31 Ekim 2018 Çarşamba

                                MEDYANIN İSRAEL İNFAZI 


Israel ne zaman kendini teröre karşı savunmaya kalksa nedenleri niçinleri bir tarafa bırakmaya alışık olan dünya medyası klasik başlıklarından birini atar..
'Israel yine vuruyor..  Israel Gazze'de Hamasi hedef aldı.. Israel uçakları bilmem kaç Filistinliyi öldürdü...
Hamas Israel'deki sivilleri tehtid ettiği ve öldürmeğe çalıştığı sürece sorun yoktur lafı edilmez.  Israel bu tehtide karşı cevap verdiği zamansa sorun büyüktür..
Geçtiğimiz hafta bir gecede Hamas tarafından atılan onlarca roket ve Negev çölünün ortasında bulunan  Beer Sheva kentindeki bir evin  bu roketlerden biri tarafından isabet alarak yıkılmış olması Israel dışındaki basında doğal olarak (!!)   çok fazla yankı bulmadı..
Olay anında  yanlız olan genç annenin son anda uyku sersemliği ile yataklarından aldığı çocuklarıyla saklandığı sığınağında füzeden korunmayı başarmış olması büyük bir şans fakat buna Avrupa'da biçilen haber değeri sıfır.
Israel'in bugün bir çok yerleşim yerinde hayatı neredeyse tamamen sabote etmeyi  başaran Hamas'ın arkasında durmaya devam eden medya ,bağnazlığın ellerine teslim edilmiş Filistin halkının haklarının yanında olduğunu iddia ediyor .. Aylardır sınıra yığdığı küçücük çocukların güvenliklerinden kim sorumlu bense sadece bunu merak ediyorum?
Abu Mazen'le süren anlaşmazlıkları sonucunda kendilerine düşen parayı alamayan Hamas'ın girdiği ekonomik sıkıntı acaba sadece birilerinin onlara yaptığı haksızlık midir ?
Hala ellerindeki parayı sadece yönetime yakın zümreyi beslemekten ve terör tünelleri için kullanmaya ne zaman son verecekler acaba? Ekonomik krizden bahsedenler her kazdıkları tünel için milyonlarca dolar harcıyor..
Bu arada Israel'de Gazze sınırındaki kibutzlar , moshavlar ( yani köyler ) normal bir hayatın ne demek olduğunu aylardır unuttular. Aslında bu sorun bir şekilde yıllardır devam ediyor..
Sadece  son aylarda Hamas teroristleri yepyeni taktiklerle  el emeği ve alın teriyle ekilmiş toprakları hiç canları acımadan küle çevirmeye devam ediyor.. Bu topraklarda ekilen ürünlerin her gün kendilerine ulaşan tonlarca yardımın bir parçası olduğunu umursamadan tarlaları ve ağaçlık alanları yakmaya devam ediyorlar..
Her atılan roketin ardından  güvenli bir alana sığınmak için sahip oldukları süre sadece 15 saniye olan çocukların geçirdikleri travmadan bir kez olsun bahsetmiş yabancı bir site, bir gazete bilmiyorum.
Geçen hafta Ber Sheva'ya düşen roketin haberini veren Fransız gazetelerinden birinin ; Israel dün gece Gazze'yi vurdu!  diye attığı başlıkta  sebebin Gazze'den atılan roketler olduğunu cümlenin ikinci yarısında veren haberin amacı belli .  Amaç Israel'i mağdur taraf yerine aktif saldırgan taraf olarak göstermek.  Gazze'den atılan roket yüzünden yıkılan evdense sadece en son paragrafta bahsediliyordu . Çoğu insanın en son paragrafa varmadan bu haberi bırakarak başka habere geçtiği ise bilinen bir şeydir. 
 Gazeteci okuyucuya bir haberi iletirken kullandığı dil ve vurgularla  olaylardan okuyucunun neler algılayacağını belirler..  Yani sonuçta haberde yanlış ya da yalan bir unsur olmadan bile okuyucuya istenilen intiba  klasik taktikler  kullanılarak verilir. Hoş açıkça saklanan şeyler  ve çarptırılan gerçekler buna dahil degil.
Mesela Türk Basını halkına her gün Filistinlilerin ' Barışçıl ' gosteriler sırasında Israel askerleri tarafından hunharca katledildiklerini anlatır durur..
Geçen gün yine Gazze sınırında, bölgedeki sivil yerleşimlerin dibinde  bomba yerleştirmek için gönderilen 12-14 yaşlarındaki çocukların ölümlerinden de mutlaka yine Israel sorumlu gösterilmiştir..
 Gazze'deki cocukların ölümüne istismarlarına karşın Dünya Çocuk Hakları Kuruluşları neredeler acaba??  UNESCO? ?? Birleşmis Milletler??!!! )
Ahlaki değerleri sıfır olan insanların kurduğu bir terör yönetimi ve onların ellerinde oyuncağa çevrilen bir halkla bu savaşın boyutları ve şekli daha nerelere varır bilinmez  ama kendileri için çok titiz standartlar çerçevesinde yaşayan Avrupa'nın başkaları için düşündüğü ölçüler ve değerler  çok farklı görünüyor.. Menfaatlarle yazılan ve çizilen medya bunu en açık şekliyle kanıtlamaya devam ediyor.


Batya R. Galanti

15 Ekim 2018 Pazartesi

     
                                     LEVİNSKY


Florentin.. Israel'in kuruluş yıllarında Tel Aviv'in güneyinde ticaretin merkezi,  özellikle Yunanlı göçmenlerin  yeri. Bauhaus evlerin, Alman Mimarisinin en güzel örneklerinin en kötü durumdaki halleriyle senelerce terkedilmişlik içinde bekledikleri mahaleller...Bugünlerde yeni yeni düzeltilmeye başlanılan yapılar..Aslında o kadar güzel ki buraları.. Geçtiğimiz yıllarda Tel Aviv'e UNESCO tarafından armağan edilen " Beyaz Şehir" unvanının veriliş sebebi olan  Bauhaus'ların en yoğun bulundukdukları mahaller buraları... Bugün bu yapıların tek ihtiyaçları olan bakım yavaş yavaş başlamış görünüyor...
Florentin'in hemen bitişiğinde  Levinsky ... İstanbul'daki Mısır Çarşısı'ndaki baharat kokusunu özleyenlerin mekanı olabilecek  daracık  sokaklar...
Geçen hafta yine Levinsky'deydim.. Oralarda dolaşırken hep bazı alışkanlıklarımı arar dururum.. İnsan kültürünün en belirleyici yönlerinden biri de aşina olduğumuz tadlardır mutlaka.. Her zamanki gibi kimi turistler buralarda alış veriş yaparken etrafta dolanan çoğu insan yerli .Son yıllarda buralar ev yemekleri veren restoranlarla doldu.. Ayrıca ayaküstü bir şeyler içmenin mümkün olduğu barlar ve bohem tarz cafeler her yerde.. Tel Aviv'in canlı hayat yapısının yansımalarını bu tipik mahallede de gözlemlemek mümkün..
Zaman zaman mutfağımda her süpermarkette bulamayacağım türde kimi özel malzemelere ihtiyacım olursa ya da bazen sadece buraları biraz özlemişsem uğrarım Levinsky'ye.. Turlarım kimi bilindik dükkanlarda.. Bazı şarküteri ve restoranlar da var buralarda; Japon, Çin, Tayland ve kimi Avrupa mutfakları da.. Anlayacağınız her şeyden biraz var aslında....
İspanyol-Yahudi kültüründen yoğun bir şekilde etkilenmiş mutfağımda elimden geldiğince farklı tadlara da yer vermekle beraber aslında ben genelde çok fazla baharat kullanmam ama olsun hani ya canım mesela paskalya çöreği çekse mahlebi Levinsky'den başka nerede bulacağım??  Ayrıca Levinsky borekasları, tuzlu balıkları hani biz Türk yahudilerinin lakerda dediğimizden olanı , abudaraho yani mumla kaplanmış balık yumurtası ,  türlü türlü zeytin çeşitleri ( bizim yaşlı nesilden Türk Yahudileri içinden kimilerinin saçmasapan burada Türk zeytini gibi lezzetli zeytin yok tartışmaları aklıma gelir birden )  ve yemişin İran'dan geleni, hani atomla bizi tehdit eden mollaların diyarından gelen mallarla dolu.  Tüm bunlar buralarda yarım asırdan fazla bir süredir satılır. Levinsky'nin dar sokaklarında yolun her iki yanında  bulunan köhne dükkanlar sizi her seferinde ortadoğunun tipik havasının içine çeker ..  Ortalıkta sergilenen yemişler ise cıvıl cıvıl.. Şu aralar ben kafamı çocukluğumdaki gibi keçi boynuzu, kuru dut gibi kurutulmuş meyvelere taktım.. Ezelden beri en sevdiklerimdir bunlar .. Ama son zamanlarda yeni keşfettiğim  kurutulmuş vişne şimdilik gerçek favorim.. Bana çocukken ada'da yediğim el yapımı vişne dondurmayı anımsattığından mı bilmiyorum
Çocukken tatlı şeyleri hiç yiyemezdim.. Her defasında özenirdim. İskelede anneme yalvarırdım bu kez dondurmayı yarım bırakmayacağım lütfen diye ama o külah üstündeki rengarenk cazip toplardan bir iki kez yaladıktan sonra dondurmayı annemin eline geri tutuştururdum. Taa ki adanın kimi köşelerinde bembeyaz önlükleriyle kendi elleriyle hazırladıkları dondurmayı el arabalarında satan dondurmacıların dondurmasından tattığım güne dek. Hani  o sadece çikolata , kaymak ve vişne tadlarında satılan dondurmanın lezzetine baktığım güne kadar... O vişnenin kendisini yediğinizi sandığınız buz gibi doğal  dondurmanın lezzeti nasıl unutulur ki?.. İşte o kurutulmuş vişnelerden ilk kez yediğimde beynimde adeta bir flaş çaktı... Sanırım yıllardan sonra ilk kez vişne yediğim için de olabilirdi bu. Tazesi olmasa da.. İşte bir anda çocukluğumdaki o anıları yaşar gibi oldum.
İnsan hayatı nedir?? Duyularımız ne kadar etkilidir yaşantımızda , beynimize bir bilgisayar gibi yüklenen anılarda., gözümüzle, kulağımızla, dokunduklarımızla beynimize kaydettiklerimiz.. Kimi zaman aldığımız tadlarda yaşanan, canlanan anılar.. Bazen bir çiçeğin kokusu sizi gençliğinizden  bir bahar gününe  geri götürürken.. bazen yıllardan sonra yediğiniz vişnenin tadında bulduğunuz çocukluğunuzdur..
Arada tanıştığımız yepyeni tadlar, yepyeni, kokular, yemekler ve geçmişten hiç unutmadığınız kimi alışkanlıklarla bir bütündür yaşantımız..
Çocukluğumdan beri ne kadar çok meyve sevdiğimi ve benim için en büyük ıvır zıvırın mevsimine göre limitsiz tükettiğim meyveler olduğunu düşünürüm hep.. Türkiye'de doğup büyümüş çocukların en azından benim neslime kadar daha sağlıklı bir beslenme kültürü içinde yetiştiklerine inanıyorum.
İstanbul'da , okuldan eve dönerken en büyük zevkim dolmuştan indiğim gibi Şişli pasajının çıkışında köşede beni bekleyen kuruyemişçiden bazen kuru dut, bazen iğde bazen de keçi boynuzu satın almaktı. . Yokuşu inerken eve varmadan yolda çoğunu yerdim..
Neyse sanırım ben tekrardan müdavimi olmaya başladığım Levinsky'ye gideceğim bugünlerde. Hala çocukluğumda alıştığım bir tada ulaşamadım. Bulamadım ki!!.. Belki onu da bir gün getirten biri çıkar. ;  İğde!! ..
Hala arıyorum!!!


Batya R. Galanti













12 Ekim 2018 Cuma

         KABULLENMEK



Herşey daha ilk günlerden başlamıştı.  Önce kulaklarıydı dikkatimi çeken.
Bu çocuğun kulakları acaba neden katlı böyle ? diye sordu  bir gün annem. Bilmem... Çocuk çok mu uyuyor ne?? Canım, bebek bu uyur, normal değil mi?? Yatağında ona baktım bir kez,  bir kaç haftalıktı daha..bezden bir bebek gibi mi duruyor yoksa? O daha çok çok minik ondandır dedim kendi kendime.. Üç aylık oldu..başını kaldıramıyor . Kaldıracak elbet.. zamanla herşey olacak eminim... Yarın tekrar kontrolü var.. Ya bir şey derlerse??
Demezler.. herşey iyi olacak.. Ertesi gün onu kontrol eden doktor.."Hipotoni! "  dedi... Kasları zayıfmış yani.. Daha önce de duymuştum bu kelimeyi.. Hipotoni bir teşhis değil, sadece bir semtom . Ateş gibi...Nedeninin bilinmesi gereken bir semtom..özellikle vücudu tümden etkileyen bir durum söz konusu olduğunda.., Ama ben daha derinlere inemeyecek bir korku, bir panik içindeydim.. Bunun açık olarak farkında olmasam da  Bir akrabamızdan onların oğullarının omuz kaslarının çok kuvvetli olmadığını duyduğumu anımsadım . Omuz kaslarında hipotoni varmış. Onları aradım hemen sordum..   Bak işte önemli bir sorun değilmiş . ( Tabii ki onların sorunu önemli değildi ) sadece fizik tedavi gereken bir şeymiş... Ben eminim bebek bazen zayıf olur ama zamanla herşey yavaş yavaş düzelir. Hani derler . zaman her şeyin ilacıdır...  Büyüdükçe gelişecek, güçlenecek o da..
Bir kez daha sağlık kuruluşunda randevu verdiler.. Fizik terapi merkezinde
Terapisyen onu yerlerde dizili kocaman minderlerin birinin üzerine koydu.. Sonra sağ eliyle çocuğu bacağından yakaladı ve aşağı sarkıttı.. .. Orasından tuttu, diğer taraftan yakaladı.. bir taraftan diğerine hiç durmadan kontrol etti.. Öyle çok fazla açıklamalar yapmadan. " Geliştikçe herşey düzelecek tabii" dedim. Kadınsa; " Belki evet belki hayır" diye cevap verdi...
   Işte o anı , o sözü hiç unutmadım.. Kafamdaki kendi gerçeklerimi alt üst eden bu sözü duymazdan gelmek istedim o an ve daha sonra her defasında bana söyleyecekleri  her kuşku uyandıran kelimenin ardından.. Kulaklarımı tıkamayı tercih edebilirdim belki de .. Ertesi günlerde çocuk gelişim doktoru bana ; " Onu Prof. Sagie'nin görmesini istiyorum dedi...
Profesör Sagie, Israel'de pediatrik nöroloji alanında isim yapmış biri.. Verilen randevuya gittiğimiz gün olanları neredeyse anı anına hatırlıyorum... Kapıdan girdiğimizde sekreter;  " Aile geldi " demişti.....  " Aile geldi !! " . Sanki çok önemli anlar yaşanıyordu.  Baktım fizik tedavi merkezinin normal çalışma saatlerinin dışındaki bir zamanda çağırılmışız.. Tüm merkez boş.. Her zamanki doktor bizi karşıladıktan sonra, içerideki odalardan birine doğru onu takip ettik.. Tüm terapistler ve kimi tanımadığım daha bir kaç insan daha yerlerdeki minderlerde oturuyorlardı.. Prof Sagie'yi tanıştırmadan bize çocuğu mindere yatırın dedi doktor .. Gal'i yine minderde dizlerinin üzerinde duran profesör kadının önüne yatırdım.. Kimi soruların ardından bana; "Çocuğu soy lütfen ! " dedi.. Prof. Sagie Gal'in üzerinde karşıda oturan genç terapistlere ve kimi doktorlara belli ki ders veriyordu .. Oğlumun vücudunun üzerinde gösteri yapıyordu sanki . Ve belki kısmen kendisinin konudaki üstünlüğünü, hakimiyetini ıspatlama savaşı içindeydi bir kez daha...  Daha sonra başka bir odaya alındık. Kısa bir konuşmadan sonra bana hayatımda ilk kez duyduğum o iki kelimeyi söyledi ; Oğlunda  " Myotonic Dystrophy : olduğunu düşünüyorum ..  Bunun ne anlama geldiğini o an hiç bilmiyordum, sadece Profesör teşhisinden çok emin görünüyordu...
O gün eve döndüğümde, ilk iş Myotonic Dystrophy'nin tam olarak neyi ifade ettiğini araştırmaya başladım ..  (Eşimin tüm uyarılarına rağmen..) Hayatımın en karanlık gecelerini de birlikte getiren günlerin ardından bana söylenen herşeye karşı çıkmaya başlamıştım... Prof. Sagi'ye inanmadığımı ve benim oğlumda böyle bir hastalığın olmadığında direttigim ve doktorlar ve terapist uzmanlarla tartıştığım şeyin hiç bir bilimsel ve gerçekçi açıklaması yoktu.. Sadece direniyordum .. İç güdülerime güvendiğimi söylemenin kimseyi inandırmaya yetmeyeceği açıktı. Onların iddia ettikleri hastalık ancak anneden çocuğa geçebileceği için benim bir gen testi yapmamı öneriyorlar bense hayır gerek yok diyordum.. Taa bir sabah yatağımdan kalktığımda bu tartışmaya son verecek olan şeyin benim boşa olan direncime bir son vererek Tel Aviv'deki  Wolfson  hastanesinin genetik bölümünde alınacak bir kan örneği olduğunu anladım..
Doktorlar konuştuklarında ağızlarının içine bakarak dinliyoruz . Bir çoğumuz için onlar sanki birer Tanrı... Bazıları özellikle sanki hiç yanılmaz, yanılamazlar.. Ilahlaştırılanlar ,  sadece hastaları değil, meslektaşları tarafından ilahlaştırılanlardır  bu tipler.. Ama bu kez Prof Sagie gerçekten  yanılmıştı.
Fakat o günler Gal'le yaşadığımız maceraların sonu değildi kesinlikle .
Konulan teşhisin biri yanlış olsa da sonuçta oğlumun konjenital bir sorunla başlayan yaşamı ve onun getirdiği genel problemler ve otizmiyle şekillenen  çetrefilli hayatımız bugüne kadar devam ediyor..
Bense Gal'in doğumunun ardından girdiğim travmayı yıllar sonra farkettim sadece.. Ne kadar hazırlıksız yakalandığımı...
Hamileliğimde bana erkek ya da kız farkeder mi senin için diye sorduklarında gerçekten de ikinci bir kız olsa ya da bir erkek çocuğu doğursam bunun benim için hiç önemli olmadığını içtenlikle söylemiştim hep ve çok klasik bir tekrar söz dudaklarımdan dökülüverirdi o zaman,;
" Sağlıklı olsun yeter.."....
Ne kadar sağlıklı olsun yeter derse de bir anne adayı doğacak çocuğunun sağlığından aslında pek şüphe etmez .. Çünkü kanımca insan negatif olasılıkların gölgesinde yaşamaz, yaşayamaz,  yaşamamalı .. En azından çoğu zaman bu böyledir Kazalar, hastalıklar ve hatta en kaçınılaz olan ölüm gerçeği bile günlük hayatımızda düşünüpte kahrolduğumuz şeyler değildir..
Belki de bu yüzden hayatta hiç beklemediğimiz bir anda karşımıza çıkan kimi şeyleri kabullenmek ve onlarla yaşamayı öğrenmek zaman alıyor..
Oğlum altı yaşında idi,   Gal'in aynı yuva sıralarını paylaştığı bir çocuğun annesiyle konuşuyordum bir gün. Çocukları parka götürmüştük. Biz de bir bankta muhabbet ediyorduk. Gerçi oğlum  parkta bir arkadaşla nasıl oynanır pek bilmiyordu ama olsun.  O daha çok benim etrafımda dönüp duruyordu.  Kendisiyle sonradan gerçek bir dostluk kurduğum o bayan benimle konuşurken  ilk kez bir şeye dikkat ettim;  çocuğunun otizmini anlatan bu insanın yaşadıklarını ifade ederken ne kadar rahat olduğu gözüme çarptı. Onun oğlunun otizmiyle  ( Bu çocuk otizmin deha çocuklarındandı ) Gal'in durumu arasında önemli farklılıklar olsa da kendisi de kolay olmayan yollardan geçen bu annenin hayata bakışı o gün kafamda bazı şeyleri değerlendirmem de çok etkili oldu.
O gün ilk kez, Gal ile yaşadığım zorlukların sadece onunla ilgili olmadığını anladım. Problem sadece Gal'in özel ihtiyaçları olan bir çocuk olarak dünyaya gelişi değil, benim onun dünyaya gelişi ile beraber içine girdiğim derin psikolojik karmaşa idi. Gerçekleri kabul etmek, yüzleşmek, onlara alışmak , her tür olasılığa hazır olmak  ve hayata karşı  güçlü olmayı öğrenmek kolay değildi. Bu bir süreçtir aslında. Genelde çoğu insan icin ihtiyaç duyulan bir süreç..sindirmek için!  Sadece zamanla nasıl başaracağınızı  öğrendiğiniz... Yaşayarak, vaz geçemeyeceğiniz şeylere sarılarak öğrendiğiniz bir şey...  sizi eğiten, sizi geliştiren, belki de kimi yönleriyle sizi yücelten ve sizi sadece kimi insanların anlayabileceği bir süreç. Tüm bunlardan önemlisi çocuğunuzu  sadece kendisiyle karşılaştırmanız gerektiğini kavrarken yeryüzündeki  her insanın, her varlığın aslında başlı başına  bir dünya olduğunu öğreten bir süreç..
İnsanların ne dediklerinin ve ne diyeceklerinin aslında ne kadar önemsiz bir teferruat olduğunu ise ben sadece zamanla anladım. Kollarımı  sonuna kadar açıp  çocuğumu  var gücümle kucakladığım gün ise içimden kocaman bir yük kalktı....



Batya R. Galanti.





  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...