7 Şubat 2022 Pazartesi

 Fas'ta bir çukurda ölen çocuk



1990'ların başlarıydı. İstanbul'un  kışlarıyla gelen hava kirliliği öyle seviyelerdeydi ki artık, şehrin merkezi, Sıracevizler Caddesinin bir arka sokağında bulunan fabrikalar ve apartmanlardan çıkan yoğun duman içinde insanın normal bir yaşama devam etmesinin nasıl mümkün olduğunu düşünüp dururdum. Eve her dönüşümde kaşkolumla ağzımı burnumu kapatmaya çalışırdım. Nefes almak tek kelimeyle zordu. 

Doğduğumuz ülke ve o ülkenin getirdiği şartlar kaderimizin bir parçasıdır. Karar verme şansımızın olmadığı durumlardan biri de hangi ülkede, hangi coğrafya'da, hangi şartlarda dünyaya geleceğimizdir.

Ve hayat  kalitenizi çok yüksek oranda etkileyen şeylerden biridir bu. Bir çöp kadar değerinizin olup olmayacağı doğduğunuz yere göre değişim gösterir.

İnsan hayatının değer taşıdığı bir ülkede yaşamak tam bir ayrıcalıkken, çocukluğunuzdan itibaren herşeyin şansa bırakıldığı, kaderci toplumlardan birinde dünyaya gelmekse yine sizin hayatızın nasıl olacağını büyük ölçüde belirleyecektir.

Mesela gelişmekte olan ülkeler statüsündeki bir yerde dünyaya gelmişseniz yaşantınız  Allah Kerimle yürür.

Benim büyüdüğüm şehirden en çok aklımda kalan şeylerden biri...o şehrin insanlarının hayat kavgalarıydı. Bir çok insan manzaraları hiç aklımdan gitmez.

O kömür kokusunun nefesimi kestiği meydandan aşağı indiğimde, Hasat Yokuşunun üzerinde bir mobilya atölyesini hep anımsarımı. Eski bir cam kapı ve yine camdan bir vitrini olan minicik bir atölyeydi bu. Her önünden geçişimde, içeride mobilyaları boyayan adamın, püskürttüğü vernik ve boyalardan o ufacık yerde oluşan bulutun içinde kaybolup gitmiş gibi, işini yaptığını görürdüm. O dükkanın  tam yanından geçerken yanlışlıkla kapıyı açan biri olursa eğer dışarı taşan boya kokusundan nefesim dururdu sanki. Bu adam böyle bir işin, bu dumanın içinde, bütün gün nasıl çalışıyor derdim her defasında.

Gözlüklü ve pek tabi ki bıyıklı adamın üzerinde mavi bir önlüğü vardı. Tahta eşyaları boyadığı bir püskürtme makinesi hep elindeydi. O toz duman. minicik atölyenin içinde, ağzını örttüğü bir maskesi bile yoktu. Nefesini, ciğerlerini havadaki kimyasallardan korumak için aklına hiç bir şey gelmemişti yapacak. Tanırlarmıydı ki bu tip kuralları?  Cahil insanların, bilinçsiz bir toplumun, kadere teslim hayatları, boş yere kısalırken yazık değil miydi bu yaşamlara diye düşünsek ne yazar.

Ve bir diğer tuhaf olan, temizlikçi kadınların, cam çerçeve cambazlıklarıydı. Hayatlarını kazanmak için pencere kenarlarında gezen kadınlar görmek çok normaldi.

Gecenin karanlığında, normal bir kaldırımda yürürken, merdiven boşluğuna düşmekte normaldi.

Ve bu şehirde çukura düşmek, en olmadık kazaları geçirmek vs... Tedbirin lüks sayıldığı bir yerde öylesi yaşamlardı hep...

Ve bir de modern şehirlere şöyle bir bakarsanız... sanki bir an başka bir gezegene geçmiş zannedersiniz kendinizi. Bir kitap kapanmış, başka bir aleme, başka bir boyuta geçmişsinizdir.

Alışveriş merkezinin birinde bir yerde, tavandan akan bir kaç damla su yüzünden, ıslak alanın çevresi bariyerlerle kapatılmıştır. Yanında,  " ıslak zemin, düşme tehlikesi var! "diye bir de pano konulmuştur. . Oradan geçen yaşlının. çocuğun kafasını kırmasını önlemişlerdir...çok ufak bir tedbir ve uyarıyla.

Sokakta, bir tamirat için açılan çukurun çevresi de aynı şekilde kapatılmıştır yayaları korumak için...

Caddeler, yollar, kaldırımlar yaşam standardının minimal göstergeleridir. Herşey insan hayatını kolaylaştırmak için düşünülür normal ülkelerde.

Kimi ülkelerde, amaç, kentsel yaşam kalitesini en üst düzeye çıkarmaktır. Sizi yönetenler size hizmet için seçilenlerdir.  Ve medeniyetin en doğal parçası insan hayatına gösterilen saygıdır.

Geçtiğimiz günlerde, Fas'ta beş yaşında bir çocuk, yaşadığı köyde, açık bırakılmış, 30 metrelik bir çukurun içine düştü. Çukurun bir yerinde sıkışıp kalan çocuğa ulaşmaya çalışan kurtarma ekipleri günlerce çalıştılar.

O kadar tuhaf bir devirde yaşıyoruz ki. Bir taraftan, 100 sene öncesiyle aynı yaşama devam eden köyler, toplumlar hala aynı sefilliğin içindeki hayatların acısını çekerlerken, diğer taraftan, birden canlı yayın tüm dünyaya ulaştırılan görüntülerle, Fas'ın hiç bilmediğiniz bir deliğinde, ölümle yaşam arasında sıkışan bir çocuk için kendinizi dua ederken buluyorsunuz. Eskiyle bugün arasındaki tek fark bu. ( Bu ülkeler için)  Eskiden o köyün insanları,  giden canlarına tek başlarına ağlarlardı. Ve hayat hep aynı sefillikte kaldığı yerden devam ederdi.

Bugün, geçen zamanın hiç değiştirmediği bir köyde küçücük bir can ölüme karşı bir savaş verdiğinde, kurtarma çalışmalarını bütün dünya canlı izliyor.

Yaşanılan acıyı paylaşanların sayısı milyonları buluyor. Aynı dakikalar ve günlerde.. Sadece, Fas'ın, cehennem köyünde dünyaya gelmiş olmanın bedelini ağır ödeyen küçücük bir çocuk 100 sene evvelki bir başka çocukla hala aynı kaderi paylaşıyor.

5. günde, 30 metre derinlikten zar zor çıkarıldığında Rayan artık nefes almıyordu.

Tüm umutlar, tüm dualar boşa çıkarken, "Rayan" adını bütün dünya duydu.

Keşke o çocuk büyüseydi ve adını Olimpiyat madalyası aldığı için duysalardı.

Rayan gibiler, ihmalkarlık, boş vercilik, sorumsuzluk gibi şeylerin normal hayatlarının bir parçası olan, Fas ya da onun gibi ülkelerde ölmeye devam ediyorlar.....

Bir gün onlar için değişen bir şey olacak mı acaba?

Rayan'ın arkasından o ölüm çukuru kapatılacak mı?

Fas Hükümeti şu ana dek üzüntüsünü belirtmekten başka bir şey yaptı mı?

Bu tip ülkelerde, sorumluların görevlerini yerine getirdikleri günler görülecek mi?

Binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insan canlı yayında, bir üçüncü dünya ülkesinde yaşamanın bedelini ödeyen kitlelerin içinden çıkan binlerce kurbandan birinin kaderine şahitlik ederken  ertesi gün aynı köyde hayat kaldığı aynı yerden devam etti!!!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder