28 Şubat 2022 Pazartesi

Ukrayna'da devam eden savaşa buradan bir bakış

Bugün, Israel' de yaşayan yüzbinlerce Ukraynalının kalpleri, aileleri, sevdikleri için atıyor.

Gözleri yaşlarla dolu kadınlar, erkekler ve çocuklar kardeşlerinin, annelerinin ya da oğullarıyla büyük annelerinin güvenlikleri için endişe ediyorlar.

Elektriğin,  bombardımanlar sonrası  kesildiği şehirlerle haberleşmenin imkansızlaşması yüzünden yakın arkadaşlarının, ailelerinin izlerini kaybedenler son derece endişeliler. Meydanlarda toplanan insanlar bir taraftan slogalar atarlarken bir taraftan da ağlıyorlar.

Israel kimliğine sahip olanlarla burada aileleri bulunan Ukraynalıları Israel'e getirtebilmek için planlar yapılıyor.

Arada her geçen gün ölü sayısı artıyor. Aralarında çocukların da olduğu sivillerden ölenler var.

Yanlız Ukraynalılar değil. Hiç nedensiz yere vur emriyle savaşa gönderilen bir sürü genç Rus askeri de, aldıkları emirlerin kurbanı oluyorlar. İki taraf, iki kardeş halk, iki komşu ülke, iki benzer kültür, iki. çoğu yönleriyle bir çoklarından birbirlerini anımsatan toplum birlikte daha iyi bir gelecek yaratmayı mümkün kılabileceklerken ellerinde olanı da yok ediyorlar.

Fakat sorun, insanlara hak ettikleri özgürlüklerini vermek yerine onlara hükmetmeye çalışan narsist bir liderdedir. Sorun,  tüm gücü tek merkezde toplayan bir adamın iktidarının devamı için her yolu denemesidir. Sorun eski bir imparatorluğun hayalini yeniden canlandırmaya çalışan Putin'in egosu için milyonları feda edebileceğindedir.

Tanrı tüm masumları korusun!!

Ağlama Duvarı'nda, doğup büyüdüğü vatanı için dua eden bir Ukraynalı

Soğukta yuvalarından olan çocuklar

Ada' daki Maden caddesinin aşağısında bir plaj vardı. O plajdaki köprüden suya atlamak için kaç dakika düşündüğümü hatırladım dün. Ufakken halbuki denizin dibine bir anda kendimi balık gibi bırakmak nasıl da kolaydı. Büyüdükçe serin sulara hemencecik alışmak zorlaşmıştı birden. 20 yaşlarıma geldiğimde birden eskisinden çok daha faza üşür olmuştum nedense.

Kışın soğuk günlerinde hava sıcaklığı beş derecelere düştüğünde, üşümemek için ne kadar giyinsem fayda etmezdi.

Halbuki, ortaokul yıllarında, o dizin altına kadar inen havacı mavisi eteğin altında, sadece bir çift soket çorap ve mokasen ayakkabılarla okula giderdim. Kilotlu çorap giydiğimde o kadar rahatsız ederdi ki böylesi daha iyiydi.

Kış ayları, önce iki kazak sonra da palto giydiğim halde bir türlü vücudumun sıcaklığını muhafaza edemediğimi hissederdim, Soğuklar beni gerçekten zorlardı. Bugüne dek kimi zamanlarım sadece üşüyerek geçer. Bu aylarda benim ellerim hep soğuktur.

Ve dün televizyonda Ukraynalıları gördüm. Dondurucu soğukta, evlerini, mahallelerini, şehir ve yurtlarını bırakıp yollara dökülen çocukları gördüm. Bir günden diğerine mülteci durumuna düşen insanlar, Ukraynanın zorlu kışında yollara koyuldular.

Tren yolunun kenarında elinde küçük bir sopayla oynayan çocuğa yaklaştı bir muhabir. O kadar küçücük ki olanları anlaması zor. Bir diğeriyse tek bir şey söylüyor gazeteciye, " Çok üşüyorum!!!"

Gece eksi iki, gündüz en fazla üç dört derece soğukta, saatlerce bekleşen insanlar. Çaresizlik içinde Ukrayna'daki istasyondan yedi saat ötedeki Polonya sınırını  geçmek için bekliyorlar. O kadar çoklar ki. Trenlerse hınca hınç dolu....

Önce hangileri binecekler?

Yanlarına alabildiklerini almışlar. Acaba karınları aç değil mi? Çantalarında ne kadar erzak var kim bilir? 

Polonya sınırını geçtiklerinde onları  kimler ve hangi imkanlar bekliyor?  Eşim diyor, Polonya' lıların kendi ekonomileri berbat, nasıl karşılayacaklar bunca mülteciyi?

Avrupa Birliği yardım edecek mutlaka. Sorun sadece Polonyanın değil ki!!

Bunca insan perişan bir durumda. Bir tek insanın deliliği yüzünden.

Deli değil diyorlar. Sadece kendi otoriter rejiminin düştüğü tehlikeyi gördü!

Eminim Putin' in karnı dün doymuştur. Yatağı da sıcaktır.

Kim düşündü bir günden diğerine bunların olacağını.

Avrupa savaşları unutmuştu sanki.

II. Dünya Savaşı' ndan beri böylesi sahnelere tanıklık etmemiştik.

Ortodoğudaki Savaşlar ayrı... Onlar sayılmazlar!!! 

Avrupa' nin eteklerinde dönen bu oyunsa global bir tehlike.  Dört gündür televizyonlara yansıyan görüntüler, dokümanter bir film  değil.  Seyrettiklerimiz, Hollywood' un son çekilen savaş sahnelerinden de değil. Bugünle eski arasında sanki bir fark yokmuş gibi bir his var bende. 80  yıl evvel yaşanmış sahnelere benzetiyorum, Ukrayna sokaklarında yaşananları.  Savaş sahneleri hep aynı. Ama bunlar film değil.

Ve Avrupa' nin sınırlarında dönen bu savaşın getirebilecekleri  Yemen' deki hutilerin ve Arapların birbirlerini yemelerine benzemiyor.

Seneler sonra, Afrika'dan botlarla Avrupa kıtasına ulaşmaya çalışan siyah saçlı, esmer mültecilerin yanına sarı saçlı mavi gözlü Avrupalı insanlar katıldılar birden.

Piyasalar allak bullak. Şimdiden bu savaşının ilk işaretleri borsalara yansıdı. Benzin fiyatları tırmanışta.

Korona' nin getirdiği krizi daha arkada bırakmadan, virüs' un son durumlarını değil, insan denen mikrobun yarattığı enfeksyonu konuşuyoruz. Bu savaşın da bir epidemiden pandemiye dönüşmemesi için, Batı'nın bir taraftan Ukrayna'yı yüzüstü bırakmaması, diğer taraftan kendisini bir savaşın ortasında bulmamak için çok ince kararlar alması gerekiyor.

Dün ne kadar istedim, o diktatörün ellerinde piyon olan Rus askerlerin, milyonlarca masum insanın esenliği adına bir delilik yaparak, Ukrayna'yı, sivilleri bombalamak yerine Putin' in sarayını hedef almalarını!

Bizler evlerimizin konforu içinde, koltuklarımızda bu insanların yaşadıklarını izlerken, çocuklar ve kadınlar canlarını kurtarmak için yollardalar....

Daha dün dünyaya gözlerini açmış binlerce, onbinlerce çocuk..hayatın kavramını anlıyamadan, karda, soğukta sıcacık yataklarını, sabun kokulu yastıklarını, gece yatmadan evvel sarıldıkları oyuncak ayılarını, huzur içindeki uykularını bırakarak tren istasyonlarına yığıldılar.

Babaları bir anda onları terk etmek zorunda kalırlarken, annelerinin ürkek bakışlarında cevap aramaya çalıştıkları anlarda,  kimse başlarının üzerlerinde uçan uçakların hedefi olmayacaklarını söz veremeyor bile.



26 Şubat 2022 Cumartesi

İçimizdeki Ruslar ve savaş

Dün gece, yeniden Tel Aviv'in merkezinde binlerce insan toplandı.

İnsanlar ve etiketlerinden bahsederiz. Genelde bir millet hakkında çocukluğunuzdan beri size etiketlerle konuşulmuşsa, bir ulus, bir ülke hakkında size ne öğretilmişse sizin için o insanlar bu söylenenlere değer tipler olmuşlardır.

İngilizler komik, Fransızlar soğuk, Amerikalılar cahil, Yahudiler zengin ve para seven, Israelliler katil vs...

Ve etiketlerin  bir çoğu negatiftirler.

Genç kızlığımda ilk kez Rusları, Sovyetler Birliğinin çöküşünin ardından tanımaya başlamıştım.

Ruslar derken, belki de sadece Sovyetlerin çöküşünden sonra bu birlikten kopan bir çok farklı ülkeden gelen tiplerdi bunlar. Hepsi sarışın, hepsi Rusça konuşanlardı. Böylece  hepsine Rus denilirdi. İnsanlar bunların hepsini aynı yerden, aynı ülkeden, aynı cinsten zannediliyorlardı.

Yine bir genellemeydi bu. Bizim için o dönem tanıdığımız Rus insanı, demode giyimleri, fakirlikleriyle ve hayatlarını kazanabilmek için her tür işe açık olan kadınlı erkekli bir grup insandı.

Karadenize kapağı atanların bir kısmı bir süre sonra İstanbul'da Aksaray'da bavul ticareti yapmaya devam ediyordu.

Kadınlar bedenlerini satarak para kazanırken, artık Türklerin zihinlerindeki Nataşa, parayı ver kadını al bir tipe dönüşmüştü çoktan.

Nerede Rus Çarlığı, neredeydi müziğe, edebiyata, dünya kültür hayatına damgasını vurmuş olan Ruslar?

Varsa yoksa, yoksullukla, sefillikle kılık değiştiren kimi belli kitlelerin yaşam kavgasının çizdiği yeni Rus imajıydı...

Israel'e geldiğimdeyse, ilk Rusları İbraniceyi öğrendiğim okulda tanıdım.

Kadınları çoğu kez tablo gibi güzellerdi. Giyimleriyse gerçekten, o döneme göre belki yirmi otuz yıl evvelin  modasını hatırlatır gibi idiyse de, bu insanlarda ilk göze çarpan şey azimleriydi.

Çoğu yıkılmış yuvaların insanlarıydı. Hep arkalarında birilerini bırakıp gelmişlerdi buraya.. Kimisi çocuklarını, kimisi anne babasını.. Bir çokları boşanmış kadınlar, tek başlarına çocuklarını büyüten annelerdi.

Ve çalışkandılar. Başarmak için herşeyi yapmaya hazır insanlar...

Komünizmin bu insanlardaki en büyük etkilerinden biri disiplindi.

Türkiye'de arkamda bıraktığım, Nataşa'ların ( ne yazık ki Türkiye'de Nataşa adı fahişe kelimesinin eş 

anmalısına dönüşmüştü) yerlerini burada, Ludmila'lar, Ala'lar, Olga'lar almıştı.

Aralarında çok tatlı insanlar olduğu gibi kimileri de soğuktu.

Bugün Israel'de, eski Sovyetler Birliğinden gelen bir buçuk milyon Rus yaşıyor.

Bunlar, Israel'i kuran ilk ya da ikinci dönem Ruslardan farklılar.

Geçen zaman, bu insanları da değiştirmiş mutlaka.

İlk Ruslar sosyalistiler. İlk Ruslar Yiddiş konuşan, toprak işleyen insanlardı. Kibutzları kuranlardı.

Sonra gelen Ruslar, geçen zamanla, oranın genel nüfusuyla karışanlar oldular.

Siyonist olmaktan çok daha iyi bir hayat kurmak hayalleriyle geldiler.

Toprakta çalışmak değil, doktor, mühendis ve eğitmen olmak ilk rüyaları oldu.

Çok çalışkan oldukları açık..ilk aliya yapanlarla  son gelenler arasındaki ortak nokta sanırım azimli 

insanlar oluşları.

İlk aliya yaptıkları gün kendilerini kurtarmak için her işi yapmaya  hazır bu insanlar.

Matematik'te doktora sahibi olmaları merdiven silmeye bile hazır olmalarına engel değil.

Daha sonra bir okulun müdürlüğüne yükselene dek en zoruna katlanmaya devam ediyorlar.

Aralarında dayanışma büyük.

Birbirlerini desteklemeyi biliyorlar.

Bugün, İsrael'de çok büyük bir yol adılar bir çoğu.

Okumuş insanlar, gerçekten kaliteli müziği tanıyan, sanata yatkın kişiler Ruslar.

Ve hepsine bir ağızdan Ruslar deseler de, onların arasında yüz binlercesi, Ukraynalı, kimileri Kazak 

Rusları, kimileri Latvia'dan, bazıları Litvanyalı ve bir çokları da Belarus'tan...

Bilmeyen ve tanımayan içinse hepsi aynı. Çünkü hepsi Rusça konuşuyor, çoğu vodka seviyor..

Ve hepsinin aksanları aynı...

Dün gece, yeniden Tel Aviv'in merkezinde binlerce insan toplandı.

Rusya'nın, özgür bir ülkeyi istilasına karşı  seslerini duyurmak için.

Aralarında, Ukraynalılar, Ruslar ve diğerleri, hepsi aynı şey için biraradaydılar.

Çocuklar, kadınlar ölmesin..insanlar evlerine dönsünler diye. Savaş olmasın diye..

Tüm insanlığın yarınını tehlike altına alan geniş çaplı bir çatışmaya karşı herkesin aynı hisleri taşıdığı  açık.. Dilerim Tanrı'dan çok fazla insan ölmeden bu krizi sonlandırmayı başarsın insanlar.


25 Şubat 2022 Cuma

Yeni dünya düzeni

                         

Dinin, ülke sınırlarının, paranın insanları ayırmadığı bir dünya hayal etmişti John Lennon.
1971'de çıkardığı aynı adlı albümüyle dünyada en çok ses getiren yapıtların başını çeken "Imagine"'ın yayınlanmasından sekiz yıl sonra, New York'taki evinin yakınlarında, aklını yitirmiş bir hayranı tarafından öldürüldüğünde 41 yaşındaydı Lennon.
Japon asıllı eşiyle birlikte çıkardıkları bu şarkının, o dönem insanlarına verdiği mesaj, sevgiyi, barışı, huzuru, eşitliği içeriyordu. İki farklı kültürün, iki çok farklı ülke insanının sevgi dünyasının, beraberliklerinin bir yansımasıydı belki bu melodi, bu sözler.
Bir İngiliz ve bir Japon kurdukları tek bir dünya içinden sesleniyorlardı insanlara.
Bugüne dek barış için dua eden insanların hayallerinde o şarkıdaki huzur dolu hayat...
Tarihin ilk sayfalarından bugünlere bitmeyen savaşların acısını en çok yaşayanlarsa çocuk, kadın ve diğer masumlar.
Bir kişinin kararı milyonlarca insanın yaşamlarıni bir günde değiştiriyor!

...................................


İki gündür, heryerde paylaşılan bu video'yu seyrederken insanın göz yaşlarını tutabilmesi imkansız. Ukraynalı babanın kızından ayrılış anları...
Putin sarayında günlük hayatına kaldığı yerden devam ederken, emrindeki askerler ölmeye ve öldürmeye gidiyorlar.
Amerika'nın Ortadoğudan askerlerini çektiği gün başlayan yeni bir süreç söz konusu. Amerika, Trump döneminden, artık eski görevini terk ettiğinin işaretlerini vermişti. Amerika artık kimse için kendini feda etmeyecekti. Bu da artık dünya liderliğini terk eden, yeni bir Amerika'nın işaretiydi.
Joe Biden'in sadece Ukrayna'daki siviller için duyduğu üzüntüyü belirtmekle kalan konuşması, Batı'nın  sert sözlerle çıktığı demeçlerin ötesinde şimdilik sadece yaptırımlarla Putin'i korkutmaya çalışması da bu yeni dünya düzeninin habercisi gibi. Bu mesajın doğuda Rusya, İran ve Çin tarafından nasıl algılandığını ileride  göreceğiz.
Şimdilik Putin sanırım yaptırımlardan korkmuş olsaydı Ukrayna'ya askerlerini sokmazdı.
Bu çekimser duruşun bozduğu dengeler dünyada yepyeni ve daha zor savaşların önünü açmaz umarım.
 



Dün dünya yepyeni bir tarihe uyandı

Ukrayna'da olanları seyredeyoruz iki gündür. Kiev'i Kharkıv'i.

Rus uçaklarının bombalamaya başladığı şehirler ekranlarda.

Hep kendi kendime sivillerle işleri olamaz diyerek, masum insanların zarar görmemesini ümit ettim.

Ancak bir savaşın masumlara zarar vermediğini nerede gördüm?

Daha ilk gün, ilk saatler, ve sanki Ukrayna bir çırpıda teslim gibi...

Bir rodan'ın ellerinde herşey....

Putin'in işi çok kolay görünüyor.

Ne Avrupa, ne Amerika bu işe direk olarak karışmaya niyetli değil.

O zaten bunu biliyordu.

Dumanlar yükseliyor Ukrayna'dan.

Tek istedikleri dünyaya açılmak...batılılaşmak, demokrasi ve özgürlüktü.

Şimdiyse insanlar evlerini, şehirlerini terkediyor

Metrolarda yatıp uyuyorlar...... bombardımanlardan zarar görmemek için.

Ya çocuklar ne biliyor, ne anlıyorlar?

Daha dünyaya dün gelen bir varlık, bir anda etrafını saran ateş çemberini gördüğünde neler hissediyor? 

Korku tabii.. Büyük bir korku

Belarus sınırında bir şehri seyrediyoruz... Kharkiv. Başından yaralı yaşlı bir kadın, çaresiz.

Rus askerleri, Belarus sınırından Ukrayna'yı işgal ediyorlardı dün.

Bir günde kocaman bir ülkenin sınırlarını elini kolunu sallaya sallaya işgal eden bir lideri izliyor dünya.

Belarus'u çoktan işgal etmiş zaten... Rus askerleri bu sınırdan geçiyor. 

Dünya, Putin'in kişisel hesaplarının arkasında, milyonların bir günden diğerine altüst olan hayatlarını

canlı yayında seyrediyor.

Halbuki ne Ukraynalılar, ne Ruslar hakkedIyor bu duruma düşmeyi..

Savaşa karşı gelen insanlar tutuklanıyor Rusya'da.

Onlar bu savaşa ne diyorlar,?

Ukraynalılar ve Ruslar kardeş halk değiller mi? Neden birbirlerini öldürmek istesinler?

İki slav halkı, iki hıristiyan, iki ortak kültür bu insanlar..

Aynı isimleri taşıyorlar..Vladimir, Slava ya da Svetlana..

Aynı dili konuşuyorlar.

Okul sıralarında tanışsalar en iyi dost olabilecek gençlerin ellerine silah verip birbirlerini vurduruyorlar.

Dünya bir defa daha tarih yazıyor.

Barışı, huzuru ve dengeleri arayan Avrupa'nın kaderi U Turn yapar gibi.

Yeniden tehlike çanları, yeniden işgal ve yeni hesaplar.

Ukrayna'dan sonra, sıra kimde soruları gündeme gelecek mi birazdan?

Bundan çıkacak sonuçların getireceği yeni koşullar dünyayı nasıl değiştirecek?

Putin'e yeşil ışığı yakan, Joe Biden gibi bir Amerikan Liderinin zayıf duruşumudur?

Putin meydanı boş bulmuş mahallenin muhtarının kim hatırlatır gibi herkese.

Tüm güzel rüyaların bir sonu gibi bunlar.

Doğu blokunun Avrupa'yla ortak bir gelecek rüyasının sonunda olduğumuzu çok yakında anlayacağız.

Kısacası dün dünya yepyeni bir tarihe uyandı!!!


24 Şubat 2022 Perşembe

Barbra Streisand güzel günlerin ümidiyle söylüyordu.."Happy days are here again!"

 


Geçmişten bugüne en sevdiğim bayan şarkıcı kim diye düşünsem? Ya da cinsiyeti kesinlikle farketmeden aynı soruyu tekrar genel olarak sorsam kendime; " En sevdiğim şarkıcı kimdir?"diye.

Öncelikle aklıma sadece bir tek isim değil, bir kaç insan gelir mutlaka. Mesela Whitney Houston, ya da Celine Dion ve başkaları... Kısaca bir çok müzisyeni dinlemekten hoşlansam da benim için bir dönemime gerçek anlamda imzasını atmış bir şarkıcı varsa o da Barbra Streisand'dır.

İstanbul'un dar sokaklarının arasına sıkışmış bir cadde üzerindeki evinde kendi halinde yaşayan bir genç kız olarak, Barbra Streisand'ı sürekli dinlemeye başladığım günlerde, Streisand çok uzun yıllardan beri, Broadway'in en aranılan, en parlak yıldızı olmasının dışında Hollywood'da da son derece ses getirmiş filmlere çoktan imzasını atmış bir sanatçıydı.

Funny Girl (1968), Holly Dolly (1968) ve özellikle The way we were (1973) Robert Redford'la onu ekranlara taşıdığından bugünlere dek çevrilmiş en romantik filmlerden biri olmasının dışında, filmin aynı adlı bestesi bugüne dek tüm zamanların en sevilenler listesinde olmaya devam ediyor.

Daha sonraki yapıtlarıyla da her zaman adından bahsedilen biri oldu Streisand. Benim için en aklımda kalanlar, Funny Girl dışında, 1983'te çevirdiği Yentl. Her ne kadar filmi kendimce çok beğenmemiş olsam da, filmin içinde baştan sona yer alan şarkıların tılsımı yine fikrimce tartışılmazdı.

Ve, "The Prince of Tides" ( Dalgaların Prensi )... Bu filmin getirdiği atmosfer'den son derece büyülenmiştim. Nick Nolte ve Barbra Streisand'ın başarılı oyunculuklarıyla unutulmaz bir filmdi bu.

Birbirinden tamamen farklı bir geçmişten gelen iki insan...katolik, dindar bir aileden gelen, eski bir rugby oyuncusu ( Nick Nolte )  ile New York'taki sosyetenin içinde yaşayan Yahudi psikiatrist ( Barbra Streisand )'in hasta doktor ilişkisiyle başlayan ve  zamanla aralarında oluşan yakınlık. Profesyonel bir ilişkiyle başlayıp duygusal boşlukların birbirine yaklaştırdığı bir erkek ve bir kadın...

Filmin sahneleri ve müziği muhteşemdi.

Bütün bunlara nasıl mı geldim. Çok basit. Geçen gece You Tube'ta,  Barbra Streisand'ın 1986'da Malibu'da ( Güney California) 'daki çiftliğinde verdiği özel konser çıktı karşıma.

Bu konserle ilgili verilen haberleri hatırladım. O zamanlar 18 yaşımda idim.

Onun kadar yetenekli, kendini kanıtlamış bir şarkıcı, oyuncu, yönetmen, prodüktör ve yapımcının, uzun seneler, performans korkusu yüzünden hiç konser vermemiş olduğundan bahsedilmsti. 

Sonunda korkusunu yenerek, milyonların karşısında yeniden sahne almıştı bu büyük sanatçı.

Televizyon'da yer alan kısacık görüntülerde, Streisand yemyeşil bir bahçenin ortasında, hafif spotlarla aydınlatılmış ağaçların altında kurulu sahnede, bembeyaz elbisesiyle seçkin bir topluluğun önünde ve ekranlarda onu dinleyen  milyonların karşısında söylüyordu.

İlk günlerinden beri hep "çikrin kız" olarak tanınmış olan bu kadın o gece son derece güzel duruyordu.

Yüksek bir taburenin kenarına iliştiği şekilde, "Evergreen" şarkısı dudaklarından dökülürken o gecenin büyüsünü sanki aynı ortamın içinde bulunmuş kadar yaşadığımı hissetmiştim.

Bu konseri,  tüm korkularına, tüm endişelerine rağmen gerçekleştirmesinin esas sebebinin Streisand'in daha iyi bir dünya, daha iyi bir gelecek için hissettiği kaygılar oldugu söylendi. O gece toplanan parayı yıldız  İnsan Hakları ve Çevrecilik için bağışlamıştı.

Dünyanın geleceğinden duyduğu endişesini seneler evvel dile getiren Hollywood'un liberal, demokrat kadınları arasında yer alan ve  reformist yahudiliği savunan ( bence dini reforme etmek hiç fena fikir değil :) ) Streisand'ın, geçen akşam karşıma çıkan şarkıdaki sözleri beni bir kez daha etkiledi.

1986'dan çok uzun seneler geçti. O dönem aslında Soğuk Savaşın bitimine doğru gidilen, belki de bugünden daha rahat bir dönemdi.

"Happy Days are here again".... Mutlu günler yeniden buradalar şarkısını seslendirmeden evvel söylediği sözlerde;  Sarkının sözlerini tekrarlarken; " çok yakın bir zamanda, hem ülkesi hem yaşadığımız dünya için, her kelimenin gerçek olduğu günleri görmenin " umudundan bahsediyordu... Yaklaşık 36 yıl evvel...

Bu sabah, Avrupa'nın doğu sınırlarında tanklar bir ülkeyi istila ediyor yeniden. 

Rusya Ukrayna'ya büyük çaplı bir kuşatma başlatmış.

Dünyamızın geleceğini bir kez daha tehlikeye atan günler kapıda.

Streisand'ın hayallerinin gerçek olacağı günlerse sadece rüyalarda kalacaklar gibi. Barış dolu bir dünya 

istedik. Bunu bize fazla gördüler.

İki kardeşin bile birbirini anlayamadığı bir dünyada süper güçlerin barış getirmelerini bekliyoruz.

Tarihse bilindiği üzere sadece tekerrürden ibaret.

23 Şubat 2022 Çarşamba

Herzog, ne işin var Türkiye'de?

Israel Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'un, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın davetlisi olarak bu ülkeyi Mart ayında ziyaret etmesi bekleniyor.

Tabi uzun senelerdir iki ülke arasında devam eden gerginlikler, Türk mediasının şişirdiği anti propaganda sonucunda,  birden yeniden ısınan bu politik ortamı benimsemeyen çok fazla insan var. Sadece sağcı Türkler değil, oldum olası Israel düşmanı olan, kendini anti-emperyalist, anti-Amerikan, anti-Israel,  anti faşist ve devrimci sol olarak niteleyen grup ta bunların içinde.

Bir diğeri ismi DEV-GENÇ olan bu örgütü, 80 öncesi Sağ-Sol çatışmaları içinde  aldığı rolden  anımsamak mümkün.

Bana kalırsa Erdoğan Türkiyesine Israel'in yaklaşmasının  bize fazda getireceği bir durum göremiyorum. Bu adamın son 10 yıldır Israel'e karşı olan politikalarını bir anda unutmak, silip atmak ve böyle bir lidere güvenip yeni antlaşmalar yapmak büyük bir soru işaretidir bence.

Bu yüzden bize A'dan Z'ye her grubun ayrı ayrı dış bilediği bu ülkeyi ziyaretine ben de karşıyım!!

Herzog, ne işin var Türkiye'de?


Hayata tad vermek için de hep bir dokunuş daha gerekmez mi?

Geçen gecelerden birinde, eve çoğu zamanki gibi geç giren Danielle'e aç olup olmadığını sordum.  Çok soğuk ve yağmurlu bir günün sonunda yeterince yorgun görünüyordu.

Genelde kendi mutfağa girip kendi başının çaresine bakan bu genç kız; "Anne buz dolabında neler var? "diye sorduğunda. Bugün vejetaryen değil pek menü. Ne yapacağız şimdi?

Off çok yorgunum.

Okay, bu soğuk güne uygun bir sebze çorbasına ne dersin?

Saat neredeyse ona gelirken, o ana kadar yeteri derecede uyuşuk hallerde olan ben birden büyük bir enerjiyle koltuktan fırladım. Hepimiz için güzel bir çorba yapabilirim derken adeta keyiflendim birden.

Dolabı açtığım gibi içinde bulduğum tüm sebzeleri dışarı çıkardım. Ama ne bulduysam.

Patates, havuç, renk renk biberler, domates, kabak vs....

İçine her tür sebzeyi koymaya kalktığınızda tek sorun çorbanın miktarını sürekli genişletmeniz. Aynı çorbayı iki günden fazla içmek istemiyorsanız, en sevdiğiniz sebzelerden koyup işi orada bitirmek gerekebilir. Ancak, hem lezzetli hem de faydalı bir şey içimize girsin diye diretiyorsanız, rengarenk bir yemeği mutfağınıza hediye etmenin :) dışında aynı çorbadan üç beş porsyon içmeye de hazır olmanız şarttır.

Kızım banyonun yolunu tutmuşken, smarphone'da koyduğum You Tube'taki seçkin şarkılarımı da devreye koyarak, o anı biraz daha keyiflendirerek işe başladım.

Genç kızlığımdan beri yemek yapmak bana cazip görünen bir şeydi. Bunu hiç bir zaman bir külfet gibi görmedim.

Sanatsal şeyleri hep sevdiğim için belki.

Yemek hazırlamanın kesinlikle sanatsal bir konu olduğuna inanıyorum. Tek sorun, pişirdikten kısa bir süre sonra sanatınızdan geriye bir şey kalmaması 😁. Ancak bugün boşu boşuna insanlar her pişirdikleri yumurtanın, omlet'in resmini çekip paylaşmıyorlar.

Yemek dediğiniz şeyin görüntüsü bile bazen insanı mutlu etmeye yetmiyor mu?  Doğanın en güzel renkleri, midemize doldurmaya heveslendiğimiz tatların bir parçaları olarak tabağımıza yansımıyorlar mı?

                                                       Çorbamın resmini çekmeyi de unutmamıştım  

Neyse, derken...tüm sebzeler soyulup, küp küp kesildikten sonra, sıraya göre tencerede yerlerini bulurlarken, aklıma gelen tadlandırıcıları içine eklemeyi kesinlikle unutmuyorum. Ve en önemli katkılardan biri de sarımsak. Onsuz çoğu zaman lezzeti yakalamak mümkün değil.

Bir de değişiklik olarak bu defa içine pancar da ekledim.

Yaptığım bu ufak değişikliğin bedeli aklıma gelmedi değil.

Pancar, kök bitki olarak son derece faydalı olması bir tarafa çoğu insanın çok sevdiği bir şeydir.  Girdiği her yemeğin içine verdiği renkle de ayrıca bir güzellik katması da tam bir göz ziyafetine çevirir olayı.

Ancak yine de bazen ne kadar özen gösterirseniz gösterin tadına baktığınızda bir türlü bir şeylerin istediğiniz gibi olmadığını farkedebilirsiniz. Sürekli biraz daha tuz mu acaba? Yoksa az bir şey daha şeker mi koysam?

Ya da bir miktar daha kırmızı biber? Belki azıcık soya....Hardal??  Bir ondan bir bundan. Görüntü muhteşem tadıysa çok düz. Hiç düşündüğüm gibi olmadı.

Kızım zaten problemlidir. Anne, kızma ama pancar çorbaya hoş olmayan bir tad verdi. Onun sorunu pancarin kök bitkisi olması... Pancar topraktan aldığı minerallerin tadını taşır gibi yemeğe. Alışık olmayanı rahatsız edebilir belki.

Arada benim yemekle oynayışlarım, biraz sarımsak daha ve biraz belki şu ya da bu derken seneler evvel resim yaptığım zamanları hatırlattı.

Pastel boyalarla beyaz sayfalarda yerlerini bulan bahçeler ve ovaların yeşilliğiyle oynarken, her ağaca ve çimlere ilk dokunuşların ardından, gölge oyunlarıyla meşgul olmak çok keyifliydi.

Resmi resim yapan da o gölge oyunlarıydı. Yeşilin bin bir tonunu yaratmak, her tonda resim biraz daha gerçeğe yaklaşır gibi olurdu.

Her farklı detayı işlediğinizde resim düz ve sıkıcı olmaktan çıkıp hayat kazanmaya başlardı. Bir ağaç ve bir çiçek ve bir tane daha. Ve gökyüzünü boyarken de böyleydi... Ve  arka plandaki denizin maviliğinin üzerindeki ışık oyunları ve dalgaların köpüklerinin buluşmaları.... ve bahçenin ortasında küçük bir köy evinin yerini buluşu. Belki o evden çıkan hafiften bir duman, evde yaşayan canların olduğunu anımsatırdı insana... Resimlere genelde insanlar çizmekten kaçınırdım, onlara hayat veren hareketliliği yaratmakta zorlandığımdandı herhalde..çizgim o derece kuvvetli olmadığından...

Ve boyaları her vuruşunuzda bir adım daha ilerleyen resmin tam istediğiniz gibi olduğunu düşünürken, bazen birden yanlış bir çizginin herşeyi mahvettiğinden emin olur, hataları yine ellerinizi rengarenk yapan pastellerin yardımıyla sorunu aşmaya çalışırsınız.

Yemek yaparken de bazen, bir şeyler düşündüğünüz gibi çıkmadığında, yoktan var etmeye ya da bozulanı düzeltmeye çalışmanın keyfi ayrıdır. Lezzeti yerinde olmayan bir şeye hayat vermeye çalışmak. Canlandırmak.. Yeniden ele almak. Başka şeylerle,  başka soslarla tadını yerine getirmek için çabalamak.

Yemek, resim ve hayatımıza ait olan herşeyde bu böyle değil mi?  Hep bir çaba var. Hayata tad vermek için de, insanlarla olan ilişkilerimizi canlandırmak için de hep ufacık, bazen koca dokunuşlara ihtiyaç duymazmz.

Bazen yanılırız. İstediğimiz gibi olmadığını sonradan farkederiz.

Hayat, deneme ve yanılma tahtası. Her defasında yeni bir tecrübe. Sanırım en önemli şeylerden biri de, yanılacağımız korkusuyla denemekten çekinmemek. Bunu kendimize sık sık hatırlatmamız gerekiyor.

Çabamızı takdir etseler de etmeseler de. Önemli olan hep bir şeyler için savaşmak...

22 Şubat 2022 Salı

Kimileri Gal gibi, sevmek için yaşarlar, bazıları ise sadece kendilerini görürler, !!!


Sabah sabah Gal okul yolundayken telefon açtı servisten. Yol boyu benimle konuşurken aklına dün akşam babasıyla birlikte annemi eve bıraktıkları anlar geldi. Onu uyarmıştım,  "Safta'nın başı dönüyor.  Lütfen ona kapıya kadar eşlik etmeyi unutma, tamam mı Gal?! ".

Anne dün onu sadece kapıya kadar götürmek istemedim,  asansörle yukarı çıkarmak için ısrar ettim ama Safta ( Anneanne )  gerek yok dedi diye hatırlattı.

Annemi her görüşünde son derece mutlu olan bu genç çocuğun insanlara olan özel ilgisi bugün ender rastlanacak bir şeydir. 

Çoğu kez ilk çocukluk yıllarında kalan böylesi saf  bağlar genelde çocukların ergenliğe geçtikleri senelerde yerlerini arkadaş çevresiyle değiştirmeye başlar. Anneden babadan ve ailenin diğer yakın üyelerinden kopan bu ilgi yerini arkadaşlara, karşı cinsle ilk beraberliklerle başlayan yepyeni bir sürece terk eder.

Ve bu durum, gençlerle aile arasında birden bire çok keskin bir ayrılık yaratır. Bir anda sanki çocuğunuzun sizden tamamen uzaklaştığına tanıklık edersiniz.

Aslında doğal gelişimin bir parçasıdır bu uzaklaşma. Çocuk sadece büyüyordur ve ilgi alanı ilk kez anne babadan dışa kaymaya başlamıştır. Ve ne yazık ki bu süreç geri dönüşü olmayan bir süreçtir. Geçici bir dönem değildir.

Bir kez, çocuk gençlik yıllarını yakaladı mı hayat sizler için farklı bir yön alır. Size adeta tapan küçük hayranlarınız birdenbire sizi görmez olurlar. Bunu da sevgiyle kabul etmekten başka çareniz kalmaz.

Tek istediğiniz onların gerçekten dış dünyayla sağlıklı bir iletişim içinde oldukları, mutlu insanlara dönüşmeleridir. Dış dünyaya entegre olmaları, size bağımlı kalmamaları herşeyin başıdır.

Otist çocukların diğerlerinden farkı belki bu anlamda en çok ergenlikte kendini göstermeye başlar.

Yuvadan kanatlanıp uçan çocuklara karşın bu gençler bir yerde hep size tapmaya devam eden küçük çocukların saflığıyla kalırlar.

Onların bu yönlerinden de öğrenilecek çok şey vardır.

Gal'in sevgisi her dönem bambaşka bir boyutlardaydı sanki. Çok küçük bir çocukken bile onun yaşındaki bir çocugin aklına gelmeyecek ayrıntıları düşünürdü.

Daha sadece dört yaşında olduğu bir dönemi anımsıyorum. Konuştuklarını zoraki anladığımız, yemek yememezlikten bir deri bir kemiğe döndüğü yıllardı. ( Onunla bugüne dek yemek konusunda büyük güçlükler yaşamaya devam ediyoruz )

O dönem, neredeyse her konuda yardıma, terapilere koşturduğumuz Gal'in başkalarından gelişmiş tek yönü, karşısındaki insana göstermeyi bildiği muhteşem ilgisiydi. Dört yaşında bir çocuktu yine, annemin bizi ziyarete geldiği bir akşam üstü aniden yağmur bastırmıştı. Ve annem eve gitmesi gerektiğini söylediğinde hepimizden evvel; "Anne safta bu şekilde eve nasıl gidecek? Gitmesine izin verme, dışarıda çok yağmur var"demişti.

Yine altı yaşındayken, bir gece annem ve bir yakın arkadaşını özel bir toplantı için evlerinden almıştık. Arabadan indiğimizde Gal'in,  sen anneni tut ben Dina'ya elimi verdim dediği anları ne annem ne de arkadaşı unutmazlar.

Ve Gal hep böyle kaldı.

Aslında onun bu ilgisi kişinin sevdiğine kol kanat geren bir insanın en saf haliyle ortaya çıkışıdır.

Bir insanı sevdiğinizde onu korumak istemeniz en doğal şeydir.

Çocukluk arkadaşımın sesi, son telefon konuşmamızda kulağıma biraz buruk, biraz endişeli gelmişse aradan geçen günlerde onu arayıp, herşeyin yolunda olup olmadığını sormamdan daha doğal bir şey varmıdır?

Yüksek ateşle yatan bir sevdiğinizin ertesi sabah ateşinin düşüp düşmediğini merak etmek normal değilmidir?

Sadece kimi insanlar her telefon açtığınızda nefes almadan hafta sonunda nerede olduklarını anlatırlar.

Her telefonda, iş yerinde son kez onları neyin ve kimin sinirlendirdiklerini nefes bile almadan size açarlarken,  kendi iş sorunlarının detaylarının karşılarındaki insanında hayatlarındaki tek  sorun olduğundan emindirler.  Kendi baş ağrıları, kendi çocukları, kendi dünyaları ve sadece ve sadece onlar vardır onlar için.

Bir kez olsun ilgilerini kendi dünyalarından başkalarına kaydırmayı beceremeyen insanlardır bunlar. Bazen bu insanlar en yakınızdadırlar. 

Uzağınızda olduklarında bile kumandayla sizi ve diğerlerini parmaklarının ucunda oynatmaya çalışan insanlar bu duruma karşı çıkmaya kalktığınızda  sizi manipüle etmeye çalışır, yıpratma taktikleri uygularlar.

Sonunda bir de sevgi konusunda başkalarına vaaz verirler.

Karşınıza içlerinde gerçek anlamda sevgi taşıyan insanlar çıktığında bu tiplerin sizi duygusal olarak sömürmekten başka hiç bir etkileri olmadığını kavrarsınız.

Halbuki, hayat boyu onlardan  tek beklentiniz biraz sevgi ve karşılıklı saygıdan başka bir şey değildir.

Sizin sınırlarınızı, sizin hayatınızı, sizin kişiliğinizi hiçe saymayan bir ilişkiden başka bir şey değildir aradığınız.

Birbirimizin özel alanına saygı göstermek. Her insanın kisisel sınırları olduğunu bildikten sonra, gerisi kolay.

Sevgiyi ve ilgiyi ise galiba en çok Gal'den öğrenmek mümkün.

Kimilerine ise bazen artık dur demek ilaç gibi!!

21 Şubat 2022 Pazartesi

Annemin yaşlı teyzesi

Annemin yaşlı bir teyzesi varmış. Bize her zaman anlattığı bir yaşlı teyze. Evin demirbaşı olan yaşlı bir insan. Herkesten ve herşeyden daha baskın bir kişiliğe sahip olan, bir çocuğun küçücük dünyasında en fazla etkiyi yaratmış, görünürde aileye sevap için eklenmiş bir birey olsa da o aile içinde yetişen çocukların üzerinde  onunla yaşanmış bir çok olayla beraber diğer insanlardan daha fazla iz bırakmış bir karakterdi bu kadın.

Küçük mutfak sohbetlerimizde. Hani okul dönüşünde yediğim o lezzetli öğle yemeklerinin eşliğinde annemden dinlediğim çocukluk ve gençlik anılarının en merkezi tiplerindendi bu yaşlı insan.  Belki annesi ya da babasından daha çok bahsederdi ondan.

O zamanlar çoğu insanın evlerinde aileyle birlikte yaşayan bir büyükanne ya da büyük babaya karşılık, annemlerin evlerinde aileye katılmış olan 6. fert aslında babasının yaşlı teyzesiymiş.

Onlardan başka hiç kimsesi olmayan bir aile büyüğünü himayelerine almışlar ailece.

Bugün kimsenin kolay kolay ortak bir yaşam sürdürmek için hevesli olmadığı bir dünyada yaşayan bizler için o dönemlerde kimsesi olmayan bir ikinci derece aile üyesini. tüm maddi ve manevi zorluklara rağmen seve seve aralarına kabul eden insanların  yaşamlarını hayal etmek ne kadar farklı ve sıcak bir his yaratıyor.

O iki katlı ahşap evleriyle  içinde yaşayan aileyi anlatırken annem beynimde artık kendimce bir senaryoya dönmüştü onların yaşantısı. Bir film, bir hikaye. bir roman gibi. Her biri ayrı dünyaların insanları olan karakterlerin içlerinde yaşadıkları zorluklar, yaşam kavgaları, hüzün dolu anılarla birlikte,  sevgi, bağlılık ve bir o kadar karmaşık insan ilişkileriyle dolu bir yaşam..

Benim kafamda gri beyaz renkleriyle canlandırdığım, adeta çok eski sinema filmlerindeki gibi bir hayat...Sanki herşey çok çok eskilerde kalmış gibi... Yalan da değil ( Birazdan gerçekten yüzyıl öncesinde kalmış anılar bunlar  )

Yaşlı teyzem diye başlardı.  Annemin anne babası hayatla o derece meşguldüler ki geriye bir o yaşlı insan kalıyordu, çocuklarla ilgilenen. Onlarla iletişim kuran, zaman zaman  oynayan, hayatı, geçmişi, eski insanları onlara anlatan bir yaşlı kadın.

Annesiyle yaşlı teyzesinin aralarındaki tüm didişmelere rağmen evin baş köşesinden eksik olmayan bu kadını annem belki de herkesten çok seviyordu.

Kimseye anlatmadıklarını, kimseyle paylaşamadıklarını ona anlatırken, yaşlı kadın için de evin çocukları bu hayattaki en büyük sevinci, en büyük dayanağıydı kuşkusuz. Tüm ciddiyetine rağmen bir çok defa onlarla çocuk olabilen tek insandı belki.

Zora girdiğinde en fazla yardımı da evin ufaklıklarından alan bu insanın gözleri görmezmiş.

Çocukluğunda geçirdiği bir kaza sonucunda iki gözü de kör olan bu kadın için annem ve küçük teyzem baş kurtarıcılardı. Yaşdığı her zorlukta ilk yardımına yetişenler. Oradan şunu getir, bunu indir, bunu çıkart derken iskemlenin üzerine çıkan çocuklar çoğu zaman ona yardimci olurlardı.

Kimi sıcak yaz gecelerinde birden çocuklardan daha çocuk olan Tant Virjini; "Hadi yatakları alın çocuklar bu gece balkonda uyuyacağız dermiş!! " Çocuklarda büyük sevinç, odadan balkona taşınan şilteler, çarşaf ve pike kuvertürler yan yana dizildikten sonra, karanlığın çökmesiyle gökyüzünde iyice parlayan yıldızları seyrederken başlayan hafif esintinin serinliğinde hikayeler anlatan teyzelerinin yanında uykuya dalarlarmış.

1800'lerin ortalarında,  Hasköy'de geçen genç kızlığı...Onu yanlız bırakmayan arkadaşlarıyla. Haliç'in yemyeşil eteklerinde toplanan diğer cemaat gençliğinin arasında,  dönemin aşklarını, yaşanmış bir çok hikayeyi onun ağzından dinlemek ilginçti mutlaka.

Boğazın sularını içlere doğru taşıyan Haliç koyununun kıyısındaki balıkçı teknelerine bakan o yamaçlardaki ağaçların altında düzenlenen toplantılarda, gençlerin çaldıkları müziğin eşliğinde birbirlerini tanıyan, birbirleriyle yakınlaşan erkekli kızlı grupların arasında olan Virjini yaşanan ilişkileri, bulundukları ortamı ve insanları kendi hayalinde canlandırabildiğince hissetmeye çalışıyordu. Diğerlerinden farklıydı o. Buna rağmen herşeyi gören bir insanın gözleriyle anlatır gibiydi.

Yaşanan aşkları unutmasa da kendi romantik duygularını bir şekilde gizlemiş bir yerde dizginlemişti mutlaka.  Sanki olmamış, olamazmış gibiydi. Kör olduğu için ne aşkı, ne sevgiyi ne de bir erkekle birlikteliği tatmıştı.

O dönem insanlarının belki de en büyük şansızlıklarından biriydi bu.  Sahip oldukları bir sakatlık, bazen ufak bir kusur  bile tamamen başkalarına bağımlı kalmanın dışında sevip sevilmeye hakları olmayan varlıklara dönüştürülmeleri... Sakat kişilerin diğer insanlar gibi hisleri olmayacağı algısı yaygındı.  Hayat bu insanlara kesinlikle şans tanımıyordu.  Sanki bir insanın bir kusuru onun tüm diğer yönlerini de sıfırlar gibiydi. O insanı varken yok etmek gibiydi bu.

Bu yüzden yaşanmamış ya da yaşananmamış onca şey arasında kör bir insana tek kalan şey küçük yeğenlerinin ilgileriydi.  Mesela Tant Virjini, canı sıkıldıkça annemden "Boyikos de Pan"istermiş.

Boyikos de Pan,  bir iki dilim ekmeğin hafif ıslatilip içine bir yumurta, biraz şeker ve bir tutam karabiber eklendikten sonra yağda kızartılarak hazırlanan sefarad mutfağına ait, French Toast benzeri bir hamur işidir.

Bütün gün zaman geçmek bilmediğinde, eve bağımlı bir insan için  mutfakta vakit öldürmek ve  çocuklara verdiği komutlarla ağzına kadar gelen lezzetlerle renklenen bir dünya onun gibilere kalan tek seçenekti. (  Halbuki hala  gayet zayıf bir kadınmış üstelik!! )

Sadece evdeki bazı dikiş işleri ondan sorulurmuş. Dudağının kenarına koyduğu ipliği dokunma duyusunun yardımıyla iğneye geçirirmiş.

Çaresi olmayınca insan bir yolunu bulup herşeyin üstesinden gelmeyi öğreniyor.

Ve bazı geceler Tant Virjini'nin birden bire fenalaştığını görünce annem ve Tante Zelda,  birden yüzü bembeyaz kesildiğinde anlarlarmış, ilacını vermek gerektiğini. Kalbinde sorun varmış. Bir anda tam nefes alamadığını gördüklerinde imdata yetişirlermiş ikisi birden. Bir taraftan pencere açılır, diğer taraftan ilaç ağzına verilir, ayakları ise yukarı kaldırılarak beklenirmiş.

Ve Tant Virjini bir süre sonra yavaş yavaş kendine gelirdi der. Onlar her onun yardımına koştuklarında bir insanın, bir sevdiklerinin hayatını kurtarmış kahramanlar gibi hissederlerdi kendilerini. Her defasında yeniden onu yaşama geri getirmiş olmanın gururuydu bu. Onu biz kurtarırdık demekti.

Kadının tek güvencesi, hayatlarını bağladığı bir ailenin küçük çocuklarıydı.

Galiba gerçekten de bazen küçücük bir çocuk sizin yaşama sebebiniz olabiliyor.

Annemin yirmi yaşlarında Israel'e aliya yapmayı denediği altı aylık deneme döneminde, Tant Virjini bir anda hastalanmış. Ölmeden, Suzika burada olsaydı o beni kurtarırdı demiş.

Bu öyle bir deyiş ki bir taraftan bir insanın size ne derece güvenle bağlı olduğunu hissettirirken bir diğer taraftan belki de insanın içinde bir o kadar büyük bir suçluluk hissi de yaratabilir.

Belki onu kurtarabilecekken yanında olamadığını düşünmek.


 


20 Şubat 2022 Pazar

Bölgesel ve küresel kaygılar


Normal insanlar huzur ararlar. Kendi hallerinde bir hayat için dua eden milyonlarca, milyarlarca insanın tek kaygısı aç kalmamaktır. Çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için  yeterli bir işe sahip olup, standart bir hayat sürdürmeye devam etmektir amaç bir çokları için..

Ancak bu standart insanları oldum olası yöneten belli gruplar var.  Çoğunluğun adına bu hayati değiştirenler. Büyük kitlelerin yaşamlarını şekillendirenler.

Örneğin buralarda sabah kalkıp herşeyin sakin olduğunu gördüğümüzde normal hayatımıza devam ediyoruz. Ertesi sabah birden kafamızın üzerinden roketler uçabiliyor.

Bir günden diğerine günlük hayatımızın tam olarak neye benzeyeceğinden emin bile değiliz.

Dünyanın bir noktasında hayat her zaman sakin ve huzurlu devam ederken, diğer yerlerde kıyamet kopabiliyor.

Geçen gün Lübnan'dan Israel'in kuzeyine dronlar gönderildi. Bu insansız hava araçlarını gönderen, Hizbullah adlı terör örgütünün ta kendisi. Elinde, çeşitli büyülükte ve gelişmişlikte yaklaşık 100.000 rokete sahip bir terör örgütü bu.

Nasrallah ( Hizbullah terör örgütünün lideri ) Israel'i yeniden tehtid etmiş! ( Şaşırdık mı? - Yok!! )

Israel'in kuzeyindeki radikal grupların gittikçe genişleyen etkisini kırmak için sürdürülen mücadelenin . ufacık bir kıvılcımdan büyük bir çatışmaya dönüşmesi bir askeri kazayla bile olabilir.

Bu bölgede savaşlar bir günden diğerine patlak verir.

Biz burada kendi sıkıntılarımızla mücadele ederken, dünyanın başka bir noktasında insanlar onları çok daha fazla tedirgin eden başka gelişmeleri an an takip etmekteler.

Israel'in savaşı sonuçta. bir bölgesel sorun. Ve sadece bu sorun burada yaşayanları ilgilendiriyor.


Ancak son günlerde, buralardan iyice kuzeye çıktığımızda, dünyanın en stratejik bölgelerinden birinde, her an patlayabilecek bir savaşı başta Batı olmak üzere bütün dünya nefesini tutmuş bekliyor.

Putin'in Ukrayna yığdığı askerlerin içeri ne zaman gireceği soruluyor her an. Girdiler mi? Hayır daha değil!! Aslında, Ukrayna'nın doğusu ile güneydeki Kırımı 2014'ten beri işgal eden Rus birliklerinin ülkelerine tecavüz etmeleri fikrine kısmen alışkın oldukları bile söyleniyor Ukraynalıların.

Peki nereden çıktı birden bu savaş? Putin'in hegemonik rüyaları beni eskilere götürüyor. 

Sovyetler Birliğinin dağılışını getiren, perestroika ve glasnost'un mimarı olan Mikhail Gorbaçev'i,  dünya politikasının çehresini değiştiren adamı hatırlıyorum. Ve 1989 Kasım'ında  Berlin duvarının üzerine çıkmış olan Almanları.....Ellerinde baltalarla duvardan parçalar söküp alan bir halkın sonsuz sevincini.

Komünizmin Doğu Avrupa'da sona erişini müjdeleyen görüntülerden 30 sene geçmiş. Kapitalist batı'nın karşısında, ekonomik olarak göçmüş bir Doğu Bloku vardı. Ve artık yürümediği açıkça görülen bir sistemin değişmesi gerektiğini gören bir lider. Sürünen halklarla, yolsuzluğun arkasındaki merkezi otoritenin ellerinde çöküşe giden devasa bir ülke.

Mikhail Gorbachev 1985'te  Leonid Breznev'den görevi aldığında, Sovyetler Birliğinin artık bir çöküş sürecinde olduğunu çoktan biliyordu. Ve bu ülkeyi değiştirecek reformları yapacak kadar kararlı ve güçlüydü.

Gorbaçev'in ön gördüğü açıklık politikası ülkenin siyasi ve ekonomik alanda yapacağı reformlarla gerçekleşecekti. Perestroika, komünist rejimi serbest ekonomiyle değiştirmeyi ön görürken, düşünsel alandaki değişim de, gizlenen gerçekleri halka açarak kapalı yönetim sistemini batılı anlamda bir saydamlığa ulaştırmayı planlıyordu.

Amacı,  çürümüş ve başarısız bir sistemi yerine serbest ekonomi ve açık pazar politikasını yavaş yavaş entegre ederek Rusya'yı batı'ya yaklaştırmaktı. Hem ekonomik hem fikirsel alanda batı'ya açılan Moskova'nın geçirdiği evrim Sovyetler Birliğinin dağılışını da hazırladı.

1989'da Berlin Duvarının yıkılışı, Doğu Blokunun dağılmasının sembollerinden birine dönüşürken, 1990'da Mikhail Gorbaçev soğuk savaşı sonlandıran lider olarak Nobel Barış ödülüne layik görlümüştü.

Fakat geçen seneler, Rusya'da Gorbachev'in hedeflediği standartta bir açıklığı, yükselişi, refahı getirmedi. Ülke halkının buna yeterince hazır olmaması,  temellerin buna uygun olmaması, bazı şeylerin çok hızlı yürütülmüş olması ters tepti.  Şartların böylesi hızlı bir değişime kendilerini uyduramaması ile birlikte aydınlık bir gelecek rüyası gerçekleşmedi.

Bugünse,  Putin, eski doğu bloku ülkelerinde, ve son senelerde Ukrayna'da devam eden batılılaşma hareketleriyle demokrasi rüzgarlarının kendi halkına yayılmasından ve gücünü kaybetmekten korkuyor. Rusya'daki tüm dengeleri elinde tutan bu adam halkın uyanmasından korkuyor.

Ukrayna'nın güneyindeki Kırım Özerk Bölgesini 2014'te işgal etmesinin getirdiği popülariteyi yeniden yaratmak için bir askeri  zafer daha kazanma rüyalarıysa  bu defa onun için riskli olabilir. Çünkü bu kez çıkacak savaşın boyutları  askeri kayıpları artırabilir. Ayrıca batı'nin koyacağı yaptırımlar zaten ekonomik olarak iyi durumda olmayan Rus halkını daha da ezebilir.

Tüm bu olasılıkları yeteri derecede tartıp tartmadığını bilmediğimiz Putin eskisi gibi yeniden Avrupa'ya gücünü göstermek için direnecek mi?

Ayrıca Putin, Nato'nun genişlemeye çalışarak Rusya sınırlarına dayanmaya ve ülkesine tehtid oluşturmaya başladığını iddia ediyor.

Rusya'nın egemenliğinden çıkıp Avrupa'ya katılan  Doğu Bloku ülkelerinin kendi geleceklerini kendilerinin tayin etmek hakkını reddeden Putin Avrupa'nın Ukrayna'yı kendi sınırları içine katmasından korkuyor. Ve Nato'nun Ukraynanın üyeliğe kabul etmesine karşı çıkıyor. Estonya, Lithuania, Latvia gibi ülkelerin Nato ve Avrupa Birliğine katılmış olmalarının ardından Ukrayna'nın onları izlemek istemesi Rusya'nın işine gelmiyor.

Putin'i bu işgalden vaz geçirmek için görüşmeler devam ederken, Ukrayna sınırlarında  hazırda bekleyen 100.000 asker tek bir adamın ağzından çıkacak emri bekliyor.

Milyonlarca Ukraynalının, binlerce Ukrayna ya da Rus askerinin hayatları sadece bir insanın kararına bağlı.

Yüzündeki o donuk, ruhsuz  ifadesiyle bir adam milyonların geleceği adına karar veriyor.

Avrupaysa  kapılarına dayanan yeni tehlikenin getirilerinden haklı olarak çekiniyor.

Şu an için, hala Nato üyesi olmayan Ukrayna'ya askeri destek vermeyi düşünmeyen Batı, Rusyanın işgal etmek istediği topraklar dışında daha da ileri gitmeye kalkması halinde gelecekte bu ülkeye karşı bir müdahalenin içinde kendilerini bulabilirler mi acaba?

Amerika ve Avrupa'nın Rusya'ya karşı yaptıkları yaptırım tehtidleri bakalım bir işe yarayacak mı?

Şimdilik en büyük endişe, olası bir savaş yüzünden meydana gelecek bir göç dalgasının Avrupa'daki etkileridir.

Kısaca bölgesel krizler sadece bizim başımızı ağrıtmaya devam ederken ortaya çıkan küresel huzursuzluk herkesi endişelendirir gibi.

Dilerim bu gerginlik bir savaşa dönmeden çözüm bulunur.

19 Şubat 2022 Cumartesi

Haritadaki gerçekler

 Aşağıda Israel'in coğrafik konumunu gösteren bir harita var. 

Sağdaki dağlık yerler West Bank olarak anılan yani Israel dışında Batı Şeria olarak adlandırılan Yehuda ve Şomron bölgesidir.
1967'de Israel'in, kendisini  savunma zorunda kaldigi savaşin sonucunda, Ürdün'den ele geçirdiği  topraklar Israel'in varlığını devam ettirebilmesinin tek güvencesi olan bölgeyi oluşturmaktadır.
Bununla birlikte bu toprakların % 40'ı Filistin otoritesinin denetimindedir. Yani buraları Filistin otonomisi altındadır. Sonucta Batı Şeria'da yaşayan yaklaşık 2.8 Milyon Filistinlinin % 98'i Filistin Otoritesinin yönetimi altındadır. Bu topraklarda yaşayan 400.000 Israelli yerleşimci ise Israel vatandaşıdırlar.

Bu yerlerin stratejik onemi yüzünden,  adil, kalıcı bir barış için hayal kurmak çok zordur.
Bir tarafta burada yaşayan ikinci bir halk vardır.
Bu bölgenin her bir yanına yayılmış olan ve diğerlerinden olan bir halk. Ve Yahudilerin varlığını tamamen reddeden bir halk. Israel'de yaşayan Filistinliler bile açıkça  Yafo, Aşkalon ya da Rison Le Tsion, kısaca heryer bizim derlerken ve Israel'in bugüne dek çıktığı Gazze'den sonra ve her toprak ödünü karşısında  daha da fazla saldırıya uğrarken, kalıcı bir barış (????!!!!) karşılığında Yehuda ve Şomron'dan tamamen çekilmeyi kabul etmenin bir intihar olacağını tahmin etmek  zormudur?
Onlar bizim varlığımızı reddederken, bu yerlerin her köşesinden Yahudi tarihi çıkmaya devam ediyor. Tüm kazılar, bu topraklarda en çok hangi halka ait izler olduğunu açıkça gösteriyor. Arkeolojik araştırmalarda ortaya çıkarılan kalıntılar Tanah'ta bahsedilen hikayeleri, olayları destekliyor.

  . 

18 Şubat 2022 Cuma

Kuzey sınırında dronlar

Bir ülke......

Teknoloji,

Özgürlük,

Eğitim,

Tarım,

Sağlık,

Yaşam,

İş,

Gezmek,

Seyahat,

Aşk,

Çalışmak,

Eğlenmek,

Ve bir sabaha yeniden alarmlarla uyanmak.....

Ve bir başka toplum.....

Ve başka bir yaşam

Ve uygarlığa isyan,

Ve radikaller,

Ve cihadistler,

Ve eşitsizlik,

Ve karmaşa,

Ve terör,

Ve kan.

Ve kadınlara baskı,

Eşlerinin boğazlarını kesenler,

Ve tecavüzler,

Ve kızlarını dövenler,

Ve töre cinayetleri

Ve düşmanlık,

Ve pusuda bekleyenler,

Ve savaşlar,

ve kaos............................................

............................................

Bitmeyen bir hikayenin ortasında durup durup hep aynı noktaya geri dönmek.

 

 ..



17 Şubat 2022 Perşembe

Kimi İsrael dostları

Geçtiğimiz senelerde, Facebook'tan bir Support Group içinden bir Amerikalı bana yazarak, Israel'li olduğumu farkettiğini ve bir gün Israel'i kesinlikle ziyaret etmek isteyen dindar bir Amerikalı olarak bundan çok heyecanlandığını söylediğinde aklıma ilk gelen şey bu kişinin Amerikalı Evangelist'lerden biri olduğuydu. 

Kendisinin çok dindar bir Katolik olduğunu öğrendiğimde epey şaşırdığımı söylemeliyim.

Her zaman bir Israelli tanımak istiyordum dediğinde, bana Israel'le ilgili sorular yöneltmişti. Israel ve 

Yahudiliğin gerçek inançlı bir Hıristiyan için çok önemli olduğunu söylüyordu.

Katoliklerin genel anlamda çok fazla Israel savunucuları olmadığını bildiğim için şaşırmıştım. Ancak bu kişiyle kimi konuşmalarımdan çıkardığım sonuçlardan biri, kime ya da neye inandığınızın sadece belli bir noktaya kadar önemi olduğuydu.

Katolikliğin genel anlamda çok büyük bir Israel destekçisi olmaması, Katolikler içinden, Yahudilere ya 

da Israel'e kendi kişisel bakış açılarıyla bakan insanlar çıkmayacağı anlamına gelmiyordu.

Bu insana göre, Hıristiyanlığın temelini oluşturan Yahudiliğe yakınlık hissetmemek mümkün değildi. 

Tutucu akıma ait bir kilise'ye gittiğini söyleyen bu insan üstelik daha muhafazakar bir katolik.

Fakat yine de bir çoklarına göre, Israel'de kurulan Yahudi Devletine diğerlerinden çok destek 

verenlerden.

Ancak genel olarak baktığımızda Amerika'da, Israel Devletinin,  Hıristiyanlığın ve insanlığın  

geleceğinde etkin bir role sahip olduğuna inanan bir grup varsa onlar da Evangelist Hıristiyanlar.

Bilindiği gibi, Amerika'da çoğu Demokrat olan Yahudilerden daha fazla Israeli destekleyen bir grup 

varsa bunlar Evangelist Hıristiyanlardır.

Evangelistler, Hıristiyanlığın Protestan grupunun uzantılarındandır. Kimi anlamda, örneğin Katolik Hıristiyanların,  kendilerine belki Yahudilikten bile daha büyük bir tehtid gibi gördükleri, Hıristiyanlığın kimi temel özelliklerini tamamen değiştirmiş olmaları yüzünden tepkiyle karşılanmış olan bir Hıristiyanlık anlayışıyla ortaya çıkmış gruplardan biridir bu insanlar.

Evangelistler,  Evengile' leri yani Yeşu'nun öğretilerini temel alan reformist akımdan ortaya çıkan yeni bir öğretidir.  Amerika'da gittikçe güçlenen Evanjelistler içinde Israel'e en yakın olanlar sanırım, Pentakostal Evangelistler.

Bu insanların temel inançlarından biri, Yahudilerin Kutsal Topraklara dönüşünün Yeşu'nun yeniden dünyaya inişinin koşullarından biri olmasıdır. Yani Evanjelistler'in,  kendilerini Yahudilerin bu topraklara dönüş koşuluna bağlamaları, onları her ne pahasına olursa olsun desteklemeleri yönünde itmektedir.

Hıristiyanlığın öğretilerini ilk yayanların Yahudiler olduklarını biliyoruz. Yeşu'nun tüm hayatı boyunca bir Yahudi olarak yaşadığı da bilinir. Ve ilk yüzyıllarda Hıristiyanlık Yahudi geleneklere bağlı kalmaya devam etmişti.

Hıristiyanlığın Yahudilikten tamamen ayrı bir din olarak çıkışı 4. yüzyılda gerçekleşti.

O tarihten sonra, Hıristiyanların, Yahudi öğretilerini uygulamaya devam etmeleri için bir neden 

olmadığına inanıldı.

Ve gerçekten Hıristiyanlık, Yahudilikten tamamen koptu.

Evangelistler, İncil'i Eski Ahit'le beraber yorumladıkları içindir ki ( sanırım ), kimi şeylerin bugün 

gerçekleşmesi için, Yahudliğin inandığı başka şeylerin yerlerini bulmaları gerekiyor.

Yahudiliğe göre, Maşiah geleceği zaman, Yerşalayim'de III. Tapınak,  "Tanrı tarafından" yeniden inşa 

edilecek. Ve dünya, bugün bulunduğu karmaşadan, kötülüklerden ve savaşlardan kurtulacak. (?!) 

Yahudiler Maşiah'ı beklerlerken (!) , Evangelistler, diğer Hıristiyanlar gibi, Yeşu'nun ikinci gelişini bekliyorlar. Ve bu ikinci gelişin koşulu, Yahudilerin inançlarıyla benzerlik taşıyarak, Israel topraklarına Yahudilerin gelişlerine bağlanıyor.

Eğer tüm Yahudiler bu yerlere, Tanrının onlara vadettiği topraklara gelirlerse, Tanrının sözlerinden en 

büyüğü gerçekleşecek ve Yeşu insanlığı kurtarmak için geri dönecek.

Bugün her zamankinden daha çok, Yahudilik geleneklerine yaklaşmaya başlayan Evanglistler, kimi 

anlamda başka Hıristiyanlar için bir tehtid gibi görülebilirler.

Çünkü, Hıristiyanlığın esas duruşundan gittikçe uzaklaşarak, Yahudilikle her zamankinden daha fazla özdeşleşecek kadar ileri gitmekteler. Ve Amerika ve Güney Amerika'da sayıları milyonları bulan bu insanların sesleri gittikçe daha kuvvetli çıkıyor.

.........................

Trump'ın Israel'e verdiği desteğin arkasında Yahudi Lobisinden daha çok bu akım yatıyor.

Geçtiğimiz günlerde, Yehuda ve Şomron' dan bir Hollywood yıldızı olan eski bir Israel dostu geçti.

Oscar Ödüllü oyuncu Jon Voight, bir çok kereler geldiği kutsal topraklarda, bir çoklarının barışa engel olarak gördükleri Yahudi Yerleşim yerlerini ziyaret etti.

Burada kendisine yerel şaraplardan hediye edilirken, Israel'e her gelişinde ne kadar heyecanlandığını anlattı. Yehuda ve Şomron'u West Bank olarak niteleyen Batı'ya karşı, ben haritaya baktığımda Israel'in hemen merkezinde olan  bu bölgenin bu ülkenin kalbi olduğunu görüyorum dedi.

Dindar, Katolik bir ailenin çocuğu olarak yetişen Jon Voight ezelden beri, Demokrat sol eğilimli Hollywood'a karşı, kendi inandığı ve düşündüğü yoldan, kişisel olarak zarar görmek pahasına ödün vermemiş bir oyuncu.

Bölgedeki radikal İslami akımlara karşı, Israel'in demokrat ve Yahudi kimliğinin buraların koruyucusu 

olduğuna inananlardan Voight.

Voight'a göre Yahudi yerleşimleri Tanrının sözünün yerine gelişidir.

Bu yerleşimlere verilen destek ya da karşı çıkışlar insanların bağlı oldukları akımlara, dini görüşlerine 

ya da kimilerinin tamamen şahsi felsefelerine göre değişim gösteriyor.

Bizim içinse, din ve inancın ötesinde, Israel'i, radikal akımlardan, sınırlarındaki düşmanlarından  koruyan bu topraklardan "tamamen" çekilmeyi denemesi, 2000 yıldan sonra yeniden doğan bu ülkenin varlığını bir kez daha tehlikeye atması demektir.  ( gerçek bir barışla (? !), kısmı bir çekilme, ortak bir yaşam arayışı, belli bir otonomi düşünülebilecek seçeneklerdir fikrimce) 


16 Şubat 2022 Çarşamba

Hayatın farklı renkleri


Şubat ayının ortalarından sonlarına gün saymaya başladık. Koşa koşa giden zaman bize neredeyse baharı getirmek üzere. Tam içimize kış hüznü çöktüğünde söylerim ben; " Üzülme, birazdan yeniden güneş açacak, yeniden doğa hayat bulacak. Solup giden renkler tekrardan canlanacaklar."
Hayatın akışı bu değil mi? Bazen, bazı dönemler daha zordurlar. Duygusal fırtınalardan geçeriz zaman zaman. İnsanlar bir anda bizi üzüverirler birden. Beklemediğimiz kişiler bize beklenmedik şekilde davranırlar. Bazen sağlığımızla kimi ufak tefek sorunlar yaşarız. Bazen işler karışır. Ve hayat bir gün biraz daha zordur. Ama sonra,  bir gün gelir yeniden herşey durgunlaşır, yeniden günlük seyrine döner yaşam.
Geçen akşam, Danielle'ın en samimi arkadaşlarından biri gece yarısını geçtiği anlarda tam odamın kapısını açtığımda karşıma çıkınca şaşırdım. Koridorda bana gülerek bakarken, ben yarı kapalı gözlerle; ona; "Ah sen buradamıydın ?"diye bir soru fırlarken ağzımdan, bana; " Rahatsız etmek istemiyordum!" derken.  Yok canım. Ben sadece tam yatıyordum. Burada olduğunu bilmiyordum dedim gülerek. Kızımla gecenin bir vakti karınlarını doyurmaya karar vermişlerdi. Bana bir şey söylemek istiyordu sanki.
Arkadaşı artık aileden biri gibidir. Her saat gelir, gider. Aramızda teklif yoktur. Mutfakta tam su içerken ben yanımda bana anlatmaya başladı.  Askerlikte tanımış olduğu genç bir kızın ani ölümüne nasıl üzüldüğünü söylüyordu.
Bu yüzden birden düşündüm dedi. Herşeyi dert ediyorum. Bazen isyan ediyorum hayata, saçmasapan şeylere. Notlarım istediğim kadar yüksek gelmeyince ya da bir anda ödevler beni bunalttığında. Günlük mücadelem içinde çok hayıflanıyorum, anlamsız yere. Sonra birden genç yaşta ölen birisi beni kendime getiriyor dedi. O zaman Tanrıya nankörlük ettiğimi anlıyorum. Ona bir ton anlamsız şey yüzünden karşı geldiğimi hissediyorum. Şükretmem gereken bir çok şeyim olduğu halde çoğu zaman bunları görmediğimi anlıyorum...
Gecenin bir yarısı için belki de çok derin bir konuşma gibi olsaydı da bu. Bütün günün yorgunluğu üzerimdeyken.  Ancak, söylediklerinin ne derece doğru olduğunu ben de biliyordum. Ve ona bunu  tekrarladım. O zaman cevabı sende ya da bizde, değil mi?!
Belki de sadece daha fazla sabır göstermekten başka çaremiz yok. Hayatın kimi zor yönlerini metanet ve sabırla karşılayabilmek için. Bize hediye edilmiş olan bir çok özel şeyi zaman zaman kendimize hatırlatarak, diğer zorlukları daha çok sabır, daha falza sevgiyle almayı öğrenerek, her daim, durmadan!!!. Sadece 22 yaşındaki bir genç bayan için değil her yaşta, her zaman hatırlanması gereken şeyler değil mi bunlar???
Onunla konuşurken, şu an yazarken, bunları kendime de tekrar ediyorum.
İnsanı yapımız hep bizi farklı duygulara atmaya devam ediyor. Hayat sadece olumlu duygular yaratmıyor içimizde. Hayat, yaşam  şartları,  "insanlar" bizi her daim bir sınavdan geçirir gibiler.
Ve insani taraflarımızın bizi sürüklediği o kadar değişik ruh hallerimiz var ki.
Bunu da belki sevgiyle almak lazım. Yeterinden fazla küsmeden. Hatta bundan dolayı suçluluk hissetmeden.  Kızgınlıklarımızı, hayal kırıklıklarımızı, sevincimizi ve hüznümüzü tek tek yaşarken her farklı anın bize verdiği dersi unutmadan, sonunda yola devam edebilmek önemli. Tüm zorluklara rağmen sahip olduklarımızı kendimize hatırlatarak bir defa daha duygularımızı dengelemeyi unutmamak.
Dün yazdığım yazıda, yeterince hüsran, yeterince hayalkırıklığı vardı. Bu da çocukluğumdan  mücadele verdiğim bir insan tarafından bir kez daha kırılmış olmanın isyanıydı belki.
Gözümüzde yeterince değer kazanmış insanların bile bazen düşündüğümüz gibi olmadıklarını keşfedebiliyoruz bir gün. Bazen insanların sadece bizden çok ama farklı çok olabileceklerini anlamanın zamanı gelmiştir diye kendimize hatırlatmamız gerektiğinde gerçekleri  reddeden o saf tarafımızı dizginleyip, yolumuza devam etmekten başka çaremiz olmadığını anlamak ne kadar da önemlidir.
Her ne kadar, tek istediğimiz şey, sadece barış içinde yaşamak olsa da. Hassas biriyseniz, sizi manipüle etmek isteyenler, hiç olmayacak sebeplerden size savaş açanlar, sizinle ilgili olmadık senaryolar yaratıp kin besleyenler sizi daha da derinden yaralayabilceklerdir. Ancak, kimsenin davranışlarından,  kararlarından ya da karakater yapısından  mesul değilsek, kendi içimizdeki barışı devam ettirebilmek adına bu  insanları ( Ailemiz bile olsalar!) belki de hayatımızdan uzaklaştırmak pahasına yola devam etmemiz gerekebilir. 
Tanrıya şükrettiğimiz şeylerin içinde olmak istemeyenleri zorla tutamayız. Sadece iyiliğimizi isteyenlerle, sağlığımızı düşünenlerle, sevenlerimizle, bizi hayatlarının bir parçası olarak görmekten mutlu olan insanlarla yolumuza devam etmek mümkündür.
Yaşam devam ettikçe bizi üzen şeyler olsa da, sadece doğru noktada olduğumuz sürece yakınımızda bize gülümseyen insanlar görmemiz mümkündür. Birazdan yaklaşan bahar, hayatın kimi hüzünlü yönlerini daha metanetle almamız gerektiğini de hatırlatıyor. ( Zamansız giden sevdiklerimizin de arkalarından) 
Yukarıdaki resimde olduğu gibi...yaşamın içindeki binbir rengi farkedebilmek önemli. Bu evren tek bir tonda değil. O kadar çok nüans var ki.


 


Bir kule inşa etmek 

Danielle'in bir yaşında iken küvetin içinde oynadığı bir günü hatırlıyorum. Boy boy, renkli küçük kalıpları sıraya göre iç içe koyuyordu. En büyüğünden, en küçüğüne beş altı renkten oluşan  kovacıklardı bunlar. Suyun içinde kah ellerini çırparak, kah sevinç çığlıkları atarak,  huzur içinde, kimi anlar kendi kendine sessizden bir şarkı mırıldanarak keyifle oynadığı günlerden bir gündü yine...

Onun için bu küçük kovaların boylarını, sıralarını şaşırmak diye bir durum söz konusu değildi. Daha dün dünyaya gelmiş bu çocuk elindeki oyunu gayet iyi bellemişti. Saniyeler içinde birbirlerinin içlerine yerleşen kovalar, rengarenk bir bütün oluşturduğunda ondan ve benden mutlusu yoktu.

Sadece bunu izlemek bile yeterliydi.

Cocukların gösterdikleri en minimal başarıları, küçücük jestleriyle, mimikler ve sizi isminizle çağırdıkları  o ilk günlerde kalbinizde duyduğunuz sevinci tarif etmek zor.

Danielle'in en sevdiği oyunların içindeydi; puzzle'lar, üst üste dizilen bloklar. Ve o küçük tahta bloklarla oynamayı belki onun kadar ben de severdim.

O bloklardan kule yapabilmek için gösterdiğimiz çaba keyif verirdi bana da. Birinciyle başlayıp, gittikçe yükselen bir kule inşa etmek.

Ardı ardına birbirlerinin üzerlerine koyduğunuzda, kule yükseldikçe, göstermeniz gereken itina ve dikkatte aynı oranda yükseliyordu.

Yaşamın kendisi gibi. Hayatın bir çeşit puzzle, bir çeşit kule gibi nasıl da parçalardan oluştuğunu hatırlatıyordu bu oyun.

Yaşam ve bu yaşama ait olan herşeyi; insan ilişkileri, kariyer, sevgi bağları....

Bir şeyleri inşa etmek için gösterdiğimiz özen, çaba, gayret, itina...

Alınan sonuç  gösterilen gayret kadar değerli oluyor.

Ve hayat bir hedefle başlıyor ve o hedefte bir bedelle geliyor.

Bir damla mutluluk için gösterdiğimiz çaba bazen kocaman olabiliyor. Yine de hayat herşeye deger diyorsunuz.

Hiç bir şey karşımızdaki insan için yaptıklarımızın karşılığındaki sevginin yerini almıyor.

Bize yakın insanlar için hissettiklerimiz, onlar için yapabileceklerimiz...

Fakat  sonunda biri gelip, itinayla, emekle inşa etmeye çalıştığınız herşeye bir tekme attığında, hayatın anlamını, bazı şeyleri sizden çok farklı kavrayan, çok farklı açılardan bakan bir insanın gayretinizi, hissettiklerinizi,  görememesi bizi ne kadar üzse de, hayatın zor yönlerini, bazen en basit olayların en yıkıcı şekilde  sizi sarsabildikleri gerçeğini çıplak haliyle karşınızda bulabiliyorsunuz yeniden. 

Aynı canı taşıyan insanlar hakkında dahi yanıldığınız gün bir defa daha anlıyorsunuz ki,  "Hiç bir şey zorla yürümüyor!"

Gösterdiğiniz iyi niyeti katiyetle görmeyenler tüm size ce emeğinize bir tekme atmak için bir kenarda bekliyorlarsa  inşa ettiğiniz  kuleler mutlaka yıkılır.










14 Şubat 2022 Pazartesi

Bugün 14 Şubat!

Dışarıdan gelen havai fişek sesleriyle kendi kendime, birileri bir şeyleri kutluyorlar yeniden diyorum....Özel bir şeyler var yine. Mutluluklarını başkalarıyla paylaşmak isteyenlerin dışa vurdukları sevinç gecenin 11'inde salonumuzda da hissediliyor.

Bir kaç yıl evvel kumsaldaydım yine. Gecenin karanlığını aydınlatan, sıra sıra mumlar diziliydiler kumların üzerinde, denize yakın bir noktada...beyaz bir kumaş ileri doğru serilmiş, her tarafa kırmızı güller dökülmüştü ...Ve en sonunda da bir masanın üzerinde bir şampanya şişesi ve bardaklar duruyordu. Hatta biraz geride bir yerde  DJ müziği ayarlıyordu. Tiyatronun oyuncuları daha yerlerini almamışlarsa da davetliler yavaş yavaş çevrede heyecanla  bekleşmeye başlamışlardı. Bizim gibi meraklılarsa bakınıyorlardı neler oluyor diye.  Romantizmin bir an için heryeri sardığı bir dekordu bu...

Film mi çeviriyorlar acaba? diye düşünseniz de bir an. Sanırım sadece genç bir adam sevdiği kıza evlenme teklif ediyordu o gece.

Her detay, en incesine kadar düşünülmüştü.

Kim demiş ki erkekler romantizmden anlamazlar diye?

Kim demiş ki bugün sevgi yok diye?

Herşey var, hala insanlar aşık oluyorlar.  Hala sevgi var!! Beraber bir hayat için hayal kuranlar yığınla.   Şarkılara söz olan, filmlere senaryo olarak geçen aşk hikayelerini yaratan gerçek yaşamdaki insanlar bunlar. Hayat var oldukça, sevgi, nefret, kıskançlık.....herşey var olmaya devam edecek.. Sadece duyguların ifade ediliş şekli değişiyor zamanla.

Eskiden belki daha sadeydi yaşanan duygular. Daha size özeldi. Herşey biraz daha tutucu bir alan içinde yaşanırdı. Aşk. sevgi, ihtiras sizle sevdiğiniz arasındaki özel duygulardı. Kimi anları sadece iki insan paylaşırlardı.

Belki de birilerine bir şeyleri ispat etmek yarışı yoktu işin içinde.

Bundan bir kaç ay evvel, yine sahilde Gal'le yürürken, mikrofondan duyuluyordu genç bir adamın sevdiği kıza hayatlarını birleştirmeyi teklif ederkenki kelimeleri. Kalbinin derinliklerinden gelen aşk sözlerini diziyordu. Biz yürürken, sesler tahta bir panonun arkasından geldiği için kimseyi göremesekte  kulaklarımızı doldururan o büyülü ifadeler zihnimizde kurulan hayallere dönüşüyordu bir an. Bir taraftan genç çocuğun heyecanı kulaklarımızı doldururken aynı anda en az bir buçuk iki kilometre ötede de  kimi havai fişekler patlamaya başlayınca, Gal o an saf saf, " Anne, bu gençler için mi patlatıyorlar o ilerideki hava fişeklerini?" diye sormuştu. Yok Gal, ilerideki havai fişeleri bir başkasına ait herhalde.

Bu tip romantik senaryolar ve mizansenler eskilerden, akılları çok özel şeylere işleyen romantiklerin buluşlarıydı. Seneler evvel, Amerikan Ordusunda görevli kimi askerlerin, Irak'taki operasyonlardan dönüşlerinde nişanlılarına yaptıkları süprizleri kameralar aracılığıyla filme aldıkları çekimlerden esinlendiler herhalde bugünün gençleri.

Bazen de tüm askeri bölüğün gözleri önünde, tören sonunda bir kapanış senaryosu gibiydi böylesi özel anlar. Azdılar, özeldiler. Ender olan görüntüler televizyonlarda gösterildiklerinde heyecan yaratırlardı.Uzun süre nişanlılarından, sevdikleri kızlardan ayrı kalmış subayların mutlulukları... Belkide herşeyi bu kadar özel yapan da buydu. O insanların aylarca sevdiklerinin yüzlerini görmemiş olduklarını bilmek. Ya da çatışmaların olduğu, tehlikeli yerlerden, savaşın, ölümün  öldüğü ülkelerden sağ salim dönen sevgiliye ilk sarılıştı bu..belki de bir yıl aradan sonra...

Aslında Irak'taki askerden çok daha öncesi de vardı bu tip çekimlerin. Ancak daha eskilerde belki  çoğu çekilenler fotoğraflardaydı.

II. Dünya Savaşının sonunun müjedelendiği 1945 yılına ait bir fotoğraf nasıl da tarihe geçmişti. New York Times Square'de kendini o anın coşkusuna kaptıran bir genç denizcinin ilk gördüğü kıza sarılışı.  O meydanda, birbirini aslında hiç tanımayan iki genç insanın kavuşan dudakları Life Dergisinin kapağına geçtiğinde zihinlerden silinmeyecek o görüntünün hikayesini bugüne dek anlatacaklar olacaktı.

Zamanla teknoloji çığır atlarken, toplumların yaşam anlayışı da herkesi geçen yüzyılın Times Square'deki çiftine çevirdi.  Her insan, en basit en  kendi kişisel imkanlarıyla kendini, o küçük dünyasında bile koca bir kahraman bir artist gibi hayal ediyor artık.

Birazıcık planlayarak, biraz düşünerek kafamızdakileri hayata geçirmenin ne kadar kolay olduğunu biliyoruz.

Otuz sene önce, kocaman kameralar olduğu halde yapılan çekimlerin, kimi televizyonlara satılan görüntülerin benzerlerinin  bugün  daha geniş platforma yayılabilmelerini sağlayan imkanları artık neredeyse kullanmayan kalmadı.

Ve böylece ortaya bir çeşit yarışta çıktı sanki. Herkes birbirlerini taklit ederken, eskiden çok özel olan şeyler bugün sanki banalleştiler. Çoğu kez, biri diğerinin yaptığının aynısını yapmak arayışında, insanın hep diğerlerinden eksik kalmamak tutkusu aslında herşeyin önünde geliyor.

Önemli olan belki de kendinden çok başkalarına ispatlamak. Önce sizin de bir sevgilinizin olduğunu, sonra onun sizi ne kadar çok sevdiğini, ve sizin için yapabileceklerini. Ve güzelliğinizi, ve şıklığınızı.

Bunların aslında hepsi belki de ister istemez insan olmanın, bir toplumun içinde yaşıyor olmanın değişmez parçaları. (Kısmen hepimizde var olan kimi insanı yönlerimiz bunlar)

Ancak bugün herşey çok şişirilirken sadece, o çok büyük heyecanlar ve film gibi başlayan aşkların sonu da eskisinden çabuk gelmiyorlar mı?

Bugün insanlar herşeyi ekstrem halleriyle yaşıyorlar sanki. Sevgiler, aşklar, evlilikler, birliktelikler ve bir çırpıda biten hikayelerle dolu heryer.

Bu yüzden belki de gerçek olan kimi şeyler aslında bu kadar şişirilmeye ihtiyaç duyulmayacak kadar özeldirler. Size ve sevdiğiniz kişiye aittirler. İspat savaşı içinde olmayacağınız kadar güzel. O anları birlikte, sadece o iki insanın yaşamasıdır o özelliği veren. Başkalarına, çok fazla dekora, çok fazla ışığa ve bağırışa gerek olmadan.

Bir şey ne kadar gerçekse o kadar süsten, ihtişamdan ve gereksizliklerden uzak kalabilir.

Bugün aşklar kadar ayrılıklar da banalleştiler. Ve tüm bunlar artık hiç bir şeyin özelliği kalmamış gibi bir his yaratabiliyor insanda. Ne kadar çok ihtişam ararsanız, ne kadar çok başkaları gibi olmak isterseniz o kadar siz olmaktan, o kadar özel olmaktan uzaklaşırsınız gibime geliyor.








  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...