30 Nisan 2022 Cumartesi

Al Aqsa' nin tepesinde kefiyeliler ve ellerindeki Hamas bayrakları!!

Günlerdir devam eden karmaşa, Israel'e karşı sürdürdükleri mücadelenin merkezine oturan, 7. yüzyıldan bugüne ayakta duran, Müslümanlığın üçüncü kutsal yeri olarak kabul edilen, her dönem bir şekilde adından söz edilen,  Jerusalem'in sembollerinden, eski şehri gezmeye gelen bütün turistlerin gözlerini kendisine çeken altın kubbeli mabet son dönem bir davanın birinci derece oyuncusuna dönüştürülen yer oldu artık!!
Israel'le her defasında yeni bir çatışmayı hedef alanların, olay çıkardıkları ilk yer artık burası.
Aşağıdaki resim dün çekilmiş...
Al Aqsa'nın tepesine çıkarak, ellerinde Hamas bayrakları tutanlar, suratları örtülü saldırganlar. kanımca kendi mabetlerini, müslümanlığı yüceltir gibi durmuyorlar!! Sözde Filistin'in özgürlüğü için savaştıklarını iddia eden bu tipler yine de Israel'e karşı çoğunluğun empatisini topluyorlar. Üzerlerinde duran ya da suratlarına sardıkları kefiyelerini sevenler çok!!!
Avrupalılar, Amerikalılar...kısaca "dünyalılar" arasında bu kefiyeleri taşıyanlara çok rastlar olduk.  Filistin sorununun sembollerinden birine dönen bu kefiyeleri kaşkol yerine takanlar var.
Bu bezi takanların ana amaçları çoğu kez Filistin'e verdikleri destekle birlikte zaman zaman da direk Israel karşıtlığıdır!!
Bana  bu kefiyeler Israeli tanımayı reddedenlerle bize karşı terörü destekleyenleri, kendi inançlarını kendi ayaklarının altında paçavraya çevirenleri, kendi dinlerini bir araç olarak kullananları...özellikle de masum insanları hedef alanların yüzlerini gizledikleri üç paralık bir bez parçasını anımsatıyor.
Hamas son iki gündür yine buradaki agresif eylemlere destek verirken, dün bir sitenin girişinde yine filistinlilerin öldürdükleri bir güvenlik görevlisinin ardından Hamas kutlama  mesajları çekerek mücadelelerinin Ramazan sonrasında da devam edeceğini bildirdi.


 

28 Nisan 2022 Perşembe

               

                  Yom Ha Shoah ... ve bir kurtuluş hikayesi......


 

Dün gece, Yom Ha Shoah Ve LaGevourah; " Soykırım'da kaybedilen 6 Milyon insanımızı anma gününün" gecesiydi... Ve bugün bir kez daha anılarına sirenler çalacak ülkede... 

Dün karanlık çökmeden tüm iş yerlerinin kepenklerini indirmeleriyle başladı anma günü... 

Kafeler, restoranlar, sinemalar senede üç gün çalışmazlar. Biri Kipur..biri Şehitler Günü, biri de Yom Ha Shoah!! Her şehirde, her merkezde ayrı ayrı törenler olur.

İnsanlığın, yaşadıklarından, yaşanmışlardan ve yaptıklarından ders almakta ne kadar zorlandığını düşündüren günlerden geçerken, her birinin hayatı bir kitaba, bir filme konu olabilecek 165.800 Holocaust kahramanını barındırmaya devam ediyor Israel. Bir çoğunun kollarında, yaşadıklarını hiç unutturmayan numaraları ve her birinin zihinlerinden, ömürlerinin sonuna kadar silemeyecekleri hatıraları mevcut.

Yaşadıklarını hatırlamaktan ya da hatırlatmaktan kaçan insanlar çok aralarında. Yaraları deşmek çok zor!!

Gece, evime 500 metre uzaklıktaki anıtın yanından geçerken, tören çoktan sona ermişti. Anıtın içinde bütün sene yanan meşale dün gece üç kocaman aleve dönüşmüştü.

Eve döndüğümde Danielle, onun çok ilgisini çeken bir anma toplantısından dönmüştü tam. Israel'de, modern müziğin öncü şarkıcılarından,  çok sevdiği sanatçılardan biri olan İvri Lider'in, annesinin, ( Daliah Lider'in )  Varşova'dan Arjantin'e, başından geçenleri dinleme fırsatını buldu.

.................................

Bu geçtiğimiz Kipur'da, uzun senelerden sonra ilk kez tuttuğum orucun sonlarına yaklaştığımda, gittikçe kuvvetimin azaldığını hissettiğimde salondaki kanapeye bırakmıştım kendimi. Gözlerimi kapatarak, orucun sonuna doğru artık dakikaları saydığımı farkettiğimde, açlığın zorluğunu bir kez daha anlarken, bu cefanın bir saat sonra biteceğini bilmenin rahatlatıcı duygusu içinde, birazdan üzerine sadece  yağ ve biraz tuz ekerek yiyeceğim ekmeği ne derece sevdiğimi düşünmüştüm.

Yemek yemeden durmak dışında hiç bir şey yapmak zorunda olmadığım her Kipur, günde bir çanak çorbayla bir parça ekmek verilen insanların köpek gibi çalıştırılmış oldukları ölüm kamplarını düşünürüm.

Son geçirdiğimiz serin kış günlerinde bir türlü ısınamayan bedenimin içinde zorlandığım gecelerde, Polonya'nın o son derece soğuk ikliminde yarı çıplak bekletilen insanların ölümün kokusu ve korkusuyla yüz yüze geldiklerinde o anları nasıl kaldırabildiklerini düşündüm bir kez. Bir çokları, uzun bir yolculuk sonunda vardıkları noktadan çırılçıplak soyunmak üzere direk ölüme giderlerken, hayatta bırakılarak çalışmak zorunda kalanlar,  üzerlerinde incecik bir kumaş parçası olmak üzere, karda, ayazda, buz gibi rüzgarların estiği kampın avlusunda dikilmek zorunda olduklarında..aralarından bazıları herşeye rağmen nasıl da hayatta kalmayı başarabilmişlerdi??  Milyonlar içinden tek tükleri bütün imkansızlıkları yenerek kurtulabilmişlerdi o cehennemden..

Geçen senelerde, bir kez içinde bulunduğum asansör birden bire iki kat arasında durup kaldığında, sönen ışıkla beraber, sadece saniyeler içinde girdiğim korkuyla birlikte nefesimin adeta durduğunu hissettiğim anlarda, sadece bir ya da iki dakikanın ertesinde de o insanlar gelmişti aklıma. Hayvan vagonlarına sıkıştırılanlar, günlerce karanlık ve soluksuz bir kalabalığın ortasında gece gündüz devan eden o  yolculuğa da, susuz ve nefessiz nasıl dayanmışlardı??

Daliah Lider 'in macerası ( İvri Lider'in annesinin)  ise yine bambaşka bir heyecanla yüklü. Savaşın başladığı günlerde, babasının hala elinde kalan belli bir paranın sayesinde, kızını samanla dolu bir kamyonun içinde sakladığı gün başlayan hikayesi, soluk soluğa devam eden bir yolun başıydı.

O saman yüklü arabaya konulduğunda, Daliah sadece üç yaşında küçücük bir çocuktu. Babası ona, hiç sesini çıkarmamasını, ağlamadan, gülmeden, konuşmadan beklemesini tembihlediğinde aklından kim bilir neler geçmişti, neler hissetmişti. Aradan ne kadar zaman geçince bilinmez, o saman yığınının içinden bir çift el çocuğu çıkarıp almıştı.

Varşova yakınlarında, Hıristiyan bir Polonyalı kadının kucağına teslim edilene dek,  bir kaç insanın ellerinden geçen çocuğu bu kadın en az 3 sene evinin bodrum katında saklayacaktı.

Oynamasını, evin içinde gezinmesini, hatta konuşmasını bile yasaklayan kadının tek amacı ele geçirilmemekti. Taa kendisinin bir yerlere gidip küçük kızı bir kaç saatliğine evde yalnız bıraktığı güne dek.

Yalnız kalan çocuk sonunda dayanamayarak bodrum katından dışarı çıkarak salonda duran piyanonun başında bulmuştu kendini. Piyanonun kapağını yavaştan açtıktan sonra, küçücük parmaklarını tuşlarda gezdirmeye başlamıştı. Komşulardan biri, kadının evde olmadığı halde içeride piyanoyu çalan birisi olduğunu anladığı an durumu bir diğer komşusuna yetiştirmişti. Yakınlardaki insanlar, kadının evinde birisini sakladığını anlamışlar ancak seslerini çıkarmamaya karar vermişlerdi.

Bir gün Polonyalı kadın yeniden gittiğinde bu kez köy bir anda ateşe verilmişti ve kadın bu defa eve dönememişti. Evin ateş aldığını gören komşularsa  çocuğu kilitli bulunduğu odadan çıkarmayı başararak Daliah'yı güvendikleri bir adamın ellerine teslim etmişlerdi.

Bu adam onu başka bir köye götürdüğünde bu yerde bir çok insanla beraber saklanılmıştı. Son derece az bir yemekle savaşın sonuna kadar elden ele yer değiştiren kızı en son Polonyalı bir aile himaye etmişti.

Savaşın sonunda, bir sene boyunca kendisini arayan annesi tarafından bulunduğunda babasının öldüğünü öğrenmişti.

Ve Polonya'dan Arjantine göç ettikten seneler sonra Israel'e aliyah yapan Daliah'nin müziğe olan eğilimi. oğlunda devam etmiş. Çok küçüklüğünden piyano çalan İvri bugün Israel'in en sevilen müzisyenleri içindedir.

Milyonlarca insanın arkalarından gelecek  nesillerin insanlığa hediye edebilecekleri çok şeyleri olacaktı mutlaka.

Katledilenlerin içinde doktorlar,  eğitmenler  ya da müzisyenler vardı. Bir çokları da sade insanlardı...Tek kusurlarıysa başkalarından farklı bir din ve bir etnik kimliğe sahip olmaktı.


26 Nisan 2022 Salı

Al Aqsa'yı ayakkabılarıyla, ellerindeki taşlarla çiğneyen Araplar


Aşağıda, Fransa'da yaşayan, aklı başında bir imamın,  kendi diniyle başka inançlara vermesi gereken saygıyı anlatan Müslüman bir din adamının i24 kanalındaki kısa röportajını paylaşıyorum. (Imam Hassan Chalghoumi- Drancy) 

Bu Müslüman din insanı gibi,  Jerusalem ya da onlardaki adıyla Kudüs denen bu kutsal şehrin, sadece İslam için değil diğer iki din için de çok büyük bir değeri olduğunu kabul etselerdi, bu din adam gibi düşünenlerin, ılımlı dini liderlerin bu toplum içinde liderlik yapmalarına,  Filistinlilerin akıllarını yerine getirmelerine izin verilseydi onlarla barış yapmak daha kolay olabilirdi.

Bunun yerine Arap ülkelerinde, Türkiye'de ve genel olarak dünyada, Israel polisinin Al Aqsa'ya ayakkabılarla girdiklerini, Al Aqsa'daki Filistinlilere ateş açtıklarını ( neden ateş açılıyor acaba?)  anlatıyorlar.

Ancak, Filistinlilerin önce kendilerinin kendi değerlerini nasıl çiğnediklerini, caminin içinde neler yaptıklarını göstermiyorlar. Arapların kendi inançlarını başkalarına karşı nasıl bir alet olarak gördüklerini kolayca ispatlayan bu görüntüleri kaç kişi seyretmiştir acaba??

Doğru, aslında burada olan olaylar dünyayı esasen en az ilgilendiren şeyler arasındadır. Ne Filistin ne de Israel kimseyi ilgilendirmiyor pek. Ancak buna rağmen ve yine de Filistin konusu üzerinden Israel düşmanlığı artmaya devam ediyor...yine Filistinlilerin haklarını çiğneyen, camilerde dua edenlere ateş eden askerler herkesin kafasındaki Israel.

Bir taraftan kimse çok fazla ilgilenmese de, kulaklarına ve gözlerine iliştirilen görüntüler hep Israel karşıtı.

Bu şekilde, son bir yılda dünya genelinde Yahudilere karşı antisemitik saldırılar yüzde 30 artış göstermiş.

Doğrular sonuna kadar konuşulmadıkça, BDS media'yı Israel hakkında düşman propaganda için kullanmaya devam ettikçe, yanlız Israel değil tüm Yahudiler nefret kazanmaya devam edeceklerdir.

Basında göze sokulan başlıklarla insanları aynı yalanlara inandırmaya devam ettikleri sürece, üçüncü satırdaki nefret birinci sıradan kanlarına girmeye devam ederken, bizim  anlattıklarımızı yine sadece bizler ( Yahudiler )  dinleyeceğiz...  sadece kendimizi ikna etmekle kalacağız.

Bizi dinleyen  sadece bizleriz... geri kalan aynı yolda, aynı bakış açısıyla, aynı nefretle devam ediyor... Bu sorunun sadece  Filistinliyi değil, buradaki tüm halkları etkilediğini bilmiyorlar. Burada doğan, büyüyen nesillerin  Araplara eziyet etmek için yaşadıklarını zannedenlerle dolu bir dünyada yaşıyoruz.  Halbuki bu savaş bir şekilde iki tarafı da etkiliyor.

Aramızdaki tek farksa karşımızdaki insanları kullananlar bu durumun sona ermesini istemiyorlar. Çünkü bu savaşın bitmesi onların işine gelmiyor. Onları besleyen şey buradaki karmaşa...

Bu savaşın bitmesi için, Arapların, doğru kişiler tarafından yönetilmeleri gerekiyor. ( onlar nerede onu da bilmiyorum!!!)

Yolsuzlukla, sömürüyle, dini fanatizmİe, kendi içlerinde akılca,  maddi ve manevi  en aşağıda bırakılan bir toplumu kullanmak çok daha kolay. Bunlar düzelmedikçe, aklı başında insanlar  Arap toplumunun kendisi tarafından susturuldukça bu yerlere barış gelemeyecek!!!


25 Nisan 2022 Pazartesi

Sessizliği bozanlar

 

Geçen hafta yazdığım bir yazıda geceleri rahatlıkla sokaklarda gezen gençlerden, bayanlardan bahsettim. İsrael'e ilk geldiğim günlerden bugüne, gece bir çok defa sahile tek başıma indiğimi anlattım.

Liberal, demokrat, serbest ve belli bir aile kavramı üzerine kurulan bu ülkede, 1950'ler ve 60'larda insanların kapılarını kilitlemek alışkanlıkları bile yokmuş. Sanki herkesin evi herkese açık gibi bir alışkanlık çok yaygınken, kimsenin kimseden bir çekingesi yoktu o dönemler.

İlk seneler suç oranı neredeyse sıfırken, 60'ların başında başbakan olan David Ben Gurion'un bilindik bir sözü şuydu, "Israel'deki hapishane dolduğu gün bizim de diğerleri gibi bir ülke olduğumuzu göreceğiz!"

Bu genel güven kavramı aslında bizim kendi açımızdan hala geçerlidir. Tel Aviv'de, Rishon'da, Hertzeliya'da ya da Yeud'da gençler gecenin geç vakitlerine kadar sokaktadırlar.  Değişen şey yanımızda ya da kimi içimizde yaşayanların gittikçe artan huzursuzluğudur.

Bir seneden diğerine daha da yoğunlaşarak devam eden milliyetçi saldırılar,  yinelenen terör dalgaları, birbirinin arkasından gelen çatışmalar ve savaşlar bu rahatlığı gittikçe bozuyor.

Normal bir yaşam sürmek isterken, çözülemeyen Filistin sorunu bu sukuneti etkilemeye devam edeceğe benziyor.

Bu sabah, bu defa kuzey'de Lübnan'dan roket atıldı. Sirenlerin çalmadığı İsrael tarafında, roket açık alana düştü. Topçu birlikleri, roketin atıldığı noktaya karşılık verdiler.

Geçen gece de, yine Gazze tarafından Shderot şehrine üç roket atıldı.

Gazze'deki İslami Cihad grubu üyelerinin, Israel'e hafiften dokundurmalarına izin veren Hamas, şimdilik hafif bir çatışma ortamıyla yetiniyor. Olayın büyümesine izin vermese de, kendi bünyesinde bulunan diğer ekstrem grupların buralara ikide bir roket atmalarına göz yumuyor.

Ve son roketlerden biri, kendi sınırları içine düşerken, Gazze'de bir evin isabet alması sonucu aynı aileden 4 kişi yaralanmış.

Ramazan'ın başında, tüm gerginliğe rağmen Israel Hükümeti, Gazze'den buraya girişleri açarak, binlerce Filistinlinin Israel tarafında çalışmaya gelmelerini onaylamıştı. Fakat buna rağmen gerginlik durmadığı için, son roket saldırısının ardından Erez Çıkış kapısı 12.000 Filistinin girişine kapatıldı.

Buraya Filistinlilerin girememesi, Gazze için milyonlarca sekellik bir kayıp demek. Israel'in Filistin tarafının saldırılarına ekonomik darbeyle karşılık vermesi ya olayları teskin etmeye ya da herşeyi iyice alevlendirmeye yarayacak. Şimdilik, sessizliğe aynı şekilde cevap vereceklerini söyleyen Israel Hükümeti, roket atmadıkları sürece burada çalışabileceklerine dair işaret verdi.

Her Ramazan beklenen gerginlik aslında kimseyi şaşırtmıyor. Sanki sadece hükümet şaşırmış gibi!!! Ne yapacaklarını bilemez gibiler. Duruma pek hakim bir halleri yok!!

Polisi hedef alanlara plastik mermilerle cevap veren güvenlik görevlilerine molotov kokteylleri atan gençlerin amaçları bölgede huzursuzluğu alevlendirmek. Israeli içte ve dışta zor duruma düşürmek. Zaten, her zaman Ramazan ayının, çatışmalar için seçilmesi tesadüf değil.

Arada, içimizde yaşayan azınlık grupların çatışmaları da devam ediyor. 

Negev'de, Ra'at Bedevi Şehrinde,  geçtiğimiz gün güpegündüz iki düşman ailenin üyeleri şehrin merkezinde, ellerinde makineli tüfekler olmak üzere çatışmaya girdiler. Görüntüler korkutucu. İster Arap, ister Bedevi olsunlar, bu insanlar bu ülke sınırları içinde nasıl kendi yasalarıyla  etraftaki insanların hayatlarını tehlikeye atmaya devam edebiliyorlar??

İki gün evvel yine bu şehirde, yine bir silahlı çatışma sırasında genç bir kız yaralandı.

Israel Polisinin, Filistin Sorunu yetmezmiş gibi, bu tip mafia gruplarının saldırganlığına karşı da kararlı bir savaş vermesi gerekiyor.

Bugün Galil'de ya da Negev Çölünün ortasında birbirlerini öldüren serseriler yarın içimizde bize karşı  bir diğerlerine silah yetiştirecekler olabilirler. Çünkü meydana gelen son olaylarda bu insanların parmakları olduğu biliniyor.



 

24 Nisan 2022 Pazar

İnsan hafızası

Bundan bir kaç yıl evvel, 8-10 yaşlarındaki bir Amerikalı çocuğun ilginç hikayesini okumuştum. Bu hikaye, haber sitelerinde yayınlanmıştı.  İlkokulun ilk iki sınıfında mükemmel bir öğrenciyken, bir kaza sonrasi çocuğun tüm mental performansının nasıl değiştiği anlatılıyordu. Yaşadığı hafif bir kafa travmasinin sonucunda çocuk birdenbire. belirgin bir hafıza sorunuyla birlikte dikkat bozukluğu benzeri bir durum  geliştirmişti.  Mükemmel bir talebelikten okuduklarını zor hatırlayan, öğrenme güçlüğü çeken bir insan olmuştu birden

Bu haberi okuduğumda beynimde bir flaş çakmıştı o an. Çocukluğumda yaşadığım bazı zorlukların sebebinin  yaşadığım kuvvetli bir iki düşüşe ilgili olup olmadığı sorularına cevap bulamasam da aynı durum bende de meydana gelmiş olması mümkündü diye düşündüm yine de..

Beş buçuk yaşımda iken, adada koşarken hızla ağaca çarparak bayılmıştım. Yarı sersem, sürekli bir uyuklama halinde  geçirdiğim 24 saatin sonunda yavaş yavaş kendime gelmiştim. Sonuçta, benim kendime geldiğimi zannetmişlerse de belki bir şeyler aslında tamamen değişmişti beynimde.

"Post Concussion Syndrome" yani, Sarsıntı Sonrası Sendromu, genelde en fazla haftalar ve bazen bir kaç sene içinde düzelmesi beklenen bir problemse de, Tel Aviv Üniversitesinden Profesör Shai Efrati farklı bir şey anlatıyor,  son yaptıkları bir araştırmayla ilgili çıkardıkları makalede. Prof. Shai Efrati, Post Concussion Syndrome, olarak adlandırılan sorunun bazen kronik bir probleme dönüşebildiğini anlatıyor. Tel Aviv Üniversitesi  bünyesinde, hafif beyin travması geçirmiş 200 çocuk üzerinde yapılan araştırmalarda, dört çocuktan birinin, geçirdikleri travmadan seneler sonra hala sorunlar yaşamaya devam ettiklerini teşhis etmişler. Ve bir çok kez, minimal beyin travmaları yaşayan çocukların, geçirdikleri kazalardan sonra "dikkat sorunu" benzeri semtomlar yüzünden yanlış teşhisle Ritalin kullandırıldıklarını ve travmaya bağlı olan esas problemin gözden kaçırıldığı  ve bu yüzden yanlış tedavi uygulanıldığını söylüyor.

Çoğu kez, acile getirilen hafif travma vakaları daha sonra gözlemlenmeye devam edilmiyorlar. Ve kimi hastalar gelişirdikleri hafıza ve dikkat sorunlarıyla bütün bir yaşam mücadele etmek zorunda kalıyorlar.

https://www.sciencedaily.com/releases/2022/03/220323101226.htm

Aklıma yıllar evvel izlediğim ilginç bir başka olay geldi. Yine dokümanter bir programda,  genç bir kadının günlük jimnastiği sırasında yürüme bandında bir anda kuvvetli bir sırt üstü düşüşün ardından kafasını hızla yere vurması sonucu tüm hafızasının silinmesinin hayatını bir günden diğerine nasıl değiştirdiğini izlemiştim.  Uzun seneler sonra tekrardan görüştükleri bu insanın silinen hafızası yerine gelmemişti.  40'dan sonra yeni, yepyeni bir hafıza kaydıyla hayatına devam etmek zorunda kalan bu kişi, gündelik yaşamında yaşadığı zorlukları anlatmıştı.

Beynimizle ilgili çok fazla bilinmeyen şey mevcut. Bazen küçücük bir düşüşün insana neleri kaybettirdiğini hala daha tam olarak bilimiyoruz.

Geçtiğimiz günlerde, Üniversite'den bir arkadaşımla, uzun süreden sonra konuşurken, bana en son yazdığı kitabın bir kopyasını gönderirken yine de hafıza sorunlarından şikayet ediyordu.

Bu sefer sorun farklı sanırım. 50 yaşlarına gelen kadınların çoğundan duyduğum şey hep aynı. Yavaş yavaş başlayan hormonal değişimlerin en fazla etkilediği yerlerden biri de beynimiz. Bir anda bir çok kadın, Alzheimer geliştirmeye başladığını zannedebiliyor.

Yavaş yavaş başlayan unutkanlıklar, bir andan diğerine, ben bu odaya niye geldim?,  buz dolabından ne alacaktım?, ne diyordum?, bu kelime neydi?, o adamın ismi neydi?? gözlüklerimi nerede bıraktım?!!! soruları bitmedikçe bana bir şeyler oluyor diyenlerin sayısı hiç az değil. Bu konu bir çok ortamda gündeme gelirken, peri-menopoz ve sonrasında görülen klasik şeylerden bir de bunlar!!

Arkadaşıma,  merak etme dedim, tanıdığım bayanların yarısından fazlasından duyduğum şeyler bunlar!!

Ancak, sanırım, bu hafızadaki değişimleri çok olası kabul edip, bu konuyu olduğu gibi bırakmamamızda da fayda var!

Bizim evde, ailece en sevdiğimiz oyunlar, hep birlikte oynadığımız kimi hafıza oyunları oldu hep.

Kızım daha çok küçükken ona, "Rush Hour"diye bir oyun almıştık. En sevdiği oyunlardandı bu. Küçük kırmızı bir arabayı, önünü kapayan diğer arabaları, ileri geri iterek dışarı çıkarmak gerekiyordu. Bu oyunu sadece o değil, hepimiz oynamaya başlamıştık. Her defasında, arabaları farklı pozisyonlarda yerleştirmek kaydıyla yeni yeni durumlardan arabayı kurtarmak gerekiyordu. Daha sonra bilgisayarda da çıkmıştı bu oyun.

Rush Hour,  ilk kez tüm kutu oyunlarından ve tüm Puzzle'lardan nefret eden Gal'ín bile hoşuna gidiyordu. Geçen sene, evde geçirdiğimiz tadilat sonrası çöpe gittikten sonra, geçen gün bir yenisini aldım Gal'e. Yeniden istedi, ve biz de bu oyunla yeniden başladık sırayla oynamaya.

Bense, vakit buldukça zaten her zaman sorun yaşamış olduğum hafızam için sürekli bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Bu ara moda olan yeni bir oyun var. Herkesin ağzında olan "Wordle" diye bir kelime oyunu bu. Çocukluğumuzdaki, "MasterMind"oyununun, renkler yerine, harflerin yerlerini keşfederek, kelimeyi bulma oyunu. Zevkli denebilir. 

Bedenimiz gibi, beynimizdeki kasları da çalıştırmamız son derece önemli. İnsan bedeninde herşey yaşla beraber fonksyonlarını yavaşlatıyor. Kuvvetten düşmemek için, kaslarımızı çalıştırmamız ne derece önemliyse, hafizamızda başlayan düşüşü yavaşlatmak ve belli bir potansiyeli korumayı başarmak için, özellikle yaş ilerledikçe gösterilmesi gereken çaba çok daha fazla oluyor.

Son senelerde ömür uzadıkça, kimi seksen yaş sonrası ortaya daha sık çıkan hastalıklara da daha çok rastlamaya başladık. Bunlardan biri de hafıza kaybı, ya da demensia...

Ben her gün, Fransızca ya da İngilizce kelimeler öğrenmeye ve ertesi günlerde bunları hatırlamaya çalışıyorum. Telefon numaralarını aklımda tutmaya gayret ediyorum. Çocuklarımın ve tanıdıklarımın kimi ( nüfus gibi )  numaralarıyla, doğum günlerini falan zihnimden söylemek için çabalıyorum.

Ve artık yürüyüşlerimi hep farklı yollardan yaptıktan sonra, gittiğim güzergahı daha sonra beynimden yeniden geçiriyorum.

Hayat yaş aldıkça belki de çok daha zor oluyor bazı açılardan. Çocukken bazı şeyler çok daha kolayken en basit şeyler yaşlandıkça daha bir zor olamaya başlıyor. Ve yaşantı bir anlamda tam bir mücadeleye dönüyor. Belki de çoğu savaş azıysa sefa olan hayatın anlamı burada.


21 Nisan 2022 Perşembe

İsrael'de bugün bayram kutlamak

Bu Pesahta burada yaşanan tüm gerginliğe rağmen bir çok kişi yurt  dışına seyahate çıktı. Dün yolda rastladığım komşum sordu,"Siz çıkmadınız mı bir yerlere? "Biz genelde sakin yaşıyoruz dedim.!" (!)

O an Gal'i arıyordum. Kendi başına çıktığı turdan bana telefon etmişti. Neredesin, beraber gezlim mi anne ?!! Komşum oğlunu buralarda gördüm derken...Gal telefona cevap vermiyordu o anlarda

Etrafta hiç olmadığı kadar gençten aileler, evimin 200 metre ilerisindeki Hayvanat Bahçesinden dönüyorlardı.  Bu bayram,  Harediler ve datiler diğer bayramlarda yapamadıkları bir şeyi yapabiliyorlar. Arabaya binmek. Yani bayramın ortasındaki diğer günlerde gezmek şansları var. Bu yüzden birden bire her tarafta,  hiç alışık olmadığınız kadar ortodoks Yahudiler görüyorsunuz biden. Hayvanat Bahçesi de, onların akın ettikleri yerlerden biri. Çocuklarıyla, bir iki, üç,  on.... kaç çocukları varsa....

Pusetlerle, yürüyerek, yanlarında peşi sıra gelen boy boy çocuklarla bu tip aktiviteleri kaçırmıyorlar Pesah'ta. 

Bizim mahallemiz genelde son derece sakindır ama bu günlerde birden etrafta yoğun bir trafik, gerçek bir bayram havası var. Biraz ilerimizdeki parkın belli noktasındaki, "barbekü" yapmak için ayrılmış alan da insan kaynıyor. Aileler öğlen vakti doldurmuşlar buraları. Pita'siz, sandwich'siz, matsayla yapılan "Barbekü"keyfi mi olur?!! deseniz de, aileleri birarada görmek yeter aslında!.

Ve sonunda oğlumu buldum. Üzerindeki füme rengi kot pantalonu, güzel T-shirt'üne rağmen memnun olmakta zorlanıyorum,  Gal ne bu sakal ya!!!   Her gün, yüzündeki o pis sakalı ( moda olsa ne yazar!!) kesmesi için yalvarmamın bir çaresi yok. Bak  temiz bir görüntün yok öyle, dememin de faydası yok! Otist insanlara toplumsal kaygılar adına da  bir şey yaptırmak mümkün değil. İyi görünmüyorsun, kızlar seni beğenmiyecek, yakışmıyor, hem düzeltilmemiş sakalla olmaz bu iş!!!  gibi sözlerin bir etkisi  yok... Çaresiz!! Boş verdim gitsin!!!

Arada havalar artık süper!! Güneş pırıl pırıl ama hala daha çok sıcak olmaktan uzak!! Geceleri yeterince ayaz olsa da  haziran sonuna kadar en ideal günler önümüzde. Piknik yapmak, denize gitmek, arkadaşlarla parklarda, plajlarda açk hava aktiviteleri organize etmenin mümkün olduğu ayları yakaladık sonunda. Temmuz ayına kadar, her anından faydalanılması gereken zamanlar şimdi.

Gelecek ay bizi bekleyen "Yom Atsmaut"a hazırlıklara da başlamışlar... Hayvanat Bahçesinin bitişiğindeki kocaman yeşillik alanın olduğu mekanda, her seneki gibi yine büyüüüük bir sahne kurulmuş. Yom Atsmaut!! Cumhuriyet Bayramı.

Karşıya geçtik,  sağımızda kalan aparmanların aralığından vizildayan rüzgarın sesi uzaklarda bir yerlerde başlayan sirenleri anımsatıyor bir an!! Kulağımı bu sese verirken ben, bir durum mu var diye  konsantre olmaya çalışıyorum. Gal de aynı şeyi farketmiş olacak ki birden panik halinde, "Ben eve gidiyorum !"derken koşar gibi ilerlemeye başladı birden evin yönünde!! . Anne sirenler duyuyorum bir yerlerden!!! Yok Gal, rüzgarın sesi seni yanıltıyor. Bak telefondan kontrol ettim, bir şey yazmıyor. Hem sonra, ilerideki çocuklara bak ne kadar sakin oynuyorlar!!

Geçen gece, Gazze'den İslami Cihad roket attı yine!!  Gazze çevresindeki kibbutzlarla diğer irili ufaklı yerleşim yerlerini hedef aldı. Tekrar demir kubbe sayesinden bir şey olmadı.

Ve dün gece yeniden sirenler vardı. Güneyimizde...

Gal, onun yanında biz bu haberleri açmasak ta bebek değil artık. Kendisi bir yerlerden takipte olanları. Huzursuz. Korktuğunu biliyorum. Olasılıklara onu nasıl hazırlarım düşünceleri de hep benim beynimde. Geçen çatışmalarda geçirdiklerini biliyorum!!

Sonunda bir şey olmadığına ikna oldu ve yürüyüşe devam etmeyi kabul etti.

Geçen akşam,  Rishon Le Tsion'da bulunan, bize beş dakika uzaklıktaki "Live Park"ta Israel'in en popüler, müzisyenlerinden birinin konserine gittik. Bizler ve bir arkadaşımla birlikte. Onlar da ailece geldiler. 

Kalabalıkta ilerlerken, girişte yapılan sıkı güvenlik kontroilünden geçerken, bu güzel ortamların hep bir şeylerin gölgesinde olduğunu düşündüm.

Konserine gittiğimiz genç adam, 34 yaşında, yedi çocuklu, çok şeker bir genç adam. Son senelerde, çok çok popüler bir şarkının ardından çıkardığı peş peşe şarkılarla kendini hızlı bir tempoda yenileyen bir şarkıcı bu. Israel'de adından en çok söz ettiren, çocukların, gençlerin, herkesin çok sevdiği birisi; Hanan Ben Ari.

Kafasında örgüden bir kipa olduğu halde bir o kadar,  her insana, her kavrama açık oluşu derin bir Tanrı sevgisi ve aile değerlerine bağlılığı, topluma verdiği insancıl ve manevi mesajlarıyla saygı uyandıran bir insan.

Bazı şarkılarını çok iyi bilirken bir çoklarını ilk kez konserde işitmek şansını bulduğum, enerjisi tükenmeyen, coşkulu temposuyla,  iki saat hoş bir zaman geçirmek için çok güzel bir fırsattı diye niteleyen arkadaşıma katılıyorum.

Müziğinde, Rock, pop, kimi hip hop öğelerle yahudi ezgilerini karıştıran bu sanatçının en güzel özelliği seyirciyle bütünleşebilmesi. İlk baştan konserine, sahnede değil, seyircinin orta yerine kurdukları piyanoyla başlamısının ardından, temposu hiç durmayan bir neşe dalgasına sizi çekerken, arada Tanrı'dan, Pesah'tan. çocuklarından, kendi kendinden daha iyisini beklediği babalık görevinden ve ailesinden anlattıklarıyla devam etti.

Ve benim aklımda kalan sözü de şu oldu en çok . "Biz normal bir halk değiliz!! Her normal halk bu geçirdiklerimizle, korkudan kapılarına üç beş kilit atarak evlerinden çıkmazdı, ama siz bir de bize bakın, binlerce insan bu gece beni dinlemeye geliyor. Kalabalık, tıkış tıkış, korkmadan. " Belki de tüm yaşadıklarımıza rağmen hala devam etmemizi sağlayan şey de bu!!

Ve son kez, Pesah Hagadda'sından bir bölümü söyledi. Her sene masanın çevresinde okuduklarımızın içinden bir alıntı der ki Tora'da; "Her nesilde, her dönem sana karşı kalkacaklar olacak ve Göklerdeki, Kutsal babamız bize yetişecek!!! 

וְהִיא שֶׁעָמְדָה לַאֲבוֹתֵינוּ וְלָנוּ
שֶׁלֹּא אֶחָד בִּלְבָד עָמַד עָלֵינוּ לְכַלּוֹתֵנוּ
אֶלָּא שֶׁבְּכָל דּוֹר וָדוֹר עוֹמְדִים עָלֵינוּ לְכַלּוֹתֵנוּ
וְהַקָּדוֹשׁ בָּרוּךְ הוּא מַצִּילֵנוּ מִיָּדָם





( Bunlar, Yahudiler'in Tora'sından  sözler...Tanrının bizim yardımımıza geleceğine inanmak ya da inanmamak..her insanın , her  "Yahudinin" kendi kişisel duygularıyla,  inancıyla ilgilidir. Bu ülkede yaşarken her gün ölenlere baktığımızda, tarihte milyonlarca insanımızın  sebepsiz yere öldürülmüş olduklarına baktığımda aklımdan geçen çok soru olsa da!!!)

Yeniden ve bir kez daha düşmanlarla çevrili olduğumuz coğrafyamızda, yaşadıklarımızı anlamayan dünyaya karşı sürdürdüğümüz mücadeleye çoğunluğun hısımla yaklaştığını görmek zor.

Uzaktan laf yetiştirenlerin,  Yahudi halkına hissettikleri karşıt duygulara karışan, zavallı Filistinli masallarını yutan ve yutmaya hazır olanların içlerinden çıkanlar büyük bir nefrete dönüşüyor.

(Dün gece yine sirenler vardı, güneyde!  Ne Yeruşalayim'de Al Aqsa'da olanları anlayan var.... gerçekleri anlatmak mümkün değil.. Eski şehirde,  otobüslere taşlarla saldıranları da bilmiyorlar!!)   

https://www.facebook.com/hnaftali/videos/522281699363679

https://www.facebook.com/hnaftali/videos/509442273992857









19 Nisan 2022 Salı

Putin (!) Israel'in Al Aqsa'daki hareketlerini kınamış

Geçtiğimiz gün, Putin,  Ramazan ayında Jerusalem'de bulunan Al Aqsa'da namaz kılan (?!)  Filistinlilerin dini vecibelerini yerine getirmelerine engel olan (!) güvenlik görevlilerinin  camiye saldırmalarını (?!) kınadığını açıkladı.

İlginç bir dünya'da yaşıyoruz. Bir kaç haftada, Ukrayna'nın güneydoğusundaki Mariupol şehrini aralıksız bombalayarak, şehir sokaklarını hayalet bir mekana döndüren, Mart Ayı başından bugüne 10.000'den fazla sivili katleden bu adam, gayet sakin Israel'i Al Aqsa'ya saldırmakla suçlayabiliyor.

Türkler ve Araplar, Israel'i Filistinlilerin haklarını çiğnemekle suçlarlarken, Filistinliler, son senelerdeki Ramazan saldırganlıklarının bir yenisini son günlerde bir defa daha tekrarlıyorlar.

Ekranlara yansıyan görüntüleri, zavallı insanların, haklarını ve canlarını korumak için verdikleri savaş olarak yayınlamaya devam edenler,  neden özellikle Ramazan'da buraların birden bire ateş topuna çevrildiğini tartışmayı düşünmüyor?

Kimse caminin içindeki ateşli silahların nereden geldiğini sormuyor?

El bombaları, molotov kokteylleri!! Neden caminin içinde böyle ateşli silahlar olsun diyen yok.

Geçtiğimiz gün Eski Şehirde, kendi hallerinde yürüyen üç Yahudi Ortodoksun üzerlerine saldırarak tekme tokat girişen Filistinlilerin neden korktuklarını sormuyorlar?

Madem bu ülkede Filistinli zulüm içinde yaşıyor. Madem burada bu insanlar kötü muamele görüyorlar, o zaman nasıl olurda, zulüm gördükleri ülkenin insanına bu şekilde rahatlıkla saldırabiliyorlar. Korku içinde yaşayan bir toplum onların yaptıklarını yapabilirler mi acaba?

https://www.facebook.com/hnaftali/videos/509442273992857

Kimse bu soruları sormuyor. Niye sorunlar ki???

Ben Türkiye'de azınlık olarak yaşamış bir insan olarak, haddimi aşacak bir kelimeyi bile ağzımdan çıkarmaktan çekinirdim, çünkü belli bir korkum vardı. Sonuçta yaşadığımız topluma en ufak bir düşmanca harekette bulunmuş olmamamıza rağmen, kendi hakkımızı savunmak adına bile konuşmaktan çekinirdik çünkü o devletin yasaları önünde diğerleriyle aynı özgür haklara sahip olmadığımızı bilirdik.

Eğer Filistinliler bu derece korku içinde yaşıyor olsalardı, hakları tamamen ellerinden alınmış insanlar olsalardı ve  başkalarının anlattıkları şekilde bir zulüm yapan bir devlet olsaydı karşılarında böyle baş kaldırabileceklermiydi???

Böyle davranıyorlar çünkü kolay kolay korkmuyorlar!!!

Son günlerde İsveç'ten dünyaya kimi görüntüler yansıyor. Bazı Müslüman fanatikler, Kuran'ın kopyalarının kimi Neo Nazi gençler tarafından yakılmasına  tepki olarak, onlara kucak açan, onlara maaş veren, onları besleyen, iş veren, sağlık sistemlerinden faydalanmalarını sağlayan dünyanın en büyük refah ülkelerinden birinde yaşamak imkanı verenlere karşı, bu ülkenin dükkanlarını, araçlarını yağmalamaktan çekinmiyorlar. Topraklarına kabul edildikleri ülkedeki özgürlük ve insan hakları adına, bu menfi olayı adam gibi protesto edeceklerine her tarafın altını üstüne getiriyorlar.

İsveç'te olan olaylarda, fanatik müslümanların etrafa saldırılarını kınayacaklarına, Türk Hükümeti, Neo Nazilerin davranışlarının, İslam fobisini tetiklediği şeklinde, İsveç'i suçlamaya getirmiş. 

https://www.aa.com.tr/en/turkey/neo-nazi-movements-lead-to-increased-islamophobia-turkish-foreign-minister/256738

Kutsal bir kitabın yakılışı,  o ülkenin insanlarına karşı vandalizm'le cevap vermelerine vesile oluyor. ( Yakmışlarsa ne olmuş diyemeyecek kadar farklı bir anlayışa sahip bu insanlar!!)

Müslüman radikallerin, onlara din ve konuşma özgürlüğü verilmediği yerlerde, mesela Çin'de aynı şeyleri yapmalarını bekleyebilirmiydik acaba??

Ve Müslüman ülkelerin radikalleri koruyucu tepkileriyse dindaşlarının vandalizmlerine çanak tutmaya devam ediyor. 

Nasıl ki, Ürdün Başbakanı, Israel'de Al Aqsa'yı Israel'e karşı koruyan Müslümanların hareketlerini desteklediğini açıklaması da buna ayrı bir  örnektir!!

Ben de azınlıktım!! Ama  İstanbul'da Neve Şalom sinagoguna taşlar stoklamadım. Bizler molotov kokteylleriyle sinagogun dışına taşmadık, etrafa saldırmadık, kimsenin güvenliğini tehlike altına atacak hareketlerde katiyetle bulunmadık. 500 yıl boyunca sessizce dua ettik. 

Jerusalem'de,  aynı mekanda, Arapların yanında diğerlerinin de kendi dinlerini sükunet içinde yerine getirebilmelerini sağlamak, Al Aqsa'nın hemen bitişiğindeki Ağlama Duvarında, Pesah için duaya gelen binlerce Yahudinin güvenliklerini temin etmek için burada bulunan polislere kocaman taşlarla, molotov kokteylleriyle saldıranları masum göstermek çabalarına kim katılıyorsa kınıyorum.

Aynı yerde kendi inançlarını çerçevesinde dua eden başka dinden insanları hedef alanlara bu yerleri teslim etmemizi isteyen dünya'yı da kınıyorum.

Ramazan Ayını, kendi kutsal günlerini,  kendilerini acındırmak için, provokasyon yapmak için  kullananları kınıyorum.

Bu ülkede barışın gelmesine engel tüm radikal hareketleri kınıyorum.



18 Nisan 2022 Pazartesi

Geçtiğimiz haftalarda yeniden  Negev'de patlayan silahlar vardı.

Son yıllarda Arap çetelerinin aralarındaki hesaplaşmaların dozu gittikçe artarken, Negev'deki Bedevi yerleşim yerlerinden geçen çevre yolları atış alanlarına dönüşürken çoğu kez, bazen de Yaffo'da, Yeffet Ceddesinde gecenin bir yarısı yine gençten bir Arabın yoldan geçen (!)  bir ( başka Arap) motosikletlinin hedefi olduğunu duyuyoruz zaman zaman ve yeniden ve bir defa daha!!

Ülkenin en sancılı bölgelerinden biriyse  Negev. Çölün ortasında, dağınık halde kurulu olan çoğu Bedevi yerleşimleri suçun, mafia'nın, silahların konuştuğu kasabalar, köylerle dolu...

Göçmen ruhlu insanların, kanunlara, yasalara uymakta zorlandıkları yaşam biçimleriyle bugünkü modern hayata adapte etmeye zorlanan Bedeviler hala daha çöl kanunlarıyla yola devam ederlerken, Israel'in ortasında bambaşka bir kültürü oluşturuyorlar.  Kimi Bedeviler, yine Negev'de bulunan yasal yerleşimlerde yaşar ve bu ülkede asker ve polis olurlarken, aralarında bir çokları, kanunsuz büyüyen yerleşim yerlerinden çıkan gençler gasp ve silahların konuştuğu grupların içine çekilmekteler.

Negev'de,  alt yapısı olmayan, yasalara karşı kendi kurallarıyla istedikleri yerde, istedikleri şekilde ( izinsiz ) inşaa ettikleri derme çatma evlerle oluşturdukları kimi düzensiz yapılarda, kendi yasalarıyla yaşayan binlerce insan var. Bu bölgelerden çıkanların tehtid ettiği şehirlerin başındaysa Beer Sheva geliyor. Arap mafiasının tehtid ettiği yerleşimlerdeki insanların huzurları gün geçtikçe daha çok bozulurken, silahlı gasp olayları artık günlük bir rutine dönüşmeye başlarken, Israel Polisinin bugünlere dek nerede olduğunu soruyorsunuz kendinize!! 

Bedevilerin içinde azımsanamayacak bir grup,  Israel'in güneyindeki çöllerde büyük bir problem oluşturuyorlar.

Negevín kendilerine ait olduğunu söyleyen bu gruplar, aynı bölgedeki bir kısım toprakları ağaçlandırmaya açmak isteyen Devletle çatışıyorlar.

Geçtiğimiz haftalarda basına yansıyan son olaylardan biri de, Bedevi Mafiasının, yine kendi yerleşimlerinden birinde bir cafeteria'yı, bünyesinde garson genç bayanlar çalıştırdığı bahanesiyle silahlarla basmaları oldu.

2022' nin başından beri 22 Arap, aralarındaki hesaplaşmalarda öldürülmüşler... (19.04.22 Jerusalem Post'n haberinde yazıyor)

Eğitim seviyesinin düşük olduğu, bulundukları ortamın onlara gelecek temin edebilecek en ufak bir umut vermediği bu toplumun içinden çıkan gençler için en olası şey çetelere katılmak oluyor.

Ve daha da kötüsü, Israel'de, toplam 300.000 yasa dışı silah ve cephaneye sahip olan grupların  kendi aralarındaki çatışmalar bir tarafa, aynı gruplardan çıkan kimi İslamcı Radikallerin yine aynı silahlarla Cihad adına masumları hedef aldıkları bir akımın içinde de olabilirmiyiz acaba?

Geçtiğimiz haftalardaki iki teror saldırısı, Um El Fahem, şehrin bünyesinde büyüyen kişilerin eylemleriydi.

Israel Polisi  bu yasa dışı oluşumlara bu kadar sene göz yummasaydı bugünkü durumlara gelmezdik sanırım.

 

                                                                                                                                            15.04.2022

Ülkemizde ve dünya'da son durumlar...

Bugün Cuma...Bu akşam hem Şabbat, hem de Hag... Yani bayram...

Bu sabah köpeğimi indirdiğimde, sokaklar bir kez daha  sessizlik ve sükunet içindeyken, yaşam hala 20 yıl evvelki gibi geldi bir an.  Dün ve bugün hiç bir şey değişmemiş gibi. Yolumun üstünde, bir kez daha  ağaçlar çiçek açmışken onlarca yıl evvelki güzelliği yansıtıyorlardı.. Bir kez daha köpeklerini gezdirenler ve yeniden hava almaya çıkmış yaşlılar ve alelacele koşturanlar vardı... o an sadece bulunduğum noktaya, mahalleme, o anki atmosfere bakınca dünya ne kadar sakin ve güzel bir yer diyebilirdim ben (?) !!!

                                                                                                          Bu sabah

Halbuki gerçekler ne kadar farklı...sokağımızın tüm sessizliğine rağmen bir yerlerde insanlar hiç durmadan savaşıyorlar. Hatta hemen buralarda, yakınlarda ve uzaklardqa bir yerde,  hatta Avrupa'da!

Son haftalarda Ukrayna'da bombalanan evler, yok olan şehirler var.. 

Savaş tüm dünyayı bir şekilde etkiliyor.  Hatta düne kadar birbiriyle olası bir çözülmeye gidebilecek Avrupa yeniden " birlik"  olmanın önemini anlıyor.

Rusya'nın girdiği şehirlerin arkasında bıraktığı yıkıntılar yürekleri parçalıyor... 

Ne yalan söyliyeyim, kimi şehirlerin isimlerini  bu savaşta öğrendim.  Bu yerlerde yaşayan milyonlar evlerini terk ettiler hep....doğup büyüdükleri mahalleler, marketler, okullar, ofisler, spor salonları,  otobüs istasyonları.... şimdi yoklar!!!. Geriye hayalet şehirler kalmış. Binlerce ölüyle birlikte!!!  Hiç bir suçları olmadığı halde, kimi Rus askerlerinin hışmından kaçamayan masum insanların cesetleriyle dolu caddeler.

Bunca yıkımın getirdiği beklenmedik bir savaşla,  Rus tehlikesini düne kadar hayal bile etmeyenler bir anda  yanlarında kopan fırtınayla ilk kez Nato' nun himayesine girmek için kuyruğa girdiler... Finlandiya, Isveç...

Şu anki durumda dünya bir dönüm noktasında....

Bizim kendi açımızdan da yine karmaşa var buralarda. Üçüncü İntifada' ya doğru mu gidiyoruz soruları tartışılırken, media bazen üzerine düşenden bir adım ötesine giderken,  haber progamları, haber sitelerindeki başlıklar ve öne sürdükleri iddialar bile bazen ortalığı daha fazla ayağa kaldıracak potansiyeldeler. (!!) 

Ama tüm bu sorunlara rağmen, Israel başka yerlerde rahatlarını kaybeden Yahudilerin seçeneği olmaya devam ediyor. 

Buraya duydukları sevgi ve alakalarına rağmen,  bir çokları için son çare olarak düşünülen Yahudi Devleti, en karmaşık günlerde bile yeni göçmenleri toprağına  kabul etmeye hazırlanabiliyor.

Ukrayna'dan  gelecek 10 binlerce yeni göçmen bu ülkenin çehresini değiştiren kültür salatasına yeni eklenecek vatandaşlar olacaklar.

Ve onlara dahil olacak bir başka olası göçmenler de bu defa belki de Fransa' dan...

Geçen Pazar, ilk turu tamamlanan seçimler sonrası ortaya çıkan kısmen belirsiz tablonun, 24 Nisan'da yapılacak ikinci turda nasıl sonuçlanacağını göreceğiz.  Ya Macron ya da Le Pen..

Biri tam bir demokrat ( Israel'e karşıysa her zamanki klasik Fransız dış politikasını devam ettirenlerden !) Le Pen se,  orta sağ ya da sol kanat tarafından,  radikal çıkışları ve aşırı nasyonalist çizgisiyle bugünkü Fransız demokrasisine zarar verebileceğine inanıldığı,  karizmatik, güçlü bir lider! ( Merkez, Orta Sol ve Liberal Emmanuel Macron'un aldığı %27.8 oya karşı %23.1 oy alan Muhafazakar Le Pen) 

Politik hayata babasının partisiyle (FN'le) adım atan, ancak zamanla babasından koparak babasından devraldığı partinin çizgisini kısmen yumuşatarak partisinin popularitesini yeterince arttırsa da, bir çolarına göre hala yeterince tehlikeli. Marine Le Pen babası kadar antisemit olmasa da,  Yahudilere pek yakın olmadığını belli ederken, bazı grupları ülkesinde istemediğini sıkça  takrarlayan  Marine Le Pen' le birlikte,  kendisi de Kuzey Afrika kökenli bir Yahudi olduğu halde yine ekstrem milliyetçi fikirlerle öne çıkan  (?!!)  Eric Zemmour da kampanya boyu kendisinden bir hayli bahsettirdiği halde, bu iki uç partiden RN'yi (Le Pen'i ) seçenler çoğunlukta oldular.

Sonuçta seçimlerde kendilerine yakın olanı seçmeyi tercih edenler çoğunluk olunca  Zemmour %7 oyla yetinmek zorunda kaldı.

Le Pen'in Fransa'nın özüne ve kültürüne sahip çıkmak için elinden geleni yapacağına inananlar ona oylarını verdiler.  Günümüz dünyasının getirdiği yeni şartlarda, diğerlerinin tam tersine, Fransız Demokrasisini esasen onun daha iyi koruyabileceğini düşünenler, toplumun  özünü kaybetmekten korkan ve bunu muhafaza etmek gerektiğine inananlar oylarını Marine Le Pen'e verdiler.  

Dünyanın en büyük üçüncü Yahudi nüfusunu barındıran Fransa'dan bu sefer belki gerçekten göç etmek zorunda kalabileceği günleri görüyor buradaki Yahudi Cemaati.

Le Pen'in seçilme ihtimali, bu liderin, Kaşerut kuralları, sokakta kipa ve benzeri yahudi sembolleri taşınması ve  Brit Mila' ya karşı duruşu, yüzde yetmişi Kuzey Afrika kökenli olan gelenekçi dindar Yahudileri kara kara düşünmeye itiyor.

Eğer yarın Fransa, kendi geleneklerinden olmayan kimi alışkanlıklara dur demeye karar verirse kimi dinlerine çok bağlı Yahudilerin fazla bir seçenekleri kalmayacak!  Fransa sadece "kendi kültürel" mirasını yaşatmaya karar verirse bu karara saygı duyarak (!) valizlerini toplayıp o ülkeyi terketmek zorunda olacaklar.

( Geçmişte benzer durumlarda insanlar ya giyotine giderler ya din değiştirirlerdi.) 

Bugün kimse giyotin uygulamayı düşünmese de eğer sonuç Le Pen'den yana olursa sizden onlara ters düşen geleneklerinize dur diyenlere ya boyun eğmek zorundasınız ya da ülkelerini terk etmek. Yani ya Fransız gibi yaşayacak  ya da belki de gitmek zorunda olacaksınız!

Demek ki demokrasi de sonsuz değil. (!)

Bence geleneklerine çok bağlı bir Yahudinin zaten  Israel dışında yaşamasını anlamak zor!! 

Neyse, bugün de aklımdan geçenleri yazdım...

Dilerim yine beraber kutladığımız bu anlamlı günler herşeye rağmen birbirimizi biraz daha yakından tanımaya çalışmamız için bir yol olsunlar. Pesah ya da  Paskalya... Bayramlar, huzurla ve sevinçle geçsin. Birbirimizi daha iyi anladığımız bir dünya olsun! Nefret bitsin!!!

Yeniden Hag Sameh...ve Mutlu Paskalyalar!!

14 Nisan 2022 Perşembe

Sonu gelmeyecek bir problem

Geçen gün, Israel Güvenlik Teşkilatı Shabak'ın, bayram günü Jerusalem'de, Filistinliler'in planladıkları büyük bir saldırıyı engellediği yazıldı.

Shabak, son olaylardan beri, Yehuda ve Şomron'da yani Batı Şeria'da sürekli faaliyet halinde. Geceleri, Güvenlik Teşkilatı tarafından, belirlenen kimi hücre evlerine operasyonlar düzenleniyor. Onlarca Filistinli tutuklanırken, kimi yerde çatışmalardan kaçınmak mümkün olmuyor.

Geçen hafta üç İslami Cihad teröristinin ele geçirilmesinin ardından, aynı grubun yetkilileri Israel'in büyük hata yaptığını ve bunun karşılığının kötü verileceğini söylemişti.

Fakat bu defa Hamas, Israelle çatışmaya girmekten kaçınarak, İslami Cihad'ın Israel'deki şehirlere roket atmasını engelleyerek, şimdilik olayların daha da büyümemesini sağladı. ( şimdilik!!)

Geçtiğimiz yılki çatışmadan sonra hala bazı şeyleri toparlamaya çalışan Hamas, şimdilik yeni bir savaşa girmeye pek hevesli görünmese de buradaki durumlar bir andan diğerine değişkenlik gösterebiliyor.

Günler ve geceler geçerken, Israel Askerleri  sivil hayatları kurtarmak için operasyonlara devam ediyorlar. Ve kimi zaman bu operasyonlar yoğun çatışmalara dönüyor.

Dün geceki operasyonlarda Filistinli iki teröristi ölü ele geçirildiler,

Kimilerinin amacıysa, ölü sayısı arttıkça, Israelle olayları daha da kızıştırmak için sebep bulmak. Ve tehtidler devam ediyor! Mesela dün gece Doğu Jerusalem'de çok gergin bir geceydi.

Arada Israel'de yeniden ortaya çıkan politik belirsizlik, koalisyon ortaklarından, Hükümet'in, Yamina Partisinden ( Başbakan Bennett'in partisinden) İdit Silman'nın istifasıyla çoğunluğu kaybetmesinin ardından yeniden bir seçim olasılığının gündeme oturması, güvenlik konusunda da işimizi kolaylaştırmıyor.

İki senede dört seçim geçiren bir ülkenin,  yaşadığı iç ve dış problemleri aşmasını beklemek daha da zor.

Kendi içimizde güçlü ve birlik olduğumuzu göstermediğimiz durumda, içimizde ve hemen yanımızdaki düşmanın bize saldırmasını beklemek çok daha olasıdır. Sizi zayıf görenler, zayıflığınızdan istifade etmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Bir vücut zayıf düşerse, savunma mekanizması zayıflarsa mikroplara açık kalır!!

Bu devletin yetmiş yıllık geçmişi insanların tek bir şemsiye altında, çok farklı görüşleri sığdırmaya çalışması, Israel'in dinci fakat yine de demokrat kimliğiyle bir yerde buluşma çabaları, Yahudi Devleti olup içinde hala daha büyük bir Arap azınlığı da barındırma çabaları, zaman zaman zorluklarla karşılaşıyor. Bu da politik arenaya en belirgin şekilde yansıyor.

Kurulduğu günden bugüne, seçim sistemi  ve insan ve görüş çeşitliliğinin getirdiği koalisyon hükümetleriyle yöneltilmiş olan ülkemiz tarihinde hiç bu büyüklükte bir politik çıkmaza girmemişti.

Geçtiğimiz günlerde, bahsetmiştim, çok daireli apartmanımızdaki çocuklardan birini yakından tanırım.

Elinde kocaman bir otomobil lastiği olmak üzere, Rişon Le Tzion'un, deniz kıyısındaki kum tepelerine gidiyordu. Buz gibi bir günde onun üzerinde bir atlet ve bir şort olmak üzere.

Lastik tekerleğin ne kadar ağır olduğunu tahayyül ederken... bize komando birliğine kabul edilmek için, haftada bir kaç kez eğitim gördüğünü söyledi.

Bu çocuğu ben minicik haliyle tanıdım. Bizimle aynı apartmanda büyüdü o. Çok terbiyeli, çok efendi, iyi yetiştirilmiş bir genç. Annesi de eğitimli ve tatlı bir bayandır. Senelerdir boşandığı için iki çocuğunu yalnız büyütmüş bir insan. Genç çocuksa beni gördüğünde, ondan çok daha büyük olmama rağmen çok samimi konuşur.

Bu ve bunun gibi çocuklar, 70 yıllık bu ülkede hayatlarının en değerli yıllarını, komando erliğine adamak durumundalar hala.

Her haritaya baktığımda, bu işin içinden çıkmanın ne kadar zor olduğunu düşünürüm.

Paylaşmamız gereken topraklar  Amerika Kıtası boyundaymış gibi iddialarla geldiklerinde, bir kaç milyonuk bir ülkenin sağı solu belli sınırlarında dağılmış iki ayrı düşman milletin hangi barışı yakalayacaklarını anlamakta zorlanıyorum.

Karmaşık bir yerleşim, Batı Şeria ve Gazze'nin Israel'in iki yanındaki bu iki toprak parçasının ortasından geçen Yahudi toprakları. Kuzeyinde ve Güneyinde barındırdığı kendi içindeki Araplarla birlikte, Radikal İslamın getirdiği ekstrem gruplarla nasıl anlaşılabileceğini anlamıyorum.

Bir yetmiş yıl daha geçse bu yerde, bu iki milletin birlikte yaşamı başarması nasıl mümkün olacak bilinmez!

İnsan  mantalitesi değişmedikçe, kimileri kimi gerçekleri görmeyi reddettikleri müddetçe daha çok çocuk bu ülke, bu toprak için kendilerini feda etmek zorunda kalacaklar.


13 Nisan 2022 Çarşamba

Pesah'ın bana neleri ifade ettiğini şimdi yeniden anlatsam

 

Çocukken ya da genç kızlığımda, Pesah geldiğinde içim coşmaya başlardı. En sevdiğim bayramdı Pesah. Ritüellerini severdim.....Sevinmek için senenin sadece bir kaç gününün bana verdiği o fırsatı severdim. Aileyi severdim  (herseye rağmen!!)

 Kuzenlerimle buluşmayı beklerdim !! Bugün artık olmayan şeyler o zamanlar varmış gibi gelirlerdi bana. Belki de sadece bir şeyleri hep varmış gibi hayal etmiştim ben...

Ama o zamanlar daha beklentilerim vardı.. paylaşmak istediklerim.. hislerimi, özlemlerimi, ve bayramları... İnsanları severdim o zamanlar. Ailemi..

Ve Pesah gecesi çok şeyi ifade ederdi benim için.

Duygusal insanlar, gelenekleri sever..bayramları, buluşmaları, birlikte olmayı, kuzenlerini severler, kardeşlerini (!)

Masanın çevresinde senenin sadece belli günleri hep birlikte olmak vardı...

Pesah, evimizin girişindeki  salonun sergiye açılmasıyla.... ve ileride, en ortada duran koca masanın üzerine konulmuş  bayramlık, rengarenk  bir  buket çiçeğin evi bir anda şenlendirdiği haliyle başlardı. Evin ışıkları pırıl pırıl yandığı şekilde, şarap rengi kadife iskemleler meydana çıktıkları halde ve yine kadifeden olan cam yeşili  koltukları örten örtüler bu özel günün şerefine ortadan kalktıklarında işte o zaman eve bir bayram havası gelirdi.

Senenin neredeyse 360 günü kapalı olan  salonunun açılışı bile bir sevinçti benim için.

Küçük bir çocuk için sevinmek aslında ne kadar kolay olabiliyor

Ve akşam olupta ailenin o çok  daha az görüştüğümüz üyeleri de evimize geldiklerinde, yine  çoğunu  senede bir kez yediğimiz kimi lezzetlerle dolduğunda masamız gerçekten de benden mutlusu yoktu.

Genelde öyle çok keyfine varılacak bir ortamı olmayan evimin biraz olsun insana belli bir sevinç verdiği istisna günlerdi o günler. Senede bir iki kez sevinmeye izin varmış gibiydi bizde.

Aslında yaklaşık bir saat süren Hagadda'nın bir an önce bitmesi için sıkıntıdan patlama kısmını geçiyorum. Sayfaları karıştıtır durur, bitmesine ne kadar kaldı diye kontrol ederdim. Oncle Jak,  "Ke ansi disho el pasuk....!"diye okurken....sırtımda, ufak, beyaz bir kumaşa sarılı "Afikoman'ı... çölde gezen Yahudilerin 40 yıl geçen yolculuklarının sembolü olan bohçayı taşırken ..( Afikomanın içinde de matza vardı..)

Yemeğin sonunda, Afikomanı saklanıldığı yerde bulacak çocuğa ufacık bir para ödülü olurdu! İşte o sembolik havada, hagada boyunca her çocuk sıraya göre o minicik bohçayı sırtında taşırken zaman bir türlü geçmezdi...Midem zil çalarken çocukların gözleri  masadaki şeylerde dolaşır dururdu.

Ve tüm hikaye okunduktan sonra o çok beklenen ziyafete " bumuelos " yiyerek başlardık.

Bumuelos, matzaların ıslatılarak iyice yumuşatılmalarından sonra, içlerine, hazırladığınız miktara göre, genelde iki yumurta ve biraz tuz eklenerek karıştırılıp kızartilmalarıyla hazırlanan bir Pesah yiyeceğidir biz Sefaradlarda. ( Pesah haftası boyunca, sabah kahvaltısında, bumuelosları,  içlerine peynir katarak yapanlar da çok vardır )

Bizse  üzerlerine elma reçeli ya da çoğu kez pudra şekeri ekleyerek yerdik. Çocukluğumda en sevdiğim şeylerden biriydi bu. (İspanyollarda da" bunuelos"varmış.... yine bizimkilere benzer bir kızartma!!!)  Ve  ben o kadar çok yerdim ki bunlardan midemde başka şey için pek yer kalmazdı.

Eşim bana, sizde biraz eşkenazlık var der ikide birde. Çoğu yemeğe biraz şeker koyarız diye.

Ve ben Matza'yı tek başına da çok severdim. Yani hamursuzu!!! Sanırım çoğu çocuklar gibi.. Ve matza unundan yapılan Pesah kekini de severdim... Portakal ve bol cevizle hazırlanan keki..

Ve Seder gecesi masada herkesin dört gözle beklediği kuzu eti çok popülerdi. Çünkü bizde kuzu eti Pesah geleneklerinin bir vazgeçilmeziyken, senenin diğer günleri neredeyse hiç elimizi sürmezdik bu ete.

Ve ertesi gün ister istemez, bayram olsa da, ( diaspora'da olunca çareniz yok) okula giderdik.

Tenefüs geldiğinde her zamanki  sandwich'imin yerini bu defa matzot alırdı. Küçük bir torbanın içindeki matzaları bir parça peynirle yerdim.... Müslüman arkadaşlarım gördüler mi mutlaka benden isterlerdi. Onlar da çok severlerdi matzayı. Bu kadar sevilecek ne varsa bu,  su ve undan yapılan tahta gibi şeyde!! :) Kitir kitirdir... Belki de ondan. Çoğu insan sever ama bir çok kişinin midesine pek yaramaz. Çocukken hiç bir sorun yaratmasa da matza, yaşınız biraz ilerlemeye başladığında sebep olduğu sancılar yüzünden çok yemekten kaçınmak zorunda kalabiliyorsunuz.

Ve dün, geçtiğimiz haftaki son terör saldırısına ve sürekli olan uyarılara rağmen gittiğimiz bayram alışverişinde süpermarkette arabayı park edecek yer bile bulamadık. İnsanlar bayrama bir kaç gün kala marketleri doldururlarken, trafik yeniden belli noktalarda kilitleneye devam ediyor.

Yaşarken ölmek mümkün değil. Güneş doğmaya ve bizler soluk almaya devam ettikçe alışverişte bayramlar da devam ediyor.  Yeniden eve kutu kutu matzaları taşıyanlar, en çok yenenler listesindeki patatesleri, yumurtaları ambara stoklamaya devam edenlerle sanki süpermarketler sonsuza dek kapılarını birilerine kapatacaklarmış gibi davrananlarla dolu....

Ve bir çokları yurt dışına çıkacaklar yeniden...Kimileri çoktan çıktılar bile...

Bir bayram daha aileyi hatırlatacak çoğu insana..

Ve ben, bugün elimdekilerle sevinirken, çocukluğumdaki şeylerin hüznünü de hissedeceğim bir yerlerde... 

Geçmiştekilerden geriye elimde kalan koca bir "NADA" 'yla artık yanımda olan insanlar sadece  çocuklarım, eşim ve bu ülkenin bana verdikleri!






12 Nisan 2022 Salı

Çocuklara farklıyı kabul etmeyi öğreten kitap

Geçtiğimiz gün, Israel'in  en eski tiyatro oyuncularından, bir çocuk showman'ı olarak ta özellikle tanınmış komedyen Tzipi Shavit  Instagram post'larından birinde ilginç bir sabah konuşmasıyla başlamış güne.

Bugünkü sanatçıların, günümüz popüler simalarının ve de özellikle kimi eski sanatçıların  isimlerinden her daim konuşulmasını sağlayan yeni bir yol da İnstagram hesaplarından yaptıkları paylaşımlarıdır. Hele eskisi kadar faal olmayan kimi yaşı geçkin sanatçılar  bazen bu tip sosyal media hesaplarını kendilerinden bahsedilmesini sağlamak için kullanabiliyorlar. Ve bazen bu gerçekten işe yarıyor. Çoğu kez olumlu, bazen de polemik yaratabilecek şeyler de ortaya çıkarabiliyorlar.

Tzipi Shavit, Israel'e ilk aliyah yaptığım günlerden, ilk tanıdığım sanatçılardan biriydi. Bugün 75 yaşında olan sanatçı dinamik kişiliği, sempatikliği, tükenmeyen enerjisi, sahneyi dolduran show'larıyla seyirciyi sıkmadan oyalamasını bilen bir sanatçı olarak tanınır.

Yıllarını en çok çocuk programlarına adamış olan bu insan son senelerde her gün sabah saatleri yayınladığı özel video çekimlerinde bir kaç dakikalık stand-up komedi ayarında paylaşımlar yaparak isminden söz ettirmeye devam ediyor.

Dün baktım hakkında bir tartışma konusu açılmış. Öyle çok büyük bir olaya dönmemişse de toplumda belli bir gündem yaratmış bir video paylaşımı olmuş kadının. Torunlarından ve babaannelik hayatından sık sık bahseden sanatçı geçtiğimiz günlerde, torununa okuduğu bir çocuk kitabından bahsetmiş.

Piyasaya son dönemde çıkan bir çocuk kitabıymış bu. Üç dört yaş çocuklarına hitab eden kitabın konusu, "Transgender "olan "küçük" (?) bir kızla ilgili. Kitabın adı; "Benim adım Jess!"...

Torunuyla bu kitabı birlikte okuduklarını ve okurken büyük keyif aldıklarını ve torununun bu şekilde farklı olanı kabul etmeyi öğrendiğini, bu yüzden bu kitabı herkese tavsiye ettiğini söylüyordu kadın!!

Her insana öncelikle eşit olarak bakmayı bilen bir nesil yetiştirmek mutlaka ana kurallardan biridir. Çocuklarımıza çevrelerine, topluma tek tek tüm bireylere ve " yabancılara" karşı iyi olmayı öğretmek bizim için ana hedeftir.  Bu konuda tartışmaya bile gerek yoktur.   

Ancak, başkalarını oldukları gibi sevmeyi öğretmekle daha üç dört yaşında bir çocuğa trangender insanlar hakkında konuşmaya başlamak ayrıdır.

Üç dört yaşında bir çocuk için  farklı olanlar kimi rahatsızlıkları olan çocuklardır, kendi tanıdıklarından değişik görünenlerdir, belki kimi tikleri olan çocuklardır, sakatlardır!!

Daha üç,  dört ya da beş yaşlarında olan çocuklara transgenderlik konusunu açmak kafalarını, o küçücük beyinlerini, hiç ait olmadıkları bir dünyanın içine karıştırmaya çalışmaktır.

Her ne kadar insan cinsellikle daha hayatın ilk yıllarında tanışmaya başlasa da.. Küçük yaşta bedenimizi tanımak, kendi kendimize dokunmak, başka çocukların cinsel organlarını oyunlarla keşfetmek gibi şeyler gelişimimizin doğal bir parçası olsa da ....bu kadar küçük yaşta bir  çocuğun saf dünyasına  daha çok uzak olan cinsel kimlik arayışı tartışmalarını, cinsiyet değiştirmenin doğal bir eylem olup olmadığı hakkındaki soruları hayatın daha ilk yıllarına kadar indirmenin anlamı nedir??

Dört yaşındaki bir çocuk için farklıyı kabul etmek kavramının içine transgenderliği sokuşturmanın acelesi nerededir?

İnsanların akılları nerede?

Kimilerinin cinsel kimlik arayışlarıyla akıllarını bozdukları dünyamızda, olgun çağlarda bile aklımızı karıştıran kimi kararsız insanların sorunlarına daha hayata bugün adım atmış küçük insanları karıştırmanın acelesi nedir?

Topluma belli bir anlamda önder olan bu tip sanatçıların böyle çıkışlarla, bence özellikle kendilerini birilerine ispatlama savaşı içinde oldukları hissediliyor. Liberalizmin boyutlarını her gün biraz daha aşan zihniyete kendilerini yaklaştırmak için ne yapacaklarını bilemeyenlerin saçmasapan davranışlarının toplumun yapısını bozacak seviyede fikirlerle beyinleri bulandırmalarından başka bir şey değildir artık bu!!!

Dört yaşında bir çocuğa önce kolu olmayan bir çocuğu, gözü görmeyeni, sakat iskemlesinde olanı, çok zayıf olanı, Tourettes Syndrome'lu çocukları, otistleri, Down Syndrome'luları, şişmanları, siyahileri, sarı ırktan ya da tüm farklı yerlerden gelen farklı çocukları sevmeyi öğretsinler. Çocukların dünyasına karışan ilk farklılar bunlardır. Onların ilk sevmeleri gerekenler de!!!  

Çocukların en çok karşı karşıya kaldıkları farklılar bunlardır. Çocukluk çağında farklı olan, boyutları değişik olan  çocuklardır, doğuştan kusurları olanlardır, kimi hastalıkları olanlardır. Önce, bu tip farklıları diğerlerinden ayırt etmemeyi, onlara gülmemeyi öğretmek önemlidir.

Çocuk, transgender nedir bilmez. Çünkü hiç bir insan transgender doğmaz. Çocuk transgender diye bir şey de yoktur!!! Bu yaşta insana bu kavramları anlatarak kafalarını karıştırmanın anlamı da hiç yoktur!!

Modern dünyanın da suyunu çıkarmanın da sınırları yok gibi bir his veriyor bu tip bir kitabı çocuk kitabı olarak yayınlayanlarla tavsiye edenler için.

11 Nisan 2022 Pazartesi

Reuters haber ajansı; "Israeli forces kill Palestinian gunman after bar attack ın Tel Aviv!"... "Tel Aviv'de Bar saldırısının ardından Israel güvenlik güçleri Filistinli silahlı adamı öldürdüler!" diye geçmiş.

Çarpık medya'nın taktiklerine karşı savaşmak

Yıllar evvel bir kaç grupta bize düşmanca yazılar yazanlara, kimi bilinçsiz insanların cahilce yaklaşımlarına kısmen de olsa bir cevap yazmamla başlayan süreçte kimi insanlar bana daha çok söz vermek istediler. Kimileri sitelerinde, kimileri gazetelerinde zaman zaman bana şans tanıdılar. Bazılarıyla daha sonra yollarımız ayrılırken, insanların kimi yerde egoları doğrularının önüne geçmişse de benim için sürdürdüğüm kişisel savaşım burada devam ediyor.

Zamanla beni yoran ve yıpratan. kişiseleşen kimi  düşmanlıklar yüzünden  özel  sayfamda Israel'i anlatmaktan, politik konulardan genelde uzak kalsam da, blogumda ve yine bir iki sitede Israel ve Antisemitizm üzerine zaman zaman yazmaya devam ediyorum. ( Kendi blogumda konuda, gönlümden ne geçerse yazsam da ki aslında adı üstünde olan bir yer burası; "Serbest Köşe!") 

Yine de genelde bir çeşit Israel tanıtımına  dönen, buraları hakkında düşünülen ve bilinen yalnışları düzeltmeye çalıştığım bir sayfa burası. Benim için bugün  en büyük keyfim bu blogta yazı yazmaya devam etmek. Ve Israel'i fırsat oldukça, kendimce anlatmak.

Yazılarımı ingilizce yazabileceğimi söyleyenler oldu.

İngilizce yazmak için daha da mükemmel olmak önemli. Ve yazdıklarımın ingilizce tercümeleri çok daha büyük bir kitleyi hedef alacak ve o zaman yaptığım şey çok daha anlamlı olacaktır mutlaka.

Çok kez aynı şeyleri ya da benzer konuları yeniden ve yeniden ele alsam da, ya da öyle  gibi olsa da yine de burada hala bitmeyen bir hikayenin tekrarı olan olayları,  bizim yaşadıklarımızı söylemekten yorulmuyorum. İnsanlar konuşmaya ve  burada geçenleri  eksik ve yalnış vermeye devam ettikçe ben elimden geldiğince yazacağım.

Israel dışında yaşayan insanların, burada neler olduğunu görmelerinin imkansızlığını kendi kişisel ilişkilerim de bile fark ettiğim için yazmaya başladım.

Çoculuğumdan beri beni kemiren sinirlendiren bir mevzuydu bu. Bize olanları kimse anlatmıyordu.

Diaspora'da yaşayanlar, yaşadıkları ülkelerde, Türkçe ya da İngilizce, Fransızca okuduklarında haberleri, buradaki olayları eksik ya da çarpıtılmış olarak algılamaya devam edeceklerdir. ... BBC, Sky News ya da  CNN'in Israel-Filistin kavgasını nasıl aktardıklarını her gün görüyorum.

Ya da Türkiye'de.  Sözcü ya da Cumhuriyet gibi, oradaki daha liberal çizgide olan basın  yayın organları bile, en az dinci media kadar  birer Filistin sözcüsü tadında yayın yapmaya devam ettikleri sürece insanların Israel düşmanı olmamaları zor.

Geçtiğimiz günlerde yaşanan terör saldırısının nasıl başlıklarla verildiğini gördüğümde çileden çıktım....

Reuters haber ajansı; "Israeli forces kill Paleştinian gunman after bar attack ın Tel Aviv!"... "Tel Aviv'de Bar saldırısının ardından Israel güvenlik güçleri Filistinli silahlı adamı öldürdüler!" diye geçmiş.  (https://www.reuters.com/world/middle-east/paleştinian-who-killed-2-tel-aviv-shot-by-ısraeli-forces-2022-04-08/)

Haber tamamen doğru. Burada verilen bilgide en ufak bir yalnışlık yok. Ancak, insan  aklını yanıltıcı bir telkin var. Sonuçta mecburen Filistinlinin silahlı olduğunu ve bir bar saldırısı olduğunu aktaran başlıkta Filistinlinin aktif saldırganlığından,  masum insanları öldürmesinden bahsetmek yerine, Israel Güvenlik güçlerinin silahlı Filistinliyi öldürmeleri esas olaya döndürülmüş.  Burada  yeniden bir algı oyunu var açıkça. Kesinlikle yalan söylemeden, yine konuya seçilen başlıkla insanlara, Israel'in bir Filistinliyi öldürdükleri anlatılıyor.  Barda oturan sivillere ne yapıldığı ile başlık atmayı tercih etmemişler. Bir teröristin masum insanları makineli tüfekle tarayarak öldürdüğü gerçeğiyle girmemişler mevzuya... Zaten makalenin, haberin gerisini çoğunluk okumayacak bile!!! Başlıkta doğruyu tam olarak söylemeyi tercih etmemişler. Filistinli terörist Tel Aviv'de oturan masum insanları katletti diyememişler!!!!!!!!!! 

Bunun yerine Israel silahlı filistinliyi öldürdü haberi çıkmış. O pislik " silahlı Filistinli "değil,  masum insanları hedef almış bir teröristti.

Ve sadece Reuters'de değil, google'da aradığım bir çok haber sitesinde olay bu ve benzeri başlıklarla verilmiş.

Israel'e karşı yapılan haksızlığa küçük  bir örnektir bu.

Yaşadıklarımızı dünyaya olduğu gibi vermek istemeyen, konuşmak yerine susanlar, olayları çarpıtanlar, Israel'in her daim suçlu ve haksızlık yapan taraf olduğuna inandırmak için çaba harcayan dünya basını bu şekilde davranmaya devam ettikçe  antisemit olmadıkları halde bir çok kişi sürekli olarak  Israel'den nefret etmeye yönlendirileceklerdir.

Israel'den, Yahudi Devleti olduğu için nefret edenlerin az olmadığı dünya'da bir diğerleri de sürekli  antisemitik kıvama getiriliyorlar. Bunun için gösterilen gayret açıktır.

Bu şekilde Israel tek olan savaşına devam edecektir. (Aşağıda, haberi aynı çarpık başlıklarla ileten haber ajanslarına bir  iki örnek)

https://www.reuters.com/world/middle-east/palestinian-who-killed-2-tel-aviv-shot-by-israeli-forces-2022-04-08/

https://www.abc.net.au/news/2022-04-08/israeli-forces-shoot-dead-palestinian-after-tel-aviv-bar-attack/100978996

https://www.voanews.com/a/tel-aviv-shooting-suspect-caught-killed/6520560.html

https://www.france24.com/en/video/20220408-israel-s-prime-minister-naftali-bennet-vowed-that-all-those-involved-in-the-attack-would-pay-a-price



10 Nisan 2022 Pazar

Özgürlük düşmanları


                                                         Dün, Tel Aviv Dizengoff caddesi, terör'den bir gün sonra  ( kendi makinemden) 

Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir şehrinde gezmekten korkmak ya da korkmamak neye bağlıdır?? O yerler hakkında bildiklerinize herhalde!! Bildiklerinize, duyduklarınıza ve öncelikle o yerdeki suç oranına!!

Dünyanın kimi sancılı ülkelerindeki şehirlere,  mafianın,  uyuşturucu ya da kadın ve çocuk cinayetlerinin yüksek olduğu yerlere genelde gitmemeyi tercih etse de insanlar...yine de hala daha suç oranının çok yüksek olduğu kimi ülkeler yeterli miktarda turist kabul etmeye devam edebiliyorlar her sene.

Böyle ülkeleri gezmek isteyenler, bu tip yerlerde,  nerede ne zaman dolaşıp dolaşmamaları gerektiğini çok iyi araştırmaları gerekiyor.

Mesela Kolombiya'ya seyahata gidecekseniz, kalacağınız şehrin hangi caddesinde  ne zaman serbest dolaşmanızın mümkün olmadığından emin olmalısınız!!

Afrika'da bir çok yerde ne gece ne de gündüz tam olarak emniyette olmadığınız açıktır.

Kimi ülkelerse diğerlerinden çok rahat ve serbesttirler.

Ben Israel'de senelerdir gece  gündüz korkmadan sokaklarda gezindim ancak bir çok Avrupalıya sorarsanız Israel'e gelmekten korkarlar. Çok insana Israel Batı Şeria'da, askerlerle çatışan Filistinlileri anımsatır.

Israel'in, bu bölgede, kadınların çok rahat sokağa çıkabildikleri tek Batı standardında ülke olduğunu bilen pek yoktur. Bu ülkede kadınların gece tek başlarına pub'lara gittiklerini, sokaklarda yalnız gezip, erkek arkadaşlarıyla Tel Aviv'in eğlenceli gece hayatının bir parçası olduklarını bilenler azdır.

Bu ülke, bu bölgede  gerçekten nefes alınan tek ülkedir.

Geçtiğimiz Perşembe gecesi, uzun ve yorucu bir haftanın sonunda kimi gençler Dizengoff caddesi üzerinde bulunan bir çok pub ve restaurant'i doldurmuşlardı yeniden. Her zamanki ortamlardan biriydi.

Saat 22:00'yi gösterene dek insanlar konuşarak, gülerek zaman geçiriyorlardı.

Jenin'den elinde makineli tüfekle gelen teröristin ölüm kustuğu anlara dek....

Bu ülkenin kurulduğu yıldan çok daha öncelerine dayanan güvenlik sorunları zaman zaman tekerrür etmeye devam etse de Yahudiler bu yer için seçtikleri, belirledikleri özgür yaşam için savaşmaya devam etmiştir ve edeceklerdir.

Kendi  içlerindeki kaotik ortamları bizim içimize de sokmak isteyen bu insanlar, yaşamı seven bir toplumun kurallarını değiştirmek için çabalasalar da bunu elde edemeyecekler.

Kadınlarını ve kendilerinden farklı düşünen insanları yaşatmamaya and içmiş bir mantalitenin uzantıları, kendi bildiklerini, kendi inandıklarını zorla kabul ettirmek için öldürmeye devam edeceklerdir.

Bizim savaşımız bu topraklarda özgürlüğü ve huzuru istemeyenlere karşıdır.

Biri demokratik bir ülkenin nefes alan insanları,  diğerleri karanlık düşüncenin beyinleri kuşattığı cihadistlerdir. Şeriatı, İslami ve despotizmi dayatmak için silahlananların amaçları bu bölgede, özgür dünyaya açılan tek kaleyi ele geçirmek savaşıdır.

Başka yerlerde yaptıklarını, Tel Aviv'de de yapmak için  yemin etmiş karanlık insanlardır bunlar.

Ve böylece burada, bu insanlara, bu düşüceye karşı hayat mecburen devam edecek. Ne olursa olsun. Bir gün iki gün restoranlara gitmekten kaçınan ne kadar çok insan olsa da yaşam tekrardan devam edecek.

Evinize yemek götürmek zorundaysanız,  riski göze alarak arabanıza binmek, otobüs beklemek, ana caddelerde gezmek zorundasınız!!

Çünkü eğer onlar bu savaşı kazanırsa bizim gideceğimiz başka bir yer yoktur!!!


 



9 Nisan 2022 Cumartesi

Perili Daire!

60'li yıllar, Şişli, İstanbul'un gözde semtlerinden biri..

Şişli'de bir apartman yoksa eğer halim yaman... İstanbul'un 1920'lerden itibaren varlıklı kimselerin apartman ya da apartman dairesi edinmek istedikleri, genç kızlığımdaysa yoğun kömür kokusundan nefes bile alamadığım semti Şişli...
O yıllarda annem babamla evlenip Boğaz'ın güzelim havasını bırakarak burayı seçmişler mekân olarak. Ortaköy’ün ardından bir dönem yaşadıklari, güzeller güzeli Bebek Semtinin tertemiz havasını bırakarak daracık sokaklarda birbirinin üzerine domino taşları misali dizilmiş beton evlerden birini tercih etmelerinin sebebini bugüne kadar anlayamadıysam da galiba onlar da uymuşlar o zamanki akıma ya da modaya...
Önce Şişli Camii tam karşısına düşen daracık Hasat sokağı yokuşunun en aşağısında bulunan Hasat Apartmanı'nda oturmuşuz.
Hasat Sokak
Daha sonra bu sokağı en asağıda kesen, Şişli'nin Osmanbey'den sonra en geniş caddesi olan Sıracevizler caddesindeki Luna apartmanı hayatımın 25 yılını geçirdiğim ev oldu...
Tabii Hasat sokak'taki yılları pek anımsamam mümkün değil ama Luna Apartmanı'ndaki daireyi ilk görmeğe gittiğimiz günü, yaşımın daha iki buçuk civarı olmasına rağmen hiç unutmadım...
Demek benim için gerçekten bir dönüm noktası olduğu için bu olay aklımda bir şekilde kazınıp kalmış.
Her tarafı tozlu boş daireyi genel hatlarıyla, annemin elini tuttuğum halde sofa'yla salon arasındaki camlı pervaz'dan geniş salona doğru evi gezişimizi ve annemin olumlu ifadelerini hatırlıyorum...

Sağ tarafta Luna Apartmanı
Ferah denebilecek bu ev, Şişli'nin klasik güneş görmeyen çoğu evlerine nazaran epey aydınlıktı. Sabah saatlerinde öndeki büyük salonundan bir hayli güneş alan kocaman pencereleri vardı... Giriş'in sağ tarafına düşen mutfağın yanındaki sonu gelmez upuzun bir koridorun ardından iki yatak odası ve birde mini mini bir odacık daha vardı. Küçücük karanlık bir aralığa bakan o sözümona odada genç kızlığımda ben yatacaktım...
Apartman’da o yıllar oturan konu komşu çoğu kendi halinde insanlardı, En yukarıda oturan İtalyan asıllı briç öğretmeni tam bir İstanbul beyefendisiydi. Bizim yukarımıza düşen katta yine Yahudi asıllı bir aile, yan komşumuz Bayan Bella annemin senelerce saygı ve sevgiyle dolu bir komşuluk ilişkisi kuracağı orta yaşta bir bayan... Bodrum katta sesi zaman zaman biraz fazla yükselebilen ama hani mert diye tabir edilen cinsten âlemlerin kadını Nesrin.
Bu insanlar orada yaşayacağım uzun yıllarda apartmandaki belirgin simâlardı.
Bizim dairenin hemen altındaki giriş katındaysa İstanbul'un eski köklü ailelerinden birileri oturmuş vakti zamanında...
Bizim taşınmamızdan bir kaç yıl önce söylentilere göre evdeki eşyaları olduğu gibi bırakıp Yeşilköy'deki yazlıklarına taşınmışlar.
Biz, Luna Apartmanı’na taşındığımızda artık giriş katındaki bu dairede kimsecikler oturmazdı...
Bu daireyi kiralamaya da niyetleri olduğunu gösteren bir işarette yoktu...
Zaman geçti, ben 7-8 yaşlarındaydım, ilkokula gidiyordum, apartmana girip çıkarken, bakkala gider gelirken kapıcımızın kızına rastlardım sık sık... Yaşlarımız sanırım birbirine yakındı. Bir gün yine rastladım kıza merdivenlerde...
Kapıcı çocukları, biz şehirlilerden bir başka açık göz olurlardı çok kez. Sanki daha bir hayatın içinde büyürler, ebeveynleriyle içiçe geçen yaşamları onlara bazen gereğinden fazla tecrübeler yaşatırlar böylece kendi çocuk beyinlerinde büyüklerden görüp duyduklarıyla birleşen karmaşık bir yapı çıkarıverirlerdi ortaya...
Daha sonra bir şekilde bizim eve çıktığımızı anımsıyorum. Bana bir şeyler anlatmaya başladı, girişteki boş daireyi anlattı, içeride geceleri dolaşan varlıklardan bahsetti. Kız bunları çok büyük bir keyifle anlatıyordu bana, hiç korkuyormuş gibi bir hali yoktu...
Evde yaşayan kimseler olmadığı halde gece yarısından sonra eşyaların çekilmeye başladığını, aşağıdaki kapıcı dairesinden yukarıda birilerinin yürüdüğünü duyduklarını anlattı ballandıra ballandıra sonra bana bir bardak getirmemi söyledi... ’’Bak şimdi bu bardağı duvara ya da yere koyup kulağını dayayacaksın, o zaman bütün sesleri duyman mümkün (Eh, tabii, apartmandaki bilimum tüm sesleri duyabilirsin de dememişti...)
O günden sonra her apartmanın kapısını açıp asansörün yanındaki merdivenlere ulaştığımda o tuhaf dairenin kapısına göz ucuyla bakıp koşar adımlarla yukarı çıkıyordum...
Kapıcımızın kızından duyduklarımdan sonra annemle bu konuyla ilgili bir konuşmamı ise pek anımsamıyorum...
Sadece kendimce inanmamaya çalıştığım bu hikâyeyi kulakarkası yapmaya gayret gösterirken oradan buradan duymaya devam ettiğim söylentiler yüzünden günlük hayatımı, yaşadığım yuvamı korkusuz bir mekân olarak görme gayretlerimi çok net anımsıyorum...
Bir yaz gecesi annemin benim uyuduğumdan gayet emin olarak bu konuyu konuştuğunu (işte, bir kez daha, çocuğunuzun uyuduğundan kesinlikle emin olmamanız gerektiğinin bir ispatı) söylediklerine kulak misafiri olduğumu anımsıyorum yatağımda...
Annem o gece bütün benim inandıklarımı çökertmişti. Karşısındaki kişiye ‘’Ben anlamıyorum, inanmıyorum diyeceğim ama insanlar var diyor, peki gerçekten bunca yıl bu ev neden kiralanamıyor, bu işte bir iş var… Neyse önemli olan kız duymasın…’’
Söylentilere göre bu evin ilk inşaa edildiği yıllarda evi satın alan aile burada yaşadıkları süre boyunca o derece rahatsız (!) edilmişler ki, sonunda evi bırakıp yazlıklarına taşınmışlar...
Gecelerden bir gece evimizin uzun koridorunun en dibindeki oturma odasında, ağbimle karşılıklı yattığımız yataklarımızdayız; ben, yeni yeni dalmışım uykuya...
O yıllarda gece demek gerçekten gece demekti... İstanbul'un sokakları öyle boydan boya fenerlerle aydınlatılmazdı. Böylece sokaktan gelecek bir ışık neredeyse yok demekti. Evde de ampuller söndü mü zifiri karanlık basardı her yeri... Ayışığı bir hatır yaparsa o başka...
Birden yatağım sarsılmaya başlamaz mı. Deprem mi nedir dedim önce anlayamadım neler oluyor! Gözlerimi açtım yatağımın dibinde, ayakucumda bir erkeğin gölgesi öyle dikilmiş duruyordu. Başında da bir şapka, o an ‘’babam herhalde’’ dedim. Peki babam neden sessiz orada duruyor ki? Ya neden başına şapka takmış?’’ Sesimi çıkarmak istiyorum ama korkuyorum…
Sonunda ‘’Baba sen misin diyorum?’’. Ses çıkarmıyor sadece kımıldanıyor korkuyla örtüyü tepeme kadar çekiyorum bir süre bekledikten sonra acaba kayboldu mu diye meraklanıyor, örtüyü indirdiğim gibi karalının bu sefer başucuma geçmiş olduğunu görüyorum. "Demek sonunda ben de tanıştım komşu ruhla’’ diyorum...
Tekrar yorganın altına saklanıyorum. Hiç böyle korkmamıştım. Simdi tam tepemde. ‘’Allahım kurtar beni!’’ ağlıyorum... öyle belki de yatağımda olduğum yerde belki de korkudan kendimden geçtim. Bilmiyorum ne kadar süre öyle kaldım tekrar başımı çıkardığımda ilk kez ağbimin karşımdaki yatağında yorganının içinde hızla döndüğünü farkediyorum...
Sabah annem bana inanmadı. Rüya gördün diye tutturdu. Ben gördüklerimin rüya olmadığını biliyordum. Tek bilemediğim şey o karaltının kim olduğuydu? Acabaaa??
Bu tuhaf olayın ardından geceleri artık karanlıktan daha çok korktum, gecelerin sessizliğinde yastığımda kırpıştırdığım uzun kirpiklerimden çıkan hışırtılar bile bazen yol halısında birisinin ayaklarını sürerek yaklaştığnın hayallerini canlandırmama neden oldu...
Kendi kendime ikna etmeğe çalıştım yıllarca ‘’Öyle bir şey yok’’ diye...
Luna Apartmanı 'nın esrarengiz hikâyesini Şişli'de çevre halkı tarafından bilmeyen kalmamıştı anlaşılan, söylenti almış yürümüştü...
Çocukluk yıllarımda bir kaç kez başıma gelmişti oturduğum yeri söylediğimde ‘’Aaaa orada ruh varmış’’ diyenlere rastlamak... Aynı sokakta evimizin hemen karşısında oturan en samimi arkadaşım dahi bu korkulu hikâyeye karşılık bana ‘’Evet, ben de gördüm, o evin penceresinde geceyarısından sonra bir gölge sokağı izliyor’’ demişti bir kez. Ona inanmadığımı beni korkutmak için bunları anlattığını söyleyince benim yerime o bana darılmıştı...
Böylece, ilkokul çağlarımda hayatım korku filmine dönüşüverdi. Evde yalnız kaldığım günlerde üstüne bir de elektrikler sönünce artık annem dönene dek salon penceresine Garfield kedi gibi yapışarak beklediğim çok olmustu.
Yıllar yılı boş kalan bu evi kimse kiralamak istemedi. Dayalı döşeli bir şekilde terkedilen daireye her ay mal sahibi kontrole gelir evi temizleyen kapıcının karısına ücretini verir tetkik eder gidermiş diye söylenirdi.
Boş dairedeki eşyaların üzerinde biriken tozdaki parmak izlerini , geceleri dolaşan ruhları, asansörün orada bir belirip bir kaybolan adam silüetini senelerce kapıcının karısı gündeliğe gittiği her yerde anlatmaya devam etti...
Taa bir gün gelip te perili evdeki tüm eski eşyalar boşaltılıp tamirat başlayana kadar...
15 yıl boş duran evi sonunda birileri kiraladı. Yıllar sonra burası büro oldu...
Boş daire'ye hayat geldi...
Hatta geceleri orada yatanlar bile vardı artık. O esrarengiz dairenin üzerindeki perde aralandı. Pencerede görünenler gerçek insanlardı, ışıkları yanan, telefonları çalan, gireni çıkanı belli bir ortama dönüştü Luna Apartmanı'nın perili dairesi...
Uzun seneler sonra ağbim de bu konuda daha fazla susamadı ve bana günâh çıkardı.
İnsanoğlu insan olduğu günden beri sonsuz bir yaşam arzusuyla yaslanıp bir sonu olan bedenine sonsuzluk armağan etti. insanın yok olan bedeninden özgür ve bir bedenden diğerine geçen bir nefesi, ruhu tahayyül etti. Ona inandı ona hatta tüm dinler inandı. Diğer yandan bu inanç yeryüzünde korkunun, maceranın kaynağı da oldu kitaplara, filmlere...
İngiltere'de, İskoçya'da perili olduğu anlatılan şatoların hikâyeleri gerilim romanlarının, filmlerinin en gözde senaryo kaynağını oluşturdu...
Bense, bugün bile zamân zamân ışıkları kapatıp yatağıma giderken gecenin karanlığında birden bire ürperiveririm istemeden...
7 Aralık 2011

  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...