yanında kasetler vardı. O kasetlerden birini aldım.. Kuzenim de Saint-Michel'de okuyordu ( zaten hepimiz Fransız okullarındaydık )  Kasedi koydum, o dönemin güzel bir şarkısıydı bu  ; " Reviens ! " Bana geri dön....  Bayıldım şarkıya..Ve camdan bakmaya başladım, fonda şarkı çalarken.. İlk defa içimde güzel duygular uyanmıştı.. Uzun süreden sonra bu şarkı beni mutlu etmişti birden. Camdan bakmayı kesip yandaki balkon kapısını açıp balkona çıktım.. Aşağıda bir kedi gördüm, çocuk kafamla canım oynamak istiyordu. Kedileri severdim.. Onlarla oynamayı ise daha çok severdim. Aklıma kediyi işletmek fikri geldi birden. Defterimden bir sayfa kopardım avucumda kağıdı top gibi yaparak balkonun baktığı büyük apartman aralığına fırlattım..kedi bir an ona yemek atıldığını sanarak kağıda koştu.. Ben çocuk aklımda oyun oynadığımı zannederken zavallı kedi yemek umuduyla koşuşturuyordu. Kedi koştukça defterden yeni yeni sayfalar koparıp aşağı fırlatıyordum.. Kedilerse gittikçe çoğalıyordu, bir, iki, üç beş ..ben attıkça  bir grup kedi  umutla koşuyordu her defasında.. Nasıl da kahkahayla gülüyordum.. Sanırım bir iki dadika içinde en az on kedi birikmişti. Sonra, kağıt tarlasına çevirdiğim beton zemine bakıp birden;  " İyi de ben ne yaptım ?  Şimdi kim toplayacak bu kağıtları?  diye düşündüm . Sonunda kimsenin beni görmemiş olduğunu ümit ederek içeri girip perdeyi örttüğümü anımsıyorum..


Üç ay sonunda annem gözleri sağlıklarına kavuşmuş bir şekilde dönmüştü , babamla birlikte!




Batya R. Galanti












17 Kasım 2019 Pazar

     
                                             Israel'in güvenliğini tehdit edenler



Son bir kaç senedir Israel Kuzey sınırında çıkması beklenen büyük savaşa hazırlanmakla meşgul.. Bu yüzden Suriye'de Iran rejiminin hareketliliğine karşılık Israel'in yakın takibi söz konusu. Bir kaç haftada bir basında yer alan haberlerde kimi sözde meçhul saldırılarla Israel'in gelecek savaşta verebileceği zaiyatı hafifletmeyi amaçlayan kimi tedbirler almaya çalıştığı biliniyor...... Israel'in hedef alarak yok ettiği Suriye'deki Hizbullah cephaneliklerine karşılık  şimdilik kesin bir tepkiyle karşılaşmamasına rağmen devam eden bu karşılıklı çekişmenin,   zamanı pek ön görülemeyen  gelecek Hizbullah (İran ) - Israel  savaşının işaretleri olduğunu biliyoruz...
Kuzeydeki karmaşık savaşın içinde, hiç bir devletin kesin bir hegemonyasının bulunmadığı, bir güçler savaşı içinde devam eden Suriye batağının içindeki mücadelenin tam orta yerinde  Ortadoğu'ya egemen olmak için tüm enerjisini ortaya koyan İslami rejimin Israel'e karşı yürüttüğü mücadelenin uzantıları sınırımızda konuşlanan terör yatağı. ve bunu engellemek için Israel tarafından yürütülen operasyonlar.  Hedefler açık ve net. İran'ın Hizbullah'a , Israel'in kuzey sınırlarına yakın bolgelere yığmakla meşgul olduğu akıllı füzeleri, ağır silahları yok etmek.  Gelecekte İran tarafından planlanan savaşta Israele olası en büyük zararı vermek için gönderilen cephanenin Hizbullah terör örgütünün eline geçmesine engel olmak. Uyduyla tespit edilen her yeni sevkiyatı yok etmek hedef.

İran son senelerde Suudi Arabistan ve Batıya karşı, yani Sünni Birliğe ve onun yanındaki müteffiklerine karşı bölgede bir Şii güç olmak için mücadele veriyor. Amacı, Hitlerin rüyasında gördüklerinden  uzak değil.. Bu süper güç olma savaşı içinde, en büyük hedeflerinden biri de Israel'in bölgedeki varlığına son vermek. Halkının yiyecek yemeğinin olmaması şu an başlarındaki Mollaların  umursadığı bir durum değil gibi görünüyor. En son,  Nükleer Güç olmak için çalışmalarına daha da hız verdiği ortaya çıkan İran , Israel'e karşı çevrede bir çok terör grubunu besleyen bir terör devleti . Batının, İran'la yaptığı ekonomik antlaşmaları askıya almamak için İran'la sürdürdüğü yalancı nükleer uzlaşma politikalarını  ciddiye almayan Şeriat Devleti bugün için sadece Israeli  endişelendiriyor gibi görünüyor. Gelecekte kimin , bundan ne kadar etkilenebileceğini belki de sadece yaşayıp göreceğiz.



Güney'de ise 2005'dan beri Israel'in boşalttığı son Gazze yerleşim yerlerine Hamas'ın konuşlandırdığı füze rampaları Israel'deki sivil hedefleri vurmaya başladığı günden beri, kimi radikal fraksyonlar gücü ellerinde tutmeye devam ederken bundan etkilenen siviller iki tarafta da bitmeyen bir kabusun içindeler.. Yine İran'ın arkalarında olduğu bir çok terörist gruplar var Gazze'de ve Batı Şeria'da da.. Hamas'ın yönettiği Gazze'de , Hamas dışında ondan da radikal terör grupları mevcut. . Esasen tam olarak kiminle ateşkes kiminle savaş yaptığınızın  fazla bir önemi olmayan karmaşık bir durum mevcut.

15 yıldır Gazze'ye gönderilen yardımların büyük bir bölümü siviller için değil teröre yardım ve yataklık için kullanıldı ve bu hala öyle olmaya devam ediyor. Gönderilen inşaat erzakları, verilen elektrik ve su..para yardımları, yıllardır Gazze'nin altında bir yeraltı dünyası inşaa edilmesine yardımcı oldu. Yüzlerce tünel ve burada konuşlandırılan, depolanan roketler. İnsanların sağlık, eğitim ve tüm temel ihtiyaçları için her gün giren tonlarca yardımın bir çoğu kimleri besliyor tam olarak kimse tarafından bilinmiyor. Gazze'de  fakirliğin yanında yer alan lüks binalarda yaşayan elit tabaka,  radikal  grup liderleri diğerlerini kallanıyor.

Geçtiğimiz haftalarda Gazze'den Israel'deki yerleşim yerlerine yeniden saldırılar oldu. Hamas'ın sorumluluk üstlenmediği bu saldırılarda bu kez yine başka bir grup ön plana çıktı . O da İslami Cihad'tı. İran'ın beslediği ve komutları verdiği bu örgüt son yıllarda Hamas'tan özgür hareket eden ve ardından gelen ikinci büyük grup. Selefilere yakınlıklarıyla bilinen  ve  tek amaçlarının mümkün olduğu kadar sivil hedefi vurmak olduğu bilinen bu grubun basındaki kişi ise  Baha Abu Al-Atta idi. Israel'in en azılı düşmanlarından ve bugüne dek Israelli sivillere yapılan saldırıların bir çoğunun  altında imzası bulunan azılı  bir terörist.

Geçtiğimiz hafta Israel bundan evvelki son saldırılarının ardından , uzun süredir takip ettiği Abu Al Atta'yı sabaha karşı dörtte, eşi ve iki oğluyyla Gazze'de saklandığı evlerden birinde hadef alarak yok etti. Ve aynı sabah  Israel'in mekezine atılan roketlerle güne başladık. Üç günde yaklaşık 450 roket atıldı. Sonuç olarak  bir çok ev direk isabet alırken , güneyde iki fabrika büyük oranda zarar gördü. Onlarca kişi belli derecelerde yaralandı ve yine bir çokları girdikleri şok yüzünden hastanelerde tedavi gördüler.  Senelerdir her siren sesinde saklanmaları için sadece 15 saniyeleri olan halkın bir yerden sonra kaderleriyle baş başa kaldıkları bir hayatın içinde büyüyen çocuklar var Israel'de. Böyle bir yaşamın içinde büyümelerine izin verenler var..

Son saldırılarda ilk kez Hamas yer almadı.. İlk kez Hamas Israel'e karşı sessizliğini koruyan taraf oldu. Çünkü halkına karşı yine de kimi sorumlulukları olan Hamas'ın kaybedebilecekleri şeylar var . Her defasında Israelle çatışmaya girmek örgütün işine gelmeyebiliyor.  Dışarıdan bekledikleri yeni para yardımının hesapları ve içte zaten var olan ve büyüyen muhalefet yüzünden kendini bu son çatışmanın dışında tutmak tercihi Hamasin son politikalarını çizen  yeni durumlar.

Belki de bu son durum Israelle karşılıklı bazı konularda bir uzlaşmayı da birlikte getirebilir. Belki de kaybetmekten korktuğu gücü ve elinden kaçırabileceği denetime karşılık Israelle ilk kez uzlaşmayı denemek için hazır olabilir  Hamas.   Bu kez belli bir noktada anlaşmayı becerebilirlerse , ilk kez savaşmak yerine Gazze'deki halkın ihtiyacı olan ekonomik kalkınmayı destekleyecek ortak bir çalışmayı getirebilir mi acaba bu son durum? Gazze halkına  yeni imkanlar sağlayabilecek bazı ekonomik atılımları gerçekleştirmenin yolunu açabilir mi?   Gazze'yi dış dünyadan koparan,
limanların  yeniden açılması gibi. Bu limanlara İran'dan girmesi mümkün olan askeri yadımları engelleyecek önlemlerle beraber tabii . Yeniden serbest ticaretin sağlanması bir çok şeyi değiştirebilir mutlaka!




Batya R. Galanti

11 Kasım 2019 Pazartesi

                                             Günümü değiştiren küçük kız



       Cuma günü öğlen çıkardığım köpeğimle dolaşırken, etrafta her hafta sonu hissettiğim o farklı atmosferi farkettim yeniden. Oraya buraya yetişmeye çalışan genç anne babalara rastladım her zamanki gibi, Okuldan erken çıkan liseliler yanımdan geçtiler .Hayat dolu ifadelerle çoğu zaman . Kimi küçük çocuklar çantaları sırtlarında keyifle evlerine yürürken  Pitzi'ye doğru dönüp her zamanki gibi ;  " Ay ne kadar küçük bir köpek" dediler yeniden. Ve yeniden yazdan kalma bir günde, sıcacık, insanın içini aydınlatan güneşini ne kadar sevdiğimi düşündürdü bana Israel'in klasik sonbahar havası. Sonra etrafımdaki yeşilliğe baktım  .Buraya ilk taşındığımızda yeni dikilen ağaçların daha bodur ve cılız oldukları için  güneşin ışınlarını tutup, gölge yapmaya yetişemedikleri zamanlar aklıma geldi . Şimdi aynı ağaçlar kimi yerde gökyüzünü kapatır oldular.

Pitzi bu arada her zamanki gibi etraftaki kokulardan sarhoş gibiydi . Karşısına çıkan  her nokta, her ağaç, her çiçek, böcek ve taşa  bıraktığı  işaretin ardından burnuna gelen her yeni  koku dalgasına doğru manyetik bir alana çekilir gibi koştururken ileride küçük bir kız çocuğu gördüm . Sarı saçları lüleler halinde beline kadar inen, güzel bir kız çocuğu.  Çimlerde gezinirken biraz gayesiz, biraz sıkılır gibi görünen küçük bir kız. Kılık kıyafetine baktığımda öyle çok itinayla giydirilmiş bir hali yoksa da elbiseleri tertemiz, saçı pırıl pırıldı.  Biraz çekingen bir havada  bana, daha doğrusu Pitzi'ye doğru yaklaştı. " Köpeğini okşayabilirmiyim ?" diye sordu..



Bana ne zaman küçük çocuklar Pitzi'yi okşamak istediklerini söyleseler , ne diyeceğimi bilemem. Çünkü çocuklarım, özellikle Gal küçükken eve gelen çocukları Pitzi kıskanır arkalarından gidip paçalarına yapışırdı. Bu yüzden hep çekinirim acaba yanlışlıkla şöyle bir ısırık atar mı diye. Gerçi bugüne kadar böyle bir şey hiç olmadı . Ve ben dayanamadım, " Tabii " dedim.. Biraz okşadıktan sonra , yanımda yürümek istediğini söyledi. Onu reddedemedim.. Nerede oturuyorsun derken Bana Aşkalon'da oturduğunu ve buraya babası ile birlikte geldiğini söyledi . Bu arada evimizin yanındaki üç katlı evlerden en baştaki binanın ikinci katını göstererek , babam bu evde tamirat için çalışıyor. Ben de sıkılıp aşağıya indim dedi. Peki okulun yok mu senin diye sorunca . Yok dedi ben birinci sınıftayım, cumaları bize okul yok dedi. Köpeğini alabilirmiyim diye sorunca ilk önce anlamadım, onu kucağına almak istediğini sandım ve " Ama o bundan hoşlanmayabilir"  diye cevap verdim... Kız çok akıllı bir şeydi..Tasmasını kimin tuttuğu ona o kadar farkeder mi? . Ah  peki o zaman al sen gezdir yanımda.. Küçük kız hayatından memnun. ben ona " Aşkalon'da çok sık sirenler oluyor , siren çalınca ne yapıyorsun ? . Bana verdiği cevap ilginçti. Sanki sirenlerden onu daha da çok etkileyen başka bir şey vardı. Sirenler çaldığında annemin evindeyim hep dedi. Anladım, baban ve annen ayrı evlerde mi oturuyorlar.. Evet !!. Ama ben babamla daha iyi anlaşıyorum. Ona belki de babanı biraz daha az gördüğün içindir diye yorumda bulunuverdim bu kez..  Bak ben evime dönmeliyim , Pitzi artık sanırım yoruldu.  Kızsa ,ne olur onu biraz daha gezdirmek istiyorum  deyince. Peki bir tur daha atalım .  Çocuk, o kadar tatlıydı ki onu kıramıyordum.. Pitziyi nasıl tutması gerektiğini, nelere dikkat etmesinin önemli olduğunu hemen anlamıştı ama turun sonunda benden bulunduğu ricayla onun o saf çocuk yüreğinin , sevgi dolu kalbinin, kendisi için ne kadar büyük tehlikeler getirebileceğini de anladım. Benimle evime gelmek istediğini söylerken o kadar tatlıydı ki . Ben ona çok yumuşak ve sevecen davranınca bana karşı hemen güven duymuştu. Belkide anne babasının zor hayatlarının içindeki mücadele ve zamansızlıktan yeterli ilgi görmüyor olabilirdi. Belki de sadece çabuk kaynaşan , çabuk ısınan bir kalbi vardı sadece.  Ona benim evime gelmesinden çok büyük mutluluk duyacağımı ama bunun mümkün olmadığını söylediğimde. Neden diye sordu. Çünkü ben senin için bir yabancıyım dedim. Ama ben seni tanıyorum deyiverdi, o yemyeşil gözlerini bana dikerek... Hayır  sen beni tanımıyorsun.. Onun için beş dakika önce karşılaştığı bir insan , hemencecik çok iyi tanıdığı bir dosttu artık.  Ben onun için artık bir tanıdığı idim.

Küçük çocukların kimi pedofillerin, kimi sapıkların, kimi kötü insanların ağına nasıl düşebildiklerine bu şekilde şahittim o an. Bak dedim, annenle , baban sana anlatmışlardır eminim, bazı insanlar çok iyi görünerek seninle dost olup sonra sana kötülük yapabilirler, o yüzden tanımadığın hiç kimsenin evine gitmemelisin.  Ama sen öyle değilsin değil mi? diye sorarken sanki hayal kırıklığına uğramıştı .  Hatta  beni savunmak ister gibi bir hali vardı. Ben öyle değilim  ve bu yüzden seni uyardım ya! Hadi şimdi babana git tamam mı?  Peki!!  dedi ve arkasına bakmadan benden uzaklaştı.

Bu arada ona köpeklere karşı çok bilinçli, çok iyi bir sahibe olacak kapasitesi olduğunu belirtince  bana babasının ona köpek alacak  parası olmadığını söyledi.  Böylece yoksulluğun sadece Türkiye'de olmadığını düşündüm yeniden. Belki oradaki yoksulluk biraz daha içler acısıydı. Daha bir sahipsizlik vardı. Karnı aç insanlar, evsizler yollarda idi.  Sokaklarda dilenen  insanlar vardı. Ama burada da ayın sonunu getirmekte , çocuklarının en temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan azımsanmayacak kadar miktarda insan var. Parasızlığın  21. yüzyılda tüm dünyada bir çok çocuğun hala karşı karşıya olduğu sorunların en başında geldiği gerçeği ne kadar üzücü. Toplumsal dengesizlikler hala daha büyük bir sorun.

Diğer taraftan küçücük bir kızla yarım saat için arkadaş olmak benim için çok güzeldi. Aynen 19 yaşımda olduğum zamanlardaki gibi. Onunla kimi düşüncelerimizi paylaştık. Gençliğimde her kesimden , her yaştan insana ilgiyle yanaştığım  anları yeniden yaşadım.. Sizinle farklı bir yerde, farklı yaşta, farklı konumda olan bir insanla herhangi bir duyguyu, bir anı, bir fikri paylaşmanız mümkün.. Dahası da mümkün, her yaştan, her konumdan insanla arkadaşlık kurmak mümkün. Önemli olan iki insan arasında kurulan iletişimdir.

Ayrıca bu çocuk bana bugünkü aile yapısının karmaşıklığını hatırlattı yeniden. Her üç çiften ikisinin  boşandığı günümüzde ayrılan çiftlerin çocuklarının yaşadıkları sorunları düşündürdü bana . Kimileri için zor olan kırık hayatların yanında bir diğerleri için ayrılıkların bazen en iyi çözüm olabildiği gerçeğini de ....

Bir an tek başına bırakılan bir çocuğun saflığından yararlanabilecek insanların varlığı ise en korkutucusu.

Cuma sabahı, benim için çocuk olmanın saflığını yeniden hatırlamak güzeldi..çabucak sevebilen bir kalbin saflığını hatırlamak,  yabancı birine kolayca güven duyabilmek... dünyaya daha olumlu gözlerle bakabilmek ve insanlar hakkında sadece iyi şeyler düşünebilmek..



Batya R. Galanti




  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...