Sen de başarabilirsin!
Geçtiğimiz aylarda bir arkadaş toplantısında, sohbet arasında yabancı dil öğrenmenin zorluklarından bahsediyordu Israel'e yeni göç etmiş, orta yaşa yakın bir dostum. " Orta yaşa gelen bir insan için İbranice öğrenmek çok daha zor" diyordu.. Bir diğeriyse yabancı bir dili kolay ya da zor öğrenmenin kişiden kişiye değişen bir kabiliyet, bir yapabilirlikle de ilgili olduğunu söylüyordu. Sonra da kendinden bahsederken İstanbul'da orta derecede ingilizce öğreten tanınmış bir okulu bitirdiğini ve orta okul sıralarındayken yaşadığı basit bir olayın onun İnglizceyle arasını nasıl soğutmaya yettiğini anlatmadan geçemedi. Onu sınıfta tahtaya kaldıran İngilizce öğretmeni, sorduğu soruya karşılık iki kelimeyi bir araya getirip te yanıtlamakta bir an zorlanan kıza , " Senin ingilizce öğrenmen zor. Sen bu işi kırk yıl geçse beceremezsin, git şimdi yerine otur!" demiş. O gün orada bütün isteğim, hevesim, cesaretim kırılmıştı ve ne yazık ki bugüne kadar ingilizceye karşı bu ön yargım sürdü çünkü o zamanlardan bu duyguyu o öğretmen içime koymuştu bir kez diye devam etti..
Böylece sadece yeni bir dil öğrenirken değil, sadece eğitimde değil, her alanda, başarabilmek için kişinin kendine güven duymasınının ne kadar önemli olduğunu düşündüm ben. Bilgi tek başına başarının anahtarı değildir kesinlikle. Bilgi ve zeka güven olmadığı sürece bir şeye yaramayabilirler bazen.
Bu konuşmalar, bana en yakın arkadaşımla ilkokul sıralarındaki maceramızı hatırlattı. İlkokuldan bugüne en sevdiğim insan. Onunla daha çok küçük yaşlardan itibaren aynı sıraları paylaşmıştık, Çok akıllı, çok muzip ama o ilkokul senelerinde benim gibi içe dönük, sessiz kendi halinde bir çocuktu. Kendi açımdansa ilkokulun ilk gününü hiç unutmam. Çekingen ve garip bir hallerdeydim..ilk gün ve ardından gelen diğer günlerde de bu böyle gitmişti. Sorun benmiydim o zaman bilmiyordum. Hep kendi üzerime almaya alışmıştım, problemler hep benim yüzümdendi sanki. Senelerden sonra tesadüfen konuştuğum diğer sınıf arkadaşlarımın da desteklediği bir gerçeği ise sadece büyüyünce, hatta yaşlanmaya yakın bir zamanda anlamıştım. . Öğretmenimizden son derece korkuyordum. Meğer diğerleri de korkarlarmış, bunu senelerden sonra onlardan duydum. Altmışına gelmiş , iyi giyimli, kibar bir gestapoydu bu kadın. O derece sertti ki... Bildiğinizi de size unutturabilecek bir sertlikti bu!! Korkuyla başlamıştı ilk öğrenim yıllarım..Ve ilk yaşadığım başarısızlıklar benden öte, öğretmenin direk kendisinden kaynaklanıyordu. Bu yüzden tüm sınıfın başarı düzeyi çok düşüktü. Sınıftaki belli bir elit kesimden kimi çocukların gösterdiği kısmi başarıysa belki de dışarıdan aldıkları destek sayesindeydi..
Okul hayatım boyunca, ilk temel yıllarda geçirdiğim büyük travmayı atacak kadar anlayışlı, iyi bir öğretmenin yardımıyla karşılaşma şansına sahip olmadım hiç. Sainte-Pulcherie'de önce Madame Flor vardı.. I. Hazırlıkta Fransızca hocamızdı.. Halbuki ilk okuduğumuz Fransızca okuma kitabımızdan bu dili öğrenmeye başladığımızda çok hoşlanmıştım. Kitaptan, içindeki içeriğinden, Fransızcadan..
Daha sempatik bir öğretmenle, daha farklı bir sistemle ben bu dili çok büyük bir zevkle öğrenebilecek ilgiye ve yeteneğe sahiptim. O kadınınsa yüzü hiç bir zaman gülmüyordu. O kadar ciddi ve mesafeliydi ki. Bir sorunum olduğunu söylemeye cesaret edebileceğim bir insan değildi bu. Her tahtaya kalkışımda heyecandan tahtaya yazarken zorlanırken yine de lanet etmedim ne okuluma ne kaderime. Bu böyle deyip kabullendim çaresiz ve sessiz. İkinci sene Mademoiselle Annie gelmişti Fransızca derslerine; sınıf öğretmenimiz de oydu. Zayıflarla dalga geçen, dişine uygun gördüklerini küçük düşüren bir kadındı. Sanırım kendi komplekslerini bu şekilde yenmeye çalışıyordu. Sınıftaki çok kısa boylu bir kıza durup dururken sen önce boyuna bak öyle konuş diyerek gülüşünü hiç unutulmadım. İki hazırlık sınıfını bitiripte altıncı sınıfa geldiğimizde ilk kez çok gençten bir öğretmenimiz olmuştu. Türktü; Mme Nuray! Paris'te okuduktan sonra Sainte-Pulcherie'de ilk kez öğretmenliğe başlamıştı. Yeni evliydi ve çok hassas bir insandı ve hepimize karşı son derece sevecendi. Bütün sınıf onu çok seviyordu. Bense ilk kez bir sene hiç bir dersten ikmale kalmadan sınıfı geçmiştim. Nasıl da mutluydum..
Sainte-Pulcherie Fransiz Lisesi
Başarısızlık bazen başka başarısızlıkları da beraberinde getirir. Kişisel tecrübeme göre Türkiye'de eğer akıllı, girişken, çabuk kapan ve bir o kadar da kendine güvenli çocukların ( belkide o zaman tüm dünyada böyleydi bilemiyorum ) problemleri yoktu . Fakat esasen insanlar çeşit çeşittir, zeka da çeşit çeşit ve yine çeşit çeşit yapabilirlikler ve yetenekler vardır. Yapılması gereken tek şey her çocuğun içindeki yeteneği bulup çıkarmaktır. Bunun için ona destek ve cesaret vermektir. Eğitimde çocuğu anlamak, sevecen olmak, kişiye göre farklı yollardan eğitim gerekir. Bunlar öğrenim sistemin bir parçası olması gereken şeylerdir. Bir öğretmen eğer öğrenciye yaklaşmasını bilmiyorsa öğretmen olmamalıdır. Hiç bir öğretmenin hiç bir çocuğun kişiliğini sıfırlamaya, hayatını karartmaya hakkı yoktur.
Bense küçük yaşımdan başaramayacağıma inanmıştım belkide inandırılmıştım. Bir yerden sonra kendi beynimi bloklamıştım sanki. İngilizceyi başaramayacağına inanan arkadaşım gibi.
Bilinçaltınıza ne söylerseniz o olur. Bazen herkes yaşayabilir bunu..bir kez bir korku girdi mi içinize bir anda beyniniz durur sanki.. İşte o zaman bu korkudan kurtulmak lazım..
Bunun adı da başaramama korkusudur. Bilmezsiniz ki beyniniz sizinle oynuyor. Onu sadece soktuğunuz kafesten salmanız, ona koyduğunuz blokajı kaldırmanız gerekir. Kendi kendinize içinize koyduğunuz o yanlış fikirlerin kapattığı dünyayı açmak gerekir yeniden .. Bilgiye, başarıya ....
Sahip olduğunuz becerinizi bulup, kendinize inanmanız önemlidir.. Bunu bir yerden sonra insanın sadece kendisi yapması mümkün.
Geçtiğimiz aylarda bir arkadaş toplantısında, sohbet arasında yabancı dil öğrenmenin zorluklarından bahsediyordu Israel'e yeni göç etmiş, orta yaşa yakın bir dostum. " Orta yaşa gelen bir insan için İbranice öğrenmek çok daha zor" diyordu.. Bir diğeriyse yabancı bir dili kolay ya da zor öğrenmenin kişiden kişiye değişen bir kabiliyet, bir yapabilirlikle de ilgili olduğunu söylüyordu. Sonra da kendinden bahsederken İstanbul'da orta derecede ingilizce öğreten tanınmış bir okulu bitirdiğini ve orta okul sıralarındayken yaşadığı basit bir olayın onun İnglizceyle arasını nasıl soğutmaya yettiğini anlatmadan geçemedi. Onu sınıfta tahtaya kaldıran İngilizce öğretmeni, sorduğu soruya karşılık iki kelimeyi bir araya getirip te yanıtlamakta bir an zorlanan kıza , " Senin ingilizce öğrenmen zor. Sen bu işi kırk yıl geçse beceremezsin, git şimdi yerine otur!" demiş. O gün orada bütün isteğim, hevesim, cesaretim kırılmıştı ve ne yazık ki bugüne kadar ingilizceye karşı bu ön yargım sürdü çünkü o zamanlardan bu duyguyu o öğretmen içime koymuştu bir kez diye devam etti..
Böylece sadece yeni bir dil öğrenirken değil, sadece eğitimde değil, her alanda, başarabilmek için kişinin kendine güven duymasınının ne kadar önemli olduğunu düşündüm ben. Bilgi tek başına başarının anahtarı değildir kesinlikle. Bilgi ve zeka güven olmadığı sürece bir şeye yaramayabilirler bazen.
Bu konuşmalar, bana en yakın arkadaşımla ilkokul sıralarındaki maceramızı hatırlattı. İlkokuldan bugüne en sevdiğim insan. Onunla daha çok küçük yaşlardan itibaren aynı sıraları paylaşmıştık, Çok akıllı, çok muzip ama o ilkokul senelerinde benim gibi içe dönük, sessiz kendi halinde bir çocuktu. Kendi açımdansa ilkokulun ilk gününü hiç unutmam. Çekingen ve garip bir hallerdeydim..ilk gün ve ardından gelen diğer günlerde de bu böyle gitmişti. Sorun benmiydim o zaman bilmiyordum. Hep kendi üzerime almaya alışmıştım, problemler hep benim yüzümdendi sanki. Senelerden sonra tesadüfen konuştuğum diğer sınıf arkadaşlarımın da desteklediği bir gerçeği ise sadece büyüyünce, hatta yaşlanmaya yakın bir zamanda anlamıştım. . Öğretmenimizden son derece korkuyordum. Meğer diğerleri de korkarlarmış, bunu senelerden sonra onlardan duydum. Altmışına gelmiş , iyi giyimli, kibar bir gestapoydu bu kadın. O derece sertti ki... Bildiğinizi de size unutturabilecek bir sertlikti bu!! Korkuyla başlamıştı ilk öğrenim yıllarım..Ve ilk yaşadığım başarısızlıklar benden öte, öğretmenin direk kendisinden kaynaklanıyordu. Bu yüzden tüm sınıfın başarı düzeyi çok düşüktü. Sınıftaki belli bir elit kesimden kimi çocukların gösterdiği kısmi başarıysa belki de dışarıdan aldıkları destek sayesindeydi..
Okul hayatım boyunca, ilk temel yıllarda geçirdiğim büyük travmayı atacak kadar anlayışlı, iyi bir öğretmenin yardımıyla karşılaşma şansına sahip olmadım hiç. Sainte-Pulcherie'de önce Madame Flor vardı.. I. Hazırlıkta Fransızca hocamızdı.. Halbuki ilk okuduğumuz Fransızca okuma kitabımızdan bu dili öğrenmeye başladığımızda çok hoşlanmıştım. Kitaptan, içindeki içeriğinden, Fransızcadan..
Daha sempatik bir öğretmenle, daha farklı bir sistemle ben bu dili çok büyük bir zevkle öğrenebilecek ilgiye ve yeteneğe sahiptim. O kadınınsa yüzü hiç bir zaman gülmüyordu. O kadar ciddi ve mesafeliydi ki. Bir sorunum olduğunu söylemeye cesaret edebileceğim bir insan değildi bu. Her tahtaya kalkışımda heyecandan tahtaya yazarken zorlanırken yine de lanet etmedim ne okuluma ne kaderime. Bu böyle deyip kabullendim çaresiz ve sessiz. İkinci sene Mademoiselle Annie gelmişti Fransızca derslerine; sınıf öğretmenimiz de oydu. Zayıflarla dalga geçen, dişine uygun gördüklerini küçük düşüren bir kadındı. Sanırım kendi komplekslerini bu şekilde yenmeye çalışıyordu. Sınıftaki çok kısa boylu bir kıza durup dururken sen önce boyuna bak öyle konuş diyerek gülüşünü hiç unutulmadım. İki hazırlık sınıfını bitiripte altıncı sınıfa geldiğimizde ilk kez çok gençten bir öğretmenimiz olmuştu. Türktü; Mme Nuray! Paris'te okuduktan sonra Sainte-Pulcherie'de ilk kez öğretmenliğe başlamıştı. Yeni evliydi ve çok hassas bir insandı ve hepimize karşı son derece sevecendi. Bütün sınıf onu çok seviyordu. Bense ilk kez bir sene hiç bir dersten ikmale kalmadan sınıfı geçmiştim. Nasıl da mutluydum..
Sainte-Pulcherie Fransiz Lisesi
Başarısızlık bazen başka başarısızlıkları da beraberinde getirir. Kişisel tecrübeme göre Türkiye'de eğer akıllı, girişken, çabuk kapan ve bir o kadar da kendine güvenli çocukların ( belkide o zaman tüm dünyada böyleydi bilemiyorum ) problemleri yoktu . Fakat esasen insanlar çeşit çeşittir, zeka da çeşit çeşit ve yine çeşit çeşit yapabilirlikler ve yetenekler vardır. Yapılması gereken tek şey her çocuğun içindeki yeteneği bulup çıkarmaktır. Bunun için ona destek ve cesaret vermektir. Eğitimde çocuğu anlamak, sevecen olmak, kişiye göre farklı yollardan eğitim gerekir. Bunlar öğrenim sistemin bir parçası olması gereken şeylerdir. Bir öğretmen eğer öğrenciye yaklaşmasını bilmiyorsa öğretmen olmamalıdır. Hiç bir öğretmenin hiç bir çocuğun kişiliğini sıfırlamaya, hayatını karartmaya hakkı yoktur.
Bense küçük yaşımdan başaramayacağıma inanmıştım belkide inandırılmıştım. Bir yerden sonra kendi beynimi bloklamıştım sanki. İngilizceyi başaramayacağına inanan arkadaşım gibi.
Bilinçaltınıza ne söylerseniz o olur. Bazen herkes yaşayabilir bunu..bir kez bir korku girdi mi içinize bir anda beyniniz durur sanki.. İşte o zaman bu korkudan kurtulmak lazım..
Bunun adı da başaramama korkusudur. Bilmezsiniz ki beyniniz sizinle oynuyor. Onu sadece soktuğunuz kafesten salmanız, ona koyduğunuz blokajı kaldırmanız gerekir. Kendi kendinize içinize koyduğunuz o yanlış fikirlerin kapattığı dünyayı açmak gerekir yeniden .. Bilgiye, başarıya ....
Sahip olduğunuz becerinizi bulup, kendinize inanmanız önemlidir.. Bunu bir yerden sonra insanın sadece kendisi yapması mümkün.
Benim çocukluğumdaki acımasız sistemin içinde bunu anlamak zordu. Bunu size gösterecek, size destek verecek birilerini bulmak zordu. Sistem sadece güçlünün yanındaydı..Çocuklar için bile bu böyleydi. Bugünse insan daha bilinçli, daha bilgili..gerçekleri görmek bugün biraz daha kolay gibi. Yanlışları fark etmek. Spotlar insanların üzerinde bugün.. Buna öğretmenler de dahil . Bugün bir öğretmen bir öğrenciyi küçük düşürdüğünde onu ele vermek çok daha kolay...
Batya R. Galanti
Batya R. Galanti