28 Nisan 2021 Çarşamba

Baharatlı bir yazı!

Ortadoğu'nun bol baharatlı kültürü

 


Geçenlerde öğle yemeğine gelen bir arkadaşıma kızımın askerlikte öğrendiği ve zaman zaman evde de  hazırladığı bir çorbanın tadına baktırdım.. Kırmızı mercümek çorbası bu. Ancak bizim tanıdığımızdan biraz farklı bu çorba. İçine kimyon denen baharattan eklenerek hazırlanması bu çorbayı bizim alıştığımızın dışına çıkaran şey.

Arkadaşım kimyonlu çorbanın tadına bayıldı. Doğrusu ben de. Asker'de bir kaçı Rus diğer bir kaç Ashkenaz ve mutfağı en çok seven Marok yani Fas kökenli arkadaşlarından çok değişik lezzetler öğrenmiş bizimkisi. Askenazların mutfağı pek zengin değildir. Fas'lılarsa yemeği ve yedirmeyi seven bir millet. Benimki ondan Fas kökenli arkadaşından  doğu mutfağının kimi sırlarını öğrenmiş. Bol baharatlar ve kimi ağzı biber gibi yakanlar.. Bu çorba da askerlikteki Maroklu arkadaşının menüsünden.

Israel'e dokuz yaşımda geldiğimde kuzenlerimin evlerinde bulunmuştum çok kez. Bir gün birinin, bir diğer gün başkasının evinde öğle ya da akşam yemeğine davet edildiğim oluyordu. Her defasında farklı bir kültürle karşılaşıyordum iyi mi!! Kuzenlerimin bazıları doğulularla kimileri Askenaz Yahudileriyle evliydiler. Birbirleriyle kardeş olanların evlerinde ayrı kültürlerle karşılaşmak ilginçti.  Örneğin, mesleği berberlik olan bir kuzinim, Israel ordusu'nda Paraşüt Birliğinde eğitmen olan bir Irak Yahudisiyle evliydi . Boylu poslu, yakışıklı bir adamdı bu. Dört çocuklarıysa birbirinden güzellerdi. Kuzinim sarışın , eşi esmer olunca çocuklar tabi meleze benziyorlar. Israel'de bu tip karışımlar çok. İşte bir öğlen onların evinde yemeğe davetliydik. Eşi mutfağı çok sevdiği için Irak yemeklerini hepsine alıştırmıştı. Ve ben hayatımda ilk defa bu kadar baharatlı bir mutfak tanımış olmuştum. Çocuk olduğum için daha alışmadığım lezzetler damağıma şok etkisi yapmıştı. Neyin tadına baksam yemeğin kendisinden çok o hiç tanımadığım baharatlar ağzıma geliyordu. Sanki bütün yemekler aynı taddaymış gibiydiler. Yıllarla aslında Israel mutfağı bir çok şeyde olduğu gibi değişti, gelişti ve çeşitlendi. Farklı lezzetleri tadarlarken insanlar, Avrupa' ya Amerika'ya seyahatler yapmak, Uzakdoğu'ya açılmak kişileri kendi alıştıkları tadların dışına da çıkardı. Ama aslında benim gelmek istediğim mevzu başka..

Geçtiğimiz gün kızıma diyordum. Baharatlara karşı değilim. Her ne kadar Israel'e ilk geldiğim zamanlar benim bildiğim yegane baharatlar, karabiber ya da sadece kırmızibiber idiyse bile; \zamanla, eti ya da köfteyi ya da tavuğu daha lezzetli yapmanın kimi farklı baharatlardan geçtiğini  öğrendim.  (Bizim Sefarad mutfağı daha yalındır). İşte burada ben dengeye geleceğim. Benim bir iddiam vardır; biz insanların sorunumuz dengeyi korumadadır diye. Mesela Ortadoğu mutfağı çoğu kez baharatı öyle bir kullanır ki sebzenin, yemeğin kendi lezzetini unutturur size.

Ben derim ki herşeyin azı karardır. Azı lezzet veren bir şeyin çoğu bulandırır. Bu da benim fikrim tabi..Seneler önce ilk kez Hint mutfağının tadına baktığımda da bu kez neredeyse önüme ne koysalar sapsarıydı. Çünkü Hintlilerin en sevdiği baharat da köri. Bu yüzden her yemeğe onlar da çok köri kullanıyor. (Ben ister seveyim ister sevmeyeyim, Hint Mutfağı dünyanın en tanınmış mutfakları arasında yerini çoktan almış bile! o da başka!! )

Derken aklıma şu geliyor. Ortadoğu insanı sadece baharat kullanırken değil herşeyde uçları yaşayan bir kültür yapısına sahip gibi. Yani demek istediğim.. Baharat lezzetliyse, tad veriyorsa, insanlar bunu seviyorlarsa az miktarda değil, tonla kullanırlar. Yemeklerinde gösterdikleri bu çokça kullanım başka şeylerde de aynıdır. Ortadoğu'da yemeğe katılan bol baharat gibi Mesela duyguların ifade buluş biçimi de  bol baharatlıdır... Sevgileri,  kızgınlıkları, sevinçleri.... hepsi bol baharatlıdır.. Eğer bir şeye üzülürlerse derin üzüntülerini gösterirlerken ifadeleri yüklüdür.. Ağlarken abartılıdırlar...Şıklıkları da çok baharatlıdır.. Elbiseler çok süslü değilse şık sayılmaz.. Yeterinden fazla şırıltı pırıltı olmayan bir elbise standartları tutturamamıştır. Takıları bol baharatlıdır.. Bir yüzük yetmez, kuyumcu dükkanı gibi dolaşmazsa  kadın yeterince şık sayılmaz.. Araplar'da bu çoktur. Evleri de süslüdür çok!! Mütevazilik pek yoktur. Sevdiklerini kaybettiklerinde ağlarken yerlere dizlerini koyup, dizlerini dövmeden kederlerini yeterince ifade etmemiş olurlar.. Anadolu'da, Filistin'de, Kürdistan ya da Habeşistan'da bu böyledir. Bu artık bir geleneğe dönmüştür. Evlenecek kızın ellerine yapılan kınalı süsler böyledir.  Ya da genç kızın gelinliğini tonlarca altınla süsleyen aileler de bu böyledir...

Baharatlar da işte tüm bu çok olmazsa bol olmazsa yetersiz kalmışlık hissini yaşayan aynı kültürün yemeğidir. Tatlıları da çok talıdır.. Teveccühler de , nazarlar da ....Konuşma dilinde bol baharat kullanılır. Türkçe'de çok süslüdür iltifatlar. Yeterince iltifat etmezseniz eksik kalmış olmak çekingesine girebilirsiniz.Çünkü toplum buna alışkındır. Bebeğinin çok güzel olduğunu söylerken bir genç anneye bilirsiniz ki arkasından Maşallah demeniz şarttır.. Korkulur nazardan. Herşey biraz daha ağırlaşır böylece;  yemekler,  muhabbetler ve şarkilar ve türküler..

Müziği de çok baharatlıdır..makamlıdır..ağıtlarla doludur. yazılan,  bestelenen nameler duyguları olabildiğince dramatik ifade eder. Bu da bu diyarlara özgüdür. Israel'de Allahtan, farklı kültür karışımı bu ağırlıkları kısmen hafifletiyor.. Daha fazla eğitim, ve dünya'ya daha açık bir toplum bazı baharatları tadında kullanmaya yardım ediyor. Herşeyin azı karar çoğu zarar bence. Biraz kullandınız mı gayet lezzetli oluyor..yemekler, insan ilişkileri ve her konuda böyle!


Batya R. Galanti

















26 Nisan 2021 Pazartesi

Çok eskilerde kalan bir hobi

Kimi detayları sonsuzlaştırmak adına fotoğraflamak!


Üniversite'de Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümünde okuduğum zamanlar, öğrendiğim branşla kısmen alakalı bir hobi edinmiştim kendime. Bir erkek arkadaşımla beraber fotoğraf çekmeye merak salmıştık. Babamın bir aralar satın aldığı orta budala, Rus mali fotoğraf makinesi elimde, şehrin tarihi, eski semtlerini gezerken, kimi zaman Camileri, kimi köprüleri, bazen Haliç'teki balıkçıların resimlerini çekmeye başlamıştık.  Eminönü, Galata, Haliç civarlarında karakışa bakmadan kilometrelerce yürüyerek İstanbul' un o eski silüetini oluşturan yapıları, yıpranmış binaları, anıtları ve şehrin bilimum manzaralarını,  deklanşöre bastığmız  karelerde görüntülerken büyük bir sanat yaptığımızı düşünüyorduk belki de.  İstanbul'u kendi  bakışımızla resimlere yansıtmak için ikimiz bir yarışa girmiştik. Benim en çok ilgimi çeken bölgeler, Eminönü, Karaköy, Tünel ve Galata cıvarlarıydı. İstanbul'da, eskiyle yeninin buluştuğu sınır bölgeleri. Tarihin içinden bugüne kimi değişmeyen güzellikleriyle beraber, kirlenen şehrin çamuruyla yoğrulmuş caddelerinde bin bir çeşit insan manzaralarıyla, çoğu zaman üstünüze üstünüze gelen kalabalıklar arasında alışılmadık bir biz vardık o günlerde.

Bir dönem için bu tutku bir şekilde beni almış götürmüşse de, zamanla farklı şeylerin aklımı çelmesiyle fotoğrafçılığa olan kısa ilgimi bir kenara itivermiştim. Halbuki her daim baktığım manzaraları içime sindirmeye doyamazken gördüğüm güzel şeyleri ebedileştirmek hep ilgimi çekmiştir. Hayatımda kendimce değerli kabul ettiğim şeyleri de hep benimle kalmalarını istemişimdir, kimi öylesine bir kenara yazılmış notlar, kimi defterler ve fotoğraflar. Fotoğraflar derken,  en çok o hiç beklenmedik anlarda çekilenlerdir en özel olanlar.  Zamanı bir an bir yerlerde durduran anları bulursunuz o resimlerde.

Aynı şekilde İstanbul'un sizi gerilerde bıraktığınız zamanlara götüren resimleri de bana daha değerli görünürler. Bugünler zaten gözlerimin önünde olduklarına göre!!.

Ve derken,  bir gün bana eşim Canon marka bir kamera hediye etti. Smartphone'la fotofraf çekmeyi bırak artık diyordu iki sene evvel. Ancak bu iş düşündüğümden biraz daha zor gibi oldu benim için. Makinenin fonksonlarini tum detaylarıyla oğrenmem gerekiyordu. Bense bir türlü doğru dürüst bir sonuç elde edemiyordum. Her  ne kadar ayarladığımı zannetsem de  telefonla çektiğim resimler daha güzel çıkıyorlardı. Öyle olmaması gerekse de. Neyse bir zamandır bir kenarda beni bekleyen makine belki de bir gün yeniden ellerimde hayat bulur.


Geçtiğimiz günlerde  Yehuda Çölünde Neve Şalom Ulusal Park alanlarında bir ufak geziye çıkmıştık. En yüksek noktası yaklaşık 1026 metreye varan bu dağlık bölge Yehuda Krallığının merkezi olan, yakınlarında Yerushalayim ve bir çok farklı Yahudi şehirleriyle, yerleşim birimlerinin bulunduğu tarihi bir yer.  Etrafta arabadan inip belli bir yürüyüş yapabilmek için uygun bir nokta ararken ileride ellerinde kocaman mercekleriyle doğal ortamların güzelliğini çeken iki genç gördüm. Ellerindeki fotoğraf makineleri ise sanırım bir kaç kilometre mesafedeki ayrıntıları görüntüleyebilecek kapasitede makinelerdi. Doğada gayesiz bir gezintiye çıkmamışlardı onlar.  Bulundukları ortamın bir parçası olmuş gibiydiler. Etraftaki insanlar ve başka şeyler onları ilgilendirmezken tek meşgul oldukları şey ayarladıkları mercekleriyle ufukta gözlerine çarpan doğayı, canlıları albümlerine eklemekti. Böyle bir hobisi olan insanlar  öncellikle çevrelerini çok farklı bir göz algılama yateneğine sahiptirler. 

Bir çok insansa gördükleri bütünün içindeki detayları farketmez. Ya da belki teferruatlar üzerinde  durrmazlar. Manzaraya bir bütün olarak bakarlarken, onun içindeki güzellikleri tek tek incelemezler. Sanırım içlerinde belli bir sanatçı ruhu taşıyan insanlarda vardır daha çok o inceden inceye olan farkları görebilmek.  Bir şairin dizelerinde kendini bulabilir böylesi detaylar, bir müzisyenin notalarında buluşur doğadaki güzellikler ya da ressamın fırçasından canvas tuvalde..bazen de bir fotoğrafçının yakaladığı karede.

Benim sanatçı tarafım ne derece kuvvetli bilmiyorum ancak içimde hep var olan yoğun duygular kimi anlamda  romantizm olarak nitelenen o ruh hali beni hep doğaya daha bir yaklaştırmıştır. Şehir ortamının kalabalıkları içinde kendimi yeterince yanlız hissettiğim halde çoğu zaman denizin, dağların ve yeşil alanların ortasında daha fazla huzur bulurum ben.

Fotoğraf makinemi tozlandığı raftan alip yeniden o eski hobimi canlandirmanin zamani geldi mi acaba?


Batya





Batya R. Galanti












25 Nisan 2021 Pazar

Buralar yeniden karıştı


Vicdanı olan bir insan hiç bir varlığı bile bile ve isteyerek yok etmez. Vicdanı olan bir insan başka bir varlığa  saldırarak, döverek, hırpalayarak canını yakarak onu öldürmeye kalkmaz.  Bu vahşettir!!

Bunu söylerken ben son günlerde Filistinlilerin Yahudilere karşı giriştikleri linçleri kastediyorum. Yabancı medyada yer verilmeyen, kimi linç girişimlerinden bahsediyorum.  Tabii ben böyle bir şey söylediğimde insanların akıllarına ilk gelen; "Peki Israel'in Filistinlileri bombalamalarına ne diyeceksin? sorusudur. İnsanların akıllarındaki,  Israel'in yaptıkları da aynı şey değil mi? sözlerini, sorularını duyar gibi oluyorum.

Hamas yönetimi altında,  Filistinli diye çağrılan halkın. kendi içlerindeki kimi terör grupları tarafından esir alınmalarını, içlerinden seçtikleri liderlerin, yönetim içindeki grupların onları  bilerek ön plana koyarak karşı taraftaki sivilleri hedef almaları sonunda girilen çıkmaz hakkında söylenecek çok şey var ancak soruna elle tutulur cevaplar bulmak zor! Sonuçta, kendi kendileri içlerinde ayrı bir karmaşa yaratan bu halk için ne diyeceğimi bilemiyorum.  Evlerin içlerinden, camilerden, sokakta oynayan çocukların aralarından hedef alan gözü dönmüş teröristlerle nasıl mücadele edilir bilemiyorum.

Özgürlük savaşçısı kılığına girmiş bir teröristin sözde korumakla yükümlü olduğu savunmasız bir masumun arkasından size yönelttiği silahından çıkacak kurşuna karşılık kendi elinizdeki silahla kendinizi ve siper olduğunuz çocuğunuzu korumak adına, siz ne yapardınız?  diye sorduktan sonra yazacaklarıma devam etmek istiyorum!!

İki düşman halkın daracık bir toprakta birbirleriyle olan çekişmeleri söz konusu. Biri bu bölgedeki tek demokrasi olan  Yahudi ülkesi, diğeri bu toprakları en başından paylaşmak istemeyen bir halk. Bugüne dek sorduğunuzda size Yahudilerin sonunda mutlaka yok olacağından bahseden bir halk. Yahudilerin bu toprakların bir cm karesinde yerleri olmadığını iddia eden bir halk. Bugüne dek!! Hala anlamadılar!!

Bir bütün olmayı beceremeyen, gerçek bir halk olma unsurlarını bünyelerinde birleştiremeyen ve öncelikle kendi içlerindeki faksyonlar tarafından  zayıf düşürülmüş, terör gruplarının ellerinde maşa olan, hakları bizzat kendi liderleri tarafından çiğnenen bir topluluk bunlar.

Despot, İslamist yönetimlerin, baskı rejimleri altında, sözde haklarını ararken medeni tüm normları bertaraf ederek, vahşi batı kurallarını çokça taktik olarak kullanarak herşeyi daha da çıkmaza sokan insanlarla savaşılan bir meydan burası!! Dışarıdan bakıldığında şekilde sözde hukuki yoldan çözümlere ulaşılmaya çalışıldığı iddia edilen, BM'in tek taraflı politikalarının,  halkını ezenlere, kullananlara daha fazla kuvvet vermekten, zalimlere yardım etmekten başka işe yaramayan kararların getirdiği daha fazla sorun, sefalet ve açmaz var.  

Konuya gelirsem. Birilerinin savunmasız insanları hedef almalarının vahşet olduğunu söyleyerek başlamıştım yazıma! Son günlerde alevlenen yeni olaylarda Filistinlilerin sokaklarda önlerine çıkan Ultra-Ortodoks Yahudileri avlamaya çalıştıkları görülüyor.

Peki bu olaylar nereden çıktı yeniden?

Son günlerde Ramazan ayı dolayısıyla alınan önlemler birilerini rahatsız etmiş. Yeruşalayim'de devam eden TikTok çekimleriyle Yahudileri hedef alan Araplara karşılık, Israel polisi eski şehirde güvenlik önlemlerini arttırınca Filistinliler kızdılar. Provokasyon olan yerde, insanları hedef alanların olduğu yerde polisin ne yapmasını bekliyorlardı acaba? Onlar bir şey beklemiyor aslında. Onlar sadece olay çıkarmak için sebep arıyorlar! Sorun bu!! Son olaylar eminim yine İnsan Hakları olan  toplumlarda, ekranlara yansıyan durumlar yeniden bambaşka şekillerde yorumlanıyor! Yine Filistinlilere zulüm yapılıyor deniyor mutlaka!

2000 senesinde, II. İntifada'nın başlamasının sebeplerinden biri olarak görülen bir olay Ramallah'ta yaşanmıştı. Oslo süreciyle, Batı Şeria'nın Filistin Polisine devredilmesinin ardından, kontrolün El Fetih Örgütüne devredildiği yılların başlarıydı daha. Arafat'ın bürosunun da bulunduğu bu şehir Israel için sınır dışı sayılabilecek bir bölgeydi.  ( bugüne dek öyle )

Şimdi birden bire 2000 yılından bahsetmem nedendir?. Son günlerde Doğu Kudus'lu Filistinlilerin bu bölgede başlattıkları kavgalar ve ayaklanmalardan televizyonlara yansıyan görüntüler bana bir çeşit flashback yaşatıyorlar.

2000 yılında, 30 yaşlarında, sivil kıyafetleriyle olan iki Israel askeri, ellerinde herhangi bir silah olmadığı halde, arabayla yollarını şaşırarak Ramallah'a girmişlerdi. Bu şekilde bir hata nasıl yapmışlardı bilmiyorum. Bu iki gencin kullandıkları araba Israel plakalı olduğu için, Ramallah'taki kalabalık, onların Israelli olduklarını hemen anlamışlardı. 

Aynı anlarda gözleri şiddetten başka bir şey görmeyen bu insanlar arabadan indirdikleri iki genç adamın üzerine toplu halde saldırararak tekmelerle, yumruklarla linç yapmışlardı.  Kanlar içinde bıraktıkları bu iki insanın cesetlerini vahşi hayvanlardan beter bir ruh hali içinde, Ramallah'taki resmi bir binanın içerisine sürükleyerek, ikinci kattaki ofisin camlarını da açarak bir yandan dışarıda Allahuakbar diye haykırmaya devam eden kalabalığa doğru bağırırlarken diğer taraftan elleriyle cesetlerin göğüs kafeslerinden  kalplerini çıkaracak kadar vahşileşmişlerdi.  Bu şekilde o binanın açık camlarından kameralara zafer çığlıkları atıyorlardı, Sanki büyük bir cesaret gösterisiydi bu. Bir süre sonra, yem atarcasına, cesetleri aşağıda bekleyen vahşilere atmışlardı. Ve topluluk yere düşen  cansız iki bedene tekrardan tekmelerle girişmişlerdi!!

Bir insan ya da bir toplum nasıl bu derece vahşeti kaldırabilir?

Israel'den, Batı Şeria'daki Arap yerleşim yerlerine geçerken uyarı tabelaları vardır. Yahudilerin Batı Şeria'daki yerleşim yerlerine girmeleri tehlikeli ve yasaktır şeklinde yazan tabelalar. Üniversiteden bir dostum seneler evvel burayı ziyaret ettiğinde, Türk Pasaportuyla Ramallah'a girdiğinde şaşırmıştı. Israellilerin buraya giremediklerini bilmiyordu.

Ancak aynı Araplar, yahudilerin yaşadıkları yerlerde sorunsuz gezebilirler. Hiç kimse bir insanı Arap diye,  arapça konuşuyor diye linç etmeye kalkmaz Israel'de. Burası bu insanların, çalıştığı, yaşadığı, soluk aldığı yerdir.

Bu son günlerde,  Haredi Yahudileri hedef alarak başlattıkları provokasyonlar büyük olaylara dönerken. Araplar kendi mahalleleri çevresinde Ultra-Ortodoks bir Yahudi gördüklerinde. "Yahud!"diye bağırırlarken, onlarcası bir anda Yahudinin üzerine çullanarak linç etmeye çalışıyorlar. Ve bunlar daha Israel polisinin, askerinin gözleri önünde olan olaylar.

Ayrıca, Gazze'den Cuma gecesini Cumartesiye bağlayan sabah en az 40 roket'in fırlatılmasının ardından, Israel Savunma Kuvvetlerinin başı Kochavi ABD'ye yapacağı ziyareti, bu  son gerilimin bizi taşıyabileceği daha dramatik bir durumu göz önüne alarak ertelemiş.

Atılan roketlerin bir kısmını Demir Kubbe havada yok ederken, kimileri açık alanlara düşmüş.

Hamas, Batı Şeria'da önümüzdeki günlerde yapılacak seçimleri de göz önüne alarak, bu bölgede yaşayan kardeşlerine yanınızdayım mesajı veriyor.

Atılan roketler herhangi bir can kaybına yol açmazken, Gazze şeridi çevresinde senelerdir yaşanan bu durum bu çevre insanlarının hayatını dönem dönem felç etmeye devam ediyor.

Israel, kendi halkının güvenliğini elinden geldiğince korumaya çalışırken kendi sivillerinin arkasından karşıdaki sivilleri hedef alanların taktikleriyle yaşamaya devam etmek sorunda bırakılıyoruz.

Medeni hiç bir standartla ölçülemeyecek şartlarda devam eden bu çatışmaların şimdilik sonu geleceğe benzemiyor. 23 Müslüman ülkenin ortasında bulunan tek Yahudi Devleti iki karış toprak için 70 seneden fazla kan ter dökmeye devam ediyor. Gidecek başka yeri olmayan bir millet için bu şartlarda, bu mantaliteyle bu durum çok karmaşıktır!!!



Batya R, Galanti


23 Nisan 2021 Cuma

Israel aşının işe yaradığının en açık örneği!


Israel'de bu hafta başında bir seneden sonra ilk kez açık yerlerde maske takma zorunluluğu kaldırıldı. Ve ben bugün açık havada bir toplantıya katılmak için arabadan indiğimde ilk kez yanımda maske almayı unuttuğumu farkettim. Ve tuhaf olan maske almadığım için bir an yine de baya bir tedirgin oldum. Ancak maske takmak belli durumlarda şu andan sonra sadece bizim kendi seçimimiz olacak gibi. Artık Israel'de gerçekten normale yakın bir hava esiyor. İlk kez Corona diye bir virüs artık yokmuş gibi bir his duymaya başladık. Ancak hala daha asansörlerde, dükkanlarda, kapalı bir büro ve kapalı bir yerde kalabalıklar içindeyseniz maske takmak zorunlu. Bunun dışında restoranlar, cafeler, ilk kez düğünler hayatımıza geri döndüler. Gelecek ay başında kızımın hepimiz için satın aldığı konser biletlerini duyan oğlum bu kez baya mutlu olmuş görünüyor. Kısacası bugünleri görmek bizim açımızdan hem şaşırtıcı , hem de neredeyse inanması zor gibi.

Burada durum böyleyken dünya bambaşka bir yerde.  Hala daha bir çok Avrupa ülkesi'nde , Latin Amerika' da, Hindistan' da virüs yüzünden kapalılar. Ve bazı yerlerde hasta sayısı çok yüksek.

Hala daha aşının  bu kadar ağır aksak gitmesiyse kaygı verici. Avrupa bu durumları görmekse bana inanılmaz geliyor.  Arada virüs her gün şekil değiştirirken, her gün Brezilya ya da Hindistan'da yeni variantlar türediğinden bahsedilirken bugün yapılan aşının yarın öbür gün çıkacak yeni bir varianta karşı etkili olmama durumu da olası, Kocaman bir köy haline gelmiş yeni dünya düzeninde  bir an önce aşılanmaya gidilmezse bu pandemi daha ne kadar sürer bilinmez.

Ve bu pandeminin dünyaya getirdiği açlığın boyutlarını düşünmek bile istemiyorum. Bu çağda böylesi bir eli kolu bağlanmışlığın yaşanması insanı düşüdürüyor. Tüm zenginlikler,  high tech şirketler ve ilerleyen yepyeni dünya düzeni içinde aç kalan insanlar gün geçtikçe çoğalıyorlar. İşsizlik oranları rekor seviyelerde, dünyanın en gelişmiş ülkeleri bir senenin sonunda hala daha insanları evlerine kapatmanın daha ötesinde bir cevap bulamadılar yaşanan son duruma.

Ve tüm bunlara rağmen hala daha insanlar aşılanmamak konusunda inatçılık gösterebiliyorlar. Hala daha aşının arkasında bir sürü masallar, hikayeler, teoriler arıyorlar. Hele şu son zamanlarda Türkiye'de yaşanan  durumu bildikleri halde bana aşı hakkında hikaye anlatmaya kalkanlara hiç sabrım kalmadı. Gözleri sanki kör bu insanların.

Türkiye'de bugün neredeyse hasta olmayan aile yok gibi bir şey,  Gözümüzün önün, açıkça ispatlanan bir örnek artık.  Israel'de yapılan aşılar şu an için gerçekten insanların hayatlarını kurtarıyor, Dün ilk kez  Corona'dan bir kişi bile ölmedi. Diğer son verilerden biri de Corona'ya yakalanma oranının %0,4'de düşmüş olması. Hastanelerde Corona hastaları için ayrılan bölümler bir bir kapatılıyor. Tüm bunlarla birlikte bugün ilk kez başında Corona sıları akkında yeni veriler ortaya çıkmaya başlandı. İlk kez dünyada böylesi geniş bir kitleye yapılan aşıların olası yan etkileri üzerine yeni yeni istatistiki veriler Amerika'da bulunan FDA'ye bildiriliyor. Şu an için, 18'le 30 yaş arası erkeklerde ikinci aşıdan sonra,  20.000'de bir kişide kalp kaslarında enfeksyon görüldüğü saptanmiş.  Ancak daha bunların ilk neticeler olduğu ve araştırmalara şimdilik devam edildiği ve bu sonuçları hemen kesin olarak aşıya bağlamak için  erken olduğu da Israel Sağlık Bakanlığı tarafından ayrıca açıklanmış.

Şu an için Corona gerimizde kaldı dememiz için hala erken gibi görünüyor. Diliyorum Tanrı bir mucize yapsın. Diliyorum insanlık bu zor günleri bir an önce atlatsın..


Batya R, Galanti

Müslümanlar, Yahudiler ve polisler arasında Yafo'da, Yeruşalayim' de son günlerde her akşam büyük bir hengame var.

Ramazan geldi!


Geçen hafta, büyük ihtimalle İran'dan gelen emirle Gazze'den Israel'deki yerleşim yerlerine roketler atıldı. Ardından Israel Hava kuvvetleri saldırıya cevap olarak Hamas'a ait rampaları hedef aldı. Bunun ertesinde Tayyip Erdoğan fırsat bu fırsat Israel'in kutsal Ramazan günlerinde Müslümanlara saldırdığını söyleyerek Yahudi devletini zalimlikle suçlamış. Israel Müslümanların oruç tutup dua ettiği bu günlerde nasıl Arapları hedef alır efendim??

Her sene bu "kutsal günlerde" Israel polisi ve Israel Ordusu Yeruşalayim'de,  Gazze sınırı ve Batı Şeria'da  güvenlik önlemlerini kat kat arttırmak zorundadır. Neymiş efendim Ramazan başlıyor.

Tuhaf ve cok çelişkili bir durum! Din Tanrı'ya inancı, iyiliği, inananlarının doğru yola gitmesini sağlamayı amaç edinen bir olguysa??  

Kutsal bir yolda tutulan oruç insanın Tanrıya yaklaşmasıdır. Oruç insanları kötülüklerinden arındırmak için tutulur. Günahlardan arınma, kişinin manen o kutsal güce ulaşmasıyla olur.  Bu da kendisiyle bu güç arasında kurduğu bir köprü olan dualarla, bir müddet kendisini tüm şevklerinden, tüm diğer fikirlerden arındırarak, dünya nimetlerinden uzaklaştırarak  mümkün olur.  Amaç sadece daha iyi bir insan olmaktır. Daha iyi insan olmak demek, kötülüklerden, fesatlıktan uzaklaşmaktır. Kendine ve etrafına iyi şeyler yapmaktır. Eğer dini kullanarak başka bir insana en ufak bir zarar veriyorsanız, tuttuğunuz oruç ve ettiğiniz duaların nasıl bir değeri vardır? Eğer dini politik bir çıkar için kullanıyor, amaçlarınıza ulaşmak için saldırganlıklarınızda dinin adı geçiyorsa bu nasıl bir inançtır?

Din her normatif insan için Tanrının adını alarak daha iyi bir insan olmak için var olmalıdır. Kendiniz için değil, kendinize, amaçlarınıza hizmet için değil. Daha iyi bir dünya için inanırsınız!! Peki eğer öyleyse neden Ramazan geldiğinde Mescit-i El Aksa'ya duaya gelen inananaları provokasyonlara başlarlar? Neden Ramazan geldiği zaman onlar için en kutsal mekanlardan birinin bulunduğu tepeden başka bir inananın üzerine taş ya da hayvan ya da insan dışkısı atarlar? Oruç tutan bir insan yine Tanrı'ya dua eden başka bir inanana kötülük yapıyorsa bu orucun amacı nedir?

Neden Ramazan geldiğinde Gazze'den çevre yerleşimlerine, sivillerin üzerine roket atmaya başlarlar? Sınırlara çoluk çocuk gönderip, küçük çocukları tehlikeye atarak kutsal bir savaşta olduklarına inanırlar?Kutsal olan çocuklarınızı kötülüklerden korumanız değilmidir? Kutsal olan çocuklara doğru yolu göstermek değilmidir? Bunun yerine neden Ramazan'da barış için, insanlık için, daha güzel günler için dua etmesinler?

Filistinliler dinlerini kullanarak provokasyonlar yapıp, Yahudilere saldırarak,  onların Arapları kutsal günlerinde dövdüklerini, eziyet ettiklerini dünyaya göstermek için çaba harcıyorlar. Onlara saldırıyorlar, taş atıp, silah kullanıyorlar. Sivillerin üzerlerine roket atıyorlar.   El Aksa'yı ( Sözde kutsal olan bu yeri )  kendi saldırganlıklarına siper olarak kullanıyorlar ki Yahudiler de onlara saldırsınlar! Polis El Aksa'yı basıp onları tutuklasın, karşı taraf onlara tepki versin ve bu şekilde dünya  yine Yahudiler arapları hedef alıyorlar desinler.

 Evet! Filistinliler Ramazan'da Israel'in onlara acımadığını kanıtlamak için saldırıyorlar. Her sene bu tip olaylar artar. Kutsal günler, karmaşaya döner kutsal topraklarda... Son bir haftadır, Filistinliler yeniden provokasyonlarla gündeme geliyorlar. Bu kez, Doğu Kudüs'lü Araplar Ultra-Ortodoks Yahudileri kendilerine hedef seçmişler. Geçtiğimiz günlerde, 14 yaşlarında bir Ultra-Ortodoks Yahudi çocuğu  Yeruşalayim'deki tramvayda tokatlayan genç Arap TikTok yapmış.

Ve ardından Yeruşalayim sokaklarında başka Araplar bu tip TikTok'lar çekmeye başladılar. Apartheid ülkenin sokaklarında Israel polisinin (!)  gözleri önünde çekilmiş görüntüler var. Arap gençler canları çektiğinde Ultra-Ortodoks Yahudileri hırpladıklarını görüntülüyorlar.

Bu arada düne kadar 14 yaşındaki çocuğa tramvayda tokat atıp gözlüklerini suratından uçuran Arap gencin hala bulunmadığı yazıyordu.

Bu da Israel'in farklı farklı noktalarında son günlerde kimi aşırı sağcı Yahudileri harekete geçirdi. Bir kaç gündür, Araplar ayaklanırken  aşırı sağcı Yahudiler de onlara karşı bağırıp çağırıyorlar.  Araplar, aşırı sağcı Yahudiler ve polisler arasında Yafo'da Yeruşalayim' de son günlerde her akşam büyük bir hengame var.  Araplar aşırı sağcı Yahudileri susturmak için ayaklanırken, polislerle çatışanlar, kimi dövülenler,  yaralananalar var.   Ramazan geldi hoş geldi!!

22 Nisan 2021 Perşembe

Gecenin karanlığında Dimona'ya düşen roket!

Gecenin karanlığında Dimona'ya düşen roket!


Gecenin bir yerlerinde uykumla geçirdiğim yoğun mücadeleyle bir iki kalkıp evde turladığım saatler.. Son günlerde havalar mı ben mi bilinmez, geceler sanki uzar gibi..bir an soğuk, bir an sıcak.. yorgan, yastık kavgası arası bir durumlar.. Hormonal değesizlikler mi yoksa iklim değişikliğimi bilinmez, hangisi daha baskın. Gerçi mevsimsel geçişler de bu ara zirvede. Geçtiğimiz gün kırk derecelere varan hamsinin hemen ardından yeniden serinledi hava. Bir pişmek, bir donmak arası insanın bedeni kendiyle  mücadeleye giriyor.  Yok diyorum yatak rahat değil galiba; yoksa şilteyi değiştirmek mi lazım. Galiba karnım aç benim. Susadım mı yoksa. Belki de hepsi birarada. En iyisi kalkıp mutfağa gitmek. Ama insanları uyandıracaksın diyorum. Yok ya herkes horluyor. Madem uyuyamadım bir iki ufak bir şey atıştırsam faydası olabilir belki, Mutfağın yolunu tuttum. Bir kaç gündür buzdolabının rafında bana göz kırptıkları halde tenezzül bile etmediğim armutlar gecenin o vakti çekici görünüverdiler birden gözlerime. İki tanesini yıkadim ve soydum.  Wow!! Ben nasıl beğenmemişim bunları. O kadar uzun zaman olmuş ki böylesi lezzette armut yemeyeli. Demek uyuyamamanın iyi tarafları da varmış. Mutfakta yeni lezzetler keşfetmek. Neyse, biraz da su içtikten sonra odama geri döndüm. Yazı masamda bıraktığım telefonumu aradım..Bu aralar hiç isim yok gibi yatağa telefonla giriyorum sık sık. Geçen gece de elimde telefonla uyuyakalmıştım sonunda.. Dediklerine göre bu ekranlar uykuları bozuyormuş.  Bana kalırsa beni uyutuyorlar. Ama keşke bir de uyuduktan sonra elimden alacak birisi olsaydı hahaha, daha da iyi olurdu. Neyse bu kadar şikayetten sonra esas çarpıcı olayların evimizin kırk dakika uzaklarında olduğunu görüyorum tel'de!!.  Kocaman bir fotoğrafla çıkmış haber. Gökyüzünde ışık çizen bir roketin izleri. Karanlığı aydınlatan düşmanların roketleri bunlar.  Gökler geceleri epey hareketli bu aralar. İran'da Israel' in son vurduğu hedefin ardından Suriye'den bizlere bir gece süprizi olmuş bu kez haberimiz yok. Halbuki bir yerlerde yataklarından fırlayanlar olmuş dün gece. Sirenler, Hani Gal' in en çok korktuğu o sirenlerle uyananlar olmuş. Bize çok yakin yerlerde. 

Dün gece İran, Suriye'deki konuşlandırdığı noktaların birinden taa Israel' in ortalarını vurdu. Gece bizim eve yarım saat uzaklıkta Modi'in Şehri dahil olmak üzere biraz ürkmüşler buralarda. Modi'in Yeruşalayim, Negev'de kimi Bedevi yerleşim yerlerinde çalan sirenlerin ardından bir roket Dimona yakınlarına düşmüş.

Dimona yakınlarına düşen roketin hatırlattığı ilk şey, Israel'in korkulu rüyaları....İran'ın Nükleer Silaha kavuşmasının dışında, Suriye ya da Lübnan'dan bu bölgelere düşecek roketlerin Israel'de yapacağı zararlar.... Dimona'da Israel Nükleer Tesislerinin olduğunu bildiğimizden dün geceki roketle buradaki gerilimin her geçen gün bir defa daha yükseldiğini anlıyoruz. Suriye'den atılan roketin Israel'in merkezine isabet etmesinin ardından Israel Savunma sistemleri, Golan tepelerinden karadan havaya füzelerle roketin atıldığı noktayı hedef aldılar.

Sonunda bu bir sınav.  Bu sınavı ya geçer ya kalırız!!


Batya R. Galanti




Batya R. Galantı


20 Nisan 2021 Salı

Iran'la son durum!


Geçtiğimiz akşam kızımın bir arkadaşı bizdeydi. Otobüsüne sadece on dakikası var diye çıkmaya hazırlanırken telefonununda alarmlar çalmaya başladı. Ne oldu ? dedim.

Son bir iki haftadır, arada yeniden Gazze'den roketler atılmaya başladı.  Kızım arkadaşına istersen bizde kal bu akşam dediyse de, arkadaşı; "Sorun yok, bir şey olmaz "diye cevap verirken çantasını toparlıyordu.  Kızımın arkadaşı Aşkalon Şehrinde oturuyor. Aşkalon Gazze sınırına yakın şehirlerden.

2005 senesinde Israel Gazze'deki kalan Yahudi Yerleşimcileri buralardan çıkardığında, bölge barışı için olumlu bir adım attığını düşündüğü günlerden bu yana Hamas'ın bu yerlerden attığı füzeler yüzünden önce Shderot şehri yaşanmaz oldu. Bitmeyen roketlerden kaçmak için insanların sayılı saniyeleri vardı.

Yıllar bu bölge insanı için daha güzel günleri getirdi demek istersem de, dönem dönem sessiz ve huzurla geçen ayların ardından her defasında aynı noktaya geri dönülüyor. Halbuki bilseniz ne güzeldir buraları. Hiçte aklınızda canlanacağı gibi, kurak, çöl alanlar değil Gazze çevresindeki yerleşim yerleri. Tersine olabildiğince yeşil... Bol bol tarım alanları ve hayatlarını topraktan kazanan sıcak, mütavazı insanlar var buralarda. Misafirperver, sevgi ve aile değerleriyle yoğrulmuş insanlar bunlar.  Tek istedikleri huzur içinde, sakin, sessiz bir hayat.

Son bir iki haftadır yeniden buraları yoklayan kimi saldırılar, İran'la devam eden çekişmelerin bir uzantısı. Hamas'ın en büyük destekçisi olan İran'ın  Hamas'ı desteklerken, Filistinlinin geleceğini düşündüklerini kimse iddia edemez. Tek istedikleri İslami Rejimi kuvvetlendirmek. İslami akımının temsilcilerine, karşılıklı menfaat gruplarına arka çıkarak bölgedeki güçlerini genişletmek.

Kuzeyde, güneyde, havada ve karada ve siber saldırılarla devam eden bir çekişmenin içindeyiz hep. Sessiz ve derinden gibi sanılsa da gittikçe artan bir tempoya girmiş bulunuyoruz.

1979 İslam Devrimine dek Israel'in en yakın Müslüman müteffiği, bir zamanlar laik bir devlet olan İran bugün Israel için bölgedeki en tehlikeli güç. Ekonomisi yalpa gitse de tek bir amaca kilitlenmiş görünen rejim.  Humeyni'den bugüne bölgedeki kanser olarak adlandırdığı İsrael'in buradan sökülüp atılmasının gerektiğini hiç durmadan tekrarlayan İran'ın dini liderleri ve Cumhurbaşkanı bir taraftan nükleer silah üretmek için senelerdir devam eden çalışmalarını hızlandırırken diğer taraftan Batı'ya Nükleer santralın barışçıl amaçlar güttüğü hikayesini de anlatmaya devam ediyor.

Amerika'nın Suriye'nin kuzeydoğusundan birliklerini çekmesiyle beraber bu bölgede oluşan boşluktan faydalanan İran sınırlarının çok ötelerine, Akdenize kadar Şii Devletin egemenliğini kurmak için mücadelesine devam ediyor.  Onların bu çabaları arttıkça Israel İrana karşı yaptığı sabotajlarına hız vermiş görünüyor. Mossad'ın 2020'de Natanz Nükleer tesislerindeki depolara verdiği zarar, Kasım 2020'de İran Nükleer Programının beyni olan Mohsen Fahrızade'nin Tahran'da suikastı ve son olarak Kızıl Deniz'de İran'a ait bir gözetleme gemisini hedef alması ve yeniden büyük bir gizlilikle ulaştığı Natanz'daki sentrifujlere Nisan başında gerçekleştirdiği saldırıyla İran Nükleer çalışmalarına verdiği son darbe!  Israel tüm bunların yanında sadece 2020 yılında Suriye'deki İran hedeflerine havadan elli saldırı düzenlemiş.

İran İslam Cumhuriyetinde, halkın Corona'dan ve ekonomik yaptırımların getirdiği ekonomik çöküntüden ezilmelerinin getirilerinden korkan Mollaların Joe Biden'in seçilmesinin ardından Amerika'yla yeniden 2015'teki Nükleer Antlaşmaya geri dönmek için Viyana'da müzakerelere katıldıkları biliniyor. Hatta son gelen haberlere göre, yapılan görüşmelerde ilerleme sağlandığı söyleniyor. Fakat  Israel, İran'ın 2015'teki Antlaşmanın ardından da yaptığı gibi Batı'yı bir kez daha kandıracağına inanıyor.  2015'teki Antlaşmanın ardından, Nükleer tesisleri denetlemek için gelen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı yetkililerine gerekli tüm bilgileri vermekten kaçan İran'a Israel ve Körfez ülkeleri kesinlikle güvenmiyorlar.

Ve yine bu son  günlerde,  Israel'le denizde olan gerilimi  en üst seviyelere varmasına sebebiyet veren hareketler de artış görülüyor.

Netanyahu Birleşmiş Milletlerdeki konuşmalarında ısrarla Israel'in Uluslararası Diplomatik Antlaşmalarla İran'ın durdurulamayacağına inandığını, kendini savunmak ve  ve İran'ı Nükleer Silah elde etmesini engellemek için herşeyi yapacağını tekrarlamıştır.

Bu sessiz savaşın tonu gün geçtikçe yükselirken gelişen olaylar sonunda istemeden bir anda büyük bir çatışmaya dönebilir mi bilmiyorum. Ya da İran Hamas'la birlikte, Israel'in her noktasını vurabilecek kapasiteye sahip olan Hizbullahı kullanacağı bir savaşın ışığını yakar mı onu da göreceğiz!


Batya R. Galanti


Bana iletilen anketin tümü

 Antisemitizm üzerine bir anket. 


Yaptigi Yüksek Lisans Eğitimi çerçevesinde bir arkadaşım, Antisemitizm üzerine hazirlanan yedi soruluk bir anket iletti bana. Benden beklenen cevapları ben kimi açılardan yazılarımda zaten  sık sık dile getiriyorum . 

Bu anket Antisemitizm konusunu hem Yahudiler hem de antisemitler yönünden ele alıyor. Yani sorular hem Yahudilere hem antisemit eğilimler taşıyan kişilere birlikte sorularak çıkan yanıtlarla Türkiye'de Yahudilerin durumu hakkında iki taraflı bir bakış açısı oluşturulacak. İki ayrı gruptan birincisi ankette sözü edilenler diğeri de söz konusu olan gruba tavır alanlar olacak.

Ve anket sonuçta hem Türkiye'de Yahudilerin kendilerini nasıl hissettiklerine dair bir fikir verirken ( Sorulara cevap vermeye hazır insan sayısı çok önemi  mutlaka ) başka bir taraftan da  karşı tarafın verdiği bilgilere dayanarak Türk insanının hangi sebeplerden  sözü edilen gruba düşmanca fikirler beslediklerini anlayarak Türkiye'deki Yahudi düşmanlığının çıkış noktasını görmek için belli bir fikir getirecektir bu anket.

Keşke Türkiye'de,  Osmanlı'da ve Modern Türkiye Cumhuriyeti'nde Antisemitizm üzerine araştırma kitapları da yeterli olsaydı. Daha fazla akademik bilgi ve başvurulacak güvenilir, objektif kaynaklar olsaydı. Bu konuda benim bildiğim Rıfat Bali'nin kitapları aydınlatıcıdır.

İnternette  yaptığım kısa bir gözlemlemenin sonuçları bile ilginç. Antisemitizm üzerine yazılan ciddi yazıların çok büyük bir bölümü Yahudi siteleri ve Yahudi yazarlara aitler.  Örneğin yine Rıfat Bali'nin kitapları ya da Şalom Gazetesi tarafından çıkarılmış kimi makaleler ve kimi sol basının bazı yazilariyla sınırlıdır.  Yani Yahudiler dışında Yahudi meselesine Türkiye'de verilen önem çok kısıtlı kaynaklarla kalmış. Mesela yine bu konuya Agos Gazetesi yer vermiş. Onlar da ülkenin diğer bir azınlık grubu oldukları için doğal olarak konuya belli bir ilgi göstermişler. Ve ne yazık ki geri kalan araştırmaların çoğunun " belli gruplara" ait sübjektif, provokatif, tararfli yayınlar olduğu görülüyor.

Bence bu bile Türkiye Cumhuriyeti Devletinin  bağrında yaşayan azınlıklara gösterdiği değerin bir ölçüsüdür. Genel olarak Türk toplumu kendi yazdığı tarihi benimserken bilinenin dışında yaşanananlara uzak kalmaktalar.  Anadolu'da var olmuş ve bugün hala son derece azalsalar davar olmaya  devam eden kimi diğer halkların ve inanışların bu ülkeye kattıkları kültürel zenginliği ve varlıklarını koruyup koruyamadıkları konusuyla pek ilgilenmiyor insanlar. Türk Toplumu ülkedeki Hıristiyan ya da Yahudi grupların geçirdiği evrimi ve sorunları görmezden gelirken, çaresizlikten buraları terketmek zorunda bırakılmaları da görmezden geliniyor.

Türk topraklarında yaşayan Yahudilerin şimdiki sayısına baktığımızda Antisemitizmin ne derece mevcut olduğunu anlamak mümkündür diye düşünüyorum.

Sonuç olarak ankete bağımsız kişilerin verecekleri cevaplar mutlaka çok önemlidir. Ancak burada insanların çekinmeden konuşabilmeleri gerekmektedir. Bugünkü şartlarda Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yaşayan Yahudi vatandaşlar, Müslüman Türklerin kendilerine duydukları anti duyguları ve kimi davranışları rahatça bir araştırma yazısında belirtebilecek cesarete sahiplerse bu anket toplumu bilgilendirmek ve Yahudilerin Türkiye'de kendilerini nasıl hissettiklerini anlamak açısından değerli olabilir.


................................................................

 

1- Komplo teorilerinin çoğunda Yahudilerin adının geçtiğini düşünüyor musunuz? 

Ben bu soruya sadece cevap vermekle yetinmek istemiyorum. Bu sorunun neden sorulduğunu ve Komplo teorilerinin nedenlerini de kısmen irdelemek istiyorum.

Türkiye'de Komplo teorilerinde Yahudilerin adının sık sık geçtiğini düşünüyorum elbette. Bu sorunun yanıtı, bugün güneş doğdu mu acaba sorusunun yanıtı ne kadar açıksa o kadar açıktır.

Türkiye'de Yahudilerin İsrailli olduklarına inanılıyor. Türkiye'de Yahudilerin Türk vatandaşı olup, 500 senedir bu topraklarda yaşadıkları çoğu Türk vatandaşı tarafından sanırım pek bilinmiyor.

Yahudi kelimesinin İsrailli demek olmadığını bilmeyenlerin, İsrail'de yaşanan her tür şiddet olayında Yahudileri suçlamaları normal bir durum oluyor bu anlamda. Ve tabi Müslümanlara düşman görülen bir halkın Türk Topraklarında iyilik için olmadıklarına inanmaları da zor olmuyor.

Yani öncelikle Türk Halkına Yahudilerin o ülkede doğup büyüyen, çalışan ve askerlik yapmak zorunda olan birer Türk vatandaşı oldukları anlatılmalıdır. Yaşadığımız ülke'de bir çok kez sorulduğu gibi. " Siz İsraillimisiniz?" sorusu size sorulduğunda insanların sizi düşman görülen tarafa atmaları kaçınılmaz oluyor.

Ve bu şekilde, Mossad, İsrail gibi Komplo teorilerinin içindeki doğal oyunculardan biri oluveriyorsunuz ister istemez. Yani eğer ben İsrailliysem o zaman tüm bu Türk Karşıtı oyunların ben de bir parçasıyım  demektir.

Komplo Teorilerinin çoğunda Yahudilerin adının geçtiğini düşünüyormusunuz?  Anket sanırım tesadüfen bu soruyla başlamıyor. Peki öncelikle Türkiye'de neden bu kadar çok Komplo Teorisi konuşuluyor? Ve bu teoriler kimleri hedef gösteriyor?

Türkiye'de son senelerde gittikçe artan komplo teorilerinden konuşulduğunda genel anlamda sözü edilenler,  Dış Güçlerdir. Biraz daha teferruata inildiğinde ise Batı, Amerika, CIA, İsrail ve Mossad'dır.

Komplo teorilerinin ilk ana sebepleri, politik ve tarihsel anlamdaki yerini bulmadan kanımca dini temele dayanıyor.  Fikrimce Kuran'da Yahudiler ve Hıristiyanlarla dost olmayın, onlar ancak birbirlerinin dostudur diye geçen ayet inananlarına bu iki dinden gelen halklara, toplumlara, ülkelere karşı bir mesafeyi zaten koymuştur. Ve Türkiye'de genel olarak, Türk olmayana ve yabancıya karşı duyulan karşı duruşun bir de tarihi bir temeli de ayrıca vardır.

I. Dünya Savaşı sonrası yaşanan gelişmelerin Türklerde Batı'ya karşı kimi paranoik fikirler geliştirmelerine sebebiyet vermiştir. Ülkenin 1920 Sevr Antlaşması sonrası İtilaf Devletleri tarafından paylaşılmak istenmesiyle başlayan süreçte Batı'nın Türk topraklarında gözleri olduğu fikri bugünlere kadar Türk İnsanının içindeki güvensizliği bırakmıyor. Bu ülke insanı bir çeşit post-trauma yaşıyor gibi.

Toplumun kimi yaşanan tarihi olaylar sonucunda bazı karşıt fikirler geliştirmesini anlamak mümkünse de, iç politikada bu durumu kendi çıkarları için kullanan politikacıların yetmiş yıl sonra hala daha her sorunu Dış güçlere bağlamaya çalışması ve halkı bu şekilde ikna etmek adına bir sürü propaganda yayınlarına başvurulması, sorunların gerçek nedenlerine inilip çözülmesini güçleştirmektedir diye düşünüyorum. Yaşanan ekonomik, sosyal krizlerin Faiz Lobisi, Dış güçlerin  oyunları gibi başlıklarla başlayan açıklamalarla insanların beyinleri iyice karıştırılabilmektedir.

Peki Sevr'le gelen sürecin bugün, Mossad, İsrail ve Yahudilerle ilgisi nedir?

Sevr'le, zamanın İtilaf Devletleri Osmanlıdan kalan ülkeyi paylaşnak istemişlerdi. Bugünse buna İsrail Devletinin, iddia edilen hayalleri eklenmiştir sadece. 1988'de Yasser Arafatın Birleşmiş Milletler'de ortaya attığı iddia sadece Arap ülkelerinde değil, Türkiye'de çok fazla tutulmuş benimsenmiştir. Bu iddiaya göre İsrail topraklarını, Türkiyenin Güneydoğusuna, Fırat ve Dicle

yi içine alacak şekilde genişleterek Büyük İsrail Devletini kurmayı hayal etmektedir. Hatta, İsrail Devletinin bayrağındaki Magen David dışında yer alan iki çizgi de Fırat ve Dicle'yi temsil etmektedir. Halbuki İsrail Bayrağındaki bu iki çizgi, Yahudilerin dua salı olan Tallit'ten esinlenmiştir.

Türk'ün Türkten başka dostu olmadığına inandırılan Türk Halkı ki sonuçta Uluslararası politikada kimsenin kimseyle gerçekten dost olmadığını unutuyor.

1980'lerde iyice derinleşen Türk-Kürt Sorunu, Güneydoğu'da bitmeyen çatışmalarla Türk Halkının aklında gittikçe derinleşerek yer tutmasına yol açan BOP yani Büyük İsrail Projesi'nin bugüne dek sadece bir Komplo teorisi olduğunun farkında olmayanlar Türk İnsanının çoğunluğunu oluşturuyor.

Ve BOP'un dayanağı ise Tevrat olarak gösteriliyor. Binlerce yıllık bir din kitabını, bir ülkenin bugünkü geopolitik duruşunun, hayallerinin ve komploların bir delili olarak gösterilmesiyse  son derece hayalperest bir  iddiadır.

Halbuki, Tevrat'ta Tanrının İbrahim'e ( Abram'a ) verdiği, " Bu topraklar senin çocuklarının olacaktır? sözü, sadece  İtshak'ı içermiyordu. İbrahimin tüm çocuklarını yani İsmail'i de içeriyordu.  Sonuçta bu bölgede bugün var olan milletler Tanrının sözünü yerine getirdiğinin bir delilidir zaten!

Bilgisayarın her tür üstünlüğü elinde tutmaya başladığı, Teknolojinin her tür yeraltı zenginliğinin yanında yepyeni çığırlar açtığı 21. yüzyılda Israel'in Türk Topraklarına kadar kendini genişletmeyi hayal etmesinin çok uçuk bir iddia olduğuna insanları inandırmak hala gayet zor görünüyor.

Sınırlarında yaşayan yaklaşık yedi milyon Yahudiyi böylesi genişlikte topraklara nasıl bir dağılılmla yerleştireceğini düşününce mantığım duruyor benim! Sizinkisi durmasa bile.

Dümeni elinize alamadığınız sürece, kaptansız giden gemiyi kurtaracak biri olmayacaktır. Ülkenin ekonomisin alt üst oluşunu, sınırlarda devam eden savaşları kendi kararlarımızda aramalıyız diyorum.


2- Türkiye’de antisemitizm olduğunu düşünüyor musunuz, 

neden ?

Türkiye'de antisemitizm olduğunu düşünmüyorum, Türkiye'de "antisemitizim ezelden beri vardır ". Yahudilerin yüzyıllardır devam eden varlığıyla bu ülkeye olan bağlılıklarına rağmen Türk insanının Yahudileri kendilerinden görmediklerini biliyorum. Orada yaşadığım seneler içinde kendimi ister istemez hep bir başkası olarak hissettim. Bunun öncelikli sebebi ailemde gördüğüm korkuydu. Konuşmaktan korktuklarını gördüm. Her tür politik çalkantıda annemin bana yaptığı ilk uyarı her zaman; " Sen sakına bir şey konuşma! idi. Bana hep " Sana sorarlarsa, bilmiyorum de "  derdi. Türkiye'de doğup büyümüş olmam benim düşündüğüm ve hissettiğim herşeyi söyleyebileceğim anlamına gelmiyordu. Kendimizi, haklarımızı savunmak yerine sustuğumuzu farkettim. Yüzyıllardır kullandığımız dili kullanmaktan çekindik. Yeri geldiğinde bir komşumuzun hiç olmadık yerde bize Pis Yahudi sözleriyle karşılaştık.

Varlık vergisinde malları mülkleri ellerinden alındığı yetmediği gibi Aşkaleye sürülen insanların soğuktan öldüğü gerçeklerini çocuklarının bilmelerini istemeyen Yahudilerin  bir çok kez tarihte olanları anlatmaktan bile kaçındıkları bir toplumda büyütüldük. Bir kez daha yapılacakların korkusu yüzünden  çocuklarına geçmişte yapılanları anlatmayan bir jenerasyonun sadece Türk Devletine teşekkürlerini duyduk. Halbuki sorunlarımızı iletemeden, yaşadığımız korkuyu dile getiremeden geride bırakıldık. 500. Yıl vakfı kanaatimce Yahudi Cemiyetinin Türk Devletine, " Bize sadece var olma hakkımızı verin yeter" yalvarışı gibiydi. Sadece şükranların sunulduğu bir vakıf içimizde yaşanılan çekingeleri de dile getirmeyi becerememişti.

Halbuki bir Yahudi büyüdüğü topraklarda devlet memuru statüsünde bile çalışamazdı. Bir Yahudi'nin  askeriyede ilerleme, rütbe alıp yüksek mevkiye erişme olasılığı yoktu.

Ailemizde bir bayan Müslüman bir Yargıçla evlenmek için dinini değiştirmek zorunda kalmıştı. Çünkü Türkiye sınırları içinde Yargıçlık yapan bir Müslümanın bir Yahudiyle evli olması bile mümkün değildi.

Yirmi yirmi beş yıl evveline dek, Türkiye'de bir Yahudinin Üniversite'de ilerlemesi de mümkün değildi. Yani herhangi bir doktor olabilen bir Yahudinin Profesör olabilmesi mümkün değildi ( Bugün mümkün )

Benim çocukluğumda gazetelerde, basın ve televizyon'da Yahudiler hala cimrilik ve pintilikte itham edilirlerdi. Türk Filmlerinde düzenbaz ticaret adamı rolündeki Salomon tiplemesiyle Yahudiler en kötü şekilde etiketlenirlerken halkın gözündeki Yahudi karakteri genel anlamda buna uygun şekilleniyordu.

Son yıllarda gittikçe Israil ve Gazze'de devam eden catismalarla,  daha fazla hedef haline gelen Yahudileri Devlet korumak şöyle dursun, Takvim Gazetesi Yazarı Ergün Diler gibi bir gazetecinin senelerdir köşe yazılarında  karmaşık komplo teorileri üzerinden,  Türkiye'de yaşayan Yahudileri hedef haline getiren yazdığı yazılardaki ağır antisemitik öğelerin varlığı ve savurduğu  tehtidlerle mesleğine devam ediyor.

Oldu ki bir gazeteci antisemit olsun ve kendince teoriler üretsin. Hak ve hukuk olan bir ülkede, böylesi teorilerle,  bir azınlığı direk hedef haline getirecek şekilde suçlamalarına karşı bu insana şimdiye kadar bin kere dava açılması gerekmezmiydi? Birileri bunu kınamazmıydı? Böylesi yazılar, böylesi teoriler bu kadar rahat ortalıkta kimsenin itirazı olmadan bu şekilde yankı yapabilirmiydi?

Yahudileri, korkak ve dalkavuk olarak niteleyen Türk halkı milyonların içinde yaşayan ufak bir grubun,   ölümüne bir aptal cesareti göstermesini mi beklerlerdi acaba?

Siz kendi içinizde yaşayan bir dini azınlığın haklarını korumazsanız onlarla bir de dalga geçmek adına, korkak Yahudi ya da Dalkavuk Yahudi diye sıfatlar yakıştırırsanız ben size sadece sizler antisemitsiniz derim..

Osmanlıdan bugüne artmak yerine nüfusumuzun bir kaç bine inmesi için yukarıda saydığım sebeplerin sadece bir kaçı bile yeterliydi sanırım.


3- Antisemitizm oranında diğer İslam ülkeleriyle Türkiye arasında bir fark olduğunu düşünüyor musunuz?

Öncelikle çoğunluğun içinde dini bir azınlık olarak yaşayan Yahudiler değişik ülkelerde antisemitizmi hep yaşadılar. Bu sadece Türkiye ya da Müslüman ülkelerle sınırlı bir sorun değildir.

Antisemitizm ülkeden ülkeye kısmen değişiklik göstersede inanç göçüyle, nüfus kaymaları ve düşünce ve inanışların, felsefenin ayrı halkların birbirlerini etkilemeleriyle kimi  karşıt fikirlerin ya da düşmanlıkların da yayıldıklarını görüyoruz. Ortaçağa kadar Araplarda pek görülmeyen türde Yahudi düşmanlığının, mesela kan iftirasınının Hıristiyanlıktan  Müslüman dünyasına ulaşarak yayılması gibi.

Hıristiyanlığın Ortaçağ'da Yahudilere karşı gösterdiği düşmanlıkla mukayese edildiğinde, Arap ülkelerinde yaşayan Yahudi cemaatleri daha rahat bir hayat geçirmiş sayılabilirlerdi. Yahudileri kendilerinden çok uzak görmeyen Araplar, kimi vergilendirmeler ve kimi özel uygulamalar altında onların yaşamalarına izin veriyorlardı. Her ne kadar Cezayir, Fas ve Mısır'da yine de, yer yer getolarda yaşamış olsalar zaman zaman pogromlarla karşı karşıya kalmışlarsa da Batı'da meydana gelen göçler ve kıyımlar karşısında Yahudilere buralarda göreceli olarak daha bir hayat sürmüşlerdi denebilir.Tüm bu göreceli rahatlık XX. yüzyılda ulusal akımların İslam dünyasına girişiyle değişmiş ve böylece, bugünkü anlamada antisemitizm Yahudi Devletinin kuruluşuyla gündeme gelmiş.

Benim anladığım şekliyle, Yahudiler, devletleri olmadıkları dönemlerde,  zayıf oldukları zamanlarda Araplar onlara daha ılımlı bir bakış açısıyla bakmışlar. Israel'in kuruluşuyla, Kuzey Afrika ülkelerinden mallarına el konularak kovulmalarıysa ilginçtir.

Türkiye'de de Alman Nasyonalizminden etkilenildiği görülüyor. II. Dünya Savaşına doğru gidilen yıllarla başlayan milliyetçi akımlar, Sion Protokollerinda iddia edilen, Yahudilerin dünyayı ele geçirmek için toplandıkları ve bunun üzerine aldıkları sözde karaların, Almanya'da ve daha sonra başka ülkelerde yayılarak Yahudilere karşı gelişen anti fikirlerde görülen artış Türkiye'de çok  kabul görmüş bir teoridir.

İran'daysa Ayetullah Humeyni dönemine kadar Yahudiler gayet rahat yaşadıkları bu ülkeyi, İslam Rejiminin yerleşmesiyle terketmişlerdir. Bugün hala daha bir kaç bin kişinin kaldığı bu ülkede Israeille yaşanan çatışmalardan ayrı tutulan Yahudiler olabildiğince rahat yaşadıklarını iddia etmekteler.

İslam ülkelerinde var olan antismitizmi konuşmak istersek bugün. Yahudiliğin bu ülkelerin büyük çoğunluğunda varlığı neredeyse sıfırlanmış olan bir din olarak gördüğümüzde, bu konunun ne derece önemi kaldığı şeklinde bir soru da akla gelebilir?

Yani sonuçta bir yerden sonra bu ülkelerde barınamayacakları kadar zor bir durum ortaya çıkmış olsa gerek ki artık buralarda bir tane Yahudi bulamayasınız!! Kısaca, Israel'in bağımsızlık savaşıyla kendini gösterdiği zamanlar Yahudiler için Arap ülkelerindeki hikayelerinin sonunu getirmişti.

Bugün, Irak'ta Lübnan'da, Yemen ya da  Suriye ya da Libya'da yaşayan bir Yahudi cemiyeti yoktur.

Türkiye'de ise eğer Devlet kendi içinde yaşamaya devam eden bir avuç kişinin haklarını savunmak şöyle dursun, tehtid edenlere göz yummaya devam ederse çok yakın bir zamanda burada'da bu inancın tesilcilerinin sıfırlanacakları açıktır.


4- Yahudiler kamuda daha çok görev alsaydı, toplumda daha görünür olsalardı antisemitizm Türkiye'de azalır mıydı?

Yahudiler Türkiye'de Kamuoyunda daha çok görev alsalar, daha görünür olsalar bunun sonucu ne olurdu değil de; eğer kamuoyunda Yahudilere daha çok fırsatlar tanınacağı bir ortam, bir toplum yaratılsaydı ne olurdu diye sormak lazım diyorum ben.

Yahudilerin kamuoyunda daha çok yer sahibi olmaları daha eşit, daha liberal ve kendinden olmayana ve farklı gruplara daha açık bir toplum olınmasından geçiyor diye düşünüyorum.

Sonuçta bu noktaya gelmek için öncelikle toplumsal olarak kimi değişiklikleri kabul etmek gerekiyor.

Türk toplumunun kendisi dışındaki halklara bakışını değiştirmesi, yargılarından arınması gerekiyor. Daha liberal, daha demokrat olarak, kimi tabuları yıkması gerekiyor. Alevi. Kürt ya da Hıristayanla, yani ülkede yaşayan tüm halklarla aynı hakları eşit  paylaşmaya açık bir toplum yaratmak için kimi düşünce şekillerinden kurtulmak gerekiyor.  Toplum diğer fertlerine yabancı ve düşman gözüyle bakmadan yaklaşırsa bu olur ancak. O zaman insanlar Yahudileri de kamu görevlerinde görmeyi normal karşılacaklardır.  Yani bence Yahudilerin kamuda görev almalarıyla değişim getirilmez. Esas değişim çoğunluğun azınlığı kabul etmesiyle başlayacaktır. Başka dil konuşanlardan, başka geleneklerden, başka renk ve inanışlardan korkmamayı öğrenirlerse daha iyi günler uzak olmayacaktır.  


5- Aleyhinizde yapılan yayınlar antisemitizmi artırıyor mu ?

Aleyhte yapılan tüm yayınlar mutlaka herkesi etkiler. İnsanların herhangi biri hakkında içlerinde nefret uyanması için çok fazla bir çalışmaya gerek yoktur. Sonuçta sosyal psikolojiye göre birisini ilk tanıdığınız anda ya seversiniz ya da sevmezsiniz. Eğer çocukluklarından beri bir millet hakkında birileri size sürekli anti söylemlerle beyninizi doldurursa o kitleyi, o grubu bazen de bir insanı sevme şansınız sıfıra iner.

Birileri sürekli, hayatımda olan tüm olumsuzluklara belli bir insanın sebep olduğuna beni inandırırsa o insandan nefret etme olasılığım yüzde yüz olacaktır.

Eğer bu ülkede yaşanan tüm sorunların, belli sebepler yüzünden belli bir grubun üzerine yüklemek kimi insanların işine geliyorsa geri kalan halkı buna inandırmak zor olmayacaktır.

Çocukluklarından beri tüm olumsuzlukları yüklenmiş bir grup hakkında yeni yeni teoriler üretmek  herkesin işine geliyor. Hem siz kendi sorumluluklarınızdan kurtuluyor hem karşı taraf, toplumda yaşanan olumsuzluklara kendince bir cevap buluyorlar.  Hem de bu cevaplar büyük toplumun üzerinden tüm yükü kaldırabiliyor. Suç o sevilmeyen, zaten mel'un olan grubundur. Biliyordum zaten.. dersiniz olur biter. Bizim sorunumuz olmadığını biliyorduk derken parmağınızı bile kımıldatmak için, çabalamak için , sorunlara çözüm aramak için kimsenin bir nedeni kalmaz. Hem neden bellidir hem de yapacak bir şey yoktur çünkü sorumlu karşıdadır.

Yahudilere karşı ortaya konulan iddiaları çürütmek kimsenin işine gelmeyebiliyor bu şekilde.Günah keçisi yüzyıllardır yüklendiği rolü mükemmel olarak yüklenmeye devam ediyor. Bunu kimsenin değiştirmeye niyetinin olduğunu sanmıyorum. Farklı gruplar, duruş, görüş ya da fikirler bu keçiyi kendi çıkarları için kullanarak, istediklerini elde edip sonuçta kendilerine etki alanı yaratan kalabalıklar  topluyorlar çevrelerinde.  Bu yüzden, kimsenin bu günah keçisini serbest bırakmaya niyetli olduğunu zannetmiyorum ben.


6- Israel’i eleştirmek antisemitizm midir?

Bu soru son yıllarda dış basında da sık sık yer alan ve haklı olarak sorulan bir sorudur.

Sonuçta, Israel'in kuruluşundan beri Uluslararası alanda insanları devamlı meşgul eden bir sorundur İsrail-Filistin sorunu. Hiç bitmeyen çatışmalar ve savaşlar tüm ilgiyi buralara çekerken, bir tarafın diğerinin haklarını çiğnediğini gösteren medyanın toplumları bilgilendirirken, insanların bu soruna bir an önce bir çözüm bulunması yönünde bir hassasiyet geliştirdiklerini görüyoruz.

1948'den bugüne Arapların, Yahudi ülkesi karşısında verdikleri kayıplar ve zayıf düşen bir milletin kuvvetlinin karşısında haklarını keybettiği fikirleri karşısında diğer milletler Israel'i eleştirirlerken, Yahudilerin bu konuda gösterdikleri tepkiyi anlamakta zorlanıyorlar.

Sanki Yahudiler, bunca yıllık bir İsrail-Filistin çatışmasında, ezilen milletin haklarını savunanlara karşı Antisemitizm suçlamalarıyla ön plana çıkarak insanları bir kez daha, yeterinden fazla karşılarına almaya devam etmekteler. Yahudilerin Israeli eleştirenleri atisemitizmle suçlamaları bir çok medya kuruluşunun ele aldığı ve insanların anlamakta zorlandığı bir şey gibi görünüyor.

Yahudilerin anlatmak istedikler şey sadece medyanın senelerdir, zayıfın haklarını gözetmeye çalışırken bu sorunu objektif kameralardan göstermeyi reddetmeleridir. İsrail' in bunca yıllık çatışmalarda en ufak bir kusuru yoktur demek tabiki yanlıştır. Savaşın, kan ve tüfeğin, bombaların olduğu yerde her zaman hatalar olacakir. Böyle savaşların yaşandığı her yerde, istenmeyen ölümler de her zaman olur. Kimsenin arzu etmediği durumlar devamlı yaşanır ne yazık ki!!!

Sorun burada degil! Sorun Israeli yargısız infazdadır. Bu topraklarda meydana gelen olayların kronolojisini, olayların içeriğini yansız tarafsız nakledip nekletmeyen haber ajanslarının kullandığı taktiklerdedir.

Eğer siz yaşadığınız yerlerde gerçekleşen olayların başını ve sonunu gayet iyi biliyorsanız ve birileri bazı şeyleri eksik yansıtıyorsa. Ve her olayın ardından haberlerin bildiğinizin dışında bir şekle sokulduğunu görüyorsanız, öncelikle tarafsız haberciliğin dışına çıkıldığı için tepki gösterirsiniz. Doğal olarak.

Mesela, üzerinde bombalı kemer taşıyan bir Filistinli çocuğu masum Filistinli olarak haberde geçiyorsanız, sabah atılan roketlere karşılık Israil' in Hamas'ın hedeflerini bombaladigında Israil yine Gazzeyi vurdu şeklinde bir haber düşüyorsanız televizyonlarda burada yine bir şeyler yanlış gidiyor demektir.

Ve bu sadece Türk Televizyonlarında değil dünya'da da gündemde olan ve tarafsız habercilikle bağdaşmayan şeylerdir. Bu şekilde bir haberin sonunda İsraili savunmak bence burada yaşayıp doğruları bilen kişinin en doğal hakkıdır. Sonuçta eğer siz bu yerlerde yaşananları sürekli çarpıtıyorsanız birisinin buna dur demesini de normal karşılamak gerekir. İsraili bir tarafın haklarını savunmak adına şeytanlaştırılmasına karşı çıkmasına kimsenin eleştirmeye hakkı yoktur.

Çarpık  ya da eksik bilgilerle ilettiğiniz haberler üzerinden birilerini hedef alacaksanız o birilerinin kendilerini ve kendi gerçeklerini savunmaya hakları vardır kesinlikle.

İsraili eleştirmek antisemizim değildir ancak İsraili şeytanlaştırmak adına kameralara her yansıyan görüntüye bilinçli olarak halkın aklını çelecek şekilde yorumlar yapmak, istediğiniz şekilde düzeltmelerle olayları çarpıtmak ve haberleri eksik vermek, olayların oluş sırasını değiştirmek sonuçta haberi istediğiniz şekilde biçimleyerek belli bir bakış açışı oluşturmayı hedeflemek, haksız bir taraf çıkarmak adına gayret göstermek kesinlikle antisemitizmdir.


7- Yahudiler Türkiyede tarih boyunca ayrımcılıkla karşılaştılar mı, Neden?

Diğer sorulara verdiğim cevaplarda da belirtmiş olduğum gibi Yahudiler her zaman. her dönem ayırımcılıkla karşılaştılar.

Hayatımda uzun senelerdir bana yapılmış, kimi kişisel haksızlıkların arkasında ayrımcılığın olduğunu seneler sonra kavradım. Seneler sonra, geçmişte bazı insanların anlam veremediğim davranışlarının arkasındaki ayrımcı tutumu farkettim. İşte o zaman senelerce evvel anlam veremediğim kimi şeylere bir açıklama getirebildim.

Polisin, askerin, öğretmenin,  sekreterin bazen de bir memurun karşısında ağzınızı açıp konuşmanız gerektiğinde susmayı tercih ediyorsanız, zaman zaman isminizi değiştirmenin belki de daha doğrusu olacağını hissediyorsanız, şiveniz yeterince düzgün çıkmıyor diye endişe ediyorsanız,  bazen de kendinizi özel sorularla sizi, geçmişinizi, kimliğinizi didikleyen insanlara cevap verirken buluyorsanız mutlaka belli bir ayırımcılık  yaşıyorsunuzdur.



Batya R. Galanti









19 Nisan 2021 Pazartesi

 Afrikalı Çöpçü


Sabahın erken saatlerinde bankta oturan Afrikalı, orta yaşlı adama gözüm kaydı.. Her sabah daha günün erken saatlerinde iş başı yapan Afrikalı belediye işçilerini hep gözlemlerim  yanlarından geçerken..  Kimi zaman tam iş başında iken görürüm aralarından  orta yaşlı olanını. Bir gün önceden parkın belirli bir noktasında bıraktığı tekerlekli çöp bidonu ve süpergesini yeniden eline alarak iş başı yapar. Her gün aynı saatte aynı yerleri süpürür.  Siyahi teniyle tezat teşkil eden kırlaşmış saçları yaşının çok genç olmadığını gösterirken, düşündürür beni, buralara gelene dek kim bilir başından neler geçmiştir diye?

Kafasında tam o tipik sıcacık kıtaya özgü hasır şapkası var yine.. Elindeki smartphone'da da bir Afrika melodisi çalıyor. En azından bugün insan nerede olursa olsun kendine ait bir şeyleri yanında götürebiliyor, teknolojiyle beraber. Israel'in alelade bir köşesındaki bu küçük parkta belki çocukluğuna ait bir şarkı dinliyor o an. Bir taraftan da yerden aldığı palmiye dallarını kendine yeni bir süpürge yapmak için aynı hizada biraraya getirmekle meşgul.. Bir kaçını birlikte bağlamayı düşünüyor belli. Elindeki,  Belediyenin verdiği süpürgenin saçları bozulmuş artık. Yetkili  kişiden yeni bir süpürge istemek yerine belki de alıştığı şeyi yapmak ona daha kolay geliyor.. Doğada bulduklarıyla kendine çözümler yaratmak.. Arkasında kimleri bırakmıştır acaba?

Neden birilerinin kaderi diğerlerinden bu kadar farklı bu dünyada?

Mesai saatini tamamladıktan sonra kızgın güneşin altında çalıştığı saatlerin sonunda döndüğü yer evi değil.. Hangi imkanlarda, nasıl şartlarda barınıyorlar acaba bu yabancı insanlar? Ne dünü, ne geleceği tam olarak güvence altında olmayan bir mülteci olmak nasıl bir şeydir? .Yaşadığımız dünyanın bir başka yüzü de bu işte.. Belki de onlara ayrılan karavanlarda bir kaçı birden bir odayı paylaşıyorlardır. diyorum.

Şimdilik Israel'de ona çalışma izni vermişler. Yarın onu nelerin beklediğini biliyor mu acaba, o hasır şapkalı yaşlı adam? Kimi günler aralarından  genç olanlarının  bir kaçını birlikte otururken görürüm kimi faklı saatlerde.. Bazen herşeyi bir kenara bırakıp sohbet ederler.. Güçlü kuvvetli insanlar bir çoğu.. Uzun boylular var aralarında.. yaptıkları işe rağmen üzerlerine çok dikkat edenler olduğunu görürüm .. Renkliliği seven kişiler.. Kimi kırmızı pantalonlarının üzerlerine renkli bluzlar giymişlerdir bazen.. Modern görünüyorlar baya! Sırt çantalarını bir kenara koyar konuşurlar hep..

Bir çok kez salıncakta uzanır aralarından biri .. taa tepeye kadar kaldırdığı bacağını yasladığı çocuk bahçesindeki salıncağını ipinde,  karşısındakine çabuk çabuk, heyecanla konuşurken  geride bıraktıklarına rağmen yine de daha huzurluymuş gibi bir his uyandırır o an içimde..

Afrika'nın bilinmedik bir köyünden yürüyerek çıktıkları yollardan, ortalama  ikibin kilometre devam eden, uzun bir yolculuktan sonra , Mısır değil, Israel'i seçen mülteciler bunlar..

Mısır'da onları bekleyen ne var ki? diyorlar.. Israel'i tercih etmişler.. Burada daha fazla iş olanakları olduğunu düşünüyorlar.. Arkada bıraktıkları aileleri, çocukları , eski hayatları dışında  yeni bir yaşam kuruyor bazıları.. Bazen yeni bir kadın buluyorlar, bazen bir  de çocuk geliyor arkalarından .. ve bu ülke'de kalmanın yollarını arıyorlar bir süre sonra..

Sahip olduğumuz imkanlar bazen sadece bir kaderin neticesidir.. Doğduğumuz ülke mesela..Afrika ülkelerinin kaderi sanırım bir yüz yıl daha geçse değişmeyecek gibi .. Böylece, eski kıtayı terkeden insanlar yeni ülkelerde durmadan yeni yaşamlar aramaya devam edecekler..Ve ayırımcılık yine kaderleri olacak, her yerde!!

Küçüklüğümde televizyon'da açlıktan iskelete dönmüş siyah çocukların kuvvetten düşmüş bedenlerini gördüğümde gözlerime inanamazdım.. Kuru toprakta yatan cılız kollarını kaldırmaya gücü olmayan insanların gözlerinin, ağızlarının kenarında dolaşan sinekleri gördüğümde Afrika'nın çok kötü bir yer olduğunu düşünürdüm.. ( ve haklıydım )

Hiç bir zenginliğin , doğal kaynakların.. besin ve suyun  olmadığı sefil bir kıta olarak düşünürdüm Afrika'yı. Orada yaşayanları besleyecek kaynaklardan tamamen  yoksun bir kıta hayal ederdim..Nereden bilebilirdim ki, beyaz adamın onlardan herşeylerini çaldığını ! Hayatlarını, varlıklarını..bugünlerini, geçmişlerini ve geleceklerini...


Batya R. GALANTI

13 Nisan 2021 Salı

Antisemitizm üzerine bir anket..


Yaptigi Yüksek Lisans Eğitimi çerçevesinde bir arkadaşım, Antisemitizm üzerine hazirlanan yedi soruluk bir anket iletti bana. Benden beklenen cevaplar kimi açılardan yazılarımda genel olarak ele aldığım konular. 

Bu anket Antisemitizm konusunu hem Yahudiler hem de antisemitler yönünden ele alıyor. Yani sorular hem Yahudilere hem antisemit eğilimler taşıyan kişilere birlikte sorularak çıkan yanıtlarla Türkiye'de Yahudilerin durumu hakkında iki taraflı bir bakış açısı oluşturulacak. İki ayrı gruptan birincisi ankette sözü edilenler diğeri de söz konusu olan gruba tavır alanlar olacak.

Ve anket sonuçta hem Türkiye'de Yahudilerin kendilerini nasıl hissettiklerine dair bir fikir verirken ( Sorulara cevap vermeye hazır insan sayısı çok önemi   mutlaka ) başka bir taraftan da  karşı tarafın verdiği bilgilere dayanarak Türk insanının hangi sebeplerden  sözü edilen gruba düşmanca fikirler beslediklerini belki bir parça anlarken Türkiye'deki Yahudi düşmanlığının çıkış noktasını da görmek için belli bir fikir getirecektir bu anket.

Keşke Türkiye'de,  Osmanlı'da ve Modern Türkiye Cumhuriyeti'nde Antisemitizm üzerine araştırma kitapları da yeterli olsaydı. Daha fazla akademik bilgi ve başvurulacak güvenilir, objektif kaynaklar olsaydı. Bu konuda benim bildiğim Rıfat Bali'nin kitapları aydınlatıcıdır.

İnternette  yaptığım kısa bir gözlemlemenin sonuçları bile ilginç. Antisemitizm üzerine yazılan ciddi yazıların çok büyük bir bölümü Yahudi siteleri ve Yahudi yazarlara aitler.  Örneğin yine Rıfat Bali'nin kitapları ya da Şalom Gazetesi tarafından çıkarılmış kimi makaleler ve kimi sol basının bazı yazilariyla sınırlıdır.  Yani Yahudiler dışında Yahudi meselesine Türkiye'de verilen önem çok kısıtlı kaynaklarla kalmış. Mesela yine bu konuya Agos Gazetesi yer vermiş. Onlar da ülkenin diğer bir azınlık grubu oldukları için doğal olarak konuya belli bir ilgi göstermişler. Ve ne yazık ki geri kalan araştırmaların çoğunun " belli gruplara" ait sübjektif, provokatif, tararfli yayınlar olduğu görülüyor.

Bence bu bile Türkiye Cumhuriyeti Devletinin  bağrında yaşayan azınlıklara gösterdiği değerin bir ölçüsüdür. Genel olarak Türk toplumu kendi yazdığı tarihi benimserken bilinenin dışında yaşanananlara uzak kalmaktalar.  Anadolu'da var olmuş ve bugün hala son derece azalsalar davar olmaya  devam eden kimi diğer halkların ve inanışların bu ülkeye kattıkları kültürel zenginliği ve varlıklarını koruyup koruyamadıkları konusuyla pek ilgilenmiyor insanlar. Türk Toplumu ülkedeki Hıristiyan ya da Yahudi grupların geçirdiği evrimi ve sorunları görmezden gelirken, çaresizlikten buraları terketmek zorunda bırakılmaları da görmezden geliniyor.

Türk topraklarında yaşayan Yahudilerin şimdiki sayısına baktığımızda Antisemitizmin ne derece mevcut olduğunu anlamak mümkündür diye düşünüyorum.

Sonuç olarak ankete bağımsız kişilerin verecekleri cevaplar mutlaka çok önemlidir. Ancak burada insanların çekinmeden konuşabilmeleri gerekmektedir. Bugünkü şartlarda Türkiye Cumhuriyeti sınırlarında yaşayan Yahudi vatandaşlar, Müslüman Türklerin kendilerine duydukları anti duyguları ve kimi davranışları rahatça bir araştırma yazısında belirtebilecek cesarete sahiplerse bu anket toplumu bilgilendirmek ve Yahudilerin Türkiye'de kendilerini nasıl hissettiklerini anlamak açısından değerli olabilir.

Ankette yer alan sorular: 

1- Komplo teorilerinin çoğunda Yahudilerin adının geçtiğini düşünüyor musunuz?

2- Sizce Türkiye’de antisemitizm olduğunu düşünüyor musunuz  neden ?

3- Antisemitizm oranında diğer İslam ülkeleriyle Türkiye arasında bir fark olduğunu düşünüyor musunuz?

4- Yahudiler kamuda daha çok görev alsaydı, toplumda daha görünür olsalardı antisemitizm türkiyede azalır mıydı?

5- Aleyhinizde yapılan yayınlar antisemitizmi artırıyor mu ?

6- Israel’i eleştirmek antisemitizm midir?

7- Yahudiler Türkiyede tarih boyunca ayrımcılıkla karşılaştılar mı neden ?

Önümüzdeki günlerde dostuma bu sorulara olan kendi yanıtlarımı ileteceğim...



Batya R. Galanti

11 Nisan 2021 Pazar

  Bir kraliyet düğünü


Prenses Diana babasının kolunda St-John Katedralinin ihtişamlı kapısından girdiği an masal kitaplarında okuduğumuz hayali prenseslerin gerçek hayatta da var olduklarını  ilk kez öğreniyordum ben belki de.

Diana ve Charles'in evlilik tarihlerinin, 29 Temmuz 1981 olduğunu okudum. O günü gayet net hatırlıyorum. Sıcak bir yaz günüydü, Ada'da fırının karşısındaki evdeydik.  Kırmızı marley döşemesi olan sevimli salonun karşı duvarındaki büfenin üzerindeki küçük televizyonda akşam haberlerinde  veriyordu düğünü. Düğün neden akşamdı diye düşünmüşsem de ilk anda, Türkiye'de o zamanlar sadece akşam saatleri televizyon olduğunu anımsadım. Diana'nın kilisenin kapısından girdiği andaki görkemli gelinliğini, sapsarı saçları üzerine iliştirilmiş tacını unutmadım hiç. O günlere kadar annem bana hep kendi gelinliğini anlatmıştı. Sinagoga girdiğinde herkesin ağzı kalmış diye.... En çokta duvağının uzunluğunu ve kortejde yürürken arkasından gelen o upuzun kuyruğun üzerine işlenmiş pal renkte buketleri. Bense sıram geldiğinde olabildiğince basitleştirmeyi tercih edecektim kendi gelinliğimi. Ve o gün Diana kilisenin kocaman kapısından  girdiğinde; " Eminim bu kadının gelinliğinin kuyruğu anneminkinden çok daha uzundur!"  diye düşünmüştüm.

Nasıl olur da Kraliyetleri çok önceden geride bıraktığımız halde hala daha krallar ve prensesler vardı anlamıyordum. Herşeyin sadece sembolik bir anlam taşıdığını belkide daha  bilmiyordum.  Ancak İngilizler o sembollere bugülere dek çok büyük bir değer veriyorlardı. İngilizlerin tarihi zenginliğinin  bitmeyen bir uzantısıydı bu aile ve geriye kalan aristokrasi. Peki nasıl olur da bu masum yüzlü, güzel kadının düğünü bu kadar çok insanın ilgisini çekiyordu? İngilizleri anlamıştım ancak tüm dünyanın bu düğüne, bu aileye gösterdikleri ilgi de neyin nesiydi?

Diana ve Charles'ın görkemli  düğünlerinden itibaren ilgi çeken bir başka şey vardı, o da bu iki insanın hayatlarını birleştirdikleri  saatlerde tüm dünya televizyonlarına yansıyan görüntülerdeki ihtişama ve ilgiye rağmen belki de farkedilmeyen bir detay vardı. O da bu iki insanın yüzünde var olan o sözde mutlu ifadeydi. Diana'nın yüzündeki varla yok arası gülüşün arkasındaki hüzün hiç bir zaman silinmeyecekti. Gözlerine yansıyan mutsuzluk yıllar içinde daha da derinleşecekti.


İlk günden bir yalanla başlayan yüzyılın düğünü tüm dünya'da en çok konuşulan ilişkilerin başında da olsa bu, o iki insan için mutluluğun resmi olmayacaktı. Ardarada yaptığı iki doğumla dünyaya getirdiği iki güzel çocuk bu iki insanı birbirine bağlamaya yetmeyecekti. En başından sadece birilerini memnun etmek için ayarlanmış bu evliliği arzu etmemiş olan Charles'in hayalinde hep bir başkası olacaktı

Kendisini uluslararası planda hayır işlerine ve fakir ülkeler için daha aktif olarak çalışmaya veren , moda dünyasının adeta bir temsilcisi haline gelen, belki de Paparazzi'nin en fazla arkasından koştuğu bu kadın hayatını normal bir insan gibi yaşayabilmek istediyse de bu hiç olmadı. Paranın, unvan ya da güzelliğin hiç bir zaman mutluluğu satın almaya yeterli olmadığını gösteren en çarpıcı örneklerden oldu Diana.

1997 yazıydı hatlıyorum. Bir cuma günüydü sanki.  İbranice okulundan gelmiştim ve kirayla tuttuğum odanın sahibi daha evde olmadığı için evin salonunda rahatça oturup bir ara tek başıma televizyonu açıp haberleri izlemek istediğimi hatırlıyorum, ve  ekranda beliren Paris'teki o tünelin içindeki kazanın görüntülerini....İnanılmaz bir haberdi bu. Ne kadar üzülmüştüm. Senelerce basından, televizyondan takip ettiğiniz, genç ve güzel bir insanın böylesi bir kazayla gelen ani ölümü.  Sanki yakından tanıdığınız birisisinin aniden  öldüğünü haber vermeleri gibi şok edebiliyordu insanı.

Hayatında belki de ilk kez mutluluğu yakaladığı an ölen genç bir kadının hüzünlü sonuydu bu. Hayatta olduğu zaman susmayan Paparazziler, bitmeyen dedikodular..her attığı adımın dünyanın en kuytu köşelerinde konuşulduğu bu kadının ölümünün ardından da dünya hiç susmayacaktı.

Charles'la olan evliliği hakkında bitmeyen hikayeler, varsayımlardan sonra ölümüyle ortaya atılan  komplo teorileri.. Ve son, sanırım geçtiğimiz sene Netflix'te yayınlanan üç bölümlük dokümanterle tekrar gündeme oturan efsane Prenses. O da Marlyn gibi güzelliğinin doruğunda hayata veda ederek , insanların zihinlerinde hep aynı çizgiler, aynı mahsun gülüşü ve asaletiyle kaldı.

Ve benim Diana'nın ölümünün ardından hiç aklımdan çıkmamış şey, Prens William'la Harry'nin , annelerinin ani ölümünü izleyen ilk günlerde, kameralar önünde boy gösterdiklerinde, anneleri için Buckingham Sarayının dışına bırakılan binlerce buketin önünden geçerlerken yüzlerinde gördüğüm ifadeydi. Kraliyet ailesinde dünyaya gelen bir çocuğun, çocuk olmasına bile izin olmadığını hissettiğimi anımsıyorum. Duygularını kendilerine saklamak zorunda kalan on küsur yaşlarındaki çocukların  azametli duruşları ve çiçeklerin önünden geçip halkın gösterdikleri sevgiye karşılık vermek zorunda oldukları anlarda gözlerinden akmayan yaşlar... Son derece ciddi görünürlerken anneleri için tuttukları yasta bile ifadelerine, duruşlarına dikkat ederken içlerinde yaşadıkları fırtınayı denetlemek zorundaydılar.  

Sanırım geçtiğimiz yıldı,  Harry ilk kez bu konudaki hislerini bir roportajında paylaşmıştı. Annesinin trafik kazasıyla gelen ani ölümünün ona yaşattığı boşluğu ve acıyı seneler sonra ilk defa açıklıyordu. Genç adam yaşadığı Post-Trauma'nın getirdiği zorlukları ve duygularını, onun için annesinin ölümünün ne derece zor olduğunu belki de ilk defa dile getirmişti. O da herkes gibi bir insandı oysa!!

Eşiyle olan ilişkisinin ortaya çıkmasıyla yaşamaya başladıkları takip, televizyonların, basının odak noktası olmaya başladıkları ilk günlerden sanırım Harry eski bir filmin tekrarlanması korkusunu hissetmeye başlamıştı bile.

Bu defa medyanın gösterdiği ilgi de biraz farklıydı. Kendisine eş olarak seçtiği güzel ve yetenekli genç bayanın önce rengi sonra Amerikalı oluşu ve Holywood'daki kariyeri tanıdık, bilindik Prenses kriteryonlarına pek uymuyordu.  Harry için belli ki bir şeyler büyük kardeşinin klasik hikayesindeki gibi yürümeyecekti. Meghan Markle kraliyet üyeleri için biraz daha sıradışıydı..

Meghan Markle'i ilk gördüğü anda vurulduğunu anlatan Harry, onun eşi olacağını ilk andan itibaren hissettiğini söylemiş. Sanırım, kendilerini, sevgilerini, ailelerini ve kurdukları güzel yaşamlarını korumak onların en doğal hakları. Annesiyle başlayan hüzünlü hikayenin bir devamını ya da benzerini  yaşamak istemeyen bu iki genç insanı anlamamak mümkün değil!

 

Batya R. Galanti

 


  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...