9 Nisan 2022 Cumartesi

Perili Daire!

60'li yıllar, Şişli, İstanbul'un gözde semtlerinden biri..

Şişli'de bir apartman yoksa eğer halim yaman... İstanbul'un 1920'lerden itibaren varlıklı kimselerin apartman ya da apartman dairesi edinmek istedikleri, genç kızlığımdaysa yoğun kömür kokusundan nefes bile alamadığım semti Şişli...
O yıllarda annem babamla evlenip Boğaz'ın güzelim havasını bırakarak burayı seçmişler mekân olarak. Ortaköy’ün ardından bir dönem yaşadıklari, güzeller güzeli Bebek Semtinin tertemiz havasını bırakarak daracık sokaklarda birbirinin üzerine domino taşları misali dizilmiş beton evlerden birini tercih etmelerinin sebebini bugüne kadar anlayamadıysam da galiba onlar da uymuşlar o zamanki akıma ya da modaya...
Önce Şişli Camii tam karşısına düşen daracık Hasat sokağı yokuşunun en aşağısında bulunan Hasat Apartmanı'nda oturmuşuz.
Hasat Sokak
Daha sonra bu sokağı en asağıda kesen, Şişli'nin Osmanbey'den sonra en geniş caddesi olan Sıracevizler caddesindeki Luna apartmanı hayatımın 25 yılını geçirdiğim ev oldu...
Tabii Hasat sokak'taki yılları pek anımsamam mümkün değil ama Luna Apartmanı'ndaki daireyi ilk görmeğe gittiğimiz günü, yaşımın daha iki buçuk civarı olmasına rağmen hiç unutmadım...
Demek benim için gerçekten bir dönüm noktası olduğu için bu olay aklımda bir şekilde kazınıp kalmış.
Her tarafı tozlu boş daireyi genel hatlarıyla, annemin elini tuttuğum halde sofa'yla salon arasındaki camlı pervaz'dan geniş salona doğru evi gezişimizi ve annemin olumlu ifadelerini hatırlıyorum...

Sağ tarafta Luna Apartmanı
Ferah denebilecek bu ev, Şişli'nin klasik güneş görmeyen çoğu evlerine nazaran epey aydınlıktı. Sabah saatlerinde öndeki büyük salonundan bir hayli güneş alan kocaman pencereleri vardı... Giriş'in sağ tarafına düşen mutfağın yanındaki sonu gelmez upuzun bir koridorun ardından iki yatak odası ve birde mini mini bir odacık daha vardı. Küçücük karanlık bir aralığa bakan o sözümona odada genç kızlığımda ben yatacaktım...
Apartman’da o yıllar oturan konu komşu çoğu kendi halinde insanlardı, En yukarıda oturan İtalyan asıllı briç öğretmeni tam bir İstanbul beyefendisiydi. Bizim yukarımıza düşen katta yine Yahudi asıllı bir aile, yan komşumuz Bayan Bella annemin senelerce saygı ve sevgiyle dolu bir komşuluk ilişkisi kuracağı orta yaşta bir bayan... Bodrum katta sesi zaman zaman biraz fazla yükselebilen ama hani mert diye tabir edilen cinsten âlemlerin kadını Nesrin.
Bu insanlar orada yaşayacağım uzun yıllarda apartmandaki belirgin simâlardı.
Bizim dairenin hemen altındaki giriş katındaysa İstanbul'un eski köklü ailelerinden birileri oturmuş vakti zamanında...
Bizim taşınmamızdan bir kaç yıl önce söylentilere göre evdeki eşyaları olduğu gibi bırakıp Yeşilköy'deki yazlıklarına taşınmışlar.
Biz, Luna Apartmanı’na taşındığımızda artık giriş katındaki bu dairede kimsecikler oturmazdı...
Bu daireyi kiralamaya da niyetleri olduğunu gösteren bir işarette yoktu...
Zaman geçti, ben 7-8 yaşlarındaydım, ilkokula gidiyordum, apartmana girip çıkarken, bakkala gider gelirken kapıcımızın kızına rastlardım sık sık... Yaşlarımız sanırım birbirine yakındı. Bir gün yine rastladım kıza merdivenlerde...
Kapıcı çocukları, biz şehirlilerden bir başka açık göz olurlardı çok kez. Sanki daha bir hayatın içinde büyürler, ebeveynleriyle içiçe geçen yaşamları onlara bazen gereğinden fazla tecrübeler yaşatırlar böylece kendi çocuk beyinlerinde büyüklerden görüp duyduklarıyla birleşen karmaşık bir yapı çıkarıverirlerdi ortaya...
Daha sonra bir şekilde bizim eve çıktığımızı anımsıyorum. Bana bir şeyler anlatmaya başladı, girişteki boş daireyi anlattı, içeride geceleri dolaşan varlıklardan bahsetti. Kız bunları çok büyük bir keyifle anlatıyordu bana, hiç korkuyormuş gibi bir hali yoktu...
Evde yaşayan kimseler olmadığı halde gece yarısından sonra eşyaların çekilmeye başladığını, aşağıdaki kapıcı dairesinden yukarıda birilerinin yürüdüğünü duyduklarını anlattı ballandıra ballandıra sonra bana bir bardak getirmemi söyledi... ’’Bak şimdi bu bardağı duvara ya da yere koyup kulağını dayayacaksın, o zaman bütün sesleri duyman mümkün (Eh, tabii, apartmandaki bilimum tüm sesleri duyabilirsin de dememişti...)
O günden sonra her apartmanın kapısını açıp asansörün yanındaki merdivenlere ulaştığımda o tuhaf dairenin kapısına göz ucuyla bakıp koşar adımlarla yukarı çıkıyordum...
Kapıcımızın kızından duyduklarımdan sonra annemle bu konuyla ilgili bir konuşmamı ise pek anımsamıyorum...
Sadece kendimce inanmamaya çalıştığım bu hikâyeyi kulakarkası yapmaya gayret gösterirken oradan buradan duymaya devam ettiğim söylentiler yüzünden günlük hayatımı, yaşadığım yuvamı korkusuz bir mekân olarak görme gayretlerimi çok net anımsıyorum...
Bir yaz gecesi annemin benim uyuduğumdan gayet emin olarak bu konuyu konuştuğunu (işte, bir kez daha, çocuğunuzun uyuduğundan kesinlikle emin olmamanız gerektiğinin bir ispatı) söylediklerine kulak misafiri olduğumu anımsıyorum yatağımda...
Annem o gece bütün benim inandıklarımı çökertmişti. Karşısındaki kişiye ‘’Ben anlamıyorum, inanmıyorum diyeceğim ama insanlar var diyor, peki gerçekten bunca yıl bu ev neden kiralanamıyor, bu işte bir iş var… Neyse önemli olan kız duymasın…’’
Söylentilere göre bu evin ilk inşaa edildiği yıllarda evi satın alan aile burada yaşadıkları süre boyunca o derece rahatsız (!) edilmişler ki, sonunda evi bırakıp yazlıklarına taşınmışlar...
Gecelerden bir gece evimizin uzun koridorunun en dibindeki oturma odasında, ağbimle karşılıklı yattığımız yataklarımızdayız; ben, yeni yeni dalmışım uykuya...
O yıllarda gece demek gerçekten gece demekti... İstanbul'un sokakları öyle boydan boya fenerlerle aydınlatılmazdı. Böylece sokaktan gelecek bir ışık neredeyse yok demekti. Evde de ampuller söndü mü zifiri karanlık basardı her yeri... Ayışığı bir hatır yaparsa o başka...
Birden yatağım sarsılmaya başlamaz mı. Deprem mi nedir dedim önce anlayamadım neler oluyor! Gözlerimi açtım yatağımın dibinde, ayakucumda bir erkeğin gölgesi öyle dikilmiş duruyordu. Başında da bir şapka, o an ‘’babam herhalde’’ dedim. Peki babam neden sessiz orada duruyor ki? Ya neden başına şapka takmış?’’ Sesimi çıkarmak istiyorum ama korkuyorum…
Sonunda ‘’Baba sen misin diyorum?’’. Ses çıkarmıyor sadece kımıldanıyor korkuyla örtüyü tepeme kadar çekiyorum bir süre bekledikten sonra acaba kayboldu mu diye meraklanıyor, örtüyü indirdiğim gibi karalının bu sefer başucuma geçmiş olduğunu görüyorum. "Demek sonunda ben de tanıştım komşu ruhla’’ diyorum...
Tekrar yorganın altına saklanıyorum. Hiç böyle korkmamıştım. Simdi tam tepemde. ‘’Allahım kurtar beni!’’ ağlıyorum... öyle belki de yatağımda olduğum yerde belki de korkudan kendimden geçtim. Bilmiyorum ne kadar süre öyle kaldım tekrar başımı çıkardığımda ilk kez ağbimin karşımdaki yatağında yorganının içinde hızla döndüğünü farkediyorum...
Sabah annem bana inanmadı. Rüya gördün diye tutturdu. Ben gördüklerimin rüya olmadığını biliyordum. Tek bilemediğim şey o karaltının kim olduğuydu? Acabaaa??
Bu tuhaf olayın ardından geceleri artık karanlıktan daha çok korktum, gecelerin sessizliğinde yastığımda kırpıştırdığım uzun kirpiklerimden çıkan hışırtılar bile bazen yol halısında birisinin ayaklarını sürerek yaklaştığnın hayallerini canlandırmama neden oldu...
Kendi kendime ikna etmeğe çalıştım yıllarca ‘’Öyle bir şey yok’’ diye...
Luna Apartmanı 'nın esrarengiz hikâyesini Şişli'de çevre halkı tarafından bilmeyen kalmamıştı anlaşılan, söylenti almış yürümüştü...
Çocukluk yıllarımda bir kaç kez başıma gelmişti oturduğum yeri söylediğimde ‘’Aaaa orada ruh varmış’’ diyenlere rastlamak... Aynı sokakta evimizin hemen karşısında oturan en samimi arkadaşım dahi bu korkulu hikâyeye karşılık bana ‘’Evet, ben de gördüm, o evin penceresinde geceyarısından sonra bir gölge sokağı izliyor’’ demişti bir kez. Ona inanmadığımı beni korkutmak için bunları anlattığını söyleyince benim yerime o bana darılmıştı...
Böylece, ilkokul çağlarımda hayatım korku filmine dönüşüverdi. Evde yalnız kaldığım günlerde üstüne bir de elektrikler sönünce artık annem dönene dek salon penceresine Garfield kedi gibi yapışarak beklediğim çok olmustu.
Yıllar yılı boş kalan bu evi kimse kiralamak istemedi. Dayalı döşeli bir şekilde terkedilen daireye her ay mal sahibi kontrole gelir evi temizleyen kapıcının karısına ücretini verir tetkik eder gidermiş diye söylenirdi.
Boş dairedeki eşyaların üzerinde biriken tozdaki parmak izlerini , geceleri dolaşan ruhları, asansörün orada bir belirip bir kaybolan adam silüetini senelerce kapıcının karısı gündeliğe gittiği her yerde anlatmaya devam etti...
Taa bir gün gelip te perili evdeki tüm eski eşyalar boşaltılıp tamirat başlayana kadar...
15 yıl boş duran evi sonunda birileri kiraladı. Yıllar sonra burası büro oldu...
Boş daire'ye hayat geldi...
Hatta geceleri orada yatanlar bile vardı artık. O esrarengiz dairenin üzerindeki perde aralandı. Pencerede görünenler gerçek insanlardı, ışıkları yanan, telefonları çalan, gireni çıkanı belli bir ortama dönüştü Luna Apartmanı'nın perili dairesi...
Uzun seneler sonra ağbim de bu konuda daha fazla susamadı ve bana günâh çıkardı.
İnsanoğlu insan olduğu günden beri sonsuz bir yaşam arzusuyla yaslanıp bir sonu olan bedenine sonsuzluk armağan etti. insanın yok olan bedeninden özgür ve bir bedenden diğerine geçen bir nefesi, ruhu tahayyül etti. Ona inandı ona hatta tüm dinler inandı. Diğer yandan bu inanç yeryüzünde korkunun, maceranın kaynağı da oldu kitaplara, filmlere...
İngiltere'de, İskoçya'da perili olduğu anlatılan şatoların hikâyeleri gerilim romanlarının, filmlerinin en gözde senaryo kaynağını oluşturdu...
Bense, bugün bile zamân zamân ışıkları kapatıp yatağıma giderken gecenin karanlığında birden bire ürperiveririm istemeden...
7 Aralık 2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder