Resmi bir kütüphanenin raflarında saklı nefret
Geçtiğimiz günlerde, Türkiye'den Israel'e aliya yapan eski bir arkadaşım İbraniceyi daha çok az bildiği için benden onunla birlikte doktora gitmemi rica etti. Birlikte sabah erkenden bulunduğumuz muayehane'de içeri girebilmek için daha epey zaman olduğunu söyleyen sekreter bir süre dışarıda beklerseniz sıranız geldiğinde ben sizi çağırırım dedi. Dışarıdaki küçük kafeterya'da oturmuş sohbet ederken etraftaki insanlar birbirlerinden uzak köşelerde ya kahvaltı ediyor ya da bir şey içiyorlardı.Yine biz de makinelerden aldığımız birer hindi salamlı ve turşulu sandwichler elimizde bulduğumuz boş bir masaya yerleştik.
Yirmi beş sene evvel bu sandwichleri ilk yediğimi hatırladım.. Israel'de sokaktaki kimi otomatik makinelerde satılan bu sandwich'lerden hep yerdim o zamanlar. Ne zaman acıksam, ne zaman ayaküstü; "Ne yesem acaba ?"desem bir sandwich satın alırdım ve hep te mutlu olurdum. Özellikle salamın içindeki turşuyla olan birlikteliği ne de hoşuma gider bugüne dek. Neyse seneler evvelindeki gibi yine o sandwich'lerden aldık.
Arkadaşım Ola Hadaşa yani yeni göçmen olmanın zorluklarından bahsediyor, Israel'de yaşadığı güçlükleri anlatıyor bana.. Onunla konuşurken, kimi şikayetlerini dinliyorum.. Söylediklerinin bir çoğu benim de geçmişte yaşadığım şeyler.. En büyük sorunu dil. Hele araya bir de Korona da girince adaptasyonu iyice güçleşti. Çünkü hiç bir şey normal seyrinde devam etmedi son bir sene..
Arada yaşlı bir kadın yanımda oturmak için bizden izin istedi. Bize," Ikinci aşımı da oldum ben o yüzden sanırım problem olmaz. " dedi. Eh, doğrusu biz de aşımızı olduk çoktan...Maskemi gerisin geriye yukarıya kaldırırken ; "Oturabilirsiniz tabii "dedim..Kadın ilk bir iki dakika elindeki içecekle sessizce bizi dinledikten sonra , yüzünde adeta masum bir çocuğun ifadesiyle gülümseyerek; "Size hangi lisanı konuştuğunuzu sorsam? dedi. Ben;"Türkçe !"diye cevap verdim.. Ve bana soruyu yöneltirken kendisinin İspanyolca aksanı kulağıma çalındı hemen. "Siz sanırım Arjantinlisiniz? ".... O da, " Evet!" dedi..
Arkadaşım İbranice konuşmaktan yeterince çekingenlik duyarken, 33 senedir Israel'de yaşadığını söyleyen kadın ondan çok daha iyi konuşmuyordu.. Bize Türkçe'nin kulağına hoş geldiğini söyledi..Onunla İspanyolca konuşmaya başladığımda. Ha siz Ladino biliyorsunuz değil mi? diye sordu..Kendisi de aileden Yiddish biliyormuş.
Polonya ve Lituanya kökleri olan kadın bizimle konuşurkan çoğu kez İspanyolcayı tercih ederken, Israel'i çok sevdiğini ama bazı şeylerde bugüne dek zorlandığını anlattı. Israel'lilerin ve Israel'e gelen tüm Yahudilerin en çok şikayet ettikleri şeyden bahsetti o da, Buradaki insanların sabırsızlıklarından!İşin tuhaf tarafı, her an, " Biraz sabır!" diye size tembih edenlerin kendilerinin hiç sabırları olmamasıdır. Bir çok şeyden tartışma koparırlar her an. Ve herkes bir diğerinin çok sabırsız olduğunu söyler ama sonunda herkes aynıdır.. Ve herşey sonuç olarak aynı noktayla ilişkilendirilir; savaş ülkesi olmasıdır sebep.
Bir taraftan, Israel öncesi tarihlerden gelen şeyler vardır, ya Shoah'dir ya da Arap Ülkelerinden gelenlerin geçmişte geçirdikleri korkulardır ve yine yeni kurulan ülkede de hiç bitmeyen güvenlik sorunlarıdır. İnsanlar bir taraftan artık kendi ülkemdeyim diye rahat bir nefes aldıklarını söylerlerken, hiç bir şeyden korkmaları için sebepleri kalmadıklarını düşünürlerken aslında 48'den bugüne hiç bitmeyen savaşlar aksini ispatlar gibidir. Bu da bilinçaltında hep rahatsız eder durur insanı!
Örneğin Yom Kipur'da oruç ortasında bir anda gelen süpriz saldırıların getirdiği travmayı üzerlerinden atamamışlardır. Mesela eşimin kuzeni, Palombo ölmüş Yom Kipur Savaşı'nda . (soyadı Palombo idi ve eşim onu öyle çağırır! ) Her aileden vardır böylesi bir ya da bir kaç kayıp. Daha altı ay evvelinde evlenmiş genç adam..Kippur günü. tam oruçluyken, akıllarına gelmemiş ki, birilerinin onlara böylesi bir saldırı planlayacakları . Evlerinden, aniden gelen çağırıyla çantalarını alarak çıkmış genç erkekler..Halbuki aynı günler Ramazanmış bir de... Sanki burada bir kültürel farklılık var yine. Birine göre kutsal bir günde savaşılmaz..Bu aklına gelmez bile. Böyle bir günde silah atılmaz ..Diğeriyse Ramazan ayındayız, şimdi tam zamanı diye düşünebilmişler işte !
En akıllarına gelmeyecek anda saldırırız!
Bu yüzden onlar kutsallıktan bahsettiklerinden gülerim ben.. Sadece yaşayıp görenler bilirler. Kutsal değerlere ölümü ve savaşı kimlerin en çok karıştırdıklarını.. Sadece politik arena'da puan toplama sırası geldiğinde ağlamak için dini değerlere sığınanları.
Yaşlı kadının kastettikleri de işte bu savaşların getirdiği bir sabırsızlık, kimi asabi haller.Savaşlar, Israel öncesindeki savaşlar, sonrası savaşlar.. terör saldırıları ve çocuklarını askere göndermek zorunda olan annelerin kalbinde hep var olan bir korku.. Bir gün sınırda bir yerde ellerine makineli tüfek verilecek çocuklar yetiştirmek her ülkenin, her milletin kaderi değildir.
Dışarıdan gazel okuyanlar, nefret kusanlar sadece haberlerde anlatılanlarla fikir yürütenlerdir..Haberler, filmler ve palavralar.. Filmin oyuncusu olmakla seyircisi olmak arası farkları bilmez çoğu insan....
Arada yaşlı kadın devam ediyor kendinden biraz daha bahsetmeye...
Ben Arjantinliyim, eşimse Fasl'li. Anne babasının kökleri Doğu Avrupa'ya inen, Buenos Aires'te doğup, Rishon Le Tzion'da yaşlanan bir kadın. Evlendiği eşiyse Kuzey Afrika kıyılarındaki evlerini, para ve işlerini ve tüm ellerindeki malları bırakarak kaçmak zorunda kalanlardan. Farklı bir kıtadan, farklı bir kültürden Israel'e gelen bir başka Yahudi.
Yahudiliklerine rağmen birbirlerinden bir çok yönden apayrı kültürlerle yoğrulmuş iki kişinin kurdukları yuva... Kaderleri burada birleşmiş çok farklılar var bu ülkede.. Ve bu farklılıkların da bir bütünü!
Bu farklı kültürlerden gelen Yahudiler bana seneler evvel Fransız Kütüphanesi'nde bulduğum bir kitabu hatırlatıyor. Bundan 30 sene evvel, Fransız Konsolosluğunun Kütüphanesi'nde Yahudilerle ilgili bir kitap arıyordum.. J harfinin olduğu sıradaki kitaplar arasında öyle çok kalınca olmayan eski, küçük bir kitap bulmuştum.. Tabi Yine Juifs'ler hakinda..Yani Yahudilerle ilgili. Kitabın ismini anımsamıyorum.
Öyle uzun uzadıya alıp okunmaya değer bir yönü yoktu.
Kitabın içeriğine bakılacak olursa Yahudilerin dünyanın her köşesine yayılmış olmaları ve gittikleri heryerde sahip oldukları tipik özellikleriyle ön plana çıkmalarıyla ilgili bir antisemitik yayındı bu.
Türkiye'de hayat boyu Yahudilere karşı olan nefrete alışkın sayılırdım da Fransızların kaleminden çıkan böylesi bir kitap ilk anda nedense bende kısmi bir şok etkisi yaratmıştı. Nedense pek beklemiyordum.Türkiye'deki nefrete az buçuk alışkındım da Avrupa'nın gelişmiş yüzüne, daha safça bir duruşla bakıyordum hala.
Türkiye'nin dini ve kültürel yapısıyla alakalı gibi görüyordum bu tip bir nefreti o günlere dek.
Belki kısmen dini bir şeydi bu! Fakat sonraları başka unsurların da bu nefretteki etkilerini okumuştum. 1880'lerde başlayan Pan-Türkizm hareketleriyle Ziya Gökalp'ın başını çektiği Turancılık akımının desteklediği ve fikirlerini yaydığı Türk Milliyetçiliğiyle gelişip büyüyen ve Yahudilere ve Türk olmayan diğer azınlıklara karşı büyüyen bir ırkçılık mevcuttu. Bu akımın etkileri benim çocukluk yıllarıma kadar yansıyacaktı. Ancak kafamda belki de çok daha idealize ettiğim, o gelişmiş Batının orta yerinde böylesi kin ve nefret körükleyici yayınların en azından benim genç kızlık dönemlerime kadar ulaşmayacağını tahmin ediyordum. Nedense? Nazizim'in artık gerilerde kaldığı 1990'lardan bahsediyorduk. (?)
Ne bileyim ben!
Modern çağdaki fikilerle hiç uyuşmuyordu bunlar. Demokrasinin ve insan haklarının orta yerindeki Avrupa'da hala daha Yahudileri böylesi nefretle anacak yayınlar olabilirmiydi?
Gerçi bu kitap, eski sayılırdı! Kim bilir, hangi tarihlerden beri o kütüphanedeki raflardaydı. Ama o günlere dek kimseyi rahatsız etmemişti!!!
Beni en çok rahatsız edense bu kitabı herhangi bir özel kitapçıda değil Fransız Devletini temsil eden Konsolosluğun Kütüphanesi'nde görmüş olmamdi.
Lise'de içinde bin bir saçmalık ve propaganda dolu "Yahudilik ve Masonluk"diye bir kitap kimi tarikat üyelerinin ellerinde gezerdi. Tek amacı bir milleti elinden geldiğince karalamak olan ve yalan yanlış bir sürü saçmalık yazmış olan Harun Yahya takma adlı yazarın elinden çıkan zırvalıktan hiç bir farkı yoktu bu Fransızca kitabın da!!
İkisinin de tek hedefi insanların kafalarını kirletmekti. Bir millet hakkında nefret söylemleriyle akılları karıştırmaktı. Böylesi bir çöplük, nasıl olurda Fransız Kütüphanesindeki binlerce kitaptan biri olmuştu.?.
İşte. Arjantinli kadınla konuşurken, bizim farklı yerlerden sonunda Israel'e gelişimizi konuşurken, o kitapta gördüğüm son derece çirkin bir karikatür aklıma geldi..
Karikatür'de ayakta çizilen Yahudi bir anne ve babanın kocaman burunları vardı.. Her ikisinin kucaklarında tuttukları bebeklerin de yine kocaman yahudi burunları vardı ve aynı şekilde yanlarına çizilmiş üç beş çocuğun hepsi aynı tipteydi . Ve adam karısına şöyle diyordu; "Neyse son olarak bir tane de İngiliz ve bir de Fransız yaptık!"..
Yani Yahudiler, aynı burunla, aynı özelliklerle...dünyanın her yerindeler!!! Dünya'ya yayılan bir virüs gibiler. Kocaman burunları ve diğer özellikleriyle...
Geçtiğimiz günlerde arkadaşım benimle 2003'teki Neve Şalom ve Şişli Beth Israel Sinagoglarına atılan bombalarda ölenler hakkında konuşuyordu. O saldırıda Yahudileri hedef alanlar, sinagogların dışında Yahudilerden daha fazla Türk vatandaşının ölümüne neden olmuşlardı.
Bu olaylardan sonra o mahalledeki esnaf Yahudi Cemiyetine karşı kızgınlıklarını ortaya koymuşlar. "Sizler yüzünden biz öldük" diye tepki vermişler!! Sonuçta, Yahudileri hedef alan teröristlere değil, Yahudi vatandaşlara kin tutmuşlar..
Suç kaos yaratanlarda, ölüm kusanlarda ve terör yapanlarda değil hedef olandaydı onlara göre.
Bu kitaba göre de Yahudilerin her defasında bir yeri terk ederek ve bir çok defa da terke zorlanarak kendilerine daha yaşanabilir bir yer bulmak için dünya'ya yayılmalarının arkasındaki, sosyal ve ekonomik nedenler önemli değildi. ( Bugün Türkiyeyi bir kez daha terk eden Yahudiler gibi )
Onun yerine dünyayı bir ele geçiriş teorisi gibi bir anlam yüklenen karikatürse ortadaydı.
Kendimi Yahudi olmayan bir çocuğun yerine koyuyorum .. böyle yayınlar, karikatürler, kitaplar ve anlatımlarla, fıkralar ve festivallerle büyütüldüğümü düşündüm... (Belçika'da ve İspanya'da iki senedir gazetelere yansıyan. kimi tipik Yahudi tiplemelerle ve kuklaların yansıttığı antisemitik sembollerin yer aldığı festivallerden bahsediyorum )
Batya R. Galanti