29 Ekim 2021 Cuma

Batının Israel'den beklentileri var


Filistinlilerin temel insani hakları konusunun gündeme oturduğu bu günlerde Israel bir kez daha dünyanın kara listesindeki en baş suçlusu konumundaki yerini gurur ve iftiharla korumayı beceriyor. 

Suçlu ortada, parmaklar yeniden Israel'i gösteriyor.

Israel geçen günlerde dünyayı bir kez daha karşısına almak pahasına, yeni açıklamalarda bulundu. Filistinli İnsani Yardım !?!)  Kuruluşlarından altısı terör listesine alındılar.

Halbuki nasılsa Amerika ve Avrupa, bu örgütlerin, sivillere yardım bahanesiyle, topladığı paralarla ne gibi faaliyetlerde bulunduklarını nasılsa farketmemişler. Gözden kaçan şeyler var.

Evlerinde oturan masum batılılar, Israel'in zulüm yaptığı Filistinlilerin insanı örgütlerini kapattıklarını duydukça, bu kadar kötülük nasıl yapılır diyorlar.

İnsanlar, ülkeler, devletler ve ileri dünyanın insancıl tüm akımları içinde son alınan kararın yankıları var. Almanya Israeli kınamış. Haklılar. İnsanlar zavallı bir halkın acısıyla özdeşleştiler. Onların acısıyla, onların geçirdikleri zorluklar ve savaşın etkilerinin Filistin toplumunda yarattığı zor koşulların bir an önce daha iyi şartlara kavuşturulmaları için onlara yardım edilmesini bekliyorlar. (Anlaşılır bir beklenti )

Fakat Avrupa ve bugünkü Amerika'daki Demokratların  ( politikacıların ve buradaki media'nın ) anlamaya pek istekli görünmedikleri başka şeyler var. Kimi örgütlerin biri dış biri de arka plandaki yüzleri olabileceğini anlamayanlar var. ( ya da anlamamak isteyenler )

Kendimce şöyle anlatayım Londra ya da Paris'in göbeğinde kimi müslümanların gittikleri camiler vardır. Bu camilerde alelade müslümanlar namaz kılarlar ve zaman zaman cemiyetlerindeki fakirler için bağış toplar ve insanlarına yardım ederler. Bir diğer taraftan aynı şehrin bir başka mahallesindeki bir başka camide, radikal islamcılar yine "sözde" namaza giderler. Ve o camide sözde yine "insanlık" adına para toplarlar. Bu ikinci camide ( bu tip radikal akımların yer bulduğu cami ve kurumlarda)  toplanan paraların Daesh gibi İslamcı Terörist akımlara gittiğini biliyorlardır sanırım (!) . Birinci camide insanlar gerçekten dua ediyorlardır fakat bir diğerindeki amaç tamamen farklıdır. Bağış adı altında topladıkları paraların hangi amaçlar için kaynak olarak kullanıldıkları polisin dosyalarında kayıtlıdır.

Kimi toplanan paraların kimi yardımların hangi amaçlar için kullanıldıklarını belli bir zaman sonra takip altına alan polis, kara paranın kaynağı hakkında soruşturma açmak serbestisine sahiptir. Çünkü amaç, sözümona iyi niyetli gibi sunulurken, bir süre sonra dıştan oynanan tiyatronun arka planında ne gibi gerçekler yattığı ortaya çıkarılır.

Kimse, birisinin yardım tiyatrosu altında bir başkasının varlığına ve bütünlüğüne zarar verecek akımların devam etmesine  bile bile izin veremez.

Israel, Filistin toplumunun refahı ve gelişmesi için çalışan dürüst bir kurumu kapatarak neden, öncelikle en büyük müteffiğini ve snra da diğer dost sayılacak ülkeleri karşısına alsın??

Israel'in amacı Filistin halkının sürünmesiymiş gibi bir algı olsa da zihinlerde gerçekler başka!!! Burada karşılıklı bir mücadele söz konusu!!  Zaman zaman ( acımasız ) savaşın getirdiği yanlışlar ve kusurlar gündeme gelseler de  amaç birilerinin aç susuz, işsiz ve en kötü koşullarda yaşatılarak ölüme terkedilmesiymiş gibi bir algı oluşturulmakta.

Yahudiliğin özüne ters düşen şeylerin bu ülke tarafından bir sistem olarak oturtulduğu algısının Avrupa'da bir inanca dönüşmüş olması acıdır.

Avrupa'da oluşan algı, Israel'in Filistinlilere sistematik olarak kötülük yaptığı inancıdır. Bu yüzden bu savaşın getirdiği acımasız koşulların arkasındaki sebeplerle kimse uğraşmıyor. Tek yapılan direk, güçlü ve acımasız olarak ortaya çıkan tarafı suçlamak.

Nedenler ve niçinler çok fazla soruşturulmuyor. Zaten sanıyorum insanlar kafalarında oluşan hikaye dışındaki şeylere kendilerini tamamen kapatıyorlar. Dinlemeye genelde hazır değiller. Bildikleri bir tek suçlu var.

Dış dünyanın olayları uzaktan farklı algıladıkları gerçeğinin kimse farkında değil.

Bir sorunun " içinde" yaşadığınızda, o olayı bir bütün olarak, her yönüyle benliğinizde sizin nasıl hissettiğinizi dışarıdaki adam algılayamaz...

Bir savaş ya da toplumsal bir karmaşanın dışarıdan " taraflı "  bakılan ve  gözlemlenen şeylerin  dışında çok fazla ayrıntılar vardır. Size gösterilen, size anlatılan, sizi ikna ettikleri şeylerin dışındaki detayların olayların iç yüzünü ne derece değiştirebildiklerini bilemezsiniz. Hoş, iki taraftan birine daha çok sempati duyuyorsanız zaten ne kadar objektif olabildiğiniz de soru işaretidir.

Mesela ben merak ediyorum, Israel Filistin çatışmalarında, Israel Devletinin dini Yahudi değil de Katolik olsaydı Avrupa'nın bu savaşa karşı olan tutumu nasıl etkilenirdi?

Şimdi gelelim sadete, son günlerde alınan bu karar Israel'i yeniden Avrupa ve Amerika karşısında güç duruma düşürmüş görünüyor. Biden'la Bennett'in balayı sona erdi mi bilinmez ama ortada elektrikli bir hava var yeniden.

Batı, Israel'in, onların koyduğu şartlarda hareket etmesini bekliyor.

Filistinlilere yardım etmekten çok Israel'e zarar vermeye çalışan, Hamas ve Filistinin Kurtuluşu gibi Örgütlere para sağlayan kurumların serbest çalışmalarına izin verilmesini bekliyorlar??


Batya R. Galanti


 

28 Ekim 2021 Perşembe

İsrael'in işini şansa bırakmak lüksü yok

Geçtiğimiz günlerde Israel Savunma Bakanı Benny Gantz, Batı Şeria'da yani Yehuda ve Şomron'da faaliyet gösteren 6 sivil "activist" grubu terörle ilintili oldukları gerekçesiyle kara listeye aldıklarını açıkladı.

Bu altı sivil organizasyon yıllardır insan hakları için Filistin'de mücadele verdikleri bilinen ve Avrupa Birliğiyle Amerika'nın yakından tanıyarak  çokça para  yardımı yaptıkları organizasyonlar.

Bu açıklamanın hemen ardından ABD Hükümeti, böyle bir adım atmadan evvel İsrael'in kendilerini haberdar etmesinin şart olduğunu bildirdi. 

ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ned Price, Cuma günü yaptığı açıklamada, "İnsan haklarına, temel özgürlüklere ve güçlü bir sivil topluma saygının sorumlu ve duyarlı yönetim için kritik öneme sahip olduğuna inanıyoruz" dedi.

Israel Hükümetinin kendi içinde de sürtüşmeye yol açan bu son karar hakkında hükümette yer alan, Radikal Sol Parti Meretz'ten seçilen  Çevre Bakanı Tamar Zandberg, en çabuk zamanda Gantz'la bir görüşme yapıp açıklama isteyeceğini açıkladı.

Meretz Partisine göre, Filistin'deki halkın yaşam şartlarını iyileştirmek için, Filistin Halkının insanca yaşam şartlarında yaşayabilmeleri için mücadele eden bu organizasyonların kendilerinin bir parçası olduğu bir hükümet tarafından kara listeye alınmaları kabul edilemezdir ve bunun nedeninden haberdar edilmeleri şarttır.

Avrupa ve Amerika'nın Israel'in bu son kararına tam olarak nasıl bir tepki verecekleri konusunda hazırlıksız yakalandıkları söyleniyor. Ancak buradaki hükümet bunun tersini iddia ederek, böyle bir karar çıkaracakları konusunda Amerika'yı önceden uyardıklarını belirtti.

Uzun yıllardır, Amerika ve Avrupa'dan büyük yardımlar alan bu "insani"(?) kurumların, Israel tarafından terörle bağlantılı organizasyonlar olarak ilan edilmeleri, Israel Güvenlik Birimlerinin bu kurumlara ait ofisleri diledikleri gibi basıp, onlara ait her tür araç gereçe ve paralara el koyup gerekirse aktivistleri tutuklayabilecekleri anlamına geliyor.

Tamar Zandberg'in bu konuda açıklama istediklerine cevap olarak Güvenlik Bakanı Gantz Zandberg'e kendisinden çok daha fazla "bilgi ve deneyim" sahibi olan orduya ülkenin güvenliğini sağlamak konusunda karışmamasını ve ordunun işini yapmasına izin vermesini söyledi.

Terörle ilintili oldukları ilan edilen gruplar içinde Al-Haq ve Adameer gibi tanınmış Filistinli Sivil İnsan Hakları Kurumlarının olduğu söyleniyor.

Gantz bu grupları, meşrulaştırıIan isimlerle akladıkları yardım paralarını Israel'e karşı savaş için kullanan gayrimeşru kurumlar olarak nitelendirdi. Israel'i tanımayan ve Israel'in Yahudi Devleti olarak yaşamasına karşı çıkan ve yıkılmasını destekleyen bu grupların terörle olan ilişkilerini kanıtlayan belgeler olduğu açıklandı.

Bu gruplar, sözde Filistinlilerin insanca var olma hakları için mücadele veren kurumlar kılığına girmiş olsalar da onların en büyük mücadeleleri Israel'e karşı kampanyalar için bağış toplamak, Israel'e "sözde" barış filoları düzenlemek. ( Bilindiği üzere, bu filolardan bir tanesi 2010 yılında, içinde bir çok teröristin de bulunduğu radikal islamcılarla, Israel kıyılarına varan filoydu. Israelli askerlere demir sopalarla saldıranlardi.) 

Bu organizasyonların başlarında özellikle etkili konumlara sahip kişilikler  Hizbullah, Hamas ve Filistin Kurtuluş Hareketiyle ilintili kişilerdir. Bu insanlar Israel'de sivil hedeflere saldıran, Israelli sivilleri hedef alan teröristlerdir.

Aralarından bir tanesi, üç sene önce Batı Şeria'da babası ve ağbisiyle birlikte gezerken, uzaktan kumandalı bir bombanın patlatılmasıyla öldürülen 17 yaşındaki Rina Shnerb'tir...

Israel'in son dönem güvenlik kaygıları gittikçe artarken kimi alınan kararlar uluslararası platform'da rahatsızlık vermeye devam ediyor ve edecek. 

Batı Şeria'da yeni yerleşim yerlerine yeniden yeşil ışık yakıldığı bugünlerde Israel'ín Amerika dahil bir çok "dost" ülkeyle bir kez daha zorlu zamanlardan geçeceği bellidir. Ancak öncelikli sorumluluğumuz  güvenliğimizdir!. Bu bilincimiz yerinde olduğu sürece bütün dünyayı karşımıza alacağımız anlar olsa da öncelikle ayakta kalabilmek için ne gerekiyorsa yapmaya devam etmemiz şarttır. Çevremizde bu kadar çok düşmanla yaşarken böylesi küçük bir ülkenin kendini şansa bırakmak lüksü olamaz!!!


Batya R. Galanti



26 Ekim 2021 Salı

Buralarda son durum


Bu bölgedeki esas savaş, din palavralarıyla bölgeye hakim olmaya çalışan tarikatların menfaat savaşları. 



                                       Türkiye'de tutuklanan Arapların üzerlerinden çıktıkları iddia edilen kimlikler

Geçtiğimiz günlerde Israel'le Hamas arasındaki dolaylı görüşmelerde bir anlaşmaya varılarak hapishanelerde devam eden Hamas militanlarının açlık gevine son verildi.

O gün bugündür, etraf yeniden sükunete kavuşmuş gibi. Hapishanelerde devam eden gerginlik şimdilik sonlandı. En azından ikinci bir emre kadar. Yeruşalayim'de devam eden ayaklanmalar, otobüslere fırlatılan taşlar ve günlerce süren vandalizme şimdilik bir ara verilmiş gibi.

Bu arada Türk basını Israelli polislerin Al Aksa'ya asker postallarıyla girmelerini kınamışlar. Çok esef duymuşlar. Müslümanların kutsal mekanlarını Israelli asker ve polisler postallarla kirletmişler. Haklılar, bir dahaki sefere etrafa taş ve molotov kokteyleri atan militanların peşinden koşan güvenlik kuvvetleri önce dışarıda ayakkabılarını çıkartırlar. Hatta ufak bir jest yapıp bir de abdest alırlar. Siz yeterki üzülmeyin!!

Hamas'la ve Hizbullah'la bitmeyen gerginlik kimi kalp hastalarının kalp atışları gibi, bir inip bir çıkan, düzensiz çarpıntılarla ortaya çıkan bir rahatsızlık sanki. Bir anın değeriyle uymadığı, hiç bir şeye güvenemeyeceğiniz bir durum bu. Bir taraftan sakinlikten, antlaşmadan bahsedilirken ertesi gün bakarsınız etraf yeniden ateş topuna dönmüş.

Geçtiğimiz günlerde Israel kuzey cephesi komutanı yeniden konuştu.  Gelecek savaşta Hizbullah'ın günde 2000 roket atacağı bekleniyor! dedi bir kez daha. Her defasında tekrarlıyorsunuz. bizim bu bilgiyle ne yapmamız gerekiyor?  Nasıl bir hazırlık yapmamızı bekliyorlar?

Hamas'la son çatışmada  bir kaç günde yüzlerce roket yeterince korkutucuydu.

Israel Güvenlik sistemlerinin atılan roketlerin yüzde doksanını yakaladığı düşünülürse, Bu şekilde üzerimize bir günde atacakları 2000 roketin yaklaşık 200 tanesinin  insanların üzerine düşeceği hesabı ortaya çıkıyor!! Peki sığınaklarımız hazır mı? Bir anda başlayacak bir savaşta biz dokuz kat aşağıda bulunan sığınağa nasıl ineceğiz? Bunları düşünmüyoruz!!

Ya da Israel Hükümeti orduyu hazırlarken, siviller ne derece hazırlar böyle bir savaşa?

Bir gün bu tip haberlere uyanıyoruz. Ertesi gün de Israel Hükümetinin, İranı vurmak için 1.5 Milyar dolarlık bir bütçe ayırdığı haberleri ön başlıklarla yayınlanıyor.

Sanırım son dönem seçilen, daha muhafazakar ve eskisinden de azılı Israel düşmanı yeni Cumhurbaşkanı İbrahim Reissi'yle,  Israeli ihya edecek bir antlaşmanın elde edilmesinin pek mümkün olmadığına inanan Israel Hükümeti bu ülkeye askeri bir saldırı gerçekleştirmeye hazırlanıyor. 

Bu son çarenin biz istesekte istemesekte ordunun programında, masada hazır bekleyen ve belki de pek uzakta olmayan kaçınılmaz bir son çözüm olarak görüldüğü ortada.

İran'a saldırı demek, bu ülkeyle bir kaç cephede birden savaş demektir. Güneyde ve Kuzeyde belki de Israel tarihinin en ateşli, en çok kayıp getirebilecek bir savaşına girmek demek olacak.

Böylesi bir savaş için Israel, bugün elinde olmayan kimi yeni savaş sistemlerini satın almak niyetinde görünüyor.

Geçtiğimiz günlerde Bennett Putin görüşmesinin ardından, basına yansıyan haberlere göre, bugüne dek sürdürdüğü Ortadoğu politikasına devam edebileceğine dair Putin'in Israel'e yeşil ışık yaktığı söyleniyor. Yani Netanyahu zamanında devam eden kimi kontrollü ve karşılıklı istihbarat üzerinden Suriye ya da Lübnan topraklarında devam eden saldırılarına Rusya, kendi çıkarları zarar görmedikçe engel olmayacak. Yani durum aynı şekilde devam edebilir dendi. En azından şu an için. Arada İran'ı silahlandırmaya da devam eden aynı Rusya, İran'la yakın askeri işbirliğini de sürdürüyor.

Ortadoğu'daki kaygan zeminde çok akıllı hareket etmek gerekiyor. Bugüne dek güç dengelerinin bölgeyi ele geçirmek için mücadeleden başka hiç bir savaşı olmayan bu bölgenin karanlık rejimlerinin ortasında Israel'in varolma savaşıdır bu.

Radikal akımların kendi aralarında ve her birinin size karşı olan silahlı çatışmalarının arasında kendinizi en ileri teknolojiyle savunmak zorunda olduğunuz bir yaşam, bir politika!!

Her gün olası yeni bir süprize uyanmak ihtimalinizin olduğunu bilerek devam eden bir yaşam.

...................................

Arada Türkiye'de Erdoğan rejimi yeni yepyeni senaryolar yaratır gibi görünüyor bana!

Geçtiğimiz günlerde Erdoğan'a yakınlığıyla bilinen Sabah Gazetesi kocaman başlıklarla Türkiye gündemine bomba haberlerle günü açmış.

Bence, Erdoğan'ın halkının gözünde gittikçe düşen değerini yükseltmeye yarayabilcek ilginç bir senaryo izlemini veren haberler bunlar.

Türk Milli İstihbarat'ı MİT, sözde aylarca süren takibinin sonunda, Türk topraklarında faaliyet gösteren 15 Mossad elemanını ele geçirmiş.

Ve haber başlıklarına bakarsanız, bu olayı Türkiye Mossad'a karşı Mit'in büyük başarısı olarak göstermiş. İlginç olan, Türk topraklarında, Israel Güvenlik Birimlerine bilgi sızdırmakla görevli olan ajanların hepsi de Arap.

Okay Mossad için çalışan Arap olamaz mı? Olabilir. Sorun bu değil. Sorun bu Araplardan en az bir iki tanesinin Israel'de güvenlik suçuyla hapis yatmış Hamas teroristleri olmaları!!

Mossad, Hamas militanlarını kendi güvenliğini temin altına alacak faaliyetlerde mi kullanıyormuş??

Bir de gazetede yayınlanan haberde konulmuş olan resim çok ilginç. Sözde militanların üzerinde bulunan kimliklerin bir fotoğrafını koymuşlar. Ajanların kimliklerinde MOSSAD yazıyor.

Ne zamandan beri, son derece gizli olmaları gereken ajanlar, MOSSAD yazılı kimlik taşıyorlarmış?

Bu nasıl bir uydurmasyondur??

Erdoğan, Ankara'da barındırdığı Hamas büyükleriyle birlikte Israel'in puanını kendilerince düşürüp, kendi hanesine uydurma senaryolarla gol yazmakla meşgul sanırım.

Devam eden  agresif politikasıyla, Türkiye'nin dış ilişkilerini klasik bir Ortadoğu komedisine döndüren Erdoğan,  geçtiğimiz günlerde Osman Kavala'yı hapisten çıkarması için baskı yapan 10 önemli ülkenin Büyükelçilerini de Persona Non Grata ilan ederken, tam bir delinin ellerine düşen Türkler 'e de ayrıca kolay gelsin demek lazım!!!

Bizim de yaşadığımız bölgenin kaderi bu. Zavallılaştırılan halkların kabile yönetimlerinin,  diktatörlerin ellerinde daha da zavallılaştırılmaları. Kimse burada yaşayan halkların daha rahat bir hayat seviyesine, daha özgür bir yaşama kavuşmaları için savaşmıyor. Bu bölgedeki esas savaş, din palavralarıyla bölgeye hakim olmaya çalışan tarikatların menfaat savaşları. Biri diğerine ve herkes Israel'e!!!

  

Batya R. Galanti

25 Ekim 2021 Pazartesi

Geceyarısı maceraları!!

İnsan vardır yatağında sakin sakin uyur. İnsan vardır, yorganı ve yastığıyla ve eğer yanında birlikte uyuduğu biri varsa onunla birlikte yatağı savaş alanına çeviririr.

Mesela kızımla kim uyursa sabah şikayet ederek kalkar. Arkadaşları Danielle'in tüm yatağı kapladığını iddia ederler. Bilmem artık bu da bir hiperaktivitemidir yoksa çok derin uyku uyuyan kişilerin kendi bedenlerinin kontrolünü kısmen yitirmeleri gibi bir durummudur?  Kimileri de gece hangi şekilde uyuya kalmışlarsa sabah aynı pozisyonda, aynı noktada uyanırlar. Ben sanırım biraz öyleyimdir. Kimi uykusuz geçen gecelerde oraya buraya dönsemde durmadan, uykuya daldıktan sonra sanırım normal bir uyku tempom vardır.

Geçenlerde oğlum gecenin bir yarısı salonda oturan babasının yanına giderek, "Baba yataktan düştüm!!"demiş.  Genelde küçük çocuklar düşer yataklarından. Biz büyüklerse ilginç bir bilinçaltı hakimiyetinden mi bilmem sınırımızı bilir onu aşmadan sabahı buluruz.  En dar yerde bile yatsak o küçücük alanda sabaha kadar olduğumuz noktada dönerek uykumuzu tamamlarız. Rahat etmesekte sorun olmaz. Oğlumsa 17 yaşında yataktan düşmeyi becermiş sonunda.

Ben 7-8 yaşlarımdayken bir sabah yatağımın altında uyanmıştım. Gözlerimi açtığımda ben değil de sanki yatak benim üzerimdeydi. Ne olduğunu anlayana kadar bir iki dakika burnumun ucunda duran şilteye gözlerim dikilmiti. Bir de, eğer yataktan düştüysem nasıl olurda o anda uyanmamış olduğuma şaşırmıştım. Ve nasıl olur da bir yerim incinmemişti? Biz büyükler yataktan düşsek herhalde acısı kötü çıkar. Ancak zaten normal şartlarda, uykuda bile çalışmaya devam eden bilinçaltımız vücudumuza hala daha yeterince hakim olduğu için bu tip şeyler bir büyüğün başına çok ender gelir. Ama ben ender desem de bundan seneler önce annem bir kez gerçekten yataktan düşmüştü!!! 

İstanbul'dan buraya kalmaya geldiği zamanlardı. Israel'de daha ikinci senemdi. Bir sabah, ben işe gitmek için hazırlanırken, daha saat altı buçukta annemin yattığı odadan topallaya topallaya salona geldiğini gördüğümde şaşırmıştım. "Anne ne oldu sana?" derken. Annem bana yataktan düştüğünü söylediğinde, Nasıl olur derken.. Annem uykusunda bir yerden kaçmak için bir çukurun üzerinden atladığını gördüğünü ve gerçekten uykusunda sıçramaya kalkınca kendini yerde bulduğunu anlattığında inanamamıştım. Ağrıdan yürümekte zorluk çektitiğini görüp onu acile götürdüğümde ayağının kırık olduğu ortaya çıkmıştı.  Böyle bir kaza Israel seyahatindeki en son planladığı şeydi diye gülmüştük bir yerden sonra.  Bir buçuk ay alçıyla zıplaya zıplaya yürüdüğü günlerde; "Oysa ben seninle gelinlik bakmak istiyordum!!" diye hayıflanıp durmuştu.

Annemin bir defa da uyur gezerlik denemesi olmuştu geçmişte. 

Kapıya doğru gittiği an kendisine gelmiş olması bir şanstı.

Babamın vefaatinin ardından bir gece kendini güzel mobilyalar olan bir salonda görmüş. Gecenin bir yarısı evinin salonunda müzedeymiş gibi gezerken;  "Bu ev bana ne kadar tanıdık, hatta benim evime ne kadar çok benzyor " diye düşünceler sıralanırken kafasında, kapının yanında, tam kilidi açacağı an kendine gelmiş.

Oğlumsa sık sık yattıktan bir iki saat sonra birden salona gelir ve etrafta hayalet gibi turlamaya başlar.

Ben önceleri uyanık olduğunu zannediyordum. Eşim, "Uyuyor!!"dediğinde inanamadım. Ve gerçekten sonradan,  o anlar ona verdiğimiz komutları otomatik olarak yerine getirdiğini farkettim. "Gal yatağına git!" dediğimizde, gerisin geriye odasına gidip uykusuna kaldığı yerden devam ediyor.

Geçtiğimiz aylardaysa bu sefer Gal bir gece beni korkuttu.

Geceyarısı kalkıp mutfağa gitmek istemiştim. Odamdan çıkıp salona gittiğimde birden karşı koltukta karanlıkta, bacak bacak üstüne atmış oturan bir erkek gölgesi gördüğümde, o uykulu halimle kalbim ağzımdan çıkacak gibi olurken aynı saniyelerde karşımda oturanın Gal olduğunu anlamıştım. O ilk anlık süpriz bile beni yeterince korkutmuştu.

Ve yine geçtiğimiz aylarda evde yaptığımız tadilat günlerinin getirdiği yorgunlukla bir gece eşimin çok komik bir macerası oldu..

Bir gece çok yorgundu. Oturduğu koltukta yine  uyuyakalmıştı. Bense mutfakta tam kendime içecek bir şey hazırlıyordum. Bir çok sefer olduğu gibi yarı uyur yarı uyanık benimle konuşan eşime cevap verdikten hemen sonra elimde fincan salona doğru dönüp baktığımda bir saniyeden diğerine onun koltukta olmadığını gördüm. Israel!! neredesin?  derken.. Baktım sokak kapısı açıktı. Saat gece yarısı 12'ye geliyordu. Kapıdan dışarı çıkıp baktığımda Israel dışarıda değildi. Eve geri döndüm, odaya doğru gittim orada da yoktu. Salona yeniden dönüp kapıya tekrar ulaştığımda, yan daireden çıkan kocamı gördüğümde ne olduğunu anlamadım. Sanırım o da ne olduğunu anlamamıştı. Yorgunluktan odaya doğru gideceğine dışarı çıkıp komşunun kilitli olmayan kapısını açıp evlerine girmiş!!! Seni görünce ne yaptılar ? dedim. Salonda oturuyorlardı.  Onları karşımda görünce kendime geldim. 

Israel; "Pardon yanlışlık oldu!"deyip geri çıkmış...

Ben yan komşumu birden salonda bulsam ne yapardım bilmem. Üstüne üstlük bu insanlar yirmi senedir yan yana oturduğumuz eski komşularımız da değiller. Daha bir kaç ay önce bu daireye taşınan genç bir çift onlar. Kim bilir neler düşünmüşlerdir?!!!

Israel sanırım ilk kez bu derece yorgundu!!

Gece girdiğimiz yatağımız genelde en sakin, en sessiz, en kişisel alanımızken kimileri için geceleri de farklı maceralar yaşadıkları yerler oluyor. Hatta yatağın dışına taşan bu maceralar anlata anlata bitirlemez, komik hikayelere dönüyorlar!!

İyi ki hayatta komik şeyler de var...

İyi ki hayata sadece ciddi gözlerle bakmıyoruz. 

İyi ki bizi bir çok açıdan güldürebilen bir beynimiz var!!!


Batya R. Galanti

 




21 Ekim 2021 Perşembe

Irlandalı Yazar Rooney Israeli boykot ediyor

 

Israel'in Ortadoğu'daki işgalinden bahsedenler var hep. Nereye gitseniz aynı şey herkesin düşüncesinde . Bu çok adil dünya düzenini kirleten bir devletin kocaman bir toprağı işgali (!) İngilizleri, İrlandalıları, İskoçları, Hollandalıları, Belçikalıları,  Avustralyalıları Amerikalıları... çok ama çok rahatsız ediyor.

Öyleki şimdiye kadar çok sevdikleri (!) Yahudilerden şimdi çok ama çok nefret eder duruma geldiler.

Amerika'da ve Ingiltere de son zamanlarda Yahudi karşıtı bir sürü olaylar oluyor. Antisemitizm'in boyutları boyumuzu aşar oldu. Halbuki bugünlere dek hiç böyle şeyler yaşamamıştık 😕😁

Geçtiğimiz hafta İrlandalı yazar,  Sally Rooney BDS'se destek çıkarak, Israel işgaline son verene dek, kültürel alanda da olmak üzere bu devleti her hususta boykot etmenin doğru olduğunu savunarak, son kitabının İbraniceye çevrilmesine karşı olduğunu ve buna engel koyduğunu açıklamış.

Ona göre, Israelliler kendilerine ait olmayan toprakları işgal ediyorlar. Ona ve diğerlerine göre Yahudiler buralarda olmamalılar. ( Yahudileri eminim İrlanda'da da istemezdi Rooney!!) 

Dünyanın başka hiç bir yerinde bir tane daha Yahudi ūlkesi olmadığını bilse ya da bilmese farketmiyor. Bu ūlkenin boyutları ve sınırındaki sorunları da ona farketmez mutlaka. 

Yahudilerin bugüne dek sahip olmuş oldukları tek topraklar, Kenaan topraklarıdır. Ortaya cikarılan 2000 yıllık kalıntılar Yahudilerin varlıklarının  belgelerle ispatlandığı yer Israel. Yahudilerin binlerce yıllık tek tarihi evleri burasıdır. Bize ait başka bir evimiz hiç olmadı.

Ancak yine de Tanrının buraları bize söz verdiği hikayesinin sizi  ilgilendireceğini zannetmiyorum. Ancak, bugūnlere dek Diaspora'da özellikle siz Avrupalı kadeşlerimizden gördüğümüz iyi niyet ve kucak dolusu sevginin (!) ardından ne yapmalıydı bu millet???

Nerede olmamızı istersin Rooney??

Senin bir yerin var değil mi?? Hatta bu dünya'da kaç Katolik ülke var??

Kaç Protestan ülke var??

Kaç Müslüman ülke var??

Kaç Arap ülkesi var??? 

Ya peki tarihte, İrlandayı,  ( "sahip oldukları ülkelerini ")  yeni ufuklar, yeni maceralar, yeni bir hayat ve daha fazla imkanlar peşinde koşmak için arkalarında bırakarak, yeni yerlere göç eden Irlandalıların ( onun dedelerinin ) ,  özellikle yeni kıta'da, Amerika'da ele geçirdikleri topraklardaki yerli halka neler yaptıklarını sorsam????

Esas siz Amerikayı terk edin desem??

Avustralyayi?

Yeni Zelandayi?

Kanadayı!!!!

İşgal ettiğiniz tüm topraklardan çıkın desem ben!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! Önce siz çıkın!!! Geri verin başkalarından, gerçekten çaldıklarınızı..İnsanlıklarını, kültürlerini, dillerini ve en sonunda da varlıklarını!!!! Siz kimsiniz??!!!! Oradaki yerlilerin bir çoğu yok oldular!! Belki de bu yüzden rahatsınız bugün..geri verilecek adam bırakmadınız ?!!! Kaçı gitti kaçı kaldı??

Rooney'nin bu topraklarda yerlilere kendi babalarının.... İrlandalıların, İskoçların, İspanyol ya da diğerlerinin ne yapmış oldukları umurunda değil!! Bu yerlerde bir tarihin nasılsa, neredeyse sıfırlandığını düşünmez tabii.

Halbuki, Israel'de bugün bizimle beraber yaşamaya devam eden kocaman bir Arap toplumunu göz ardı ediyor. Israelli Arapları. Bu ülkedeki nüfusun yüzde yirmisinin, bugünlere dek bizimle savaşanların teşkil ettiğini bilmiyorlar mı?

Gazze ve Yehuda Somron'da yaşayanlardan bahsetmiyorum ben. Israel'de bizden olanlardan bahsediyorum!!. Burada hemşirelik yapanlardan, doktorlardan, memur ya da şoförlerden.. Parlamento'daki koltuklarından kalkıp hastanede yatan Hamas teröristini ziyaret eden Arap milletvekillerinden bahsediyorum. Israel'de doğan, okuyan, çalışan, emekli olan Arap kadınlardan. İki milyon Araptan. Buradaki ikinci konuşulan dilden. İkinci bir kültürden bahsediyorum....Yaşayan ve soluyan insanlardan!

Bence  Kolonializimi Avrupalı beyaz adama sormak lazım...

1492' te vardığı yeni kıtayı keşfeden Colombus'un ardından buraları işgal edenlere sormalı,  bu kıtanın "insanlarına" neler olmuş diye?

Binlerce değil, milyonlarca yerli Amerikalıya neler oldu??  Kıtanın gerçek sahipleri neredeler?

İşgal, sömürgecilik, kölelik, katliamlar, tecavüzlerle dolu bir tarihten geriye ne bıraktılar? 

Buradaki halkların yüzde doksan beşini yok edenlere sorsam??

Ya Afrika'daki işgali sorsam onlara??

Bugüne dek yeryüzünde devam eden o üstü kapalı ( ???!!!)  sömürünün arkasında yatan bir çok çirkinlikleri, kötütükleri, dünyanın gerçek yüzünü göz ardı edenler, masum olan hiç bir ülkenin olmadığını bilenler sadece Israelle uğraşmakla meşguller...

Ya 1915'te bir buçuk milyon Ermeniyi yok eden Osmanlının çocukları, İzmir'deki Yunanlı, Ermeni nüfusunu diri diri yakanlara ne demeli??.. Edirne'de Yahudilere pogromlar yapanlara? Hiç sebepsiz??? Yahudilerin varlığından bile rahatsız olanlara..  Onlar halbuki sabah akşam Israel'e katil diyorlar... Kendileri, Kuzey Irakı bombalarken oradaki halka çiçekler atıyorlar mutlaka.

Dünya halklarının bugüne dek yazdıkları "masum" tarihi kirleten bir Yahudi Devleti var, insanları çileden çıkartan!!

Bir milyardan fazla nüfusa sahip olan Müslüman dünyasının ortasındaki bu kırmızı işaretli "kolonialist" ülke herkesin kıçına diken gibi batmaya devam ediyor.


20 Ekim 2021 Çarşamba

Israel'de bir düğün


Neve Şalom'daki düğünleri anımsadım geçen gün.

Geçen gün gittiğim bir düğünde, bahçenin bir köşesinde kurulmuş çiçeklerle bezeli hupa'ya doğru, anne babasının kollarında yürüyen genç damadı gördüğümde hatırladım Istanbuldaki düğünleri.

Daha çoğu 20'li yaşların başlarında iken evlenen Yahudi kızlarını anımsadım. Ne isterlerse olsunlar, ister üniversite'de okusunlar,  ister çalışsınlar, ister hiç bir şey olmasınlar, belli bir yaşa geldikleri gibi cemaatin onlardan beklentisiydi evlenmeleri. İçimizden olan, kendi buldukları ya da kendileri bulamazlarsa etraftan ayarlayacakları biriyle tanışıp mutlaka evlenmeleri şarttı. 


                                                          Istanbul Neve Şalom'da bir düğün

Zaten, Neve Şalom'un kapısından içeri gelinlikle girmek bir çoğunun en baş hayali idi. Anne babanın kollarını bırakıp damadın kollarına teslim olmak.

Benimse en çok karşı çıktığım şeydi bu belki. Sadece birilerinin size doğru olduğunu söyledikleri bir yoldan gitmek. Kendime anne ya da babamın ya da toplumun isteği doğrultusunda bir yol çizmek. İlle de onların kabul ettiği şekilde davranmak. Bu beni delirtirken, yeri geldiğinde sinagoga karnı burnunda giren kimi hamile arkadaşlarımı gördüğümde durumumuza adeta acıyordum. Küçücük bir toplumda yaşayan esirler gibiydi bu insanlar. Cemaatin kurallarına göre yaşamaları gerekiyordu.

Anneme ille de siz istediğiniz için kendime damat bulmak zorunda olmak ne saçma derken, insanların farklı hayalleri olabileceğini anlatmakta zorlanıyordum. Çünkü DNA'imize işleyen en büyük özelliğimizdi bizim; " kimliğimizi korumak". Bunun da birinci kuralı erken yaşta cemaatten biriyle Neve Şalom'da okunacak duayla hayatımızı birleştirmekti. Benimse neleri hayal ettiğimin hiç bir önemi yoktu.

İstanbul'un karanlık havasını bırakıp gittiğim güne dek, ben  kendi dilediğim şeyi yapmakta diretmiştim, herşeye ve herkese rağmen!!

Geçen gece. törenin en başlarındayken Neve Şalom'daki o nikahlar canlandı gözümde. Edilen duaların çoğunu anlamadan Amen dediğimiz, her nikahta mutlaka devlet büyüklerine de "braha" gönderdiğimiz, yani kutsadığımız! ( Tora'ya göre Yahudilerin yaşadıkları ülkenin başına dua etmeleri bir mitzvadır!) O bizim kendi halimizdeki Sefarad düğünlerimizi!!!. Kadınların sağda erkeklerin solda yerlerini aldıkları düğünde, Türk Sanat Müziği makamında edilen duaların Amen bölümlerinin geri plandaki koro tarafından Aşkenaz-Israel müziği tarzında okunuşu,  törenin müzikal yönüyle ilgili hafif bir ikilem yaratırdı kulağımda. Oryantal dualara eşlik eden batılı tarz bir koronun yarattığı alakasızlıkların bütünlüğü belki de İstanbul'daki Yahudi toplumunun doğuyla batı arasında sıkışıp kalmış olan kültürünün bir yansımasıydı.


                                                               Israel'de bir düğün
 

Ve ben bir anda bugüne dönüverdim. Hupa'nın altında biraraya gelen iki ailenin ortasında, başlarının üzerinde tuttukları tallitin altında  mutlulukla gülümseyen çifte doğru dönük duran Rav'ın elinde tuttuğu mikrofondan evlilikle ilgili bir fıkra anlatarak başlattığı tören bana kimi geleneklerin burada tamamen özgürluğe salınmışlığını hatırlatıyordu. Israel'de bir bahçenin orta yerinde biraraya gelen insanlar kurulan bir yuvanın mutluluğunu paylaşmak için biraradaydılar.

İstanbul'da son senelerde büyük güvenlik önlemlerliyle girdiğimiz sinagogun içindeyse hiç bir zaman tam olarak güvencede olmamıştık. Yaşadığımız topluma yabancıyken, tekrardan yaşanabilecek bir olaya karşı olan korku farkında olmasakta hep içimizdeydi. Başımıza bir daha benzer bir felaket gelmemesi için gösterilen çabalarsa bunu zorla sağlamanın bazen imkansız olduğunu kanıtlayacaktı bir gün ve  bir kez daha.

2020'de koronanın engel olduğu düğünler bu sene yapılmaya başlandı. Hupa'nın altında birleşen çiftler şimdilik nikahları kıyılırken mutlulukla gülümsüyorlar. Sonuçta bu ülkede evlenenler dünyanın diğer normal ülkelerindeki gibi kendi istedikleri zamanda sadece  kendi seçimleri doğrultusunda bir insanla hayata gülümsüyorlar, korkusuzca ve özgürce!!!


Batya R. Galanti






Bu sabahta tatlılardan konuşsam?

 

Geçenlerde bulunduğum bir toplantıda bana baklavaları gösteren bir dostum, "Bak orada baklavalar var! Tam senlik "dedi... Tam benlik mi?!! Yok kalsın. Ben Israel'e geldiğimden beri baklavalara elimi sürmüyorum. dedim. Neden mi? Çünkü Türkiye'de baklava yemiş olan birinin Israel'dekileri sevmesi çok zor. Burada baklava yapmayı bilmezler.

Ortadoğu'da ün yapmış bir çok yemek ve tatlının çıkış yeri neresidir diye düşünüyorum. Ortadoğu ve Akdeniz mutfaklarının özelliği olan bir çok yemek ve tatlılar tam olarak hangi ülkeden hangi kültürden çıkıp bu bölgenin tümüne yayılmış tam açık değil sanırım.

Mesela Türkler mantı çok severler. Ve ben Israel'e geldiğimde, Azerbeycan ve Türkmenistan taraflarından Israel'e göç eden Yahudilerin de mantı benzeri bir yemekleri olduğunu gördüm. Aynı şekilde,  Avrupa'ya, uzanan hamurişi yemeklerin, özellikle İtalya'da yenen makarna ( spagetti ) ya da  Ravioli gibi hamur yemeklerinin, binlerce yıllık Çin Kültürünün, Çin yemeklerinin Avrupa'ya kadar uzanışının bir işareti olduğu söyleniyor.

Türklerin de Orta Asya'dan Anadoluya geldiklerini hatırladığımızda, oralardan Anadoluya ve Akdenize hamurdan yapılan tatlıları getirmiş olabilecekleri mümkündür.

Ortadoğu'da hangi durakta durursanız en sık rastlayacağınız yemekler, kebaplar, falafel, mezeler ve kimi ortak tatlılardır. Ve sanırım bu tatlıları en iyi yapanlardan biri Türklerdir. ( Bir tek falafel Türkiye'ye girmemiş )

Ve ilk başta söylediğim baklava da bu bölgede her köşede yenilen bir tatlı. Ancak sanırım işin gerçek ustası Türkler.  Türk kahvesinin yanında da zaman zaman ikram edilen baklava çok tatlı seven biri değilseniz içinizi bulandırsa da dünyanın en bilinmiş tatlılarından biri sayılır.

A bir de şimdi ben Türk kahvesinin yanında diye başlarken beni bir Yunanlı duysa o Türk kahvesi değil, Yunan kahvesidir der.

Bu bölgenin bir çok yemekleri, mezeleri ya da tatlıları size her yerde benzer bir atmosferi yaşatırken,  Mesela Türklerin Yunanlılara baklavayı hediye etmiş olduklarını tahmin etsekte bir çok şey sadece iki kültürden gelen insanların tartışmasına açılabilir mi? O zaman da ortaya belki de güzel bir kavga çıkar. Hahaha özellikle birbirlerine bazen dostluk çoğu zaman da hısmi duygular besleyen, Türk ve Yunanlıları güzel bir rakı ya da uzo masasında oturtsak, neler olur? Şarkı söyleyip, tabak kırıp halay mı çekerler, sirtaki mi yaparlar yoksa birbirlerinin boğazlarına mı yapışırlar, bu iki benzer kültürün yan yana yaşayan uzak, yakın komşuları ??!!

Şurası bir gerçek ki, Türkler Osmanlı döneminde hakimiyet kurdukları Balkan toplumlarından ve Doğu'da Araplardan kendi mutfaklarına bir çok tatlar kattılar.

Bazen de galiba ustadan usta çıkabiliyor. Biri diğerinden öğrendiğini zamanla geliştirebiliyor...

Baklava'ya yeniden dönersem ( Baklava önemli bir konu :) ) dediğim gibi Israelli Arapların sattıkları baklava  içine yükledikleri şeker miktarıyla şekerlenmiş, hamur yaprakları birarada bir tek kalıba, bir bloka dönüşmüş gibidir ve şurubuna katılan kimi baharatlarla sözde ekstradan bir aroma eklenerek zenginleştirilme çabalarıyla yeterinden fazla ağırlaşmış bir tatlıdır buradaki baklava. Bir iki denemenin sonunda,  artık baklava gördüğümde en ufak bir özenti yaratmayan bu şeye dokunmuyorum bile,  Ve  buradakilerin yine de baklavayı severek yediklerini gördüğümde  biz Sefaradların Ladino'da kullandığımız bir deyim aklıma gelir benim.  " El quien no tiene la hermosa besa la mokoza!!.... Güzeline sahip olmayan sümüklüsünü öpermiş!!!

Seneler evvel kuzinimin Karaköy'deki Güllüoğlu'ndan getirdiği baklavanın tadını unutmayan Danielle bana bazen, Anne İstanbul'a  baklava yemeğe gidelim mi? der

Benimse baklavadan başka bir sevdiğim şey vardı İstanbul'da.

İstanbul Kosova Et Lokantası'nda yediğimiz bir şeydi bu. Bir de Bakırköy Gelik'te.

İncecik bir kadayıf hamurunun içine konulmuş az tuzlu özel peynirle fırınlandıktan sonra üzerine dökülen şurupla hazırlanan bir tatlıya bayılırdım ben. Yiyeceğimiz eti yada diğer şeyleri değil bir tek onu düşünerek giderdim o iki lokantaya!!

Tabi bu tatlı Künefe'ydi.

Ve şimdilerde son bir kaç senedir Israel'i saran bir künefe tutkusu var.

Ben bir kez bunun da tadına bakmıştım yıllar önce Israel'de. O da korkunçtu,,, Kadayıf'in içini boyayla  renklendirmeyi tercih eden Araplar, adeta çift kaşarlı tosta çevirdikleri tatlıyı gereksiz miktarlarda peynirle boğarken, üzerine ekledikleri gayet sulu ve bir o kadar da tatlı olan şurupla on tonluk bir şeker banyosunun ardından ortaya çıkan şey yenilecek gibi değildi.

Ancak bundan yaklaşık beş sene kadar önce Tel Aviv'de, bir Türk İşletmeci küçücük bir yer açtığı gün Israel'e yeni yepyeni bir künefe (Israel'deki deyişle, Knafe ) tutkusu girdi. Gece gündüz motor gibi çalışanların kuyruktakilere, yerinde yetiştirmeye çalıştıkları sıcak künefeleri ellerine tutuşturup gönderirlerken insana bir merak geliyor, gerçekten bu sefer dedikleri kadar var mı diye?!!

Bir kez tadına baktık. Fena değildi. Ve derken Israel'in her yerinde küçücük künefe dükkanları açılmya başladı. Sonuçta maliyeti çok düşük olan bu tatlı, insanlar için büyük bir kazanç getirebilir. Maaliyeti düşük satış fiyatı ise yüksek tutuluyor.. Derken mantar gibi türeyen künefe akımı insanların şekerini tepeye çıkaracak herhalde....

Geçenlerde o kadar baklavadan, künefelerden konuştuk ki bir Cuma sabahı eşim sabahtan kalkıp, süpermarketten bir gün evvelden getirdiği malzemeleri kullanarak baklava hazırladı.

Nasıl mı oldu? Gerçekten burada  yapılanlardan bin kat lezzetliydi. Ben genelde böyle şeylerin tadına bakmakla kalırken bu sefer bütün tepsiyi yememek için kendimi zor tuttum.


Batya R. GALANTI


19 Ekim 2021 Salı

Israel'de başlayan son gerginlikler

 

Israel Hapishanelerinde kimi güvenlik suçlarından tutuklu bulunan Hamas teröristleri tarafından bir süredir başlatılan açlık grevi devam ederken yaptığı 80 günlük grevin sonunda merkezdeki hastanelerden birine yatırılmak zorunda kalınan 21 yaşındaki tutuklu Miqdad Qawasmeh son günlerde sık sık medya'da haber sebebi olmaya devam ediyor.

Israel İçİşleri Bakanlığı tarafından, ( tahminim kimi güvenlik sırları nedeniyle ) Qawasmeh'in  hangi suçlardan tutuklu olduğu açıklanmazken, Hamas istediği şartları Israel'e kabul ettirtmek amacıyla son günlerde yeniden gerilimi arttırmaya çalışıyor.

Bir taraftan hapishanelerde devam eden açlık grevleri diğer taraftan Yeruşalayim'in doğusunda her gece tekrarlayan sokak gösterilerinin de dozu artmaya devam ederken,  durum geçtiğimiz Mayıs ayında yaşadıklarımızı anımsatıyor.

Geçtiğimiz Mayıs ayında da olaylar benzer bir şekilde başlamış ve bir anda Gazze ile Israel arasında 11 gün süren bir çatışmaya dönüşmüştü.

Bu arada, açlık grevi yüzünden hastanede tutulan militanla, aynı hastanede hemşire olarak çalışan iki Arap asıllı Israellinin, sosyal medyaya yansıyan selfieleri hakkında hastane yönetiminin kendilerinden açıklama beklediği açıklandı.

İki Israelli sağlık çalışanının, bu ülkeye zarar vermek için savaşan bir teröristle resim çektirip bunu medyaya yaymaları kabul edilir bir davranış olabilir mi?

Ve en son bugün aynı terör militanını ziyaret eden (!) Knesset ( Israel Parlementosu )  üyesi, Birleşik Liste Partisinin  ( Arap Partisi )  Başkanı  Ayman Udah ile yine aynı saatlerde hastaneye gelen Yahudi Gücü Partisi Başkanı,  Radikal Sağcı İtamar Ben-Gvir arasında yaşanan kavga da sonunda Arap Parlamenterin sınırı aşmasıyla son buldu. 

Arap Partisi Liderinin bir teröristi hastanede ziyaret etmesi yetmemiş gibi, buraya gelen bir başka parti lideri olan İtamar Ben-Gvir'i elleriyle iteklemeye kalkması,  son günlerde Knesset'te görev yapan kimi parlamenterlerin (?!!)  sözlü dalaşmadan gerçek bir saldırganlığa doğru kaymakta olan eğilimlerini göstermektedir.

Demokratik bir ülkede insanların söz ve hareket özgürlüğünü saldırganlıkla engellemeye çalışanlara karşı mutlaka tedbirler alınmalıdır.

Bir ülkenin birlik ve bütünlüğüne, güvenliğine karşı olan terorist gruplara destek çıkacak nitelikte hastane ziyaretleri yetmemiş gibi, aynı hastaneye, durumu yerinde tespit amacıyla ziyaret eden bir başka parlamentere el kaldırmaya kalkacak kadar kendinde güç bulan Ayman Odeh Knesset'in verdiği dokunulmazlığı kendisi için bir güvence olarak görmektedir belki de.

Böylelerine gereken dersi demokrasi vermelidir.

Sağcı görüşleriyle bilinen Ben-Gvir'e terörist diyen Udah esasen kendisi bir teröristi destekleyerek kendisine seçilme hakkını veren bu ülkeye en büyük ihaneti etmektedir.

Dün Güney'de bir kez daha alarmlar çalarken bugün de Yerusalayim'ın doğusunda, Eski şehrin yakınlarından geçen bir otobüsü hedef alan Araplar otobüsün camlarını taşlarla kırdılar. Büyük bir şans eseri yaralanan olmadı.

Bu son gerginliğin neler getireceğini bekleyip göreceğiz!!


Batya R. Galanti

18 Ekim 2021 Pazartesi

Ölünün arkasından konuşmak

 

Shimon Peres ve Colette Avital


Kimi politikacılar insanların zihinlerinde, beyinlerinde, kalplerinde taht kurmuşlardır. Kimi politikacılar vardır, ülkelerinde tarih yazmışlardır.

Kimi ülkelerin kuruluşlarında, savaşlar ya da kimi devrimci akımlarda rol almış politik figürler o ülke halkları için birer kahramandırlar.  Tarih kitaplarına altın harflerle isimleri geçmiş insanlardır onlar...

Her ülkenin tarihinde o ülke için çok değer taşıyan politikacılar olmuştur.

Israel için değerli ve önemli sayılacak en bilinmiş önderleri de, David Ben Gurion, Moshe Dayan gibi bu ülkeyi kuranların olduğu bilinir.

1948'lere gelmeden, İngiliz Mandası zamanlarında canlarını tehlikeye atan kahramandılar Ben Gurion Moshe Dayan ve Yitzhak Rabin gibiler... 1948'lere gelmeden Israel'deki kurulan yishuv'ların yanı yerleşimlerin güvenliklerinden sorumlu olan Hagana. 1948'de kurulacak Israel Devletinin ordusunun bir başlangıcı niteliğindeki paramiliter örgüt içinde ( İbranice'deki anlamıyla, "Koruma"), ilk savaşan  savaşçılardı bu insanlar.

David Ben Gurion'un yanında olanlardan biri de 1934 yılında, o zamanki İngiliz Mandası zamanındaki ismiyle "Palestine"'e  , Polonya'dan ailesiyle, daha 11 yaşındayken göç etmiş olan  Shimon Persky idi. Israel'e geldiklerinde bir diğerleri gibi adlarını İbranileştirmeyi tercih eden Persky ailesi, Peres ismini seçmişlerdi kendilerine.

Shimon Peres, o zamanki Polonya sınırındaki, ( bugünkü Bielarus)'taki küçük bir yerleşim yeri olan  Wiszniew'den Israel'e göç etmişti. ( Rusya'daki komünist akımların etkisinde kalan Yahudiler,  en çok Aliya'nın olduğu bu ülkelerden gelenler Israel'de sosyalist fikirlerin yerleşmesinde etkili oldular. Sosyalizmin ışığında doğmuş olan Kibutzlar o dönem ilk ortak yaşam kültürünü geliştiren en tanınmış örnektiler.) 

Aynı akımların etkisinde kalan Shimon Peres te kimi kibutzlarda yaşamış ve eşi Sonia Gelman'la birlikte bir zaman tarımla uğraşmıştı. 1941'de Siyonist Genç İşçi Hareketinin başına gelmesi Peres'in ilk politik akımların içine girdiği dönemdi. Daha sonra, Ben Gurion tarafından,  Israel Ordusuna insan gücü ve silah teminatı için görevlendirilmişti.

Fransayla ilişkilerin ısınması için çok büyük çabaları olmuşsa da sonuçta, Fransa tarafından Cezayir'de, Bağımsızlık taraftarı milisleri desteklemekle suçlanmış.

Peres, Israel'in Batı'dan  ilk silahların ithal edilmesinde büyük rol oynamış ve Dimona'daki Nükleer Reaktörün kurulmasını da sağlamıştı.

Daha sonraki yıllarda Israel-Arap barışını sağlamak için en çok çaba harcayacak liderlerin başında gelirken, Filistin Kurtuluş Örgütünün tanınması ve Arafatla 1993'te yapılan antlaşma onun insiyatifi ve çabalarıyla gerçekleşti. Bu da ona 1994 Nobel Barış ödülünü getirdi.

1997'de Peres Barış Merkezini kurdu. Arap-Israel antlamaları ve iki tarafın karşılıklı olarak birbirlerini tanımaları ve ortak bir yaşama öncelik tanıyan bu kurum hala Yaffo şehrinde faaliyet göstermektedir.

Shimon Peres tarihimizde uluslarasıalanda da en çok saygı görmüş Israelli liderlerin başında geldi.

Barışa verdiği şans ve gösterdiği çabalar onun yeterince tanınmasına neden oldu.

Israel solu, Israel Akademisi ve medyası, halk tarafından yeterince sevilmemesine karşılık onu, barışa olan katkılarından dolayı her zaman destekledi. Ancak politik hayatı, hırslı, egosentrik kişiliği yüzünden her daim olumsuz etkilendi. Peres İşçi partisinin öncüsü olarak girdiği hiç bir seçimi kazanmayı başaramadı.

1984'te yapılan seçimlerde Likud Partisiyle kurulan koalisyon hükümetinde ilk başbakanlığı aldığında, 1982 Lübnan Savaşı sonrası yüzde 400'lere varan enflasyonu indirmek için  harcadığı çabalara rağmen seçimleri kazanmadı. Hayatı boyunca kimi dönemsel başbakanlık görevlerine hiç bir zaman halkın oyuyla gelmedi. Ya Rabin'in istifası ardından görevi devraldı  ya kimi koalisyon antlaşmaları çerçevesinde başbakanlık görevinde bulundu ve yine 1996 Rabin suikastı sonrası bir sonraki seçimlere kadar mecburi olarak geçici başbakan oldu.

Israel'de tamamen sembolik bir görev olan Cumhurbaşkanlığına ilk adaylığını koyduğunda bile, popülaritesi hiç yüksek olmayan Katsav'ın karşısında dahi yenilgiye uğradı.

En sonunda 2007'de, Katzav'ın cinsel taciz suçlamaları yüzünden görevinden alındığı gün onun yerine seçildi.

Başbakanlığı zamanlarında, politik kariyerinde kendisini sevdiremeyen Peres, 2007-2014 yıllarındaki cumhurbaşkanlığında yeterince saygı gördü.

Öldüğünde, Barak Obama Amerika'da bayrakların yarıya indirilmesini emrederken, cenazesine 80'den fazla devlet adamı katıldı.

Ancak ölümünden beş yıl sonra, geçtiğimiz günlerde birden bire ortaya atılan iddialar, Israel Devletinin kurucularından, bu ülkenin tarihini ilk yazanlardan biri olan Peres'in hatırasına gölge düşürür nitelikte söylentilerin bir anda açığa çıkmasına neden oldu.

Bir ülkenin en yüksek kademelerinde görev yapmış, sevilmese de yeterince saygınlık kazanmış, yeterince bilgili ve görgülü olarak kabul edilmiş bir insan hakkında ortaya atılan cinsel taciz iddiaları yeni ve büyük bir hayal kırıklığıdır.

Shimon Peres'le uzun yıllar birlikte çalışmış bir kadın politikacının ağzından çıkanlar basında yankı yaparken belki de politik platformdaki bir çok insan duyduklarına o kadar da şaşırmadılar?

Eski Kneset üyelerinden Colette Avital tarafından ortaya atılan şeyler kimi başka kadınların da ağıizlarını açmalarına yol vermiş olmasının dışında, çok bilinmiş, Israel solunun güçlü kalemi Gideon Levy'nin; "Bunları ben Shimon hayatta iken biliyordum!! "diye teyid etmesi tamamen sansasyonel bir haberdir.

Peki insanlar bildikleri halde neden sustular?

Shimon Peres'le aynı odada yanlız kalmak istemeyen kadınların olduğu ortaya çıkarken, bu ülkenin böyle bir şeye göz yummuş olması inanılmazdır.

Ve herşey Shimon Peres'in barış için gösterdiği çabalar, uluslararası toplumdaki itibarı ve acendesine gösterilen boş bir saygıdanmış yani!!

Kadınları odasında sıkıştıran bir lidere göz yumulmuş!

Ve bunlardan biri,  o zaman değil ağzını ancak bugün açan eski politikacı Colette Avital'dir.

O zaman neden sustuğunu sorduklarında " Onun politik çizgisine duyduğum saygıdan dolayıydı!  "dedi.

Bu inanılır gibi değil. Kadının kendine olan saygısı demek ki daha az önemliydi.

Okay demek ki Katzav da daha saygın olsaydı hapise girmeyebilirmiydi?

Bu demek ki, politik acendanıza ve çizginize göre saygı görmekle hapis cezası almak arası değişen bir tepkiyle karşı karşıya kalmanız mümkündür?!!! 

Ben Shimon Peres'i severdim. Benim için örnek bir lider gibiydi ancak bu duyduklarım inanılmaz. Ve solun yeniden böylesi ikilemli davranışları yeni bir hayalkırıklığıdır.

Ölünün arkasından konuşulmaz derler ancak Colette Avital ve diğerleri daha fazla susamamışlar sanırım!!!!


Batya  R. Galanti

14 Ekim 2021 Perşembe

1500 yıllık bir şarap fabrikasının kalıntıları


Geçtiğimiz gün, Israel'in güney şehri Yavne'de iki senedir yürütülmekte olan arkeolojik kazılardan basına ilk kez yansıyan görüntüler insanın ağzını açık bırakacak nitelikteydiler.

Bazen hiç beklemediğiniz bir yerde, tesadüfen ortaya çıkan kimi kalıntıların ilgili kişilerin dikkatini çekmesiyle başlatılan araştırmalarla bir anda, küçücük bir kasaba ya da mütevazı bir şehrin  mahallelerindeki bir arazideki kum tepelerinin  altında gizli kalan 1500 yıllık bir geçmişi ortaya çıkarabiliyor insanlık.

Son iki senedir,  Tel Aviv'in güneyindeki bu şehirde Israel Eski Eserler Kurumu tarafından yönetilen kazılarda çalışan arkeologlar bugüne dek keşfedilmiş en büyük şarap fabrikasını ortaya çıkardılar.

Bizans Dönemine ait fabrika 2400 metre karelik bir alanı kapsıyor. 2 şarap presi, şarabı yıllandırmak ve pazarlamak için kullanılan dört büyük depo, kil ve şarap testilerinin pişirildiği fırınlar ve on binlerce kırık şarap testilerinin bulunduğu bir kompleks bu.

1500 yıl önce, o zamanın en büyük şarap fabrikasının burada olduğunu düşünen arkeologlar, her yıl yaklaşık  2-3 milyon litre şarabın bu fabrikada üretildikten sonra o zamanki Gazze limanından tüm dünyaya ihraç edildiğini tahmin ediyorlar.

Şu an için hala devam eden kazılar, ortaya çıkarılan yeri şimdilik ziyaret edemeyeceğimizi gösteriyor. Hala torağın bir kaç metre altına inen bu yerde usta eller inceden inceye yürüttükleri çalışmalarla yeniden, geçmişi gözlerimizin önüne taşımak için çalışıyorlar,

Arkeologlar 1500 sene evvelinden bugünlere taşınan şarabın yıllanmış kokusunu ne kadar hissediyorlar bilinmez ancak bu tip eserlerin ortaya çıkışı insanı her defasında bir kez daha heyecanlandırıyor.


 




Gözlük takmak

Kızım gözlük takmaktan nefret eder. O da benim gibi küçük yaşta başladı gözlük takmaya. Okulun ilk senesi, ilk günler, tahtaya yazılan şeyleri iyi göremiyordu. Ve böylece, kırmızı çerçeveli ilk gözlükleriyle tanışmak zorunda kalmıştı. Onlarla tanışmak, onları takmak zorunda olmak ilk günden zordu.  Ama Danduş yapısı gereği çok fazla şikayet edip sorun çıkarmazdı. Bu yüzden uzun bir zaman onun gözlük takmaktan bu derece nefret ettiğini bile bilmemiştim. Çok fazla konuşan, düşündüğünü çok anlatan biri değildir kızım. Onun iç dünyasına girmek için üzerinde taşıdığı bir kaç kat kabuğu soymak gerekebilir.  Ancak yaşı iyice büyüdüğünde bana bir gün, artık gözlük takmak istemediğini söyledi. Artık lens takabilecek yaşa gelmiş, meğer hangi yaştan sonra lens takabileceğini biliyormuş.

Bir de kendimi anımsıyorum ilkokulda. Benim ilk kez gözlük taktığım zamanları. Sanırım ikinci sınıfta çekilmiş bir sınıf resmimiz vardı. Gözlüklü ben!! Simsiyah önlüklerle hepimizi sıraya dizdikleri sınıf fotoğrafındaki halim komik gelir bana.  Yandan bakışlarım, başımın iki tarafından sarkmış iki örgüyle. kocaman açtığım gözlerim ve yüzümdeki o şaşımsı ve şaşkın halim...ve tabii bir de kocaman metal gözlüklerim!!  Resimde benim bakışlarım gibi gözlükler de yandan gitmiş gibidirler :))

Osmanbey'de Site Sinemasının biraz aşağısındaki gözlükçüyü anımsıyorum. Sanırım kızım gibi gözlük takmaktan nefret etmiyordum. Umurumda değildi pek. Öyle benimle gözlüklü olduğum için dalga geçtiklerini de hatırlamam. Hatta gözlük satın almaya gittiğimizde, bana dünyaları hediye edeceklermiş gibi sevinirdim. Babam bana bir şey satın alıyordu. Dükkanın içindeki çerçeveleri tek tek yüzüme yerleştirip, hangisinin benim için en iyisi olduğuna karar vermek.... Aslında o zaman gözlük takmak şimdiye göre çok daha zordu bir çocuk için. Gözlük camları şimdiki gibi hafif bir maddeden yapılmazlardı. Bildiğimiz camdan olan gözlükler daha ağırdılar ve bir de düştükleri gibi resmen kırılırlardı. Çok dikkat etmek gerekiyordu. Ve siz daha çocuk olduğunuzdan, ne kadar dikkat etsenizde sonunda mutlaka elinizden düşerlerdi bir gün!! Ve ben azar işitmekten bir hayli korkardım. Okulda ve her yerde taktığım gözlüklerden, bir zaman sonra yamulan  çerçevenin o çokta sevimli olmayan görüntüsüne rağmen şikayet etmezdim. Ancak evde yine de gözlüklerimi sık sık çıkardığımı anımsarım ve annem bu yüzden bana hep kızardı.

Herşeye rağmen bir zaman sonra, genç kız olduğumda modaya uygun gözlüklerimi çantama sokmayı tercih etmeye başlamıştım. Sadece sınıfta, derste, sinemada çıkarmasam da galiba gözlüksüz olmayı tercih ediyordum ben de!!

Bugün çok güzel gözlükler mevcut.  Ve ben büyüdükçe gözlük camları bir hayli hafiflerlerken,  çerçevesiz modeller ortaya çıktılar. Uzun bir dönem küçük gözlükler modaydı. Ve ben bu tip gözlükleri çok sevmiştim. İşin ilginç tarafı, hangi dönem moda nasılsa eskisi insana tuhaf gelmeye başlıyor.

Şimdi birden, Şişli'deki evde, kütüphanedeki albümlerin dışında bir torbada bulunan "tarihi"  fotoğrafların içinden bir genç kızın resmi geldi aklıma. Gözlüklü bir genç kızdı bu. 

Diğerlerinin arasından çıktıkça beni hiç tanımadığım dünyalara götürürdü bu fotoğraf.  Sanırım, büyükannemle büyükbabama dışarılardan bir yerlerden gönderilmiş bir resimdi bu. Ailenin kaybolan tarafına ait bir tarihi belge gibi. Sanırım ya Mexico City ya da Buenos Aires'ten postalanmıştı. Arkasında 1950'lerin başlarına ait bir tarih ve; "Mi querido primo!! " ( Sevgili Kuzenime.... ) diye başlayan bir kaç satır ilave edilmiş bir kadın fotoğrafı.. Birbirlerinden ayrılan aile bireylerinin hala daha aralarında belli bir yakınlığı sürdürmek için çaba harcadıkları zamanlardan kalmış bir anı. Ve daha sonra gelen nesillerin,  kimin nesi olduğunu bile bilmeyecekleri, kaybolan izlerle birbirinden kopan insanları temsil eden bir fotoğraf.  Çok güzel bir bayandı bu. Rita Hayworth'a benziyordu. Siyah beyaz fotoğraftaki bu genç kadının  eski zamanlarda takılan küçücük çerçeveli, yuvarlak gözlükleri vardı. Babamın ya da babasının bir kuziniymiş bu kadın. Bir taraftan çok beğenirdim bu fotoğrafı. Diğer taraftan, Charlie Chaplin'in dönemlerine götürürdü beni. O dönemin siyah beyaz dünyalarına giderdim ben.  Sanki, eski insanların dünyası resimlerdeki gibi, daha bir renksiz, daha matmış gibi canlanırdı benim kafamda... Resimlerdeki gibi siyah beyaz bir hayat düşünürdüm... Ve işte bir de o kadının yüzündeki gibi küçük demode gözlükleri olurdu o insanların...

Bir gün geldi  o tip, küçücük gözlükler bir kez daha moda oldular. Aklıma o kadın gelirdi o gözlükleri gördüğümde. Sanki ayrı bir klas hava vardı aslında bu tip gözlükler takan insanlarda. Belki de yazarları, bilim insanlarını, filozofları hatırlatıyordu bana. Ve  küçük gözlükler yeniden moda olduklarında, çocukluğumdaki minik yüzümde duran o kocaman gözlüklerle dalga geçmeye başlayacaktık bu kez.

Kızımsa artık senelerdir gözlük yerine lens takıyor. Hiç durmadan büyümeye devam eden miyobunu düzeltmek içinse bir gün ameliyat olmayı hayal ediyor.

Bense kuvvetli olan sol gözüme güvenerek çoğu zaman sokağa gözlüksüz çıkabiliyorum. Bu arada aklıma, çocukluğumuzda yanımızdaki dairede oturan komşumuz geldi bu kez. Kadın çok yüksek miyobu olmasına rağmen gözlük takmayı sevmediği için yarı kör dolaşmak pahasına gözlüksüz gezerdi. Bir gün ağbim daha küçük bir çocukken pencereyi açıp dışarı bakmak istemiş. O an kadıncağız hemen yanımızdaki camda duruyormuş. Ve birden ağbimin  dışarı çıkan gölgesini annem zannederek; "A Suzi nasılsın? diye sorunca ağbim ne yapacağını bilemeden içeri kaçmış...

Ve son zamanlarda benim bir multifokal gözlük maceram oldu. Bir taraftan görüşümde hafif bir azalma hissettiğim için diğer taraftan artık gözlük indir çıkar şeklinde okumaya çalışmaktan yorulduğum için kendime multifokal gözlükler yaptırmaya karar vermiştim. Genelde insanların multifokale alışmakta zorluk çektiğini çok duydum.

Böylece bundan bir kaç ay evvel girdiğim büyük bir mağazada, bin bir çeşit gözlüğün arasından bir tanesini seçerek,  optometristin bana önerdiği camlar içinden, tüm seçeneklerden en iyisinde (!!) karar vermiştim. Sonuçta göz sağlığınız söz konusu olduğunda en iyisi olsun istiyorsunuz. Ancak bir gözlük fiyatının böylesi rakkamlara ulaşacağını tahmin etmemiştim. ( Israel dünyanın en pahalı ülkelerinden biri olsa da bu fiyat biraz uçmuştu) Camların kalitesini, rahatlığını ve alışmanın çok daha kolay olacağını tekrar eden satıcının beni ikna eden sözlerinin ardından dükkandan gayet memnun çıkmıştım o gün.

Gözlüklerim hazır olduğunda, bu camlara alışmamın bir hafta on gün sürebileceğini söylediklerinde, sorun olmadığını düşündüm. Ve ilk anda gözlerime yeni gözlüklerim çok güzel göründüler. Hem güneş için de ayarlanmışlardı.

Ancak bu gözlüklerle alışmanın ötesinde başka sorunlar oldu!!!  Onlarla okumakta zorlandığımı farkettim. Numarada sanki bir problem vardı. Güneşte de rahat değildim.  

Bir hayal kırıklığı ben de!!..İnanılmaz!  Zaman geçiyor olmuyor. Dükkana geri gidiyorum, kadın şikayetimi dinliyor. Bir ara eline aldığı gözlükleri evirip çevirdikten sonra anlamadığım bir şekilde çerçeveyi elleriyle düzeltmeye kalkıyor. Merkez noktasıyla oynadığı içinmidir bilmem bu defa gözlükleri taktığımda başım dönmeye başlıyor.. Bir hafta sonra dükkana ikinci kez gidiyorum, artık pek sakin konuşamıyorum çünkü beni oyaladıkları hissine kapılıyorum. Yoksa çerçeveyi elleriyle yamultmak ciddi bir iş yerinin yapmaması gereken bir çalışma şekli olmalıydı diyorum. Bu kez yeniden muayene ediliyorum ve sözde yeni camlar yapılıyor. Ve sonuç değişmiyor. Zaman geçiyor. Olay alışmanın ötesinde bir durum.. Okuma için verdikleri numarada yine sorun var.  Gözlüğü çıkararak okuyabiliyorum. O zaman nasıl bir multifokal bu?

Üçüncü kez gittiğimde, multifokal istemiyorum ben vazgeçtim dedim.. Bana bunu normal gözlük yapın, Ben gözlüksüz daha iyi okuyorum dedim. Sözde verdiğim yüksek ücreti telafi etmek için elimize ekstradan bir güneş gözlüğü hediye ettiler.  Ancak bu gözlüklere verdiğim fiyata benim en az beş gözlük satın almam mümkündü. Yediğim kazıkla kaldım ama boş verdim. Bir daha aynı dükkana geri döneceğimi zannetmiyorum!

Gözlük takmak kimisi için bir güzellik, kimisi için bir cefa.. Aslında doğru seçildiğinde gerçek bir aksesuar bence! Çocukların ve genç kızların çoğu zaman nefret ettikleri gözlüğün aslında çok olumlu etki yarattığı durumlar var. Genelde gözlük takan insanın akıllı olduğuna dair bir intiba uyandırdığı bilinen bir psikolojik aldanmadır. Ya da ille de gözlük takan kişinin çok okuyan, çok çalışkan insanlar oldukları düşünülebilir. Ve aynı şekilde daha ciddi insan oldukları fikri de oluşabilir. 

Gözlüklerin bir diğer özellikleri de kişinin onları sürekli orada burada unutabilmeleri ve her an her yerde gözlük arama huyu geliştirebilmeleridir.  Gerçi onun da çaresi " Gözlükleri boynunuza bağlamak diyeceksiniz!!"


Batya R. Galanti

12 Ekim 2021 Salı

Ideal politikacı kimdir?

Bu kadına baktığımda, onun her yaptığını tasvip etmesekte ya da her düşündüğüyle bire bir aynı düşünmesekte diyorum ki keşke tüm politikacılar onun dürüstlüğüne sahip olsalardı..


Politikacıları genelde sevmem ben. Belki de politikacıları sevmeyen çoğunluktan biriyim aslında Bunu söylemek belki biraz tuhaf bir çıkış da olabilir çünkü ülkeleri, dünyayı, bizleri iyi kötü yönetenler politikacılardır. Ve onlarsız bu dünyanın dönmeyeceğini biliyor olmalıyım. Ama ya onların ellerinde dönen dünyamız ne durumda diye sorsam?

Peki, bu insanlara bulunduğumuz durumun hesabının tümünü yükleyebilirmiyiz?

Savaşlardan, barıştan, göçlerden, açlıktan, sağlık sisteminden, pandemiden, zenginlik ve fakirliklerden, yeryüzündeki eşitsizliklerden, değişen iklimden, savaşlardan ve barışlardan, kimi ekonomik krizlerden kimler sorumlu?

Görevine dün başlayan Amerikan Başkanı Biden bugün yaşanan tüm olaylardan sorumlu mu? Tamamından? Yok!! Ama belli bir payı var mı? Ne kadar?

Ya diğerlerinin?

Demokratik ülkelerde liderleri seçimek şansımız olsada dünya'da yığınla demokratik olmayan yönetim şekilleriyle yönetilen milyarlar var. Yani dünyanın bir kısmını halkları tarafından seçilmemişler yönetiyor. Kudreti eline geçiren  bu insanların birilerinin toptan kaderini belirlemesine ne demeli?

Seçim şansımız olduğunda peki, lider dediğimiz kişide ne gibi özellikler arıyoruz?

Aslında bizi yöneten politikacıların bir çok olumlu özelliğe sahip olması gerekir.

Bir liderde aradığımız en önemli özellik güvendir. Toplumu, kitleleri peşinden sürüklemeyi berecen insanlar liderliğe yükselenlerdir. Sahip oldukları en önemli seydir belkide karizmaları.  Güçlü kişilikleri, zekaları, problem çözmedeki hızları ve de  hitap yetenekleriyle birlikte gelen inandırıcılıkları toplumları yönetmek için onları ideal yapan özelliklerdir.

Çoğu kez yanıltan taraflarıysa göründükleri kadar dürüst olmadıkları gerçeğidir.

Tabi ki, aralarında kendilerine verilen desteği fazlasıyla hakkeden, ülkelerini en iyi şekilde yönetenler var. Bu insanlar gerçek liderler....Toplumları daha iyi yerlere taşımak için, değişim yapmak ve insanların yaşamlarında olumlu etki yaratmak için savaşanlar var.  Bazı liderler gerçekten kendi hayatlarından feragat ederek, ideallerinde kurdukları toplum için savaşırlar.

Bu tipler ya tarihe geçerler ya da bazen suikaste kurban giderler!!! Problemli yönetimlerdeki ülkelerin kaderini değiştirmek isteyen devrimci liderler hayatlarını her zaman tehlikeye atmakla karşı karşıyadırlar.

Örnek liderlerin genelde demokrasinin yürüdüğü ülkelerden çıkması pek şaşırtıcı olmasa gerek.

Yasaların denetim ve yürütme mekanizmalarıyla tam destek bulduğu demokrasilerde, yolsuzluğun önüne geçen Yüksek Mahkemelerin bağımsızlığının yüzde yüz garanti altında olduğu ülkelerde liderler halklarına hizmet vermek için görev başında olduklarını, herhangin bir devlet memuru gibi maaş aldıklarını bilirler. Her ne kadar güvenlikleri korumalarla garanti altına alınan, devletin en yüksek kademesindeki memurları olsalar da çoğu kez kendilerini başkalarının üzerinde görmeyecek kadar alçak gönüllüdürler.

Buna en iyi örneklerden biri dün, son kez Israel'e bir veda ziyareti için geldi.

2005'te, Almanya'nın başına geçen ilk bayan Hükümet Başkanı olan Angela Merkel'in 16 yıl görevine aralıksız devam ederek, en uzun görev yapacak şansöliyesi olacağına belki de kimse inanmazdı.

Avrupa'da bile bugüne dek erkeklerin ağırlığını sürdürdüğü politik hayatın içine sığan bir demir leydi oldu Merkel. Dediğim dedik olduğu konusunda hem fikir olan bir çok siyasetçi ve liderin hayranlık duyduğu bir insan o.

Son seçimlerde Almanya'da ortaya çıkan karmaşık tablo yüzünden yeni bir hükümet kurulana dek görevde kalmaya devam eden Merkel yakın bir zamanda emekliye ayrılacak.  Bu yüzden, dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olan Almanya'yı temsilen, resmi olmayan veda ziyaretlerinden birini de Israel'e yaptı dün.

Geçtiğimiz Ağustos ayında planlanan ziyareti, aynı dönemde Afganistan'ın Talibanın eline geçtiği olaylar yüzünden şimdiye ertelemişti.

Dün sabah Tel Aviv'e varan Şansöliye burada son derece sıcak bir şekilde karşılandı

Israel'le her zaman yakın ilişkilerini koruyan Merkel dün sekizinci ve son ziyaretini gerçekleştirdi.

Ve Israel hükümetinin yaptığı toplantıda bir kez daha Yahudi Ülkesinin güvenliğinin Almanya'nın öncelik verdiği dış politikalarından biri olduğunu ve bunun gelecek tüm yönetimlerce de devam edeceğini belirtti.

Kurulacak Filistin Devleti'yle,  iki ülkenin yan yana yaşayacağı bir barış planını desteklediğini biliyoruz. Merkel ayrıca Israel'in Yehuda ve Somron'da yeni yerleşim yerleri kurmasına karşı olduğu da açıktır.

Israel'le olduğu kadar Filistin Özerk Bölgesiyle ve Mahmud Abbas'la da yakın ilişkileri olan Almanya, Filistinlilere olan yardımlarını son senelerde kat kat artırmıştır.

İran'la yapılacak bir anlaşmanın bugünkü durumdan daha iyi olduğunu savunan Merkel'le bu konuda tamamen ayrı düşünen Israel, Avrupa ve bugünkü Amerikan Hükümetini İran'la masaya oturmamak için ikna etmeye çalışıyor.

Merkel'e, sadece son istatistiklere göre  % 74'lük bir desteğe sahip olduğu Alman halkı değil, tüm Avrupa ve bizler bile alışmıştık gibime geliyor.

Kararlılığıyla her zaman kendinden emin olan, Almanya'yı en zor ekonomik krizlerden en iyi durumda çıkarmayı başaran, pandemiyi yine en iyi şekilde yönetmeyi beceren bu güleç, sevimli kadın benim kalbimde gelmiş geçmiş dünya politikacıları arasında en çok sempati duyduğum kişi olarak kalacak.

Saygınlığından en ufak bir şey kaybetmeden, her lidere kendini adapte etmeyi beceren, yüzünden gülüşü eksik olayan, insancıllığıyla da her daim, mültecilere Almanya kapılarını açmaktan, ne pahasına olursa olsun çekinmemiş bir örnek olan bu kadın sadece politikacı değil, insan olduğunu da göstermiştir.

16 senedir, aynı kıyafetleri üzerinden çıkarmadan, aynı mütevazı yaşamını diğer herkes gibi sürdürmeye devam eden bu insanı sevmemek mümkün değil.

Bu kadına baktığımda, onun her yaptığı, ya da her düşündüğüyle bire bir aynı düşünmesekte diyorum ki keşke tüm politikacılar onun dürüstlüğüne sahip olsalardı..

 

Batya R. GALANTI

10 Ekim 2021 Pazar

Al Aksa'yı kim yıkacak???


Bazen düşünürüm,  Türk politikasını..  sürekli Israelle çatışmak için yer arayan, fanatizmin içinde, bir günden diğerine, radikelleşen doğduğum ülkeyi... Bir taraflardan, bir yerlerden yine sesler yükseliyor. Ne kadar Türk Medyasıyla ilgim olmasa da, her zaman oradan buradan kulaklarıma yetişiyor bir haberler. Yine ne oldu bu Türklere demek için??! Yine ne oldu ?

Halbuki buralarda  ortada şu an için, öyle dünyayı ayağa kaldıracak bir olay da yok.  Birisi geçtiğimiz günlerde bana mesaj attı; "Neler oluyormuş efendim yine İS-RA-İLLL'de ?

( Bu arada her dilin bir fonetik yapısı vardır tabi. Ve her dil özel isimler dahil olmak üzere, kendi dil kurallarına göre çeviri yapar. Türkçe'deki İsra-il kelimesineyse benim alerjim vardır.. sanırım çocukluğumdan beri, bu ismin ağızlarda kazandığı o kaba saba söyleniş şekliyle, Türklerin buraya duydukları nefret birleşmiş, kulağımda, bu şekliyle; İS-Ra-İL ....!!)

Neler oluyormuş?? Ben bilmiyorum valla!!!  Ama onlar kesin biliyorlardır. Vardır bir şey. Yoksa da, ya da önemsiz bir olaysa da yine önemlidir. Olmadı sansasyon yaratmak için yer aranır.

Buradaysa geçtiğimiz günlerde Erdoğan'ın sağlık durumunun iyi olmadığını gösteren kimi görüntüler yayınlandı. Geçmiş aylarda bir tören sırasında yürürken zorlandığını, merdivenlerden inerken eşinin onu kollarından zor tuttuğunu gösteren görüntülerdi. Ayrıca, yakın zamanda çekilen bir video bağlantısında konuşması esnasında uyuya kaldığı çekimler de var.  Bir çok spekülasyonlar mevcut. Ancak gerçekler belki daha ileride ortaya çıkar. 

Tabi Türkiye'de Erdoğan'ın sağlık durumunun iyi olmadığı hakkında yazmazlar. Bir yönetim boşluğu hissi yaratılmasına izin vermeyen AKP başka şeylerle oyalıyor olabilir Türkleri.

Neyse, Israel'le ilgili çıkarılan söylenti yeniden eski bir iddianın gündeme gelişidir sadece.

Israel'in El Aksa'yı yıkmak istediği,  atılan başlıkların altında yazılanlar, son günlerde tekrardan konuşulan, Yahudiler'in "Temple Mount " yani Türkçe'de söyledikleri şekliyle,  Kubbet-üs Sahra'da dua etmeleriyle ilgili şeyler.

Bilindiği gibi, Doğu Kudüs'te Yahudilere ait olan Batı Duvarı'nın hemen bitişiğinde, Müslümanlar tarafından 7. yüzyılda, II. Beit Ha Migdaş'ın kalıntılarının üzerine inşaa edilmiş olan altın kubbeli, bugünkü Yeruşalayim'in en göze çarpan simgelerinden biri haline gelmiş olan Al Aksa, Filistinlilere ait olan bir vakıf tarafından işletilmektedir. Ve genelde Al Aksa'nın bulunduğu yerde Yahudilerin dua etmesi yasaktır.

Zaten III. Mabed'in, Maşiah'ın ( Mesih'in )  gelişiyle, Tanrı tarafından inşa edileceği güne dek, Yahudiler için en kutsal sayılan bu yer bize esasen haramdır!!! ( Tabi ki inançlı Yahudilere göre! )

Bu yüzden de bu alan tamamen Müslümanların eline bırakılmıştır. Sadece güvenlik Israel polisinin yükümlülüğü altındadır. Al Aksa'nın içine ancak bir Müslüman girebilir. Burada dua etmek etmek için imamın size izin vermesi gerekir.

Yahudilerse burayı ( avluyu ), zaman zaman, sadece belli şartlarda, polis gözetiminde ve küçük gruplar hallinde, sessizden ziyaret ederler.

Bu arada,  Al Aksa'nın ve Batı duvarının hemen bitişiğinde,  Israelli Arkeologlar uzun süredir devam ettirdikleri kazılarda, bir çok eski tünellerle,  eski tapınağa ait kalıntılar ortaya çıkarmaya devam et etmekteler. Bu da Arapların, Israel'in Al Aksa'yı yıkmak istediği söylentilerini yaymalarına sebebiyet veriyor.

Şimdilik, 1967'den beri aynı Araplar, Al Aksa'nın içinde namazlarına devam ediyorlar.

Son çıkarılan gürültü ise, Doğu Yeruşalayim'li bir savcının, Arieh Lippo adlı bir Rav'ın polise karşı açtığı davayı kazanmasıyla ilgilidir.

29 Eylül'de  Rav Arieh Lippo, Al Aksa'nın avlusunda bir köşede, kendisiyle birlikte bir iki kişiyle, sessizce dua ederken Israel polisi tarafından tutuklanmış. Ve daha sonra kendisine Al Aksa'ya en az iki hafta boyunca yaklaşmaması için emir çıkartılmış

Bu olaydan sonra, Rav Lippo Israel Polisine karşı mahkeme açmış. Yargıç Bilha Yahalon, Israel'deki dini özgürlükler kanununun ışığında, Arieh Lippo'ya konulan, Al Aksa'da dua yasağını kaldırmış. Bu ülke'de , insanları rahatsız etmeyecek şekilde olduktan sonra, her insanın istediği yerde dua etme özgürlüğü olduğu açıklanmış.

1967'den beri devam eden Status quo'yu tehlikeye atabileceğinden korkan bir üst mahkeme ise,   polisin görevini yaptığını ve buradaki kuralların eskisi gebi devam etmesinin, Yerusalayim'de huzuru korumak açısından önemli olduğunu açıklayarak Savcı Bilha Yahalon'un kararını iptal ederek Arap ülkelerini yatıştırmıştır

Sonuç olarak bütün olay budur.

Geçen gün,  Türk Anadolu Ajansı'nın, otuz sene evvelki gibi  bir başlık altında hazırladığı bir habere rastladım. "İsrail, Al Aksa'yı yıkmak mı istiyor? " 

Sözde, Ağlama Duvarının, Al Aksa'ya ait olduğunu (?!) savunan AA muhabiri duvarın Yahudilerinse Eski Mabet'e ait bir kalıntı olduğunu "iddia ettiklerini" söylüyordu.

Yahudilerin tarihi bellidir. Ortaya çıkarılan eserler, kitaplar, eski paralar, kalıntılar ve yıkıntılarla gelen bilimsel bulgular buraların  Yahudilere ait olan tarihini açıkça belgelerle kanıtladıktan sonra, hangi akılla gelip, neye göre gerçekleri çarpıtmaya çalışıyor, bu yarım akıllı, sözde gazeteciler?????????????? Onlar kim oluyorlar?????   Kimse uydurma iddialarla, tarihi değiştiremez!!!!  Ancak, Türkiye'den buraya gönderilen, Erdoğan'ın medyası,  koyunları için  yeni, yepyeni bir tarih yazabilir. Ve bu yazdıkları masallara da ancak kendileri inanır.

Araplar gibi olmayacak şeylerden olay çıkarmak için provokasyon yapmaya devam eden bu radikaller.

Duvarın bulunduğu yerde sordukları sorulara Yahudiler  gereken cevabı vermişler. Yahudiler hiç bir şeyi yıkmak istemiyorlar çünkü inanışları bunu emretmiyor.  

Böyle bir amaçları olsaydı bunu şimdi değil daha 67 savaşında ya da hemen sonrasında yaparlardı.

Türkiye yeniden Arapları ayaklanmaya teşvik ediyor.  Şimdilik ortada buna sebebiyet verecek bir durum olmadığı halde.

Ancak şu bir gerçektir, Yahudiler, sessiz bir şekilde bu alana gelip Al Aksa'nın avlusunda dua etmeye devam ederlerse, Araplar kısa bir süre sonra bu yerlerde büyük olaylar çıkarmak için fazla beklemeyeceklerdir. Bugüne dek, bir arada yaşamayı öğrenememiş, ve her olaydan kavga çıkarmak için fırsat arayanların yarın öbür gün başlarının altından yeniden karmaşalar çıkması mümkündür. Bunu her zaman yaşadık ve yeniden yaşanmaması için pek bir sebep yoktur.

Hamas'ın yönetim bürosunu Ankara'da besleyen Erdoğan içinse, kendi iç meselelerine Filistin sorununu alet etmek her daim ilaç gibi gelmiştir. Sanırım, yön yine budur!! Yeterki buradaki zemin el versin!!


Batya Ruso Galanti



  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...