14 Mart 2017 Salı


                                                         VATAN



Geçenlerde Facebook'tan bir arkadaşım bana sordu; " Türkiye'ye hiç gelmiyormusun? Buraları hiç özlemedin mi? "
Bu soru karşısında birden Türkiye'ye son ziyaretimden bu yana tam on yıl geçtiğini hatırladım. Ne kadar da uzun bir süre geçmiş. İnanamadım.
Arkadaşım, " Vatanını hiç göresin gelmiyor mu? " diye devam etti sorularına..
Türkiye? Vatan???
Bu çok anlamlı bir soru.
Kendi şahsi açımdan baktığımda içinde çok şeyler ifade eden, bende karmakarışık duygular uyandıran bir soru.
Öncelikle vatan nedir?   Bence vatan kendini ait hissettiğin topraklardır. Sadece doğup büyüdüğün yer olmasının dışında şeyler vardır vatanım dediğin topraklar için yüreğinde. Bu bir çeşit aşk gibidir. Sizin ona ait olduğunuz kadar onun size verdikleridir vatan. Sizi kendinden kabul eden topraklardır vatan toprakları. Sizi başkalaştırmayan.. Kendinizi evinizde hissettiren,  koruyan ve gözeten bir eldir vatan.
Zaman zaman internette İstanbul Turistik Kameraları diye ararım google'dan  . İstanbul'un değişik mekanlarını kameralardan izlerim. Sanırım bunun adı özlemdir. Geçmişiniz, eskilerde bıraktığınız bir şehri ve hatıralarınızı aramak istersiniz birden, işte benim yaptığım da bu..
En çok İstiklal caddesi kameralarına  girerim. Orada o an yürüyen ınsanları izlerim. Böylesi kalabalık bir şehri geride bıraktığım yirmi yılda İstanbul nüfusuna  ne kadar daha insan eklendiğini gözlemlerim bir kez daha.
Kameranın hemen karşısına düşen duvarın dibindeki seyyar simitçiye, kestaneci ya da mısırcıya, hani mevsimine göre bir şeyler satan seyyar satıcılar var ya , işte  en çok o satıcılara gözüm takılır.
Sainte-Pulcherie zamanlarından üniversite yıllarına dek uzun bir dönem o mekanlar benim en çok bulunduğum yerlerdi.
Ders araları, okul çıkışları , her fırsatta arşınladığım Daha o zamanlarda bile içimde hep tuhaf bir nostalji hissetirirdi bu karanlık cadde bana . O eski  evleri, sinemaları, restoranları, gece kulüpleri,  kiliseleri ve kitapçılarıyla çok farklı bir ortamı yaşatırdı bana bu cadde.. Dolu dolu yaşayan , her noktası sizi ayrı bir zamana taşıyan, her kesimden, her dinden ve her ülkeden insanların kendilerini kaptırdığı bir sel gibiydi  tarihi İstiklal caddesi.
Çok kez tek başıma da gezsem bu mekanları paylaştığım farklı dönemlerden okul  arkadaşlarım ise bu yerlere  ayrı bir anlam katan insanlardı benim için.
Çok sevdiğim, saydığım ve hep gülümseyerek andığım güzel arkadaşlarım..

Fakat senelerden sonra bugün geçmişimdeki tüm olumlu hislerime rağmen o çocukluk ve gençlik yıllarımdaki  insanlar içinden kimilerini  bilmediğim, daha önce görmediğim yönleriyle tanımak anlamak fırsatı buldum sanal dünya yoluyla. İçlerinden bazıları bana bir anda sırtlarını dönüverdiler bu sanal ortamda.

Facebook sayesinde ulaştığım, konuştuğum ve yazıştığım eski simalar bana Israel'e gelişimi ve Türkiye'yi bırakma sebeplerimi en keskin şekliyle yeniden hatırlatırlarken, gerçek anlamda bir vatan olgusunun benim için ne demek olduğunu tekrardan düşündürdü yıllardan sonra ve sonuç olarak doğduğum ve büyüdüğüm topraklara neden hiç bir zaman ait olmadığımı  anlamamı sağladılar bir kez daha.

On yargılarıyla, kendi insanı zaaflarıyla şekillenen ayırımcı ve hısmi taraflarıyla gerçek yüzlerini keşfettiğim kimi arkadaşlar beni Türkiye'nin o sevmediğim yönüyle tekrardan yüz yüze getirdi.

Ben bunları yaşarken   bir diğerleri Facebook'ta  " Türkiye benim vatanım dedi " bana.

Bu duygularımın nefretle hiç ilgisi yok. Hislerim sadece  yabancılık duygusuyla büyüdüğüm bu ülkeye karşı içimde duyduğum tepkidir, nefret değil. Özlem se , belli yönleriyle her zaman içimde  mevcut ..

Aslında bu tepki çocukluğumdan beri varolan , içimde hep yaşayan  bir çekingeydi  . Yaşadığım ülke insanına karşı yeterince rahat olamamak duygusu, bir kaçınma, bir mesafe ve tam olarak onlardan  biri olamamak. Sebepleri mi? Sebepleri  geçmişte yaşanmış şeylerdi çoğu kez..

Bir çok yaşananlar sa benden bile eskiydiler.

6-7 Eylül olayları, vatandaş türkçe konuş politikaları, İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı yıllarında artan antisemitizm ve bütün bunların benden önceki nesle yaşattıklarıydı taa bize gelene dek devam eden o duygu.

Evet ailem bir çok şeyden çekinirdi ve her zaman bir çok konuda uyarılırdım onlar tarafından. Sakın öyle söyleme , böyle sakın konuşma gibi şeyler. Çünkü onlar çocukluklarında bir çok olaylar yaşamışlardı ve bu yaşanmışların getirdiği bir korku ve tedirgin bir duruş hep vardı .
.
Annem gittiği 39. İlkokulda çocuklardan çok hakaret görmüş ve dayak yemişti.

Ben se şahsıma okul yıllarımda çok iyi arkadaşlara sahip oldum. Onların arasından hiç biri bana en küçük bir yanlış davranışta bulunmadı. O zamanlar aramızda gerçek bir sevgi ve dostluk vardı.
Sorun kişisel arkadaşlıklarımda değildi .

Sorun toplumun genelindeydi..

Arkadaşınız olmayan diğerlerindeydi sorun. Bazen bir komşu,  bazen bir devlet dairesindeki memurun davranışıydı size . Tv'deki program sunucusunun ağzından çıkan sözdeydi sorun...
Kitaplarda anlatılan hikayelerde,  yazılan çizilen gazete yazılarında, filmlerdeki tiplemelerdeydi sorun ve on yargı ve olumsuz fikirler yüklenen beyinlerdeydi sorun..

Türkiye'deki insanın zihnindeki Yahudi  ne kadar da  sevimsizdi.

İnsanları aralarında duyardınız konuşurlarken, Yahudi sıfatı olumlu şeyleri çağrıştırmazdı toplumda.
Yani şahsınıza bir şey yapılmasına pek gerek yoktu aslında .
Sevilmeyen bir toplum olduğunuzu hatırlatan yeterince şeyler vardı.

Annem çocukluğunda yaşadıklarını bana  anlatıp durmuştu. Okul yolunda midesine tekmeler atan çocukları.. " Pis Yahudi !  diye sık sık çağrılışını. Bu onu yeterinden fazla incitmişti. Atılan tekmelerin acısından çok yapılan hakaretler daha da çok yer etmişti zihninde. O yaşadıklarını hiç unutamadı.

Bugün bana çıkıp Cumhuriyetçi, laik,  modern Türkler bizler de bugün rahat değiliz, bizler de zorluklar yaşıyoruz. Kendi toplumumuz içinde güvende değiliz . Kendi içimizde yaşayan yabancılarız çünkü iktidardaki partiye karşıyız diyorlar.

Ve sanki tüm sorun Türkiye'deki şeriatçı kitle ile alakalı imiş gibi konuşan çok insan var.

Ben kendimi bir Türk gibi hissedemediysem bunun sorumlusu Şeriatçılar değil Laik Cumhuriyetçilerdi.

İlk zamanlar Facebook'ta  bir çok arkadaşımı bulmuştum. Ve her bulduğum kişi benim için bir mutluluktu.

Ancak,  Facebook'ta zaman zaman yazdığım kimi politik görüşlerimin, Israel'de yaşıyor olmam gerçeğinin, son yıllarda Israel Filistin sorunun getirdiği  büyük on yargıların  kişisel ilişkilerimi  bu derece etkileyeceğini tahayyül bile edemezdim.

Kısa bir zaman önce Üniversite yıllarımdan çok sempati duyduğum bir arkadaşımı bir süredir Facebook'ta görmediğimi farkettim. Sık rastladığım, selfie'leri, paylaşımları kaybolmuştu.
İsmini yazdım, yoktu. Onu buldum ama artık listesinde değildim.

Halbuki aramızda hiç bir şey geçmedi. Hatırladığım son kişisel yazışmamızda , İstanbul'a gittiğimde mutlaka görüşeceğimizi söylemiş olduğumuzdu.

Son bir kaç yılda nice okul arkadaşlarım beni bu şekilde hayal kırıklığına uğrattı. Nice okul arkadaşım Israel hakkında olumlu fikirler paylaştığım, Israel'i savunduğum için beni listelerinden çıkardılar. Onların kafalarındaki şeytanı savunmam. Çocukluklarından beri yüklenmiş kötü bir modelin arkasında çıkmam onları rahatsız etti.

Ortaokul yıllarından en iyi arkadaşlarımdan  bir tanesi ise II. Dünya Savaşında Yahudilerin yok edilmesinden en ufak bir esef duymadığını açıkça lanse ettiği için listemden  onu ben bizzat kendim çıkardım.

Yine  diğer bir lise arkadaşım  sayfasında Arap ülkelerinin kapılarını çalan şeytanın üzerinde  Davudun Yıldızı olan bir karikatür paylaşmıştı bundan aylar önce. Ona paylaştığı karikatürün yeterinden fazla antisemit olduğunu özelinden yazdığımda bana cevap vermeyi bile fazla gördü.

Hele Sainte-Pulcherie sıralarında daha mini mini çocuklar iken  birlikte basket topu elimizden düşmeyen bir arkadaşımı seneler sonra Facebook'ta arkadaşımın sayfasında gördüğümde, ne de sevinmiştim. Ona aynı sevinçle , özelinden nasılsın? ne yaptın bunca senedir? seni bulduğuma çok sevindim dediğimde onun bana ilk tepkisi :

" Senin orada ne işin var kızım ??! " olmuştu. O an benim bütün olumlu duygularım bir anda silinmişti. Çünkü karşımdaki arkadaşımın tüm önyargılarının devreye girdiğini hissetmiştim bir anda.
O andan sonra benimle araya koyduğu mesafeyi hep hissettim. Artık bu insan çocukluğumda tanıdığım, beni seven  ve sayan arkadaşım değildi. Diğer sıra arkadaşlarımla içten yazışmalarına bakıyordum , bana hiç bulaşmamaya gayret ediyor, yazdıklarıma bir tepki vermiyor, paylaştıklarıma yorum yapmıyordu. Bir gün Israel karşıtı bir paylaşımı sayfasında görene dek ona bir şey demedim. O gün onu sessizce sildim. Bana nedenini hiç sormadı bile.

Başka bir arkadaşımsa benimle Israel hakkındaki düşüncelerini hep açıkça paylaştı.

Onunla demokratik bir dostluğu sürdürmeyi  uygun gördüm. En azından beni kişisel; olarak sevdiğini düşündüğüm için ona yanlış bildiği şeyleri öğretmek için arkadaşlığımı sürdürmek istedim hep.

Bugüne dek bunu başardığımı zannetmiyorum.

Tam dedikleri gibi önyargıları parçalamak  atomu parçalamaktan daha zor.

Zaten Türk toplumunun en büyük sorunu  genel olarak kendinden başkalarını sevmekte zorlanmasıdır.

Türk toplumu Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren azınlıklarla çok sancılı yıllar geçirmiştir. Bunlar hiç bir zaman okullarda okutulmamış ve ders kitaplarında yazılıp çizilmemiş olsalar da.

Kürtler, Rumlar, Süryaniler, Ermeniler ve Aleviler , bu azınlıkların hiç biri Yahudilerden daha şen daha rahat olmadılar. Daha çok sevilmediler..

Demokrasi sözde hep vardı ama hakkını savunmak hep zordu. Doğruları söylemek, Aşkaleye taş kırmaya giden neslin yaşadıklarını konuşmak ise mümkün değildi..

İnsanların ellerinden alınmışları konuşmak sa kimin haddineydi..

Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyete dört elle sarılan Türk insanına büyük saygı duymakla birlikte. Bence Türkiye'nin bugünlere gelmesinin sebepleri demokrasinin hiç bir zaman gerçek anlamda oturtulmamış olmasıydı..

Laikliğin ve Türklüğün katı temeller üzerinde durması büyük sorundu. Demokrasi olan bir ülkede din özgürlüğü olması gerektiği gibi , başını örtmek isteyen insanlara bu  özgürlüğü tanımak ta bir ödev olmalıydı. Laiklik aslında budur. Laiklik demokratik düşüncenin bir parçasıysa eğer..

Bugün yavaş yavaş yerleştirilmek istenen İlahi düzen ne kadar yanlışsa Atatürk'ü eleştirmekten çekinen ve onu da  İlahlaştıran düzen de o kadar yanlıştı.

Atatürk'e minnetar olmak onu illahlaştırmak olmamalıydı.

Bu ülke insanı yeterince demokrat olabilmiş olsaydı içindeki azınlıkları bugüne dek korumuş olurdu..

Cumhuriyet öncesi Yahudiler, Ermeniler, Rumlar ve Süryaniler nerede bugün?

Bu insanlar nereye gitti?

Bu soruyu bugüne dek kaç kişi merak etti?

Sanırım sadece haftasonu en pahalı restoranda en güzel şarabi içmekle , Fransız mutafığını tanımakla, en son filmi sinemada izlemiş olmakla medeni olunmuyor. Demokrat sa hiç ama hiç olunmuyor.

Beni en son listesinden sessizce sepetleyen, ve ona  beni listenden neden çıkardığını öğerebilirmiyim soruma cevap vermeyi fazla gören arkadaşım görünürde çok medeni bir insan.

Sarışın mavi gözlü olan bu arkadaşım büyük ihtimalle Balkan göçmeni bir ailenin kızı.
Dış görünümu hoş, ilk bakışta tamamen Batılı bir imaj uyandıran çekici bir bayan.
Yabancı müzik seviyor, çok güzel giyiniyor. Her açıdan ilk intiba olarak medeni standartlar yansıtan biri. . Geçen yaz uzakdoğudan resimler paylaşmıştı.. Yani gezen gören ve ona göre bakış açısını genişletmiş olması beklenen bir insan.

İşte bazen sorun burada olabiliyor, bazen ve çok zaman Türkiye'de bir çok şey şekilde kalabiliyor.

O ve onun gibiler medeniyeti yaşam standartlarındaki noktada görüyor ama medeni olmanın belki de onun gibilerinin işlerine pek gelmeyen çok farklı standartları daha var.

Demokrasiyi gerçek anlamda  içine sindirmiş olmak gibi.

Ama hiç demokrat olamamış bir toplumdan bunu beklemek ne derece mümkün?

Kendinden  farklı olabileni kabul edebilmek gibi. Başka düşüncelere değer verebilmek gibi. Onunla birlikte yaşayabilmek, kendin gibi olmayanı sevebilmek gibi.

Bir fikir mozayiğini yaşatabilmek, farklı kültürlere kendi içinizde yer verebilmek gibi.

Kanatımce  " Ne mutlu Türküm diyene" diyerek...

" Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur" andıyla sanıyorum ancak bu kadarı mümkündü..

Vatan toprağı ise,  ne mutlu ki vatandaşınım diyebilen her canlı için bir yuvadır..




Batya R. Galanti





































  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...