28 Ekim 2016 Cuma


                       YERUŞALAYIM VE YAHUDİLER



Yıl 2016, Israel'de bir düğün.... Bir kadın ve bir erkek .Hupa ve Kiduşin. Yüzyıllardır süregelen bir gelenek... Kurulan her yuva,  gelecek nesil için kadın ve erkeğin hupa'da evliliğe doğru attıkları adım. Binlerce yıldır devam eden Yahudiliğin  en önemli yapı taşlarından biri, yahudi geleneğinin devamının simgesi..
" Göklerdeki Kralımız (Adonay) sen kutsalsın ve bu evliliğe izin veren sen  Israel halkını hupa ve Kiduşin'le bir kez daha kutsadığın için  mübareksin" duasıyla edilen yeminle birlikte kadının işaret parmağına taktığı yüzüğün arkasından Yahudi erkeği 3000 yıldır aynı cümleyi tekrarlar;
"İm eşkaheh Yeruşalayım
Tişkah yemini
Tidbak leşoni lehiki
İm lo ezkerehi
İm lo a’aleh et Yeruşalayım
Al roş simhatı "
Mezmurlar (137)  ( Ey Yeruşalayım, seni unutursam,
Sağ elim kurusun. Seni anmaz, Yeruşalayımı en büyük sevincimden üstün tutmazsam dilim damağıma yapışsın!!)
Ve  Yeruşalayım'de ikinci kez yıkılan Beit Hamikdaş'in anısına erkeğin bardağı kırmasıyla hupa'daki tören sonlanır....

Unesco geçen hafta içinde Yeruşalayim'in Yahudiler için neyi ifade ettiğini ya da başka bir dille neyi ifade etmediğinin kararını vermek için toplandı.

2015 yılı Temmuz ayında bir grup dindar yahudinin Yeruşalayim'de ( Kudüs'te Al-Aksa'nın bulunduğu alan) Tapınak Tepesini polis güvenliği eşliğinde ziyaretlerinin sonrasinda  Al-Aksa'da Filistinliler tarafından çıkarılan olayların ardından Araplar Unesco'ya Yahudiler'in Yeruşalayim üzerinde hiç bir manevi hakka sahip olmadıklarını, Yeruşalayim ve Tapınak Tepesi'nin Müslümanların kutsal yeri olduğunu ve bu yerlerin işgalci güçler tarafından agrese edildiğine dair bir genelge sundu.

Israeli Yeruşalayime bağlayan  Yahudi tarihi ve gerçekler hiçe sayılarak, Arapların sayıca olan üstünlüklerinin getirdiği avantaj ve batının kendi menfaatleri çerçevesinde karşıdan kalarak gösterdiği sessiz onayla bu önerge UNESCO kurulunda sunulduğu günden bir yıl içinde onaylandı.

UNESCO haklıdır.  Araplar için Yeruşalayim çok önemlidir.. Neden mi?

Müslümanların Peygamberleri Muhammad 7. yüzyılda  Mekke'den çıktığı bir yolculukla Yeruşalayim'deki  Moria Dağının bulunduğu yere varmıştır. Bugün Al Aksa'nın bulunduğu Har Ha-Moria ya da diğer adıyla Tapınak Tepesi'nden göğe çıkmıştir.   Cennet ve cehennemi gördükten sonra tekrardan Arabistana dönmüştür.

Al Aksa'nın inşaa edildiği tarih tam olarak bilinmese de Mekke'de Kabe'nin inşaasından 40 yıl  sonra inşaa edildiği iddia edilir.

Müslümanlığın ortaya çıktığı 7. yüzyıla kadar buranın neyi ifade ettiğini Unesco bir çırpıda unutmuşsa da gerçekleri yok saymak kimsenin yapabileceği bir şey değildir.

Müslümanlığın doğuşuna kadar Tapınak Tepesi Yahudi inancının kalbiydi. Bu tepe bugüne dek Yahudiliğin en kutsal saydığı noktadır.

Dünyanın kuruluşu, Adem ve Havva  ve Nuh Peygamber ve Avraam ve İtshakla ilgili hikayelerin geçtiği tepedir  Har HaMoria  ya da Har Ha Bayit..

Araplar gelene dek 1500 yıl Tanah'ta yazılı olan bir çok hikaye  buralarda geçti..
Tanrı ilk adamı Har Hamorah'da ( bu tepede)  yaratmış.. Dünyanın başlangıç noktası yine Tanah'ın
(Tevrat 'in ) anlatılarına göre burasıdır.

David ( ya da Davut) Peygamber  Yeruşalayim'i ( yani Kudüs'ü ) aldığında Tanrı için burada ilk mabeti yapmak istemiş ve oğlu Salomon ( Süleyman ) ilk Mabeti bugünkü Tapınak tepesinin olduğu yerde inşaa etmiş.. ( İ.Ö 957)

İ.Ö 586'da Babilliler tarafından yıkılan mabeti'in yerine İ.Ö 516'da İkinci Mabet inşaa edilmiştir.

Kısaca Tanah'ta yani Tevratta  669 kez Yeruşalayim'in adı anılır...

Ya Kuran'da?

Muhammad'ın burayı kutsal saymasının altındaki neden belliydi. Çünkü burası Yahudiler için kutsaldı.

Araplar tarih boyu kuşattıkları her yerde diğer dinlerin kutsal saydıklarını kendi inançlarıyla  kuşattılar.

Başkasına ait kutsallar Arapların kutsalları oldu.

UNESCO'ya Arapların sunduğu önergeye göre  sadece Tapınak Tepesi değil, bu tepenin altında yatan tüm Yahudi kutsalları yani I. ve II. Mabetin kalıntılarıyla birlikte II. Mabet'i çevreleyen ve bugün Batı Duvarı olarak anılan Ağlama duvarının bulunduğu alan da Müslümanlara aittir.

Araplar Israeli buraları kuşatma altında tutmakla,  Al Aksa'ya giriş çıkışları kontrol eden İDF ve Israel Hükümetini din özgürlüğünü kısıtlamakla suçlarken Yahudi Dindarların ( Arapların ) Vakfın Kontrolü'ndeki Al Aksa'nın bulunduğu alana zaman zaman özel izinle yaptıkları ziyaretleri de provokasyon olarak kabul etmektedirler.  Al Aksa'ya  Israel  polisinin  güvenlik sorunları sonucu yaptığı baskınlarını da ayrıca kınayan önerge geçtiğimiz gün UNESCO tarafından onaylanmıştır.

Arapların genel olarak sahip oldukları alışkanlıklar: Dini vecibelerini yerine getirirken kendi kutsalını hiçe saymak, kendi kutsalından başka dine ait kutsallara saldırmak, Yahudi dindarları hedef alıp yaralamak ya da öldürmek ve bunun üzerine Israel'in aldığı tedbirleri kendilerine saldırı ve saygısızlık olarak nitelemektir.

Hem saldıracak hem de suçlayacak, işte bir Arap klasiği...

Araplara  ve sonuç olarak tüm uluslararası cemiyete göre , Al Aksa'yı Israelli inananlara saldırı alanına çevirmek , Ağlama Duvarı'nda dua eden insanları Al Aksa'dan taşlarla hedef almak, caminin içinde molotov kokteylleri depolamak. camiden polislere saldırmak helalken Israel polisinin  buraya saldırganları yakalamak için girmesi İslam'a  hakaret ve saldırıdır..

7. yüzyıldan bu yana kılıçtan geçirerek yaydıkları dinlerini  bugün 1.7 Milyar gibi bir nüfusa çıkaran İslam dünyasının UNESCO'daki ağırlığını tartışmak sanırım aptalca olur.

Fakat herşeye rağmen Hıristiyan dünyasının, batı ülkelerinin Yahudilerin Yeruşalayim'le hiç bir ilgisinin olmadığı gibi bir önergeye sessizce onay vermelerini hazmetmek öyle kolay bir şey değil.

Bu önerge somut olarak fazla bir şey ifade etmese de , Israel'in uluslararası alanda sürekli uğradığı  haksızlıkları sindirmek biz Yahudiler için gerçekten de zordur.

Bu önergeye karşı koymayan İtalya , Fransa ya da İspanya gibi ülkelere sorulacak tek soru;  " Şimdi  kendi özünüzü de reddediyorsunuz o zaman değil mi ? " dir.

Çünkü Yahudilerin bu topraklarla olan bağını reddetmek demek Tevrat'ı reddetmek, yani Hıristiyanların Kutsal Kitabını da reddetmektir. Tanah Hıristiyanlığın birinci kitabı, temelidir.. Tanah'ta geçenlere yok demek,  Tapınak Dağı'nda yaşananları, varolanları yok saymak İsa'yı reddetmektir. İsa'nın yaşamından kesitleri yok saymak demektir. İsa'nın Beit Hamikdash'in avlusunda verdiği vaazleri olmamış saymak demektir. Yerusalayim'de,  Sion Tepesi'ndeki Son Akşam Yemeğini de reddetmektir.

Işte Israel'e karşı olmak böyle bir şeydir..

Ya da 1.7 Milyarlık Müslüman dünyası karşısındaki çıkarlarını düşünmek ya da son yıllarda karşı karşıya kalınan cihad çağrılarından korkmak belki böyle bir şeydir..

Haklısınız ey Dünya belki de Arapların eline verin Yerusalayimi onlar bizden çok daha iyi korurlar..

Irak'ta kendilerinden evvel ve sonra gelmiş tüm inançlara ne kadar saygıyla yaklaştıkları her an gözümüzün önünde değil mi?.

UNESCO Israel'in üç büyük dine tanıdığı özgürlüğü kabul etmiyor. Arapların Ortadoğu'da yüzyıllardır ellerinden düşüremedikleri kılıcı görmek istemiyor.

BM Yerusalayimi  Israel'in başkenti olarak kabul etmiyor. Dünya ülkeleri bugüne dek  hiç bir zaman varolmamış Filistin'in başkentidir diyor Yerusalayim.

Yahudilere inatla kapattıkları bu şehri Filistine vermek herkese doğru geliyor.. Peki neden? Arapların  Mekke ve Medinelerine ne oldu? Onların en büyük kutsalları bu iki şehir değil mi? Neden Yerusalayim ileride kurulacak bir Filistin Devleti'nin başkenti olsun, Yahudilere inat için mi? Yahudilerden nefret ettiğiniz için mi?

Yahudiler Kudüsü Filistinli Araplardan  değil  1967'de Araplar tarafından saldırıya uğramasıyla başlayan savaşta Ürdün'den aldı ..

Eğer Uluslararası Cemiyet bu şehri Israel'e başkent olarak uygun görmüyorsa Filistin Devletinin başkenti neden olsun?

Ulusrarası Cemiyet ya da kısaca BM gelse ve dese ki bu şehir üç büyük monoteist din için de kutsaldır ve bu yüzden Doğu Kudüs  üç büyük dinin din adamları tarafından, özel bir  konsey tarafından yönetilecek Vatikan benzeri bir dini statüye kavuşsun . İşte o zaman ben derim ki Uluslararası Cemiyet mantıklı bir önerge sunuyor. Kimseye haksızlık yapılmadan, herkes için kutsal olan bir şehir için tek olası uluslararası öneri bu olablirdi kanımca..

Fakat bugün Arapların koşulsuz şartsız her durumda yanında olmayı tercih eden uluslararası cemiyet her zamanki gibi yüzyıllardır süregelen Yahudi karşıtlığının bir devamı gibi sadece Israel'e karşı koymayı tercih ediyor..



Batya R. Galanti





10 Ekim 2016 Pazartesi


                KAYBOLAN BİR DİL



2005 yılı Saint-Benoit Pilav gününde tesadüfen bulunmuştum.. Lise arkadaşlarımla yeniden biraraya gelmek benim için eskilere bir dönüş olmuştu. On yıla yaklaşan Israel macerası sonrası doğup büyüdüğüm şehire turist olarak ziyaret her zaman farklı bir anlam taşıyordu.
Tuhaf bir çekingenlik, bir yabancılık hissiyle beraber kendimi ortama uydurmaya çalıştığım o anlar aklımda.  En büyük kaygılarımdan biri Türkçeyi düzgün konuşmak..
Çocukluğumdan beri ister istemez farklı olan şivemin kısmen daha da bozulduğunun idrakiyle ağzımdan çıkardığım her kelimeyi doğru bir şekilde, düzgün bir telafüzle söylemeye gayret ediyordum.  Bu gayret bende zaten eskiden de  mevcuttu.
İki dil konuşulan bir evde büyüyen her insan gibi ana dilinizi  bile konuşurken ister istemez tam düzgün bir şive ile konuşabilmeniz mümkün olmayabiliyor. İşte  ben bu kaygıyı gerçekten yaşadığım o anlarda inadına arkadaşım;  " Batyacım sen gittin gideli Türkçen de bozulmuş " demez mi...
Evet biz iki dil konuşulan bir evde büyüdük. Türkçe ve Judeo-Espanyol veya diğer adıyla Ladino.
Çocukken annem babam evde iki lisanı bir lisan gibi konuşurlardı adeta..İspanyolca başlayan cümle türkçe son bulur.. Türkçe anlatılan bir hikaye yarı yolda İspanyolca devam ederdi...
Dile kolay 500 yıl korunmaya çalışılan bir dil, bir kültür bizimkisi...
1492 de kendi iradeleriyle terk etmedikleri bir ülkeden yola çıkan Yahudiler Osmanlı Topraklarına ulaştıklarında beraberlerinde getirdikleriyle  bu ülkeye bir şekilde adapte oldular.
Yüzyıllar boyu yaşadıkları İberya yarımadasının güneyindeki Andalusya'dan , Arap egemenliği altında geçirdikleri nispeten huzurlu dönemlerin ardından gelen Ferdinand ve Isabel'in hakimiyetine geçen  Hıristiyan İspanyanın ezici gücünden kaçan yahudiler...
Bu insanların Osmanlıya kabul edilmelerindeki en büyük faktör ticaret başta olmak üzere teknik alanda bir çok farklı mesleklerdeki bilgileriydi . Bu kabul edilişin altındaki ana neden  Osmanlının kendini geliştirmek için ihtiyacı olduğu bir çok  meslek dallarındaki  iş gücünü idame edebilecekleri gerçeğiydi.
Bunların içinde en önemlisi ise  ülkeye soktukları matbaaydı. Tabii o zaman için bastıkları eserler daha çok Tevrat kopyaları olsa da basım makinesinin ülkeye girişi Osmanlı'nın kültürel gelişimi açısından büyük bir ivme sayılabilirdi.
Yahudiler, II. Beit Hamikdaşın yıkılışıyla dağıldıkları Diaspora'da , tarih boyu çok yer değiştirdiler.
Yüzyıllar boyu İspanya, Portekiz, Kuzey Afrika gibi farklı ülkeleri , farklı kıtaları dolaşan İspanyol yahudileri de kaldıkları her ülkeden , her kitadan kültürlerine yeni bir şeyler kattılar. Belki de Yahudi kültürünün ve tecrübesinin geçirdiği bu evrelerdir bu insanlara her zaman fazladan katılan değerler. Yaşanılan kötü tecrübelerin yanında  başkalarına göre zaman zaman kazandığınız kimi artılar.
Hayatta kalmak için, varlığınızı devam ettirmek için geliştirdiğiniz dayanma gücünün yanında sahip olduğunuz kültür zenginliğiniz.
Bunlardan biri de öğrendiğiniz lisanlardır.
Yahudiler Osmanlı topraklarına geldikleri andan itibaren Sultan II. Bayezit  tarafından belli yerlere yerleştirilirlerken Saray çevresi dahil olmak üzere, Osmanlı içinde çok iyi mevkilere getirilımış Yahudiler olmuştu. Eminim bunun ana sebebi beslenilen merhametin ötesinde gelen insan gücünden en doğru şekilde faydalanmaktı.
Yahudiler İspanya'dan keyfi sebeplerden ayrılmamalarına rağmen, 1980'lere gelene kadar 500 yıla yakın geçmişlerine ait olan Ladino'yu korudular. Bir çok örf ve adetin yanında.. Bunlar İspanyol Yahudi mutfağı , Andalus müziği ve nesilden nesile anlatılan anektodları da içeriyor.
Cumhuriyetin başlarında Türkiye'de ortaya çıkan millyetçi hareketlerle Türkçe dışında konuşulan dillere ilk karşı çıkışlar gündeme gelmişti. Halbuki o güne dek insanların Türkçe dışında konuştukları dillere kimse karışmamıştı.
Benim anneannemlerin yaşadıkları döneme rastlayan ilk cumhuriyet  yıllarında Yahudiler getolaşmış olarak yaşadıkları İstanbul'un farklı semtlerinde kendi aralarında sürdürdükleri yaşamları içinde farklı farklı meslekleri icra ederken, bakkalıyla, kasabıyla manav ve bilimum küçük esnafıyla Yahudi halkının aralarında konuştukları ana lisan Ladinoydu.
Benim annemin ya da babamın anneleri türkçeyi pek konuşmazlardı. Annemin okulda yaşadığı sorunlar yüzünden okula birinin gelip konuşması gerektiğinde büyük ablası gitmek zorunda kalmış.
Benim çocukluğumdaysa  hatırladığım  Ladino'nun artık olgun insanların, ebeveynlerin konuştuğu bir dil olmasıydı.
Herşey kanaatimce vatandaş Türkçe konuş akımıyla  başlamıştı. Türk Halkı Türkiye vatandaşlarının farklı bir lisanı konuşmasını eskisi kadar tolere etmeye hazır değildi. Bunun ötesinde Türk Halkı Türkçeyi düzgün konuşmayana sempati göstermiyordu.
Bu da 500 yıl korunan bu latin kökenli, İspanyolcanın  farklı bir versyonu olan güzel dilin  artık eskisi kadar konuşulmamasını gündeme getirdi.  Ya da en azından  1960'larda dünyaya gelen neslin ebeveynlerı artık çocuklarıyla ancak kısmen bu dili konuşurken Türkçe evde ağırlık kazanmaya başladı.
Benim annem babam kendi aralarında ispanyolca konuşurken hatta benimle ispanyolca konuşurken ben onlara türkçe cevap vermeye alışmıştım.
Türkçe günlük hayata hakim olmaya başladıkça İspanyolca unutulmaya başlandı. Her unutulan kelimenin yerini İspanyolca eklerle yeni türkçe kelimeler aldı.
Eskilere ait Ladino şarkılar geçmişe gömülürken 1960'larda dünyaya gelenler bugün çocuklarına bu lisanı artık konuşamıyorlar.
Büyükada'da küçükken her gün denize gelen sorunlu genç bir adamcağız vardı. Denize annesiyle  gelirdi.  İri yarı , olgun bir adam olduğu halde kendi boyutlarında siyah bir cankurtaran simidi vardı. Adamcağız hep annesiyle İspanyolca konuşurdu. Benim çocuk aklımda genç birisinin bu" antika"  lisanı konuşması çok tuhaf bir şey gibi kalmıştı.
Halbuki keşke bütün gençler bu lisanı devam ettirebilseydi.
Yahudiler o yıllara kadar hep korudukuları Ladino'yu bir anda bırakıvermişlerdi. Çünkü Türkçeyi düzgün konuşmak istiyorlardı..hakaret görmemek, küçük düşürülmemek, Türkler tarafından hor görülmemek için. Ancak  bir şeyi unutuyorlardı, evde işitilen çarpık telafuz ister istemez şivenizi yine de değiştiriyordu.
Biz yine şanslıydık çünkü İspanyolcayı anlıyorduk. Bugünkü nesil bu lisanı artık konuşmayan anne babaları yüzünden bu dili artık hiç anlamıyorlar.
Halbuki  bizi  biz yapanın bildiğimiz,  konuştuğumuz farklı diller olduğunu nasıl da unuttuk.
Yıllar evvel arkadaşlarıyla Yeniköy'de bir kafe'de oturan annem ve arkadaşları aralarında İspanyolca muhabbet ederken yanlarına yaklaşan İspanyolun gözyaşları nasıl unutulur?  Konuştuklarına tesadüfen kulak misafiri olan bu İspanyol turist taa İspanya'dan geldiği Boğazın kıyısında 500 yıllık bir lisanı hala kullanan eski vatandaşlarına rastlamıştı.
Hele ben  şehiriçi turlara başladığımın ilk günlerinde daha ladinonun bende baskın olduğu o günlerde İspanyol bir gruba Galata'da yaşayan nüfusu anlatırken.. Ikamet etmek kelimesi için kullandığım " Morar "  sözcüğünü duyan İspanyolun apışıp kaldığı an nasıl unutulur?   " Bana sen nereden biliyorsun bu kelimeyi? " derken.. Morar kelimesinin bugün günlük lisanda kullanılmayacak kadar eski ve çok edebi bir kelime olduğunu söylediğinde ben de ona 1492'de ülkesinden ayrıldığımız o günlerden beri bizim  hala 'morar ' kelimesini kullandığımızı anlattım.
Bugün Türkiye'de yaşayan bir avuç kadar Yahudi uzun bir tarihin ardından azalarak ve zamanla yaşadıkları toplumun içinde asimile olarak kendi kültürünü yavaş yavaş tamamen unutmaya yüz tutmuştur.  Ladino artık  kalan  yaşlı nesil tarafından konuşulurken bizi biz yapan değerler gittikçe tarihe karışmaktadır.
20.yüzyılın başlarında yüz bin kadar olan bir toplum bugünlere artarak gelmek yerine 10 bin civarı bir rakkama inerken Türk Yahudi Kültürünü Türk halkı artık sadece tarih  kitaplarından öğrenmek zorundadır.


Batya R. Galantı


  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...