30 Eylül 2020 Çarşamba

Bir Kipur günü çıkışında kaderim mühürlendi


2 Ekim 1968....Şişli Ondokuz Mayıs İlkokulunun bulunduğu sokak..Operatör Raif Bey.. Teyzemin evinde, annemin kardeşiyle birlikte girdikleri Kipur gecesi... Gerçi annemin o kocaman  karnıyle oruç tuttuğunu zannetmiyorum.  O evde  hayal meyal hatırladığım kocaman koridorun sonundaki oturma odasında yedikleri yemeğin ardından ettikleri muhabbet sırasında tutan doğum sancıları....

Teyzemler aynı senelerde eşinin  yaşlı annesi yani kayınvalidesi ile birlikte yaşıyolarmış.. O zamanki insanların  yaşlı anne babalarıyla aynı evin çatısını paylaşıyor olmaları olağan şeylerdi bizde...

Sonbahar'ın ilk günleri ve İstanbul'da yavaş yavaş kendini belli etmeye başlayan serin havalar ve o buruk ortamda annemin tutan sancıları ..Tam hep birlikte edilen sohbetin hemen orta yerinde.. 

Çok kolay bir doğum olmuştu der annem..

Ne tuhaf!  Geçenlerde birisi doğduğum şehri paylaştı benimle..bir video klibiydi bu....Bugün Amerika'da ikamet eden, yine Yahudi asıllı  genç bir adamın, İstanbul'u, adayı anlatan  güzel bir derlemesiydi bu .. Paylaşan arkadaşım sordu bana;  Özlem yok mu sende? diye

Bilmem, galiba bazen! Özlem varsa da ne yazar? O şehre anlam veren insanlar artık yoklarsa!

Kimi şeyler artık yerinde olmadıktan sonra özlemin bile bir manası yok gibi.

2 Ekim günü 12'yi biraz gece Ataman Kliniğinde doğmuşum ben.. Kippur günün ilk saatlerinde..

İsmimi Vida ( Ispanyolca hayat demek)  ya da Viktorya yerine Batya koymuşlar.. Kutsal bir günde dünyaya geldiğim içindi belki?


Yıl 2004, Kippur çıkışı için verilen tarihte hastaneye gitmem gerekiyordu

Bu kez doğum yapmak için..

Kipur girişinde değil, bu kez çıkışında..

Israel hastanelerinde özel bir durum olmadıkça kolay kolay hiç bir kadına sezaryen'le doğum yaptırmazlar..

Ama bebek ters duruyordu...

Ve ilk doğumumda yaşadığım komplikasyonlardan sonra ikincide yeniden normal doğumu göze almaktan ben korkmuştum. Ama sonuçta sezaryeni belirleyen şey benim kararım değildi.. Fakat  buradaki hastane politikaları yine de hiç belli olmuyordu...

Kipur bitimi gecesinde çantamı alarak Sheba ( Tel Ha Shomer )  Hastanesinin yolunu tutnuştum..

Gece hastaneye yattığımda bana son hazırlıklar yapılmıştı..

Sabah erkenden önceden verilen saatte  ameliyat odasına alındığımda bu kez beni nelerin beklediğini daha iyi bildiğimi sanıyordum..

Ameliyathaneye giren doktorsa aynı hastanenin  doktorları tarafından alınmış kararlarla en ufak bir ilgisi yokmuş,  hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi ve  onu hiç bir şey bağlamıyormuşcasına bana bir sürü soru yöneltmeye başlamıştı birden...

Neden sezaryen?

Ben yattığım yerden cevap vermeye başladım..

Neden mi?

Bana mı soruyorsun bu soruyu?

Bebek ters duruyor !

Bana ultrasound' ı  getirin diye emir verdi hemşirelerden birine..

Getirilen ultrasound'da yaptığı kontrolde  bebeğin normal pozisyona geçtiği görülüyordu..

Bebek son anda baş aşağı dönmüştü..

Ben bu sezaryeni yapmam deyince şok olmuştum bir an!

Nasıl yani?

Bebek normal pozisyondaysa eğer sezaryene gerek yok.. Doğumu beklemek lazım derken neredeyse bana sert bir çıkıştaydı..

Adamın tavrına, söylediklerine inanamıyordum.

Kulağında küpesi olan doktor, eldivenlerini çıkararak ellerini yıkayıp ameliyathaneden çıkarken ben hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım..

Adam ameliyathaneden çıkarken, baş doktoru çağırın demişti .

Savunmasız, operasyon yatağında yarı çıplak halimle yanıma o an gelen baş doktor olduğunu söyledikleri adama bağırıp çağırmaya başladığımı anımsıyorum,

Bana son anda bu sezaryeni yapmam diyemez kimse!

Bana bu operasyonu hastanenin kendisi belirledi..

Günümü siz verdiniz..

Bir gece önceden geldiğim bu yerde yaşadığım stres, heyecan, yapılan bir sürü test boşa olamaz!

Şimdi eve gidip başka gün gel diyemezsiniz

Ve bana bu şekilde küstahça konuşan o doktordan şikayetçiyim diye ağlıyordum....

Hayatımda böyle bir şey yaşamamıştım..

Sezaryenin riskli ve gereksiz olduğunu düşünmeleri bana böylesi bir davranışı haklı çıkarmıyordu..

Beni sessizce dinleyip işini yapmayı tercih eden baş doktorsa yanıma gelerek eğilip, şimdi sakin ol dedi, ameliyatı ben yapacağım.....

O andan sonra artık hiç kımıldamamam ve konuşmamam gerektiğini söylediler..

Yapılan iğnelerin ardından uyuşturulan bedenimi kısa bir süre sonra doktorun neden hiç durmadan ileri geri sarsmaya başladığını sormak istediysem de emirleri yerine getirerek sustum.

Bir kaç dakika içinde bebeği çıkartmış olmaları gerekirken yarım saatten fazla bir zaman sonra hala daha içimden bir şeyi çıkarmak isteyipte çıkaramıyorlarmış gibi bir durumdaydım..

Bir ara doktorla hemşirelerin aralarındaki konuşmalardan rahmin duvarlara yapışık olduğunu ve önce bunu halletmeleri gerektiğini duyduğumda ise bunun ne demek olduğunu bilmiyordum.

En az yarım saat süren birebir bir mücadeleyi andıran sarsıntılardan sonra eşimi yeniden yanıma çağırdıklarında eline küçücük bir bebek vermişlerdi..

Danielle'in tam tersi..minicik bir şeydi bu.. 

2 kilo 700 gram ağırlığında küçücük bir bebekti Gal...

Sonuçta bir önceki sezaryenden dolayı olan yapışmalar yüzünden sezaryen olmasının gerekli olduğu da ortaya çıkmıştı..

Gal 26 Eylül'de , Kippur'dan bir gün evvel 16 yaşını tamamladı..

Karantina'ya girdiğimiz günlerde nasıl da büyük bir hayal kırıklığı oldu bu durum onun için..

O halbuki bu sene çok daha özel bir gün hayal etmişti doğum günü şerefine.

Aynı akşam bir ara gülerek yanıma gelerek  her zamanki gibi ellerini ovuştura ovuştura:

"Son çıkan kararlara göre, karantina'da " özel çocukları " ve kimi psikolojik problemleri olan kişileri ziyaret etmek mümkünmüş anne  biliyormuydun bunu? derken yüzünde  muzip bir ifade vardı.

-   Söyle Karmitlere beni ziyaret edebilirler !  Ben de özelim ya!!!

Aslında otistler genelde şakadan pek anlamazlar ama Gal nükteyi seviyor. Galiba sonunda onu da  alıştırdık espri yapmaya!!  


Bir Kipur günü doğdum ben ve yine bir Kipur günü çıkışında ise kaderim mühürlendi... .



Batya R. GALANTI




 






28 Eylül 2020 Pazartesi

                                                         


                                                                Tanrı bizi affetsin!


Bu akşam güneşin batısıyla birlikte  Kol Nidre ( kol nidrei ) duasıyla başlayacak Kippur, bir günü aşan orucun Ne'ila yani mührün vuruluşu, kitabın kapanması, kilitlenmesiyle birlikte, gökyüzünde üç yıldız belirdiğinde çalınacak şofarla  sonlanacak..

Tanrı'dan ona boş yere verdiğimiz sözler, tutmadığımız yeminlerimiz için af dilediğimiz bir gün bugün.. Roş Haşana'dan Kippur'a kadar  Slihot'larla ( özürlerle ) geçen  duaların ardından,   Kipur yani Kefaret günü Tanrı'ya olan yakarışlarımızı  duyması ve Yahudileri bir kez daha affetmesi için kendimizi tamamen duaya ve ona adadığımız gün, Kippur günü.  Sadece oruç ve duayla geçirilen 25 saat.....

Her yıl olduğu gibi, bir defa daha onun merhametine kendimizi teslim etmek... Ona gerçekten inanarak. Aynı hatalara bir kez daha dönmemek üzere yapılan dualar...

Bu yıl belki de çok daha içten dua etmeliyiz.. Kendimize, yakınlarımıza , çevremize , dünyamıza ve tüm evrene yaptıklarımızdan dolayı belki bir kez hep birlikte çok daha içten af dilemeliyiz ..Bize emanet olan, bizi besleyen, bize hayat veren evreni korumadığımız için.. Yeri geldiğinde kendimize zarar verdiğimiz kimi hatalara yeniden ve yeniden  döndüğümüz için .

Tanrı'dan af dilememiz için çok fazla sebeplerimiz var..

Çocukluğumda hayal ettiğim saflık, gülen yüzlerde gördüğüm, inandığım şeyler büyüdüğümde bambaşka gerçeklerle yer değiştirdiğini hissettim..

İnandıklarımın ötesinde bambaşka bir dünyada yaşadığımı anlamam çok zamanımı aldı..

Farzettiğim bir masal vardı..Bu masalda " Dünya olumlu şeyler, iyi insanlarla doluydu " ..

Bazen Tanrı'nın bize sırt çevirmesini anlıyorum belkide ..

Yapılan  duaların ötesinde bir şeyler daha olmalıydı . İşte onları unuttuk sanki biz.. .

Insanların içindeki ışığı söndürdük mü yoksa?.

Oysa insanların birbirlerine inanabildiği, güvenebildiği bir evren hayal etmiştim ben.

Tanrının yarattığı gerçek dünya esasen bu olmalıydı..

Biz ise  yanıldık mı yoksa yanılttık mı?

İyi insanlar tabii ki hep varlar.

İçleri temiz olan insanlar, niyetleri iyi, amaçları olumlu..yardımsever kişiler varlar..

Onlar da olmasa bu dünya çekilirmiydi?

Onlar olmasa hala ümit edebilirmiydik?

Ancak ben son senelerde hep uzaklaştım bir şeylerden..

Mesela duadan..

Tanrı'ya zaman zaman  şükretmeyi unutmasam da ..

Eskiden çok daha fazla dileklerde bulunurdum ben...

Şimdi dilemez oldum pek

Suskunluk çöktü üzerime..

Tanrı'yla konuşmaz oldum..

Bazen özür dilerim bu yüzden..

Aslında sevdiklerim için dileklerde bulunmaya devam ediyorum..sadece kendimi unutuyorum artık..

Tanrı'ya sevdiklerimi koru sen derim sık sık..

Dilerim onlar da benim için dua etsinler..

Senelerden sonra Kippur orucunu tamamlamayı başardım dün!

11 yaşımda ilk kez yarım gün tuttuğum orucu hatırladım..

12'sinde artık ergendim..

Kuzenlerimle bütün gün yemeklerden bahsettiğimiz bir orucun ne gibi bir kutsallığı vardı bilmem ama tutardık işte..hem de  hissettiğim çarpıntı ve zorluğa rağmen inatla sonuna kadar dayanırdım , senede bir kez farklıydı diğerlerinden..

Dün sabah başlayan yazımı, Kippur orucunun ertesinde tamamlarken dilerim Tanrı'dan daha iyi insanlar olabilmemiz için yolumuzu aydınlatsın.. GÜNAHLARIMIZI  AFFETSİN!


AMEN!





 

27 Eylül 2020 Pazar





                                 İnsanların yaşam hakkı tüm özgürlüklerin üstündedir



Dün gece Israel'in farklı farklı şehirlerinde kimi gösteriler karantinaya rağmen devam etti.. Özellikle Tel Aviv ve Yeruşalayim'de kimi binler yeniden taplandılar. Belki ilk anlarda aralarında mesafeleri korumaya çalıştılar ancak sonrasında mesafeler kırıldı ve yeniden büyük bir karmaşa hissi uyandıran görüntüler tekrarladı.. Polisler  onlar için belirlenen  sınırları korumaya çalışırlarken genç göstericiler onları  aşmak için hareketlenmeye başladılar. İşte o noktada insanı yıldıran, çıldırtan bir meydan okuyuş kendini göstermeye başladı yeniden...

Bana kalırsa Netanyahu'nun canı cehenneme!!! Benim umurumda olan tek şey şu an salgının geldiği nokta. İşte o an ben de ayrı isyan ediyorum..

Demokrasi diyerek insanın en temel özgürlüğü olan " Yaşam!!ı " hiçe sayan kimi küstah gençlerin saygısızlığına, sevgisizliğine. anlayışsızlığına,  bildiklerinden şaşmamalarına isyan ediyorum..

Doğru, kimsenin boyundurluğuna girmemek önemli.. Demokrasiyi korumak, insan haklarını , düşünce özgürlüğünü.!!


Televizyon'da izliyorum .. Polisin "mesafeyi korumayanlara"  tek tek ceza yazma girişimleri daha çok kargaşa getirdi..

Göstericilerse onları hiç bir şeyin yıldırmayacağını söylüyor.

Normal bir hayatın akışı içinde insanların hürriyetlerini sonuna kadar kullanarak istediklerini yapmalarını anlıyorum.

Kimi zaman onlar gibi düşünsem kimi zaman farklı hissetsem de önemli değil. Bazense  kendi dünyasında herkes istediği gibi yaşar.. aynı ülke sınırlarında..

Başkasının hürriyeti kimisinin düşünceleri ve davranışları yüzünden etkilenmediği sürece, kime ne?!

Onların da  düşündüklerini, şikayetlerini, karşı çıkışlarını anlıyorum..

Peki bugünlerde yaşadığımız bu ekstrem durumda insanların sağlığını korumak  için ne yapmalı?

Gösterilerde biraraya gelen grupların yaş ortalaması, eğitim seviyeleri,  politik çizgileri önemli değil. Önemli olan  şu an için görevde olan hükümete karşı olmaları.. ( Ben de bu hükümetten memnun değilim şu an..ne bu hükümetten , ne bugünkü politikacaların hiç biri ideal değil kanımca!!)

Kısa bir zaman evvel hiç bir partinin üstünlüğüyle sonuçlanmamış bir seçimin içinden zoraki sonucu çıkmış bu birlik hükümeti geçici olarak görevde ..

İdeal olmayan bir hükümetin şu anki durumu götürebilmek için altı ay daha idare etmesi lazım..

Başka bir seçeneğimiz yoksa ne olacak?

Çok büyük bir ihtimalle önümüzdeki mart ayında yeniden seçimlere gidilecek .

Ama şu an için kimi radikal solcu akımlar, kimi inatçı gençler, kimi demokrasi kurtarıcıları ( ? ) meydanlarda..

Ülkede farklı farklı sebepler, faklı farklı uçta insanlar yüzünden salgın gittikçe yayılıyor..

Her iki üç günde bir biner biner artan vaka sayılarının yakında hastanelerin ağır hasta sayıları yüzünden çalışamayacak duruma gelecekleri gerçeği bu tipleri pek ilgilendirmiyor..

Yom Kippur günü illede açık tutulacak olan sinagogların içine sözde belli miktarda kişinin üstünde insan kabul etmeyecekleri hikayeleri de bir kenara  önümüzdeki bir kaç hafta içinde Israel'de durum daha iyiye gitmeyecek .

Bir tarafta liberal devrimcilerin diğer tarafta kimi dinci aymazların kurbanı olacak insanlar kimsenin umurunda değil..

Birinin fikir beyan etmek  bir diğerinin inanç özgürlüğüyle birlikte özellikle yaşlı ve hasta insanların  yasama hakkının önüne geçiyor..

Bir kaç hafta kimi özgürlükleri ifade etmenin Tanrı'ya ulaşmanın farklı yollarını arasalardı olmazmıydı?

Bir kaç hafta herkes aynı hayat için birlikte soluk alıp dayanışmaya gitseydik ne olurdu?



Batya R. Galanti







24 Eylül 2020 Perşembe

   Sömürü dünyasındaki doyumsuz insanlar


Geçen akşam oğlum beni çağırdı; "Anne televizyona bir şeyler oldu galiba? "  Ne oldu Gal? Bilmem,  arada bir ekran zıplıyor ...Ben böyle şeylerden pek anlamam ama neyse ki arada eşim geldi  ve her zamanki gibi kumandayı eline aldı.. Biz bayanlar genelde  pek anlamayız elektrikli aletlerin işleyişlerinden. Bu tip şeylerin detaylarıyla uğraşmak bize göre değildir.. Hele şu son Smart TV çıktığından beri bazen iyice küfür ediyorum. Mesela tek kumanda yetmiyor şimdi iki tane var . Bir de evdekiler kayıtlı programlara girerler bazen ya da başka bir moda koyar birisi. ...önce ondan çıkmanız lazımdır ( gerçi o sorun değil !! o kadar da aptal değilim hahaha ) . Bazense iki kumandadan biri bir şeyi diğeri başka fonksyonları yerine getiriyor.. Zaten günde ne kadar zaman geçiriyorum ki o ekranın karşısında ben? 

Eşim TV'nin bulunduğu bilmem hangi mod yüzünden görüntüde sıçrama olduğunu söyledi sonunda.. Kısa bir uğraşıdan sonra şimdilik düzeldi dedi.. Artık sallanma olmaması lazımmış..Umarım haklıdır!

Iki sene evvel girdiğimiz, her çeşit ev eşyaları satan büyük bir mağaza'dan almıştık televizyonu. İndirimdeydi. Ama indirimdeydi de ne olmuş yani ? Bunun için iki senede çöpe mi gitmesi lazım?  Sonuçta JVC .. belli bir marka ve Japon malı .. Ama, kimi standartar eskiden mevcuttu. Bugün artık herşey faklı.. Daha önceki televizyonumuz da LG'ydi ..sözde  iyi televizyondur  demişlerdi..Onun da üç dört sene sonra ekranı kararıp gitmişti..

Daha 2017'de satın aldığımız Samsung buzdolabının da kapıları,  bozulan lastiği yüzünden iyi kapanmamaya başladı. Derken bugün kullandığımız hiç bir aletin geçmişteki kaliteye sahip olmadığından emin olabiliriz..

Geçenlerde, okul başlamadan bir kaç gün evvel oğlum için bir kaç  defter ve dosyalar satın almak için büyük bir kırtasiye  dükkanına girdik. Bu dükkanda ayrıca laptop bilgisayarlar, smartphone'lar ve bilgisayar oyunları da satılıyor.. İhtiyacımız olan şeyleri bulduktan sonra ödeme yapmak için sırada beklemeye başladık.. Önümüzde bir bayanla çocuğu duruyordu. 7 8 yaşlarındaki çocuk huzursuz ve sürekli kıpır kıpır bir hallerdeydi.. Annesinin ellerine yapışıyor.. Lütfen, lütfen diye yalvarıyordu.. Son çıkan bir video oyununu alması için yakasını bırakmayacak gibiydi.. Ama anne,  ama neden? derken  Kadın , daha evdeki oyunlarla yeterince oynamadığını ve yeni bir oyuna ihtiyacı olmadığını söylüyordu..

Bu tip şeylerle artık sık sık karşılaşabiliyorsunuz .

Bugün büyüyen çocuklar için herşey en baştan yanlış gibi.. Öyle bir zamandayız ki  düzen insanları gerektiğinden fazla tüketmeye, ve sürekli yeniyi istemeye ve korkunç bir rekabete itiyor..

Çocukluğumda babamın anlattığı bir şey vardı. Babamın döneminin ( 1926 doğumluydu babam )  çocuklarına ait bir hikayeydi bu. Senede bir kez onlara satın alınan mokasen ayakabbiları anlatırdı bize hep.. O zamanki şartlarda çoğu çocuğun bilinen bir hikayesiydi  bu. Bir çift ayakkabı için bütün bir yıl beklerlermiş o zamanlar . Bayramdan bayrama onlara satın alınan bir çift ayakkabının hayalini  kurarlarmış.. . Ve o ilk gece mokasenleri yataklarının başucuna koyarlarmış uyumadan evvel.  

Hani kunduracıların ellerinden çıkmış ayakkabılar varmış ya o zamanlar..., 

El işi şeylerdi bu ayakkabılar.. çok değerliydiler..Alanların gözünde ödenilen fiyatın çok üstünde bir değeri vardı o zaman herşeyin..Bir şeye ulaşmanın  arkasında uzun zaman çalışmak, ve sabırla beklemekti bu.. Kazanılan paranın, harcanan zamanın, kurulan hayallerin çevresinde şekillenen bir tatmin duygusu mevcuttu o dönem yaşayan insanların içinde.

Hayali kurulan hedeflere, sevilen bir şeye kavuşmak için sabırla beklemek vardı.. Belki de bu herşeyi daha bir anlamlı, daha bir güzel kılıyordu o zaman

Benim zamanıma gelindiğinde bu yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. İnsanların alım gücü arttıkça yaşam kalitesi değişti. Beklentiler alım gücüyle orantılı olarak değişti. Bir kez satın alınan bir şey belli bir zaman sonra mutlaka yenisiyle yer değiştirmeye başladı.

Bugün gelinen noktaysa doyumsuzluğa kadar varan bir tüketim döngüsü gibi ..Çin'de başlayan ucuz üretimle gelen tüketim bolluğu insanların alışveriş anlayışını da değiştirdi.. Ucuz işçilikle başlayan yeni düzende tüm dünya markalarının  otomobilden, giyime, giyimden oyuncağa, bilgisayarlar ve cep telefonlarına kadar Çin'e kayan global ticaretinin geldiği nokta ucuz işçilikle başlayan yeni tip bir sömürü düzeni gibi..


Ucuza üretilen malların eski kaliteyi tutturamayan yeni teknolojinin bir yandan hayatın her alanına giren bilgisayar ve aplıkasyonlarla hayatımızı yöneten üreticilerin sonsuz bir harcama tutkusuna dönüşen yeni tip dünya düzeniyle büyüyen yeni neslin insan ilişkilerinde de hayata bakışı farklılaşıyor..

Çok küçük yaştan itibaren  alıştırıldıkları düzen, birbiri ardına kendileri için satın alınan yeni yeni şeylerin,  kimin ve neyin yararına olduğunu bile bilmeyen bir anlyista büyütülen çocukların bitmeyen, doyurulamayan nefse dönüşümü ...

Eve gelen her yeni oyun, yeni telefon, yeni bir oyuncakla başlayan bir delilik.. Çocukların gelişimi için önemli gibi görülen bir çok şeyin birden fazla olduğunda artık hiç bir anlamı kalmamaya başlayan daha ve daha çok oyunlarla hayatı bir alışveriş anlayışından ibaret olarak gören çocukların önce anne babalarını sömürmeleriyle başlayan hayatları..

Mutluluğun istediğinin satın alınmasında gören yeni yetme bireyler..istedikleri yapılmadığı an isyan etmeği öğreniyorlar..

İstediklerine kavuştuklarında ise yaşadıkları tatmin çok kısa bir zamanda bitiyor.. O zaman yeniden tatmin olmak için yeni yeni şeyler gerekiyor.. Hep yeni bir hedef belirlemek gerekiyor..

Böylece maddi şeylerin arkasında mutluluğu arayan bir neslin insan ilişkileri de aynı mantalite de şekil bulmaya başlıyor...

Hiç bir şey kalıcı değilmiş gibi..herşey geçici, herşey sadece bugün için..hiç bir şey için fazla beklemeye sabır yok sanki...

Bir süre sonra birbirlerine de aynı şekilde bakmaya başlıyor insanlar.. Bir ilişki yürümediğinde üzerinde uğraşmaya değmeyecek gibi... zamanları yok ki..

Hayat hızla geçerken, her gün ilerleyen teknoloji, sınırları zorlayan modern hayat maddi , manevi insanlara tatminsizliği , doyumsuzluğu öğretiyor. Anne babasını sömürmeye alışmış çocuklar büyüdüklerinde ne kadar sağlıklı ilşkiler kurabiliyorlar?

Neden insanlar artık birbirlerine kolay kolay tahammül göstermiyorlar? neden empati denen olgu gittikçe azalma eğilimde?

İnsanlar  birbirleriyle yarış yapmakla , rekabetle meşguller...

Sevgi ve anlayış gittikçe daha ender görülen değerler oldular.. Mutluluksa hep bir adım ötede..

Belki bir dahaki sefere ulaşacağı hedefte mutluluğu hayal etse de insan karşıda daha iyisi ona her defasında yeterli olmadığını hatırlatacak ve sonunda o yine mutsuz olacak....



Batya R. GALANTI


23 Eylül 2020 Çarşamba

 

                                         

                                        Israelliler bile bile intihar ediyor!


Ukrayna'dan gelen görüntüler akıllara durgunluk veriyor.. Tüm tartışmalara, tüm hayır'lara rağmen sonunda Rabbi Nahman'ın mezarını ziyaret etmek isteyen  bir kısım Hasid Yahudiler Belarus ( Beyaz Rusya ) sınırına yığıldılar.  Tüm engelleme girişimlerine rağmen her sene olduğu gibi Rabbi Nahman'ın mezarını ziyaret etmek için varmak istedikleri yer, Ukrayna'nın merkezindeki Uman şehri!! Sınırdaki soğuğa rağmen alt alta üst üste bekleyişteler... Ukrayna'nın pandemi yüzünden koyduğu tüm yasaklara rağmen Israel'den Fransa'dan, Amerka'dan buralara yığılan binlerden sadece küçük bir kısım Uman'a girebilmiş.. Onlar da buralara önceden gelenlermiş.. Ukyarna'da kapalı bir salon'da toplanan yüzlerce haredi (ortodoks dindar yahudiler ) gördüğümüz çekimlerden birinde  tepiniyorlardı.. Sanki diskotekteydiler.. Erkek erkeğe mutluydular! O çok keyifli görünen grubun içinden kaç tanesi acaba şu an korona taşıyordur?

Eğlenmek güzeldir!! Geri zekalılar gibi davranmaksa acı!!!

6. kattaki evinin balkonundan balıklama kendini boşluğa bırakan adam yarı yolda Tanrım beni koru lütfen diye dua ederse ne olur?

Bu nasıl bir umursamazlıktır?

Geçtiğimiz günlerde Yeruşalayim'de 800 Yeşiva talebesi bile bile birbirlerinden yapışıp kendilerini yeşiva'da karantina'ya sokmuşlar. Böylece öğrenmeye, dua etmeye ara vermek zorunda kalmayacaklarmış.  Bizi rahat bırakın demişler.. Kendilerince akıllı bir eylem gibi görünse de bu davranışı kopyalayacak başka dangalakların toplumu daha ne kadar tehlikeye atacaklarını düşünmek bile insanın cinlerini tepesine getiriyor...

Diğer taraftan Netanyahu  karşıtı bir kaç binlik bir kitle de her gece Netanyahu'nun evinin yakınlarında toplanmaya devam ediyorlar. Çoğu her ne kadar maske takıyor olsa da, bulundukları meydanda geçirdikleri saatlerin devamında sıcaktan ter dökenler maskeleri çenelerinin altına çekerek avaz avaz bağırmaya devam ediyorlar..

Başka bir geri zekalı grup geçtiğimiz cumartesi hükümetin insanlara yalanlar söyleyerek bizleri esir almaya çalıştıklarını iddia ederken "mayolarla" kumsalda " sözde protesto yapıyorlardı..

Dinciler kendilerinden başka herkese yeterinden fazla ödün verildiğini iddia ederek yaşadıkları bölgelere karantina koymak isteyen hükümeti protesto etmek için ayrıca bir yerlerde bağırıp çağırıyorlar..

Solcular, dincilere fazla ödün verildiğini söyleyerek Hükümete isyan ediyorlar..

Hepsi haklı!!! (?? )

Arada Rosh Haşana akşamı Rishon'un ( o akşam sadece!!" bomboş olan sokaklarında yürürken  sinagog'un karşısından geçerken içeriden yeterince kalabalık bir kitlenin dua sesleri  geliyordu.. O an sinagogun içinde kaç kişi olduğunu görmedim, bilmiyorum ama kimseye inancım kalmadı. Evlerinde dua etselerdi ya bir kez. !

Her insan kendi başına da dua edebilir..

Tanrı her yerdedir..en önemlisi de Tanrı her bir insanın kendi yüreğindedir..

Bence bunu anlayamayan insan gerçek inancı olmayandır..

Gerçek inanan kişi öncelikle Tanrının ona verdiği o çok değerli hayatı korumak için elinden geleni yapar.

Bize verilen can çok kutsaldır. Tanrının bizden beklediği birinci şeyse bize verilen can'ın kıymetini bilmektir bence.

Kendmizden başka, çevremize karşı sahip olduğumuz yükümlülükse bunun da üstündedir..

Bir taraftan ekonominin batmasından korkan Hükümetin karantina'yı yarım yamalak uygulaması, diğer taraftan demokrasi adına ayağa kalkan kitleleri susturmamak adına hoş görüyla bakılan gösteriler, diğer tarafta kendilerini çok fazla kısıtlarlamalarına izin vermeyen dincilerin baskısı...

Dün gece yürüyüşten döndüğümde evimin aşağısındaki parkta bir sürü çoluk çocuk, genç birlikte toplanmış zaman geçiriyorlardı.. Gençlerse  bu iş çok uzadı artık diyorlar. Ne olacaksa olacak diyor onlar da..

Arada bu sabah uyandığımda bir gün içindeki pozitif vaka sayısı 6800'lere ulaşmıştı.

Şaşırdık mı?

Hayır!!!!


Batya R. Galanti

19 Eylül 2020 Cumartesi

 



                           Yaptığımız hataların faturası elimize verilmiş gibiyiz

 


Bugünler geçecek mi diyorum kendi kendime?

Biz insanlar nerede yanlış yaptık?

Çocukken  tarihte yaşanmış kimi salgınlar gelirdi aklıma, veba, tifo ve bilimum grip salgınları..

Annem anlatmıştı onun genç kızlığında yaşanmış bir salgını

Sağlıklı ortamlar içinde barınamayan bakterilerden bulaşan kolera ya da tifo türünden hastalıklar bugün ancak Afrika'da , dünyanın kimi kanalizasyon sistemi bulunmayan üçüncü dünya ülkelerinde sorun olmaya devam ederken  ( ki bu da son derece üzücü bir durumdur )  bizler için bu tip epidemiler romanlarda rastladığımız öykülerin içinde işlenen şeylerdi..

Ama salgınlar bakteriler ve mikroplarla sınırlı değil ki.. Ya virüsler.. İnsanlığın tanımadığı türden yeni yeni virüsler..

2015'te Bill Gates, Afrika'dan dünya'ya yayılmadan durdurulabilmiş olan Ebola ve Mers gibi virüslerin tekrarlanabileceğini söylemişti.

Bill Gates dünyanın önümüzdeki yıllarda karşılaşacağı pandemilerle baş edebilecek donanımda olmadığını söylüyordu verdiği  konferansından birinde... ( You Tube'ta bu konuşmasını dinlemek mümkün )

Umurumda mı  dünya felsefesiyle yaşayan , herşeyin kendi tercihinde olduğu gibi de yürüyebileceğine, ona ne kadar ters davransa da kendisine yine dost kalacak bir dünya olduğuna inananarak durmadan yıprattığı doğa'yı kirletirken sorulması gereken soruyu hiç sormamış insanın  hikayesinin sonunun başlangıcımı acaba bugünler?

Bu şekilde rahat yaşadık bugünlere dek. Sadece yaşadığımız anı düşündük, o an için ne iyi ise onu yaptık. Hiç bir eylemimizin yarın neleri getirebileceğini umursamadık.

Böylece sabah yatağımızdan kalktığımızda rahat bir nefesle aynı yolda  bildiğimiz gibi gitmeye devam  ettik.. Kendimizi hiç sıkmadan , üzmeden..

Nesilleri tükenen  canlılar, bitkiler, hayvanlar ve kimi böcek türlerinin yok olmalarıyla birlikte  bu doğanın dengesini sağlayan halkaların gittikçe eksilmesiyle oluşan dengesizliğin sonuçları üzerinde düşünen küçük bir kitle, kimi araştırmacılar, öncü gruplar, Green Peace ve benzeri bazı örgütler, akademisyen ve ileriyi gören kimi politikacı ve yazarlar.. Bunlar kocaman dünya nüfusunun içinde küçük bir kitle..

Büyük çoğunluk ise bugüne dek bildikleri gibi yaşamaya devam ediyor..

Havayı, denizi, toprağı aynı şekilde kirletiyorlar..Hiç durmadan..

İlk kez Çin'de çıkan Corona televizyonlara yansıdığında bir mucize olur da virüs'ü Çin sınırlarında silahla (!) durdurmayı başarırlar gibilerinden hayallere bile kapılmışlardı belki....

İlk kez yaptığımız hataların hesabının faturası elimize verilmiş gibiyiz bugün

Ne yapacağımızı bilmiyoruz.

Bakakaldık!!

Son senelerde dünyanın ileri gelen ülkelerinde global ısınmaya karşı tedbirler çoğalırken , bu tedbirlerin ne derece etkili ve detaylı olduğunu bilmiyorum.

Dünyanın üç beş ülkesinde gerçek anlamda çalışmalar olsa da , global ısınmaya karşı etkili çözümler üretilse de geri kalan milyarların neden olduğu zararlar ne zaman duracak?

Artan hava kirliliğiyle atmosfer'de yükselen sera gazlarının neden olduğu ısınma yüzünden  değişen iklimin sonuçları olan buzulların erimesi, fırtınalar, yağmurlar , seller ve kuraklıkla birlikte doğa tamamen dengesini yitiriyor. Bu ısınmanın istenmeyen etkilerinden biri de ortaya çıkan virüsler..

Bugün Covid-19 yarın bir başkası..

Gelecekte insanları neler bekliyor?..

Şimdilik biz Israel'de yeniden karantina'ya girdik..

Tuhaf bir karantina bu.. Tel Aviv'de sahiller jogging yapanlarla taşıyordu bugün..

Kimileri Bibi'ye karşı gösteri yapmak için sokaklarda ..

Benim yaşadığım şehir ise aylardan sonra yeniden terkedilmiş bir havadaydı..

Böylece geçirdiğimiz bir Roş Haşana gecesinde yeniden üç hafta , belki de daha uzun bir süre  karantinaya girdi Israel halkı..

Şimdilik ufukta aşı da görülmezken insanların ellerinden dua etmekten başka bir şey gelmez oldu sanki...



Batya R. GALANTI

17 Eylül 2020 Perşembe

 

                             

                                                           Barışa Filistin tepkisi


Geçtiğimiz Salı günü ,  Arap Emirlikleri , Bahreyn ve Israel'in imza koydukları barış antlaşması töreni televizyonlardan canlı yayınlandığı sırada Israel'in güneyinde sirenler çalmaya başladı.. Aşdod ve Aşkalon şehirlerin'de de duyulan sirenler, o an Gazze'den Israel'deki sivilleri hedef alan roketler  Filistinlilerin Israelle yapılan barış'la ilgili duygularının en açık ifadesiyidi..

Televizyonlarda yüzleri mutlulukla parlayan dört lidere gözlerim iliştiğinde ise şu anki şartlarda bu barışa bu dört ülkenin ne kadar olumlu ve sıcak baktıklarını en net şekilde ifade bulduğunu gördüm..

1948'de Israel'in kuruluş ilanının ertesi günü Filistinlilerin Yahudi devletine karşı zaman kaybetmeksizin  başlattıkları saldırılara o zaman bilffil destek verdiği bilinen Suudi Arabistan'ın bugün imzalanan barışın altında şimdilik imzası olmasa da  tam destekçisi ve aktif parçası , hatta öncüsü olduğu biliniyor.

Bu barışın geleceğine yıllar evvel inanmak zordu belki. Ancak geçen zamanla değişen koşullar ülkeleri yaklaştırabiliyor. Eski düşmanları yakın startejik dostlar olmaya bile itebiliyor...

2015'te Barak  Hüseyin  Obama'nın İranla imzaladığı Nükleer Antlaşma'ya inananlar Amerika'da Demokratlar ve İran parasını özleyen Avrupaydı.. Bölge ülkeleriyse bu antlaşmanın kesinlikle hiç bir şeyi güvence altına almadığını biliyordu..

Hüseyin Obama görevde olduğu sürece İslamcılara verdiği destekle Israel düşmanlığını göstermeğe devamn etti. Obama'nın görev süresi boyunca Israel hiç olmadığı kadar yanlız bırakıldı .

Amerika'nın  İran'a verdiği ödünler ve hiç bir gerçekliği olmayan bir antlaşmayla Israel ve bölge'de Şii İran'ın tehdit ettiği sünni ülkeler kendilerini hiç bir zaman oilmadığı kadar tehlikede hissettiler. Ve bu durum, Arap ülkelerini kendileriyle aynı düşmana karşı mücadele veren Israel'le yakınlaşmsaya itti. 2015'ten itibaren Israel'le Körfez ülkeleri arasında devam eden bu gizli yakınlaşma , karşılıklı bir anlayışa ve stratejik destek arayışına dönüştü..

Obama'nın gidişi ve Trump'ın gelişi Amerikan politikasının yönünü tamamen değiştirdi...

Hamas ve Abu Mazen şu an tarihte görülmediği kadar yanlızlaştılar..

Kendilerini adil olmayan bir barışın karşısında bulduklarını ve kardeşleri tarafından ihanete uğradıklarını iddia ediyorlar..

Oslo Antlaşmasına göre Körfez ülkeleri Israel ve Filistinlilerle adil bir barış olmadığı sürece normalleşmeyi reddetmişlerdi..

Geçen zamansa Arapların bu konuda sabrını taşırmışa benziyor. Defalarca  Israel'in kendilerine yaptıkları önerileri ellerinin tersiyle geri çevirmeyi tercih eden Filistinliler hakkındaki gerçekleri Avrupa'dan daha iyi bilenler Araplardır.

Zaman değişti, koşullar değişti ve kaybedilecek çok şey var. Sanırım bunu tek göremeyen Filistinliler. 

Filistinli Yöneticiler bugüne dek  halklarını zavallı konumunda tutup, onların sırtlarında kurdukları sömürü rejimiyle istedikleri gibi saltanat sürmeyi, gücü ellerinde tutmayı tercih ettiler. Ve bu oyuna bugün de devam etmek istiyorlar.

Acındırma politikalarıyla aldıkları yardımlarla bu sistemi devam ettirdiler. Savaş, kan, mülteci kamplarında devam eden sefil hayat onların ilacı oldu.

Filistinliler geçen zamanın farkında olmadılar hiç.  Artık kaybettikleri destekle nasil idare edecekler? . Bugün ellerinde kalan İran, Katar, Türkiye ve Müslüman kardeşler grubuyla Amerika'ya ve Körfez ülkelerine karşı cephe alıyorlar.

Halbuki Israel Körfez ülkeleriyle barış masasına oturmak için Yehuda ve Somran'daki ilhak kararını durdurdu.  Son aylarda Batı Şeria'da yeni yerleşim yerleri kurmak için olan tüm faaliyetler donduruldu.

Bunun Filistinliler açısından büyük bir anlamdı olmalıydı bence. Gerçekten istedikleri barışsa eğer!!?

Israel defalarca Araplardan ve Israel'den gelecek destekle Gazze'nin Ortadoğunun Hong Kong'u olabileceğini tekrarladı.

Körfezden gelen yardımları ellerinin tersiyle geri çevirmeyi tercih eden Abu Mazen hala neyine güveniyor.?

Barış antlaşmasının imzalandığı akşam Israel'i tanıyan arap kardeşlerine meydan okuyan Filistinliler sorunlarının Israel'in " varlığıyla"  olduğunu bir kez daha ispatlıyorlar.

Israelli sivilleri hedef alarak tepkisini gösteren, düne kadar yardımlarını bekledikleri Arap kardeşlerinin bayraklarını yakıp üzerlerinde tepinenler  adil barıştan bahsediyorlar.



Batya R. GALANTI

13 Eylül 2020 Pazar

 

                                  

                                                



                                            Böylesi karmaşık günlerde gelen barış



Yeniden ve yeniden yaşadığımız, bitmeyen inişli çıkışlı günler.. Bizi tekrardan bekleyen karantina'nın sadece düşüncesinin bile insanları çileden çıkardığı bambaşka bir sonbaharla,  bitmeyen  upuzun bir hikayeye dönen pandeminin karıştırdığı akıllarla, bunaltıcı sıcaklarla, sosyal, ekonomik, toplumsal ve kişisel problemlerin birbirine geçtiği tuhaf bir yazı arkada bırakıyoruz yavaş yavaş.. Ne yazdan ne de yaz tatilinden bir şey anlayamadan zaman geçip gitti bir çokları için.. Kimilerine göre dünya sonu gibi olsa da bu güncel durum kafamızı toparlayıp hayatın sadece alıştıklarımızdan , bildiklerimizden ibaret olmadığını, dünyanın, hayatın  çok farklı yüzleri olduğunu ve şımarık birer çocuk gibi davranacağımıza kendimizi şu anki duruma kısmen de olsa adapte etmenin en doğrusu olduğunu hatırlamamız belki de  elimizde tek kalan seçenek....

Bunların neden başımıza geldiğini düşünüp aklımıza kaçırmamız da mümkün belki. Israel'de gittikçe artan  toplumsal hareketlilik, huzursuzluk her gün daha fazla batağa batıyormuşuz gibi bir his yaşatıyor  şu son zamanlarda. Bir tarafta koalisyonda yer alan partiler arasındaki güç kavgası, kişisel hesaplaşmalar yüzünden alınması gereken  her kararda ha dağıldı ha dağılacak durumdaki bir hükümet ortamında yürümeye çalışan devlet politikası..gün gün demokratik hakların ilk koşullarından biri olan gösteri özgürülüğü adına Bibi'yi görevini bırakmaya çağıran kimi kitlelerin Tel Aviv'de, Yeruşalayim'de pandeminin tüm hızla yayılmasına rağmen hınca hınç kalabalıklar içinde birbirilerinin nefeslerinin gölgesinde etrafa yaydıkları virüsü birinden diğerine hızla solumaya devam ederlerken, diğer tarafta her gün artan ağır hasta sayısıyla nasıl mücadele edeceğini belki de bilemeyecekleri günlere doğru hızla ilerlediklerini beyan eden kimi profesörlerin medya'ya yansıyan röportajları..İflas etme noktasına gelen bir çok ekonomik sektör.. Ve işsiz gençlerin sürüklendiği boşluk..

Ve tüm bunlar yetmemiş gibi orada burada karşıma çıkan teorisyenler .. Kendilerine uygun buldukları ortamlarda inandıkları masalları diğerlerine yayanlar .. Yarım akılları da karıştıran uçuk iddialarla , mantık çerçevesinden çıkmış hikayelerle belki de yavaş yavaş  delireceklerinden korktuğum kişiler de aramızda dolaşıyorlar... Her büyük krizde olduğu gibi, koronaya da kendilerince anlamlar bulan marjinal tipler, Israel'de ve Avrupa'da pandemiye karşı insanları hükümetlere karşı ayaklanmaya çağırıyorlar.. Bazen de başarıyorlar..Herşey tamamdi bir tek bunlar eksikti...

Günde yaklaşık 4000 pozitif vakayla rekora gidilen Israel'de salgına bir şekilde dur demenin vakti geldi deniyor. İşler tam manasıyla çığrından çıkıp  ilk zamanlar İtalya'nın yaşadığı durumlara  düşmemek için yeniden karantinaya girilecek  bir  bayramı daha karşılayacağız bu önümüzdeki cuma akşamı;  Yahudi Yeni Yılını. ..

Tüm bu  karamsarlığa rağmen, işsizliğin zirveye çıktığı, ekonomik dengelerin iyice alt üst olduğu bu günlerde  Israel ekonomisinin devlet olarak  aslında en baştan bu krize  gayet iyi bir durumda iken ve yeterli bir bütçeyle girmiş olduğu söyleniyor. Devlet kasastndaki 128 milyar dolarlık para kaynağından  ayrılan yardımların  kimi bürokratik engeller yüzünden  kanalize edilememiş olduğu iddiaları  çok şaşırtıcıdır. Hükümetin söz verdiği miktarlardaki paranın devletin yüksek mercilerindeki kimi memurlar tarafından bürokratik engellere takılmış olması anlaşılır gibi değildir.

Bibi geçtiğimiz günlerde tekrarlayacak yeni yardımları  hükümet onayından geçirdiyse de geçmişte ona oyunu vermiş belli bir kitle dahil olmak üzere Israel solu  artık Netanyahu'yu kesinlikle koltukta görmek istemiyorlar.

Yakın bir zamanda Hükümet dağılmazsa önümüzdeki Mart'ta Israel'de yeniden seçimlere gidilecek..

Sanırım tüm bu üzücü durumlar  insanları yeterince sıkıntıya sokarken şu an Israel açısından tek ama çok büyük ve son derece olumlu gelişme iki gün sonra  Arap Emirlikleri ile Israel'in Washington'da imzalayacakları tarihi barış antlaşmasıdır..


70 yıllık Arap-Israel düşmanlığının sona erdiği bugünler adeta inanılması zor bir rüya gibidir.. Bölge için çok büyük bir devrim olacağına inandığım bu son gelişmeler, geçen zamanın, değişen dengelerin ve sonunda mantığın, aklın tüm düşmanlıkları yenerek  herşeyin önüne geçebileceğini ispatlıyor..

Petrolün eski anlamını yavaş yavaş yitirmeye başladığı teknoloji devrinde Araplar geleceği görmeğe başladıklarını gösteriyorlar. Onlar da artık eski yoldan kopup  kendileri için daha güvenli, daha iyi bir gelecek için Israel'i yanlarına almanın doğrusu olduğunu anlamış görünüyorlar..

Dilerim bu çok çetrefilli günlerden geçerken bir diğer taraftan yaşadığımız kısmi  ( Şimdilik Filistinlilerin iştirak etmediği ) barış ortamı hepimize ( Filistinliler dahil )   çok daha iyi bir geleceğin yollarını açar !.




Batya R. Galanti




11 Eylül 2020 Cuma





Doğum günümde bir tek dileğim var



Doğum günüme çok az bir zaman kaldı.  Her defasında bu sene de keşke çok çabuk geçip gitmese ve ben artık büyümesem diyorum ama her geçen yıl zaman daha da çabuk geçiyor...

2 Ekim 1968'den bugüne tam 52 yıl geçmiş..Ne de çabuk büyüdüm (!)  diyorum bir an ..

Genç kızken aynadaki gergin ve pürüzsüz yüzüme baktığımı anımsıyorum ve  geçeceğini bildiğim  zamanı hayal ettiğimi,  olgunluk yaşlarımı ve arkasından gelecek olan yaşlılığı.... O zamanlar o kadar uzakmış gibi geliyordu ki o günler..



Daha 18'indeyseniz ya da yirmilerinde yaşlılığı kendinize çok uzak bir mevhum olarak görmeniz söz konusudur büyük ihtimalle. Hatta kendinizin hiç yaşlanmayacağınıza inanmanız olasıdır. Bu tuhaf bir insanı savunma mekanizması gibi bir şey sanırım. Hayat ilk gençlik yıllarında çok uzun bir yolculuk gibi bir his uyandırıyor kişide. Gençler hep genç kalacaklarmışta yaşlılar da sanki en başından yaşlı olarak doğmuşlar gibi aptalca bir olgu vardır çoğu kez gençlerin beyinlerinde.. Gençler yaşlılara bakıp zaman zaman dalga geçtiklerinde hiç bilmezler hayat denen sürecin adeta kısa metrajlı bir filme benzediğini. Ve en yaygın ayırımcılıklardan bir tanesi de bu yüzden gençler tarafından yaşlılara yapılır,
Aynadaki yüzümde gördüğüm o canlı ifadenin yavaş yavaş söneceğini düşünürken gelecekteki görünümümü kesin tahmin etmem kolay değildi o zamanlar..

Gerçi bugün için hala daha kendimi yeterince genç hissetsem de doğum günleri beni pek öyle sevindirmiyor. Aslında doğum günlerimi küçüklükten beri öyle çok sevinçle karşıladığımı anımsamıyorum. Bizimkilerin bu güne öyle çok ehemmiyet vermemeleriyle ilgiliydi bu durum sanırım.

Çocukluğumda, şerefime gerçek amlamda bir doğum günü partisi tek bir kez yapılmıştı ..O da beşinci sınıfı bitirdiğim seneydi

Hayatımda ilk defa bir sürü çocuk evimizi doldurmuştu.. Sanırım doğum günüme sınıfımdaki tüm çocukları davet etmişlerdi.. Pastalar , hediyeler süprizler.. Belkide hayatımda ilk kez kendimi bu kadar özel hissetmiştim.  Halbuki ilkokul hayatım baya yanlız geçmişti diye hatırlıyorum.

Öğretmenimiz gestapo gibi bir kadındı, o kadar ciddi, o kadar otoriter, o kadar şeytanca bir tipti ki bana  okulu bir tehtid olarak algılamam için yeterinden fazla tesir etmişti o kadın... Ve ben gittikçe içime kapanmış  kendimi  herkesten çektikçe çekmiştim.. Ya da böylesi bir durumla nasıl mücadele edeceğimi bilmediğim için gittikçe pasifize oluyor ve çekingenleşiyordum.. Böyle olunca da tenefüste yapayanlız dolaşırken seksek, ya da lastik oyunları oynayan kızların yanına gidip oyunlarına iştirak etmek istediğimi sözlemekten bile acizdim.. O zaman tek arkadaşım Eti'ydi..

Ve bu yüzden o okulu bitirmeme kısa bir zaman kala böylesi bir doğum günü partisi bana bir anda hiç olmadığım kadar popülerlik hissi vermişti birden bire. Adeta o gün başka birisi olup çıkıvermiştim.

Daha ileriki senelerdeyse okul hayatımda geçirdiğim tüm zorluklara rağmen her zaman çok arkadaşım olmuştu.. Espriyi, güldürmeyi seven bir tiptim.. arkadaşlarım beni çok seviyordu , tabii ki ben de onları..belki de okulu bırakmamış olmamın en önemli sebeplerinden biri de buydu..

Sadece lise son sınıfta  tekrardan kısmen içime kapanmıştım. Ama bu sefer bu benim kendi seçimimdi. Böylesini tercih etmiştim. Hatta yeni katıldığım sınıf olan 10. sınıfta yakınlaştığım bir çok kızdan bile uzaklaşmıştım o yıl. Böyle daha rahattım çünkü kendimce benim için önemli yer tutan bambaşka şeyler vardı...

Ve hayat geçti, ve ben büyüdüm..doğum günleri benim için hep saçmalık olarak kaldı kafamda. Bir kez öyle yer etmiş sanki..

Gündelik hayatınızda sevildiğinizi hissetmek sadece doğum günlerinde hatırlaktan daha değerli.
Sevgi, hediyelerin çok ötesinde bir duygu. Hatırlanmak her zaman güzelşe de  sevgi sızın için ayrılan zamanda, size gösterilen anlayışta ve sevdikleriniz sizin için yaptığı kimi küçücük ama anlamlı davranışlardadır.. Sevgi en çok ,büyük şeylerde değil küçücük anlarda  hissedilir ..

Doğum günleri belki küçük çocuklar için büyük mutluluklar demeksede bir zaman sonra sadece geçen yaşamın sizden neleri götürdüğünü anımsatıyorlar..

Bu yıl  koca bir doğum günü pastasının üzerinde dizili mumları söndürürsem eğer Tanrı'dan tek  dileğm olur herhalde o da. " içten bir gülüş" !!!





Batya R. Galanti








10 Eylül 2020 Perşembe

Insan yavrusunu terk etmez!

  

Köpeğimi sabahın erken saatlerinde indirdiğimde eve yakın bir bahçenin girişinde üç küçük kediye rastladım ..Üç minik kardeş  sabahtan bastıran sıcakla birlikte bir bahçe duvarının dibinde, gölgede birbirlerinin kuyruklarıyla oynuyorlardı . Öyle tatlıydılar ki bir yandan Pitzy'yi onlara yaklaştırmamak için gayret ederken diğer taraftan onları seyredaldım.

Acaba  kedi yavrularının neredeyse bir insan tavrıyla sarılışlarının , küçücük dilleriyle oralarını buralarını yalarken birbirlerinin boyunlarına kollarını dolamalarının bizim bildiğimiz "sevgi "yle bir ilgisi var mıdır diye düşündüm. .O an tek emin olduğum şey, dogada  uyum içinde var olan canlıların  birbirleriyle iç içe olan yaşamlarının mükemmelliğiydi..

Kedicikleri izlemeye  başladığım andan itibaren içimde ilginç bir şey oldu.. Biri kapkara bir panteri andıran, diğer ikisi gri olan yavruların oyunlarındaki sevimliliklerinin ve o an çevreye yaydıkları enerjinin benliğimde esen rüzgarları dindirdiğini hissettim..

Hayvanları  izlerken hep bambaşka bir ruh haline giriyorum ben. Biz insanların  içinde  var olan ve hiç bitmeyen sorular ve sorunlar ve sadece insana özgü stres onların dünyasında mevcut değil gibi.. İç güdülerinin peşinde devam ettirdikleri varoluş savaşı her ne kadar karmaşık ve bir o kadar acımasız olsa da bir an için  bir ağacın gölgesine uzandıklarındaki hallerini tarif edecek kelime sanırım huzurdur!

Etrafı çevreleyen apartmanların ortasındaki ağaçlık yerde o minik kediler yeşilliklerin üzerinde alt alta üst üste birbiriyle dövüşürlerken etraftan kulağıma çalınan ses;  kuş cıvıltıları..ağaçlarda hiç durmadan ötüşen kuşlar.. Doğa o kadar dingin ki o an..

Benimse aklıma 14 yaşım geldi bu kez. Yine ada'daydım ( ne yapayım, bir çok anlatılası  şeyler benim için hep ada'da geçenler galiba )  Yine yazlardan bir yaz..oturduğumuz evin bahçesinde bir kedi doğum yapmıştı.. Beş tane yavru, hepsi  başka başka renklerde minicik yaratıklar.. kapının önünde beşini sıraya dizip kuzenlerime onlara taktığım isimleri saydığımı anımsıyorum.. İşte o yavruların daha dünyaya ilk geldikleri gecelerden birinde pencere kenarında yattığım yatağımda ben uykuya dalmaya çalışırken birden şimşekler çakmaya gök gürlemeye başlamıştı durmadan.. Çok sıcak  geçen bir kaç günün ardından yağmur bastırmıştı.  Kopan fırtınanın gürültüsüne rağmen gecenin karanlığında ağlayan yavru kedileri duymuştum birden.. Sağnak yağışın içinden kulağıma çalınan miyav sesleri ağlayan bir bebeğin yardım isteyişini hatırlatıyordu. Kediciklerin anneleri neredeydi ki? Yağmurda onları emin bir yerde saklamamışmıydı bilmiyordum ama içimden bir ses onların açıkta bir yerlerde savunmasız kaldıklarını söylüyordu.. Yağmurun şiddeti hiç umurumda değilse de karanlıktan çok korkan bir çocuktum ben ama o yavrulara yardım etmek isteğim herşeyin önüne geçerek dolaptan çıkardığım kırmızı yağmurluğumu pijamamın üzerine geçirerek  kendimi dışarıya atmıştım. Bahçe duvarının gerisindeki kocaman arsaya inip seslerin geldiği noktada el yordamıyla bulduğum sırılsıklam olmuş minicik yavruları tek tek yağmurluğun içine koyarak eve dönmüştüm . O gece ben kendimi o yeni yetme halimle çok büyük bir kahramanlık yapmışım gibi hissettiğimi anımsıyorum.

Bir hayvana, bir canlıya en ufak bir  yardım ettiğinizde yaşadığınız şey öncelikle tatmin duygusu sanırım. Kuzenimse bir kez bana, iyilik yaptığımızda da aslında bunu kendimiz için yaptığımızı söylemişti. Kendi vicdanımızı rahatlatmak için başkalarına yardım ettiğimizi iddia etmişti.. Bunun adı kendi egomuzu tatminmiş!!   Ne farkeder ki?.Kendi egosunu tatmin etmek için kötülük yapanlar da  var!!

Seneler sonraysa bir gün Şişli'deki evimize yeni yeni büyüyen bir kedi dadanmıştı. Balkon kapısının yanındaki pencerenin oraya gelmiş ve bir daha da orayı bırakmaz olmuştu.. Bizden yemek bekliyordu.. Annesinin onu terk ettiği günden itibaren belkide hayatta kalmayı beceremeyecek kadar korkmuştu bir şeylerden ..O kadar da güzel bir kediydi ki bu. Bembeyaz tüylerinin kimi yerlerinde siyah benekleri vardı, ayrıca güzel bir suratı ve son derece masum bakışları...  Evimizin kömürden ve Şişli'nin is dolu havasından hep kirlenen balkonumuzu hiç terk etmeyen o kediyi yemek artıkları vererek beslerken  o  hep aynı noktada, pervazın diğer tarafında oturup ağlıyordu .. Bu yüzden de ismini Ladino'da sürekli ağlayan ve şikayet eden anlamına gelen " Mauyo !! koymuştuk.. Biz onu, bir gün sonunda cesaretini toplayıp balkonumuzu terkettiği güne dek bırakmamıştık ..Aylar sonra geri geldiğindeyse yüzündeki o masum ifade artık gitmişti..

Doğa'da yavrusunu bir ömür hiç terk etmeyen tek varlık insandır sanırım. Anne çocuğuna bütün bir hayat fedakarlık yapmaya hazırdır.. Kedi ise  ( ya da diğer tüm hayvanlar da aynı şekilde )  doğurdugu yavrularını büyüttükten sonra sonsuza dek terk eder.. Vahşi doğanın şartlarına terk edilen kediler büyüdüklerinde içgüdüsel olarak kendi kendilerine yetmeyi öğrenirler ve güçlerine göre mücadeleyi ya kazanır ya kaybederler.. Biz insanlar da ise çocuğun kendi kendine yetmeğe başlaması için ihtiyaç duyulan süre hayvanlardan çok daha uzundur..

Insan denen varlıksa hayvanlar gibi degil,,,,normal bir annenin yavrusunu bir ömur de geçse yüzüstü bırakıp gitmesi söz konusu bile olamaz


Batya R. Galanti



9 Eylül 2020 Çarşamba

 


                                     Böylesi belirsiz bir dönemde yaşadıklarımız..



Eylül ayının ortalarına doğru hızla yol alırken, Israel'de yavaş yavaş önümüzde bizi bekleyen bayramlara ve kutsal günlere doğru yaklaşıyoruz. Bir taraftan gün geçtikçe daha hızlı yayılan virüs'ün toplum içinde yarattığı  gerilim, belirsizlik ve bir çeşit çıkmaz yola girmişlik hissiyle gelen depresif durum herkesi az ya da çok etkiler gibi görünüyor.. Aylardan beri evden çok fazla dışarı adım atamadıkları için sağlıkları olumsuz etkilenen üçüncü yaş grubu insanlar, diğer tarafta Zoom'dan eğitim alan çocukların yine aylardan sonra tamamen  farklı bir sistemle, farklı bir ortamda başlayan yeni Öğrenim yılına kendilerini adapte etmeğe çalışırken yaşadıkları bocalamalar.. herşey bugün için sanki tarihte bir ilkmış gibi bir his yaşatıyor benim içimde..

Onlarca senelik hayatımda tanıklık ettiğim en belirsiz dönem gibi sanki bu..

Son bir kaç gündür okula gitmekte zorlanan oğlumu, çaresiz okula  her sabah kendi ellerimle teslim ederken,  anaokuluna ilk kez giden küçücük çaresiz çocuklar gibi omzuma başına koyarken ağlaması, girdiği panik yüzünden buz kesen ellerini boynuma sarması beni ne kadar üzsede ona bu durumun geçeceğini , sadece bazı şeylere yeniden alışmakta zorlandığını söylüyorum hiç durmadan.

Ben ona ne kadar anlayışla ve sabırla yaklaşırsam bu günleri o kadar kolay atlatacağımıza inanıyorum.. Halbuki Gal okula hep isteyerek gitti bugünlere dek. Ona gösterilen ilgi, destek ve sevgi her zaman meyvelerini verdi bu son dönemlere kadar.  Sanırım pandemi yüzünden uzun aylar süren eve kapanış, yine evden zoom'la devam eden eğitim onu tüm alışkanlıklarından kopardı bu son sene...

Her sabah servise binmemek için birden bire  bana  yalvarmaya başladı.. Öylesi çaresiz görünüyor ki! "Anne elimde değil!!"  diyor..durmadan..gözlerini kaygıyla oğuştururken , çaresizlik içindeki yalvaran bakışlarında; " Bana ne olur yardım et! " diyen oğlumu görüyorum...

Dün sabah minibüs yanımıza yaklaştığında neredeyse koşarak kaçmak isteyecek gibi olunca ona; " Gal bak ben biniyorum !" dedim. Ve bir anda daha önce aklımda olmayan bir şeyi yaptım, ondan evvel servise ben bindim...tabii  o da çaresiz arkamdan.. Onunla okula vardığımızda rahatlamıştı..

Yine de umutluyum..çünkü öyle olmak zorundayım. Ayakta durmaya devam etmek için herşeyi sabırla, sevgiyle karşılamak zorundayım.. Korkusunu adım adım, yavaş yavaş atmasını sağlamalıyım.. 

Kim demiski hayat kolay diye.?

Belki Gal, otistik bir çocuk olarak geçirdiğimiz bu karmaşık dönemden daha da fazla etkilenmiş olsa da yapılan açıklamalarda son aylarda antidepresan kullanımında en az yüzde yirmi artış olduğunu ve çocukların başlayan bu yeni okul döneminde  daha sık ve yoğun kaygı yasadıklarını duyuyor ve okuyorum..

Şimdilik Korona bizi bırakacağa benzemiyor.  Belki de kocaman bir seneyi bu şekilde geçirmek zorunda kalacağız.. Bayramlar ve tüm özel günler de buna dahil..Belki yeniden karantinaya sokarlar tüm Israel'i.. Her gün üç binden fazla insan korona taşıdıklarına dair istatistikleri yükseltmeğe devam ediyor..

Rakkamlar korkutucu olsa da hayat hiç olmadığı kadar kaldığı yerden devam ediyor. İnsanlar artık bir anda bunu kanıksamış gibi de görünüyor ister istemez. İş hayatı, okul, herşey kaldığı yerden devam etmek zorunda kaldı bir süre sonra.

Bugünlerde,  Rosh Hahana gelmeden edilen  Selihot (sliha'dan yani özür)  duaları  Kipur'a kadar devam edecek .

Belki bu yıl her dileğin arkasından insanların ağızlarından çıkacak her Amen çok daha büyük yankı yapacak; göklere yükselen yakarışlarla beraber..

Bana ne kadar özür dilesek az gibi geliyor.. . Birbirimize, hayvanlara ve çevreye verdiğimiz zarar o kadar büyük ki.

Hiç bir şeyi umursamamaya  devam ettiğimiz müddetçe Tanrı sessiz kalmaya devam edecek belki de....



Batya R. Galanti












6 Eylül 2020 Pazar

 Rüyalar...


Bu ara her gece bir maceradan diğerine atlar gibiyim rüyalarımda.. Ne mutlu bana ki senelerden sonra yeniden rüya görmeğe başladım..

Nasıl da sinir oluyordum bir anda hiç rüya görmez olduğum için.. Ne öyle, hiç rüya görmeden uyku mu  olur diyordum!!  Sinemaya kadar gidip film seyretmeden eve dönmek gibi bir şey bu!..

Aslında son günlerde Israel'de havalar o kadar ısındi kı .. Rüyalara gelene kadar insanın ilk etapta nasıl uykuya dalacağım sorununu halletmesi gerekiyor. Nefes bile alınamayan gecelerin içinde kendi kendinize boğuştuğunuz yatakta bir oraya bir buraya dönmekten usanıp  evin her bir ucundaki  pencereleri sonuna kadar açıp içeriye hafif bir rüzgar, bir meltem girmesi umuduyla dolanırken yine de bulamadığınız esintiyi bu defa balkonda yakalarım derken gecenin bir vakti kendinizi açık havaya teslim etseniz de nafile.. belki bir  kez de  klimayla uyumayı denesem,  acaba  desem de, çekilmez ki şimdi gürültüsü diyerek vazgeçip yorgun bedeninizi yatağınıza yeniden atarken ,  üzerinizdeki kısacık geceliğin ipince kumaşına rağmen size fazla gelmesiyle  birlikte kollarınız, bacaklarınız yataktan dışarılara taşmış bir durumda uyuya kaldığınızı farketmiyorsunuz...

Ama ilginç bir durum var ki. Tüm bu sıcaklara  ve  uykuya dalabilmek için sarf ettiğim enerjiye rağmen son zamanlarda yeniden rüya görmeye başladığımı farkettim.

Eh artık , madem yeniden rüya görmeğe başladım bu şekilde uykuya dalmak belki daha zevkli olabilir.

Aslında rüya görmeyen insan yoktur denir. Uzmanlar öyle diyorlarsa bu gerçekten öyledir herhalde. Her insan rüya görürmüş.. O yüzden rüya görmediklerini iddia edenler sadece rüyalarını hatırlamayanlardır denir..

Çoğu zaman rüyalarımızda gün boyu yaşadıklarımız, düşündüklerimiz farklı farklı parçalar halinde birleşerek adeta bir puzzle gibi bir bütün haline gelip bir senaryoya dönüşürler.. Hem de ne senaryolar!!! .Bazense zihnimizde  yer eden hislerin, yaşanmışların, hüsranların ve bir çok farklı hissiyatların bir uzantısı olarak çıkıverirler karşımıza ... Şuur altında yer etmiş korkularımız tekrar tekrar sembolleşerek rüyalarımızda  özgürce yerlerini bulurlar. Kimi zaman kafamızı karıştırırlar kimi rüyalar.. kimi zaman bir anda bazı şeylere çözüm olurlar..

Freud'a  gore rüyalar " bastırılmış arzuların " üstü örtük bir şekilde dışavurumuymuş....

Kimi klasik rüyalar vardır , herkesin gördüğü türden . Mesela her insan rüyasında bir kez uçmuştur.  Neredeyse her insan en az bir kez hiç olmadık bir yerlerde çırılçıplak kaldığını ve ne yapacağını bilemediğini görmüştür rüyasında..ya da bir anda bütün bedeninizin ağırlaştığını ve  yürüyemediğinizi hissetmişsinizdir ..ya da dişlerinizin döküldüğünü...ve ne kadar da korkutucudur bu tip rüyalar..o anı rüya değil de sanki gerçek gibi yaşarsınız..Ne yapacağınızı bilemezsiniz..ve gözlerinizi açtığınızda .." Ohh be rüyaymış! " dersiniz!!!

Bir de benim gecenlerde gördüğüm rüya gibileri var ..Seneler evvelinde hep gördüğüm tipik bir tekrar rüyası bu.. Yeniden kendini hatırlattı bana.. Zihnime yer etmiş bir çeşit travmanın dışa vurumu gibi bir rüya bu..




Rüyamda 32 sene sonra yeniden liseyi  bitiremediğimi gördüm. Bu rüya beni uzun zaman meşgul eden rüyalarımdan biriydi .. Seneler sonra bir daha gördüm .. İşin ilginç tarafı üniversiteyi değil, liseyi bitirememişim. Kendimi 11.sınıfta görüyorum..sınıfta bu kez bir kaç kel kafalı kocaman yaşlı başlı öğrenciler var. Bu adamların lise'de ne işleri var derken. yetkili kişi bana lise'de kimi derslerden geçemediğimi ve bu derslerin yanına  şimdi yeni derslerin de eklendiğini benim bunlardan da sınav vermem gerektiğini ve ancak bu şekilde diploma alabileceğimi söylüyor. Ve o an kendime; " Peki ama eğer ben liseden diploma alamamışsam nasıl oldu da üniversiteye devam ettim?  diye soruyorum...  Olur olmaz derslerden ikmale kaldığım o senenin bende yarattığı hüsran bugün bile rüyalarımda beni yoklar gibi..

Aradan kaç yıl geçerse geçsin yaşadığımız kimi yoğun hisler, senelerden sonra bile beynimizin bir yerlerinde kimi anlamda bizi etkilemeye devam ediyor bazen.

Upuzun bir hayat geçse de ardından hala lisede geçemediğiniz bir dersin sınavında bulabiliyorsunuz kendinizi..

Tüm bunlara rağmen aynı rüyada o döneme karşı  belli anlamda hissettiğim nostaljiyse yine bir o kadar ilginç .. Başlıbaşına duygusal bir çelişki , bir paradoks gibi.

Ama sanmayın ki , yanlız mücadele ederim ben rüyalarda..O zaman niye özleyeyim ki rüya görmeyi?

Beynimin ürettiği, sonu gelmez senaryolar beni en olmadık mekanlara taşıdı hayat boyu..

Hani insanlar boşuna demezler çok hoşlarına giden bir şey için rüya gibi diye.. Güzel bir yer gördüklerinde, karşılaştıkları şeyi en iyi tarif edecek kelimelerden biri;  " rüya gibi" dir.

Gerçek hayatta sanki hiç bir şey rüyalardaki kadar kusursuz değildir.. Rüyalarda başka türlü bir büyü var gibidir.. Sanki ruhumuz bir anda tüm ağırlıklarından kurtulup , bedeni bir an için bırakarak bir seyahate çıkar gibidir rüyalarda.. Sanki o an ayrı bir faza geçer gibidir insan..Tüm olumsuzluklardan arınmış ve normalde hissetmediğimiz kadar hafif bir duygu dünyasının içindeyizdir o an. Hiç bir şey o büyüyü bozamaz gibidir. Nerede olduğumuz önemli değildir.. Bambaşka bir histir bu..  İşte bu duygu öylesine kuvvetli yaşanır ki bazen o rüya hiç bitmesin istersiniz.  Ben mesela hala çocuklar gibi uçarım  rüyamlarımda. Her defasında; " Bak rüya değil işte.. gerçekten uçmayı başarabiliyorum...bunu beceriyorum..Yeniden uçtum işte !!" derim...

Gerçek hayatın yüklerinden  kurtulurken bir an hafifleyen ruhumuzun uçuyor olduğu hissi hiç olmadığı kadar özgürleştiriyor insanı... Sanırım bu yüzden  rüyalara ihtiyacımız var.. Gerçekte olamayacağımız kadar özgür olabilmek için geceleri zaman zaman kaçtığımız bir yerler var sanki.




Batya R. Galanti

  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...