25 Mayıs 2022 Çarşamba

CNN' in iddiaları

CNN Israel' in Filistinli gazeteciyi öldüren taraf olduğuna dair kesin bir iddia attı ortaya.

Kendimi bildim bileli Israel karşıtı yayınlarıyla tanıdığım, objektif olmaktan bir hayli uzak olan dünyanın en ünlü en prestijli yayın kurumlarından biri olan CNN' in,  ciddiyetten kesinlikle uzak bir araştırmanın arkasından Israel' e suç atmak için fırsat kolladığını göstermesi bizleri çok fazla şaşırtmadı.

Bir cinayet olduğunda cinayeti işleyenin kim olduğunu kesin ispatlamak genelde epey bir zaman alır. Ya da işlenmiş bir suçun arkasından, zanlıyı ortaya koymak adına, suçu işleyen kişiyi ortaya  çıkarmak için sonuçta çok ciddi bir süreç gerekir. Kimse bir andan diğerine, kolay kolay, kesin bir kararlılıkla suçluyu beyan etmeye kalkmaz. Bu konu yasaların işlediği tüm normal ülkelerde böyledir.

Bir olay olduğunda, bir suç işlenildiğinde suç mahalline gelen polis öncelikle olay yerini tüm insan trafiğinden temizleyerek, ( herhangi bir şeye el sürülmemesi önemlidir) bulunan tüm delliler toplanarak, çok titiz bir şekilde saklanmak kaydıyla adli soruşturma başlatılır. Eğer mevcutsa, video çekimleri ayrıca incelenir ve olayın meydana geldiği mekanda bizzat araştırma yapan görevliler her tür ayrıntıyı birebir göz önüne almak zorundadırlar. Kimse iç güdülerine, tuttuğu tarafa ve üstün körü bir yoklamaya göre suçluyu tayin etmeye kalkmaz.

CNN' se. sadece bir kısım video çekimleri üzerinde, sözde işin ehli bir araştırmacının görüntüler ve seslere göre yaptığı gözlemlemelerin ışığında Filistinli gazeteciyi öldürenin Israel olduğunu beyan etmiş. O anlarda o daracık sokaktaki atış seslerinin niteliklerine göre, hangi silahla, hangi kurşunla cinayetin işlenmiş olduğunda karara varmış.

Bravo, söz konusu Filistin sorunu olduğunda dünya standartlarında genel olarak değişim söz konusu oluyor. Bakış açısı, olaya ve yere ve taraflara göre değişiyor.

Zaten Filistin meselesi söz konusu olduğunda studio' ya davet edilenlerin kimlikleri de genelde ilginçtir. Gazetecinin öldürülmesiyle ilgili çağrılan tanığı gördümde de, o kadının ağzından olayların nasıl anlatılacağı belliydi. Sadece bir Filistinli kadın görgü tanığı olarak çağrılmış.

CNN ya da BBC hiç birinin diğerinden farkları yok.

Batılı yayın kuruluşlarının studio' larına davet edilen taraf nedense ya " madur olarak nitelenen" Filistinlilerdir ya da onlara hizmet edenler. Sonuçta bu yerlerde seyreden hadiseleri analiz etmek şansı verilenler olaya aynı perspektiften bakan insanlar ya da belli taraflardır.

Seyirciye nakledilen görüşler her daim tek taraflı açıklamalar belli bir" hizmet amaçlıdır" !! Sorulara verilen cevaplar belli bir kitleyi tatmin etmeyi gütmektedir.

Arada Filistinliler balistik inceleme için kurşunu vermeye karşı çıkmaya devam ediyorlar. Neden olmasın!! kimse onların yalanlarını ortaya koymak için gönüllü olmadıkça meydanı boş buluyor ve istedikleri gibi at koşturmaya devam ediyorlar!!!

Dün Shomron' da yeniden Yahudilerin arabaları taşlandı, çocuklar ve olgun insanlar yaralandılar. Bir bebeğin kafası kocaman taşlardan yarıldı....Burada olanları bilenlerse yine sadece bizleriz....

Geçen yılki durumun benzeri tekrarlanıyor...

Bayrak yürüyüşüyse daha fazla olayları tetikleyebilir deniyor. 

Dünya bir kez daha Israel'i ortamı kışkırtmakla suçlayacak.


 

24 Mayıs 2022 Salı

 

Üniversitelerde devam eden bayrak kavgası

2021 Israel-Filistin çatışmasından bir yıl geçti. Bir yıl boyunca bölgedeki huzursuzluk hep devam etti. Bu ülkeye geldiğimden beri yakından tanıdığım, kimi yerde onunla yaşamaya alıştığım bir yaşamdan yeni bir kesit bu sadece...
Gün gelip yeniden tekrarlanacağını bildiğimiz bir savaşın ensemizdeki soluğunu hissederken kutsal toprakların binlerce yıllık hikayesinin devamını yaşadığımız bu modern çağın çocukları olan bizler, Tora'dan bugünlere yazılan tarihin  kimi satırlarına şahitlik etmek şerefine eriyoruz. Ve son günlerde halkımın ve ülkemin yaşadıklarını gördüğümde sorular bir kez daha çoğalıyor. Bir kez daha diğerleriyle aramızdaki yabancılık hissi büyüyor gözlerimde.
Tüm insanlığın düşmanıymışız gibi hissediyorum bizleri.  Tarihte vuku bulan tüm olaylardan sorumlu tutulduğumuz  zamanlar gibi ...Bugün atılan tarih değişse de olayların şekli aynı olmasa da, hissedilen düşmanlık geçmişle çok yakın.

.................................

6 Mayıs 2021'de Yeruşalayim'de başlayan karmaşa, bayrak yürüyüşü ve Hamas'ın ilk attığı roketin peşisıra gelen saatler içinde kızışan çatışmaların tekrarlanması ne kadar mümkün göreceğiz birazdan.

2022'nin beşinci ayının sonlarına gelirken  yeniden "Yeruşalayim Günü" kapımızda.  28 Mayıs, "Yom Yeruşalayim!". Hamas, 1968'den beri her yıl organize edilen bu etkinliğe son senelerde karşı çıkıyor.  Israelliler olayları provoke ediyor denirken tehtidler birbiri arkası sıralanıyor. Eski şehirden bayraklarla geçerseniz vururuz, roket atarız, intihar eylemleri başlatırız... diye bağıranlar var.
Farklı ideolojileri bünyesinde toplayan hükümetimizse, nisan ayı başında, Bennett'in "Yamina Partisi'nden"İdit Silman'ın istifasının ardından meclisteki çoğunluğu kaybetmişti. Geçen günlerde, koalisyon ortaklarından,  ultra-sol Meretz'ten meclise giren Rinawie Zoabie'nin, sağa kayış göstermek eğiliminde olan yönetime karşı Arap azınlığın haklarını savunmaya devam etmek adına istifasını sunmasının ardından beşinci bir seçime gidilmemesi için olasılıklar tartışılırken başbakan Bennett'in hangi yolu seçeceğini, hükümetin, sonu gelmeyen sorunların ve istifaların üstesinden nasıl geleceğini göreceğiz. Sanırım beşinci seçimin yolu çoktan göründü bile.
Politik belirsizlikler devam ettikçe içeride yaşanan sorunllardan kaynaklanan boşluklar bizi çökertmek isteyen düşmanların işlerine geliyor.

..............................

Yıl 1995'ti, Yeruşalayim'e, Kotel'e gittigimde, içimde burada çok büyük bir heyecan hissetmiştim. Anlatılması güç,  beni bu yerde bambaşka duygulara sokan bir atmosfer vardı. Bir masalın içine girmek gibiydi bu. Esrarengiz bir şeydi..bir tılsım, bir büyü gibi. Gözlerimin dolmasına engel olamadığım bir titreşim gibi...
Sebebi neydi tam olarak bilinmez. Çevremde hiç kimse o an ağlamıyordu. İnsanlar sadece huşu içinde dua ediyorlardı. Benim içimdeki hislerse, sanırım bizi bu topraklara bağlayan tarihin gerçekliğine inandıran o duvar ve daha aşağıda duran, eski mabete ait olan kalıntılardı...Tarihin ve kitabın yazdığı herşeyi tasdikleyen bir görüntüydü bu.
Geçen sene Yeruşalayim'de, Har Habayit'te, yani Yahudiler için en kutsal olan noktada, eski Mabet'in kalıntılarının hemen üzerinde. Araplar tarafından I S. 600'lerde  inşaa edilmiş olan Al Aqsa'nın avlusunda başlayan huzursuzluğun önümüzdeki günlerde yeniden tekrarlanması mümkün.
Eski şehrin beşte birini kaplayan, Al Aqsa ve onu çevreleyen avlunun sadece Müslümanları kabul ettiğini biliyoruz. Müslüman olmayan birinin buralara girmeye hakkı olmadığını savunan bir vakıf tarafından yönetilen bu yerde, Beit Hamigdaş'ın kalıntıları üzerinde dolaşan bu insanlar, 1967'den bugünlere dek bu alanı yönetmek hakkına sahipler.
1967 savaşında bizleri bir lokmada yutmaya hazırlanan düşmanlara rağmen, canlarını vererek bu yerleri  alan Yahudiler, avlunun içinde bir köşede sessizden dua etmek için bile Yahudileri buraya almamak için huzursuzluklar başlatmak şansını tanıyorlar onlara.
Bizde tarih tekerrür etmiyor, çünkü aramızdaki kavga bir an için son bulmuyor...Tarihin kendisinin içindeyiz hep, aynı huzursuzluklar ve olaylarla....
Yeruşalayim'de başlayan, Lod ve Ramle'de devam eden bir huzursuzluk var...
Bayraklarla yapılacak yürüyüşü tehtid edenler,  bizden herşeyi istemeye devam edecekler. Onların istediklerini yapmadığımızda huzursuzluklar ve taşkınlıklar başlatacaklar. Sonuçlarıysa bir defa daha bizim deftere kötü not olarak geçecekler.
Bayrağımıza karşı çıkanlar üniversitelerde Filistin bayraklarıyla gösteri yapıyorlar. Israel Devleti Üniversitelerinde eğitim gören Araplar Israel'in yıkılması içi slogan atıyorlar, Konuşma özgürlüğü adına son olarak Beer Sheva'daki Ben Gurion Üniversitesi Kampüsünde gösteri yapan Araplara izin verenler bir gün evvel Israel bayrağını üniversite kampüsüne almak istememişler.  Filistin bayrakları Arap milletinin hak ve özgürlüğünü temsil ederken Israel bayrağı bir provokasyon aleti olarak kabul ediliyor.

https://twitter.com/kann_news/status/1528664825458475010?ref_src=twsrc%5Etfw%7Ctwcamp%5Etweetembed%7Ctwterm%5E1528664825458475010%7Ctwgr%5E%7Ctwcon%5Es1_c10&ref_url=https%3A%2F%2Fwww.israelnationalnews.com%2Fnews%2F328026 

22 Mayıs 2022 Pazar

Yaralarımızı tedavi etmek

Koululam....
Hep birlikte müzik yapmak! ( İbranicede, kulam hep beraber demek)..
Koululam; birbirinden farklı düşünce, farklı görüşlerden, farklı aile yapılarıyla, ayrı dünyalardan gelen insanların müzikle randevusu.. Ve ortak bir aktivitenin çıkardığı o koca pozitif enerjiyle gelen mutluluk.
Sanırım bu dünyada beraberliği ve kardeşliği hissettirmenin, yaşatmanın en olası yollarından birisi müzik olmalı. 
Koululam adındaki organizasyonun amacı da bu...( daha önce yazmıştım)
Ülkemizde bu tip organizasyonların daha da artması gerektiğine inanıyorum. Sadece insanları kaynaştırmak adına değil, toplumsal ve bireysel tedavi amaçlı seanslar gibi de alınmalı bu yöntem. Kocaman kitlelere ulaşarak, korku, endişe, depresyon ve sosyal sorunlara ilaç niyetine. 
İnsanlara streslerini atmaları için verilen çok büyük bir şanstır bu. Ve kanımca güzel bir melodiyi, bir tempoyu her birlikte hissetmenin yatıştırcı etkisi çok daha büyük olmalı. Ayrıca güven ortamı kurmanın da bir yoludur bu. 
Yüzlerden bir anda kaybolan gerginlikle gülümseyenler,  ışıldayan gözlerdeki umut dolu bakışlarla aynı sözlerde birleşen, aynı satırları yüreklerinde hissedenler...
Birlikte şarkı söylemek, bir anı, bir şiiri paylaşmak harika bir his.
Toplumun yaralarını kapatmak, anlaşmazlıkları azaltmak ve dostluk köprüsü kurmak için de dilerim içimizdeki tüm farklı grupları içine alan bu tip etkinlikler çoğalsın..... Müzik en etkili tedavi yöntemlerinden biri değil midir zaten??  "Müzik" ve "dans"....
Etnik şarkılar ve kültürel karşımın getirdiği farklı seslerle insanları birbirine daha çok açacak, yaklaştıracak yollarla beraber. Hem birbirimizi tanımak, hem kaynaşmak hem gerilim dolu bir bölgeye kısmen de olsa bir ilaç olmak adına...



 

Dut ağacı


Bir bahar akşamında hayatımın 24 senesini geçirdiğim cadde üzerinde, genç kızlığımdan beri bir çok kez olduğu gibi yeniden gözlerim yerde, aklımda farklı düşünceler ve hep var olan hayallerin içinde yürüyorum..ne öyle çok hızlı adımlarla ne de çok yavaş.. Düşüncelerim beni benden alıp bir yerlere götürmeye devam ederlerken, biraz evvel oğlumu bıraktığım spor salonundan eve doğru yol alırken bugünle dün, yarınla hayallerim arasında gidip geliyorum. Kimi gülümserken, kimi an gözlerime bir buğu çöküyor. Çevremde olanları pek görmeden yol alıyorum bu kez. Bazen birden kapanırım içime. Kimi günler biraz daha yorgun düşersiniz ya işte.... Etrafımda olanları zoraki fark ediyorum .... ben  her adımımda hayatın ayrı dönemlerine gidiyorum.

Çevremdeki arkadaşlarımı, okul hayatımda kalan dostlarımı görüyorum. Mücadelelerim hepsinden ne kadar farklı olmuş. Ve hala farklı. Kimileri dünyayı keşfetmeye çıkmış, bir kaç üniversite okuyanlar var aralarında. Bir arkadaşım bugün veterinerlik eğitimi görüyor.  Başka bir  tanesi iki roman yazdı.

Benim savaşımsa ayakta durmaktı. Bazen durup sadece nefes almak. Yanımda, oğlumun gözlerinde o hiç değişmeyen masum varlığı sevmekti hayat. Ona sevildiğini hissettirmek, tüm mücadelelere rağmen.

Bana belki belli bir kuvvet veren tarafımsa hep o ufak şeylerden sevinmeyi de başarabilmemdi belki. Zaten hırslı bir insan olmadım. Ulaşılması zor hayaller kurmadım. İçimde yaşayan o çocuksa hep vardı.

Gal'i bugünlere kadar  saran bir arkadaş gibi.. benim o ikinci tarafım. Ona bütün gün verdiğim emirlerin, direktiflerin dışında.. Hayatın olması gerektiği gibi gidebilmesi için gerekli olduklarına inandığım o çerçevenin korunması için gösterdiğim çabanın dışında, Gal'le arkadaşlık yapmaya hazır olan bir çocuk var içimde. Bizi birbirimize, bütün kızgınlıklarımıza ve kavgalarımıza rağmen bağlamaya devam eden tarafım...

Arada, Rishon Le Tsion'un ana caddelerinden birinde yürüyorum. Bu yerlere 1995'te ilk kez geldiğimi anımsıyorum. Otobüsle geçerken, anne ben Rishon'da oturmak isterim demiştim. Yazlık bir tatil şehri gibi görünmüştü gözüme. Her yerde parklar vardı. Yeterince yeşil ve renkli bir yerdi.  Nüfusu gençti.....

Ağaçların yavaştan büyüyerek artık gölge yaptığı kaldırımların birinde devam eden yolumda, yerlerde gezen bakışlarım, ayaklarımın altındaki karoların üzerinde lekeler yapmış meyvelere takılıyorlar birden. Bu meyveler bana nasıl da tanıdıklar. Yoldan geçenlerin ayakları altında ezilmiş dutları görünce gözlerim yuvalarından çıkmıştır herhalde.  Sanki altın madeni bulmuşum gibi bir sevinçle başımı yukarı kaldırırken tepemdeki ağacın dallarına bakıyorum. Kimileri beyaz, kimileri olgunlaşma safhasına ermiş orta büyüklükte dutlar ağacın dallarından gülümsüyorlar bana...

Daha geçen gün eşime söylüyordum dut yemeyi özledim diye. Çocukluğumda bu dönemler geldiğinde, çok kısa süren bir mevsimi vardı bu meyvenin. Belki bir iki haftamıydı bilmiyorum. Birden manavin önünden geçtiğimde kocaman sandıklarda sergilenmiş dutları  gördüğümde ne kadar sevinirdim. Kısa bir dönem satılan ve yüksek fiyat biçilen meyvelerdendi. Ama kaçırmazdım hiç!!

14-15 yaşlarımda iken çok samimi olduğum bir arkadaşım vardı. Nizam'ın  en başında sol taraftan çıkılan yokuşun üzerinde iki katlı bir köşkte otururlardı. Yeterince büyük olan bu köşkün kocaman bir de bahçesi vardı. İşte o eve her gittiğimizde herkes yukarı çıkarken ben bahçede kalır meyvelerden yerdim. Siz çıkın ben geliyorum derken  biraz üzüm biraz dut derken midemi doldururdum her defasında... ( tabi ben yine Büyükada'dan bahsediyorum)

Uzun zamandır ilk kez dut meyvesinin ağacına rastladım, şehrin ortasında, bize yakın bir yerde... Tam da annem arıyor.. Bir dakika dedim, cevap verdiğim telefona.. Ağacın dalları kaldırımın üzerine düşmüş olsa da yoldan geçenler bir kısım meyveleri atıştırmış olmalılar. Yolun kenarında, ağacın köklerinin olduğu bahçeyle kaldırımı ayıran duvarın üzerine çıkmaya karar verdim. Anne bekle duvara çıkacam dedim. Annem, delimisin düşeceksin şimdi diyor. Ne düşecem yarım metrelik duvardan. Telefonu duvarın kenarına koyarak bir yandan onunla konuşmaya devam ederken diğer taraftan dalların, bahçenin içinde kalan kısmına eriştim. Elime ne geliyorsa yemeye başladım. Kimse, o an duvarlara çıkan ellerimin ya da  yediğim dutların çok temiz olduğunu iddia edemezdi. Ama umurumda sanki?? Dutlar toz toprakla örtünmüş ya da ellerim kirlenmiş..boş ver bir şey olmaz diyorum. Arkamdan geçen arabalar, benim ne iş peşimde olduğumu tahmin etmişlermiydi onu bilmem. Yeniden aşağı indiğimde ellerim dutlardan  boyanmış, mor mor olmuşlardı.

Eşim bana söz verdi. Tel Aviv'de keşfettiği ağaca dut yemeğe gideceğiz bir gün!!! :))))

Ne yapayım ne süperde ne de manavlarda hiç rastlamıyorum..

En sevdiğim şeyse her daim taze meyvelerdi. Kiraz, nektarina,  karpuz, şimdi zamanı gelen lezzetler...

Yazıma nereden başladım nerelere geldim...

Bizde hep bir şey söylerler. "Tanrı insana baş edemeyeceği bir sorun vermezmiş!!"Ya da, sorunlu bir çocuğunuz varsa, Tanrının seçilmiş bir kulu olduğunuza işaretmiş bu. Siz böyle bir çocuğa bakabilecek güçte bir insansınız demekmiş bu!! "Belki bu inanç sadece bize ait değildir...

Ben dedim ben bir yerde hep saf ve dokunmasız kalan küçük bir kız gibiyim. Yoksa bu yolda beni bunca zaman zorlayan çok şeyleri yürekten kabul etmem daha da zor olabilirdi.

Hayal kurmaya devam edebildiğim sürece umut etmeye de devam edeceğim...



 

20 Mayıs 2022 Cuma

İngiliz Kanalı BBC'nin verdiği haberlerde, Filistinli gazeteci Abu Aqleh'nin, hiç bir kanıt olmamasına rağmen,  Israelli Güvenlik kuvvetleri tarafından öldürülmüş olduğu dolu dolu ağızla söylenirken,  (  kadının cesedinden çıkarılan "merminin" incelenmesi isteğine karşı gelen Filistinlilerin, Israelle bu konuda işbirliğini reddetmelerine ve araştırmanın tamamlanmaktan çok uzak olmasına rağmen ) bu defada kaotik cenaze görüntüleri dünya basınında yer aldı. Aşağıdaki video'da Israelli aktivist Hananya Naftali cenaze hakkında bazı açıklamalar veriyor.  Video'da cenazenin belli noktalarında Israel polisinin rahatlıkla suçlanabilecek şekildeki saldırısının dışında, esasen klip baştan aşağı incelendiğinde, polisin tepkisinin nedensiz gelmediği görülüyor. Görüntülerde cenazeye iştirak edenlerin polislere taşlar attıklar görülüyor. ( Öncelikle bir Hıristiyan olan Abu Aqlah'nin cenazesini adeta rehin alarak ortalığı karıştırmak için kullanan Filistinlilerin cenazeyi bir taraftan ellerde taşırken diğer yandan gerginliği yükseltmek, taşkınlıklar yaparak, sloganlar ve taşlar atarak ortalığı karıştırmak girişimleri istedikleri gibi sonuçlandı. Problemli bir bölgede, problemli bir cenazeyi götüren problemli insanların çıkarabilecekleri problemleri düşünülerek alınan güvenlik tedbirlerine karşılık  her zamanki gibi sorunsuz sonlanmayan bu tören de tüm dünya televizyonlarında yer aldı. Bilerek, isteyerek olay çıkararak durumu zora sokarak, etrafın güvenliğini her fırsatta tehlikeye atarak polisi ve askeri tepki vermeye zorlamak yoluyla Israel'i dünya mediası önünde zora sokanlar tekrar ve tekrar amaçlarına ulaşıyorlar.



 

19 Mayıs 2022 Perşembe

Buradakiler....

Geçtiğimiz akşam  Gal'le beraber tam asansörden çıkıyorduk,  asansörlerin dibinde gençten bir komşumun yerde oturduğunu gördüm. Akşam yedi civarı, işten yeni gelmiş kadın, koca sırt çantasını yanına yere koymuş bir vaziyette, elinde cep telefonuyla bir şeyler yapıyordu. Ben ilk şaşkınlığımla birlikte gülerek "Yorgunsun galiba ? dedim. O da yine gülümseyerek, aslında gerçeği söylemek gerekirse dün akşam çantamı değiştirdiğim için anahtarımı diğerinde unuttum, kocamı arıyorum gelsin diye"  İstersen o gelene dek bize çık! dedim. Gideceğim yerden bir an için vaz geçtim. Kadını o yorgunlukta yerde bırakmak hoş görünmedi gözüme. Aslında apartmanın girişindeki koltuklarda da oturabilirdi. Kendisiyse yerde olmayı tercih etmiş görünüyordu :) . Bu da yine buranın insanının ilginç yönlerinden biridir... İlle de yerde oturmasına gerek yokken böylesini tercih etmek..

Buradakiler rahat oldukları için böyle şeyler normal karşılanır. Burada da oturulur mu gibi bir şey akıllarından geçmez. Başka yer mi yok demezler. Koltuklara ne gidecem, çömelir yaparım diten insan gayet rahattır. 

Mesela Türk toplumunun tam tersine başkalarının gözüne garip gelebilecek şeyler dahil olmak üzere canı nasıl istiyorsa öyle oturmak, öyle konuşmak ve öyle davranmak... Normal ülkelerden gelen diğerlerinin yadırgayacakları çokça davranışlar bu rahatlığa dahildir. Etrafa karşı bir saygısızlık gibi algılanabilecekler de dahildirler bunlara. Çünkü küçük yaşta bazı şeylerin sınırlarını koymadıkları için. Yüksek sesle konuşulmaması gereken bir yerde bağıra çağıra konuşan çocuğunuzu uyarmamak gibi...

Ve Israelliler karşılarında kimi olursa olsun kırk yıllık ahbaplarıymış gibi hissettiklerinden mesafelere dikkat etmezler. Buradaki mantalite evinde istediği gibi oturan, anne babasına kardeşine istediği gibi konuşabilen bir aile üyesinin ülkesinde de aynı şeyi hissetme halidir.

Geçen gün koyduğum resimde, otobüste, karşı koltuğa ayakkabısıyla ayağını uzatan genç bayan da aynı rahatlığı sergiliyordu. Ama işte burada bazen bir sorun başladığının farkına varmayabiliyorlar. Kendi rahatlıklarının bir başkasının rahatsızlığına neden olabileceğinin farkına varmayanlar oluyor.  O koltuğu ayakkabınızla kirletmek gibi ya da ayağınızı uzattığınız yere başkasının oturmasına engel olmak gibi. Bunu düşünememek bir sorun!!

Ve yine sizi hayatında ilk kez gören biri size hiç sorulmaması gereken sorular sorabiliyor. Onlar bunu bir çeşit samimiyet, sıcaklık gibi algılasalar da. Mesafeyi korumaya alışık olmayan insanlar arasındaki bu yakın tarz ilgi ve bu tip ilişkiler bazen de gereksiz tartışmaları doğurur. Her düşündüğünü söylemek, her aklına geleni yapmak, sınırları zorlamaya dönüşebilir. Bu da buradaki bu tip davranış kalıplarının yan etkileridir. Küçücük kardeşlerin herşey için birbirlerini yemeğe varmaları hali gibi.

Ve bu "aile psikolojisinin" getirdiği negatif şeylerin yanındaki "olumlu" şeyse, zor durumlarda insanların diğerilerinin yardımına koşmak için ellerinden geleni yapmalarıdır. Sizi zor durumda gördüklerinde hemen yardımınıza koşacaklar olacaktır.

Geçtiğimiz gün yeni tanıdığım Türk kökenli bir bayanın anlattıklarını düşünüyorum. Israel'e ilk geldiği günlerde eşi rahatsızlanmış. Yaşadıkları büyük bir şanssızlıkla, eşi Israel'e geldiğinden kısa bir süre sonra kendisine kanser teşhisi konulmuş.  Daha çok yeni oldukları  bu yerde, hastanede ve eşinin tedavisi sırasında insanların onları nasıl desteklediklerini anlattı. Bizi hiç tanımayan kişiler zamanlarını, enerjilerini ve yüreklerini bizimle paylaştılar, yalnızlığımı unutturdular. O tanımadığım insanların yardımları ve destekleri olmasa ne yapardım bilmiyorum dedi.

Israel'de doğan çocuklara"Tsabar"denir. Tsabar, bir çöl meyvesidir. Aynı adlı kaktüs'ün meyvesinin ismidir Tsabar. Kabuğu sert kocaman dikenleri olan meyvenin içiyse gayet tatlıdır.

Israelliler 1948'den bu yana, bu ülkede, bu topraklarda dünyaya gelenleri bu şekilde adlandırırlar. Dışı sert ve dikenli içiyse tatlı.

Shoah'dan kurtulanlar, Arap ülkelerinden kovulanlar.. kendilerine göre bir çoğunun belli travmatik bir hikayesi olan bir millettir bu. Bazen aksi, bazen çevrelerine güvensiz olurlar. Yaşadıkları şeyler insanların zor bir karakter oluşturmalarına sebebiyet verebilir ama neticede o dış kabuğu soyduğunuzda bambaşka bir kişilik ortaya çıkar....

Gal'le bir saat süren gezimizin ardından eve döndüğümüzde komşum bu kez lobideki koltuklara geçmişti. Kocam beş dakikaya kadar burada olacak demişti halbuki. "Daha gelmedi mi?"diye sorduğumda neredeyse varmak üzere dedi. Ve o an; "Biliyormusun önümüzdeki ay İstanbul'a gidiyorum.  "Bayılıyorum bu memlekete. Yemekleri harika, oteller, yerler..herşey süper!! Hem buraya göre çok daha  ucuz...diye heyecanla devam etti.

İşte bu da Israellilerin bir başka özelliği. Buradakilerin kimseye kinleri yok. Arada ne geçerse geçsin, politika ayrı şeydir derler çıkarlar. Türkler Israellileri hiç sevmeseler de buradakiler onlara bayılıyorlar. Çok misafirperverler, çok "nehmad" ( nazik)  insanlar deyip duruyorlar. Mavi Marmara'yı bile unuttular. Umurlarında değil hem ucuz hem lezzetli bir tatil için, güneş ve deniz ve tarihi bir yer görmek için.. size bin tane sebep gösterebilirler. Buradakiler oraya aşıklar diyebilirim...


 

 

18 Mayıs 2022 Çarşamba

Her yıl  1948'de Israel'in kurulmasıyla birlikte başlarına gelen "felaketin"anısını hatırlamak adına Tel Aviv Üniveristesi kampüsünde biraraya gelen Filistinli öğrenciler ellerinde ve kampüsün avlusunda kurdukları sahnede bulunan Filistin  bayraklarının eşliğinde Israel alehinde konuşmalar yapar, etkinliklerde bulunurlar.
Her ne kadar demokrasi gereği yaptıklarında bir sorun olmasa da ( onlar açısından, bu topraklarda  Yahudi Devleti "yerine"  bölgedeki bir 23. Arap Devleti olabilirlerdi!!!)
Onlar konuşma ve gösteri özgürlüklerini sonuna kadar kullanırlarken, aynı anda aynı özgürlüğü kullanmak hakkına sahip olan Yahudilerin o yerde Israel bayraklarıyla bulunmalarını ve tepki vermelerini provokasyon olarak niteleyenler var.
Israellilerin, kendilerini korumak ve bir başka grubun iddialarına karşı durmak ve karşı gösteri yapmak özgürlüğüne sahip olmadıklarını tartıştığımız günlerden geçiyoruz.
Aşağıdaki link'teki video'da,  Tel Aviv Üniversitesi'nin yakınlarında yaşayan ve aynı üniversiteden 10 yıl önce mezun olan bir genç bayan, Filistinlilerin gösterilerine tepki olarak elinde Israel bayrağıyla tepkisini göstermek isteyince, kendi elindeki Filistin bayrağını suratına doğru sürerek onu provoke etmeye çalışan Filistinli bayanla diğerlerini takmamaya gayret ediyor. Ancak birden  bir Arap çıkıp genç kadının üzerine yürüyerek elindeki bayrağı zorla almaya çalışarak ona saldırıya yelteniyor.
Israel'de, Israelli bir kadın elinde ülkesinin bayrağını taşıdığı için korkutuluyor, gözdağı veriliyor,
Israel'e karşı hiç durmadan Apartheid iddialarının devam ettiği dünya Filistinlilerin yaptıklarını her daim görmezden geliyor.  Israel'in,  bu ülke sınırları içinde yaşayan insanlara verdiği haklardansa kimse bahsetmiyor.



 

 
 




 

Hayatı öğrenmeye devam ediyoruz

Yaşadığımız sürece o kadar çok şey öğreniyoruz ki. Özellikle, insan denen varlığı, farklı karakter yapılarını, aynı insanın bir yerden diğerine değişen davranış kalıplarını, kültürlerini, algılayış şekillerini, neleri sevdiklerini, nelerden nefret ettiklerini, bir Türk'le bir Israelli arasındaki derin farklılıkları, aynı dünyada yaşayan ayrı insanların arasındaki uçurumları ve aramızdaki çok büyük farklılıklara rağmen  bazı konulardaki ortak yanlarımızı,  aile bireylerimizin doğduğumuz günden itibaren fikirlerimizi nasıl etkilediklerini,  azınlık içinde yaşayan bir insanla diğerleri arasındaki farklılıkları..bizleri bugüne gelene dek şekillendiren ve değiştiren herşeyi...

Çocukken, ufacık kafamızda çok şeyler bildiğimizi zannettiğimiz yıllardan olgunluk çağımıza gelene dek keşfetmeye devam ettiğimiz bir hayat bu. Ve bu hayatın içindeki bir çok farklı insanlar ve olaylar bizim  düşündüğümüz ve inandığımız bir çok mit'in,  gerçek olduklarından emin olduğumuz kişisel görüşlerimizin,  genele yüklediğimiz  kimi yanılgılarımızın, kafamızdaki kalıplaşmış bir çok şeyin peşindeki hayali dünyaların çok kez gerçek olmadıklarını ve evrenin ne kadar çok başkalardan oluştuğunu keşfettik...Ya da belki de ben keşfettim.

Ve her gün, çoğu kez belli bir cehalet, belli bir saflık içeren bu kişisel dünya yavaş yavaş değişime uğradı ve uğramaya devam ediyor. Kimileri olumlu kimileri biraz daha zorlayan bir değişim bu.

Bazen gerçekler yüzümüze bir tokat gibi inerlerken bazen bizi bir kez daha olgunlaştırıyorlar. Ve birden herşeyi yeniden gözden geçirmemize neden oluyorlar. Kendimizi, yakınımızdakileri, biraz daha uzağımızda oldukları halde hala üzerimizde belli bir etkiye sahip olan bir diğerlerini, toplumsal olayları...ve belki de tüm evreni

Dünyaya gözlerimizi açtığımız çekirdek ailemizin hayatımıza olan etkilerini bilmenin çok şeyi değiştirmeyeceği gerçeğiyle yola devam ederken sabahın ilk ışıklarıyla uyandığımızda, içinde var olmak zorunda olduğumuz kendi bedenimizle birlikte, kişisel evrenimizdeki evimiz, ailemiz, çocuklarımız ve o halkanın dışında var olan herşeyin üzerimizde belli etkileri var. Bizim dışımızdaki dünyadan bize yayılan farklı frekanslarda yaşamaya devam ediyoruz.

İlk gözümüzü açtığımız günkü dünyadan...yaşamın bizi götürdüğü farklı noktalarda hep üzerimizde bir şeylerin direk ya da dolaylı etkileri var.

Evlendiğimiz insanın bize kattıkları bazen bizden aldıkları var..dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızın da öyle..... Ve yaşamayı tercih ettiğimiz mekanlarla gelen yepyeni şeyler...bizi bugünkü bizler yapan yığınla etmen....

Hayalkırıklıklarımızla sevinçlerimizin, beklentilerimizle verdiklerimiz arasında kurulan kimi uyumlu kimi zorlu ilişkiler....ve bu şekilde sürekli bir öğrenim içindeyiz. Yaşam bizi ister istemez eğitiyor. Öğreniyoruz. Bazen konuşmayı, bazense susmayı.

Maddi ve manevi  etkileşimlerle kimi büyüyen kimi duraklayan, kimileri kaçınılmaz düşüşlerle giden bu yaşamı sevgi ve anlayışla kabul etmek zorunda kalarak olgunlaşıyoruz, her gün biraz daha..

Başladığımız noktadan varacağımız son noktaya dek arada durduğumuz istasyonlarda yaşamımıza binen ve inen kişilerle beraber. Bu yolu bizimle baştan sona kattedecek tek kişiyse sanırım sadece kendimiziz.

Hayatımızın bir parçası olmak isteyenleri sevgiyle kabul ederken yollarına başkalarıyla devam etmek isteyecekleri salmaktan başka çaremiz kalmıyor. Ve bu yolda bize hep bir şeyler öğretenler karşımıza çıkıyorlar. Kimileri zorlu dersler olsalar da.... yaşamın bize getirdiği iyi veya daha az iyi insanları kabul etmekten başka çaremiz kalmıyor.

Yaşımız ilerledikçe kimi yönlerimiz güçlenirken  bazı yönlerden zayıfladığımızı farkederken kendimizi yeni  yeni şartlara adapte etmeye çalışıyoruz. Sabırlı olmayı,  acı çekerken bile gülümsemeyi öğreniyoruz. Derin bir nefes almaktan başka çaremiz kalmıyor çoğu zaman...

Ve gün geliyor bir kez daha konuşuyoruz, o sürekli bir yerlerde arayıp, nerede olduğunu sorup soruşturduğumuz o "KOCAMAN GÜÇLE"!! 

En büyük duam, kendime ve çevreme karşı iyi bir insan olmak. Kabul etmek.. Hatalarımı fark etmek. Yeterince yargılamadan, başkalarından görmek istemediğim şeyleri başkalarına yapmamak.

Merhaba dediğim her güne elimden geldiğince gülümsemek.

Öğreniyorum ben hala..dedim ya hayatı, insanları, evreni...kendimi!!!

Ve hala bir şey bilmiyorum!!!!


17 Mayıs 2022 Salı

Smartphone'unumun ucundaki dostlar

Hepimizin cep telefonu en az bir kez  kendi başına (!) iş becermiştir. Günlük hayatında teknolojiyi çok fazla kullanmayanların başlarına daha sık gelse de hepimiz zaman zaman bütün gün elimizden düşmeyen bu tuhaf alet yüzünden hiç istemeden bir yerleri aramış olarak bulabiliyoruz kendimizi.  Ekrana farkında olmadan dokunduğumuz  telefonun birilerine kendi hür iradesiyle ulaşması  mümkün olabiliyor. Ve tabi sonuçta ya gülüyoruz ya da karşımızdaki kişinin samimiyet derecesi ve aramızdaki hierarşik konuma göre bir an için kızarıp bozararak ter dökerken bulabiliyoruz kendimizi.  Yalnışlıkla aradığımız kişinin kim olduğuna göre değişen şeyler bunlar.

Dün akşamüstü tam oğlumu her pazartesi akşamı olan olağan toplantılarından birine bırakmak için hazırlanıyordum. Bir elimde telefon olduğu halde diğer elimde tuttuğum şeyi kütüphaneye yerleştirirken  aynı anda masamın üzerine koymaya çalıştığım smarphonumun ekranının aydınlandığını gördüm. Birisi beni arıyordu ama telefon çalmıyordu.

Bir baktım Whattsap'ta, aynı sıraları paylaşmış olduğum bir lise arkadaşımın gülümseyen resmi bana bakıyor; "Aaaa Zeynep beni arıyor!"dedim. Aloooo... Batya'cim nasılsın diyor bana.. Telefon hiç çalmadı biliyormusun diyorum. ( Telefonu açan tarafın ben olduğumun farkında değilim bile... )  Ve karşımda Figen Güler ve Nevin.... Bende büyük bir heyecan.. Onlarla en son 2005'teki Pilav Gününde görüşmüştük.  Nasıl olduğunu anlamama bile fırsat olmadan senelerdir görüşmediğim sınıf arkadaşlarım telefonun öbür ucundalar.

Üç insan, üç geçmiş, üç lise arkadaşım ve bugün artık orta yaşı bulmuş olan üç tatlı bayan karşımda...yıllar sonra yeniden konuşurken sesleri bana hiç yabancı gelmiyor. Herkes özellikle neden bana hitab ediyor  tarafı anlamasam da ( arayan ben olunca tabii ) ilgilerinden yeterince memnun olduğumu hissettim. Ne güzel bunca zamandan sonra, gençlik yıllarımdan insanlar beni unutmamışlar.  Neler  yaptığımı merak ediyorlar.... çok az Gal'den, günlük hayatımdan bahsettim ... Israel'den Türkiye'nin nasıl göründüğünü merak ettiler. Burada yaşayan Türk kökenli arkadaşlarımın her zaman Türkiye'yi konuştuklarını söyledim. Yazılarımda Erdoğan'a çok fazla sövdüğüm için gelirsem tutuklamazlar mı? diye de sordum...hahahah

Sainte-Pulcherie'deki grubumuzdan elimde bugün sayılı bir kaç arkadaş kalmışken, Saint-Benoit'da, o yıllar o derece yakın arkadaş olmadığımız halde, face'te birbirimizi bulduğumuz günden beri ilgisini yakınlığını hiç esirgememiş olan sevgili Zeynep Tezer'in samimi dostluğu sayesinde kendimi bulduğum Whattsap sınıf arkadaşları grubunda onlarla konuştuğumda bir an içimde son derece büyük bir nostalji hissettim. O yıllara ve İstanbul'a

Bana en son oraya ne zaman geldiğimi sorduklarındaysa çok şaşırdılar.

Onlara Danielle'le en son bulunduğum Pilav Gününü anlattım. O günü onlar da anımsadılar. Kızımın bana ne kadar çok benzediğini tekrarladılar bir defa daha...Daha geçen günlerde gördüm, Saint-Benoit Pilav günü sanırım önümüzdeki hafta...

Danielle'in hiç unutmamış olduğu şeylerden biri de okulumdur. Herhalde annesinin okuduğu sıraları görmek ona bir hayli ilginç gelmişti ki hatırından hiç çıkmamış.

Bense 10. sınıftaki ilk günlerimi çok iyi anımsıyorum. Bir anda yeryüzüne inmiş bir marslı gibiydim. Herkesin birbirini çoktan tanıdığı, senelerdir aynı sıralarda oturan, birlikte gülüp ders yapan eski sınıf arkadaşları arasına katılan bir yabancıydım. Ancak yine de, Zeynep, Figen, Serpil ve Sedanın arkalarında oturmamla beraber onlar beni  çok çabuk kabul etmişlerdi.  Aramızda belli bir samimiyetin kurulması hiç zor olmamıştı. Ve yanımda oturan çok sevgili Rejin'leyse kırk yıllık bir dostluğumuz var gibi hissetmiştim. Çok munis, çok tatlı, çok iyi bir kızdı Rejin. Bir o kadar kendi halinde ve o da kısmen benim gibi çekingen.

Ancak bazen çekingenliğinizi kırmanın da yollarını bulursunuz. Siz insanlara gülümsediğinizde onlar da size gülümsüyor

Varolan arkadaşlıkların orta yerinde bir yeni olmak genelde zordur, Ancak bu tatlı bayanlar bu zorluğu yenmemde bana çok yardımcı olmuşlardı. İlk günden samimi, sıcak ve bana açıktılar.

Bugün bu sıcaklığı hala gösterdikleri için kendimi çok şanslı hissettim dün. Uzakta olsalar da kalplerinin hala yakın olduğunu farkettim. 

Sonunda, ne iyi olmuşta telefonum onları aramış dedim!!!


16 Mayıs 2022 Pazartesi

Radikal solun destekledigi fanatiklerin Israel'i çökertme arayışları


                                                                                                             Tel Aviv Universitesi'nde Filistin Ogrencilere karsi Israel bayragiyla duran genc kiz
Geçtiğimiz sene yaşadığımız Gazze çatışmasında çok farklı olaylara tanıklık etmiştik. Geçtiğimiz sene, İran destekli Hamas ve Hizbullah gibi örgütler özellikle sosyal medyayı kullanarak, Israelli Arapları bize karşı kışkırtmışlardı. 

Geçtiğimiz sene ilk kez, Gazze'den üzerimize yağan binlerce roketin yanında bir de  Israelli Arapların bizleri içeriden hedef aldıkları günleri gördük.

Yani,  Yehuda ve Somron ya da Gazze'de yaşayan Araplar değil..Israelli Müslüman vatandaşlar bize karşı bir anda cephe oluşturduklarını gösterdiler... Bizim  içimizde bizimle birlikte yaşayan Israelli Araplar,  Israel nüfusunun yüzde 20'sini meydana getirenler, Israel nüfus cüzdanı taşıyan, Israel'de doktorluk yapan,  Israel hastanelerinde hemşire olanlar, Maccabi sağlık kuruluşunda eczacı olarak çalışanlar, Tel Aviv Üniversitesinde yüksek lisans öğrenimi gören, Israel'deki kimi avukatlar içinden bazıları... bir anda birileri tarafından bize karşı kışkırtıldılar. Belli ki bir anda bu ülkeyi içten yıkabileceklerine inandırılmış olanlar vardı. Onlar  bir rüyanın içine girmişlerdi. Ya da girdiler!!

Son senelerde,  Israel'e kızgınlığı artan molla rejim bizimle gittikçe yeni yeni mücadele yolları aramaya başladı. Cyber ataklar karşılıklı devam ederken,  son Gazze Savaşı sırasında bize karşı bir ikinci cephe oluşturma fikrinin ilk uygulamasını, promosunu da ufaktan yaşadık.  Önümüzdeki savaşlarda, içimizdeki Arapları bize karşı ayaklandırarak ülkemizi dört bir yandan gelecek daha zor bir mücadeleye doğru itmeye devam ediyorlar.

Kendi ülkemiz sınırları içinde neler yapmamız ya da yapmamamız konusunda bizi  uyaracak ya da tehtid edecek  kadar kendilerinde güç görenler var son zamanlarda.   Israel'in neresinde bayraklarımızla gezebileceğimizi tayin edecek kadar güçlendiler. Israel'i yönetenler bu tip şeylere göz yumdukça,  onlara bu olanağı tanıdıkça, onların bizlere koydukları şartlara boyun eğdikleri sürece kendilerinde daha fazlasını yapmak için güç görmeye başladılar.

Geçen yılki çatışmalarda bir anda yaşadıkları şehirleri ateşe veren, Yahudilerin evlerine girmeye yeltenen, sokaklarda Israellileri linç etmeye kalkanları unutmadık.  Yahudi devletinin sınırları içinde Tora rulolarının sokaklarda nasıl yakıldıklarını gördük....Evet, bu saldırıların arkasından bizden çıkan kimi serseriler de onlara aynı dilden cevap vermeye kalktılar ki bu bizim için en olmaması gerekendi. Çünkü bu tip karşılık vermeler sadece başlayan bir ateşi daha da büyütmeye sebebiyet verir.  ( Asayişi devletin güvenlik kurumlarına bırakmak her zaman en doğru yoldur.) 

Fakat, hükümet içindeki radikal sol ve İslamcı partilerin arkalarından giderek, koalisyonun ( her ne pahasına olursa olsun )  dağılmaması ve yeni bir seçim yolunun açılmaması ( ki yeni bir seçimin hepsinin politik hayatlarının sonu demek olduğunu bildikleri için)  adına her duruma amenna demeye devam eden sözde sağ eğilimli, yüzde beş oyluk başbakanımız son dönemlerde içimizde bu ülkeye ve bütünlüğüne karşı kalkanlara,  ülkenin güvenliğini tehtid eden gruplara karşı durmayarak, onlara  ödünler vermeye devam ederek, İran'ın kışkırmalarına gelen kimi anarşistlerin Yahudi Devletinin onlarla mücadele edecek güçten mahrum olduğu imajını vermeye devam ediyor. Bu da onları bize karşı daha da saldırgan davranmaya itiyor.

Bir taraftan, İran güdümlü terör örgütleri ve içimizdeki ve yanımızdakileri bizlere karşı kuranlar var... bir diğer tarafta Israelli Araplar içinde bu akımlara ses veren yine kimi radikalize olmuş gruplar mevcut. 

Tüm bunlar yetmezmiş gibi,  bir de Yahudiler arasında kimi sol radikaller, sol media, Israel Akademik çevresinin büyük bir bölümüyle, demokrasi  palavraları ağızlarından düşmeyenler  var. 

Yaşadığımız bölge Avrupa'nın göbeğiymiş gibi davranmaya devam ederlerken, süslü entellektüel takımının yapmacık ve gerçek dışı mülayimliklerinin getirdiklerinin hesabını sonunda yine biz vermek zorunda kalacağız.

Siyonizmi dünyada "ırkçılıkla" bağdaştıran Israel düşmanlarıyla aynı cephede kendilerini göstermek isteyenler ve yazdıklarıyla, kimi sanat gösterileri, tiyatro oyunlarıyla, filmlerle karşımızdaki düşmanlara çanak tutan Yahudi entellerin tek amaçları, kendilerini Batının içinde serpilen hümanist ve demokrat entel akımın bir parçası olarak göstermek kavgasıdır.

Kendilerini bu ülkede yaşayan, hakltan ve daha basit insandan... kısaca diğerlerinden ayırmanın bir parçası da bu kavgalarıdır. Onlar, "barışçıldırlar"(!). Onlar agresif değildirler, onlar demokrattırlar. Onlar sokaktaki basit insanla bir değildirler. Vahşi (?!) ve körü körüne milliyetçi (!)  olamazlar. Onlar akademik kariyerin bir parçası olarak, kimi "aydınlık"çevrelerin, kimi dünya standartlarının aradıkları özellikleri taşırlar. Aslında amaç sadece kendi ideallerini birilerine kanıtlamaktır belki de. Onlar sözde liberaldirler,  Arapların haklarını başkalarının haklarından önde tutarlar, onların bize yaptıklarını görmezden gelmek dahil olmak üzere, bizi yok etmek arzularını bile anlayışla karşılamaya hazır görünürler....Onları her halleriyle kabul etmeye gelmeye gelen bu çok entel insanlar,  kendi içlerindeki basit Yahudiye yukarıdan bakarlar. Çünkü onlar daha bilgili ve ölçülüdürler

Bizi içten fethedenlere göz yummak bunlar için demokrasinin bir parçasıdır.. Bizim bayrağımız siyonizm'in bir sembolü olduğu için onlara göre Arapları gücendirebilecek diye asılmamaları gereken bir bez parçalarıyken aynı enteller Filistin Bayraklarını asaanları sevgiyle selamlarlar çünkü demokrasiye göre içimizde yaşayan azınlıkların bayraklarını asmaları özgürlüklerinin bir parçasıdır. ( İki yüzlüler!!)

Ve bu iki yüzlü fikirlerle dışarıdaki düşmanlarımıza sempatiyle bakarak, kendi içimizdeki bölünmelere çanak tutan bu tip radikaller yeri geldiğinde bize saldıran  Arapların sırtlarını sıvazlayabilecek kadar kendi içimizdeki kendi düşmanlarımızdırlar.

Demokrasinin ve söz özgürlüğünün ülkemizin kuruluşundan beri bir parçası olması benim de en büyük gururumdur. Bu ülkede bizimle yaşayan kimi farklı grupların sözlerini istedikleri gibi ifade özgürlükleri ayrıdır, insanlara saldırmaya kalkmaları, ülkenin bütünlüğünü tehtid edecek hareketlerde bulunmalarıysa tamamen farklı bir şeydir.

Israel'de kimi entel çevrelerin Arapların bizi hedef alan tavırlarını görmezden gelmeye devam etmeleri ise inanılır gibi değildir.

Dün Tel Aviv Üniversitesi'nde Naqba Günü dolayısıyla,  ( Israel'in kuruluşu onlar için bir felaket günü olarak kabul edilmiştir), Filistinli öğrenciler, kampüs içindeki bahçede gösteri yaptılar. Ellerinde Filistin bayraklarıyla Israel alehinde propaganda ve gösteri yapan gruba karşılık başka bir öğrenci grubun karşılarına Israel Bayraklarıyla çıktığı anlarda, Filistinli öğrenciler Yahudi gençlere saldırarak onları dövmeye giriştiler. Yahudi öğrencilerden bazıları başlarına aldıkları darbeler yüzünden ilk yardım görevlileri tarafından olay yerinde tedavi görürlerken, üniversiteye gelen polisler kimi göstericileri tutukladılar.

Yine geçtiğimiz hafta, Israel Ulusal Radyosunda çalışan bir Arap genç, radyo'nun girişine, Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla asılan bayrağa sinirlenerek bayrağı yerinden kaldırdı. Aynı radyo'da çalışan biri  ona bayrağı yerine koymasını söylediği için kendisine saldırarak dövmesi bizi artık şaşırtmıyor...Bu ve benzeri hareketler Israel'de son zamanlarda gittikçe artış gösteriyor.

Yine iki gün önce, Akko Şehrinde iki Yahudi genci Araplar linç etmeye kalktılar.

Israel demokrasisini bir zayıflık olarak algılayan bu insanlar , kendilerine verilen özgürlüğü, sadece demokrasiyi değil bu ülkeyi yıkmak için kullanmak istiyorlar. Keşke demokrasinin demokrasi kelimesinin anlamını ve değerini bilen bir toplumla yaşıyor olsaydık, Keşke temel yapıları bu sistemi uygulamaya yatkın bir toplumla yan yana yaşasaydık. Konuşanları, düşünenleri, karşı gelenleri linç etmeyenler, dövmeye ya da ve katletmeye kalkmayan gruplarla barışı arıyor olsaydık.

Şu an için her gün çevremizden duyduğumuz şeyler..tehtid...insanlara, bayrağımıza, yaşayan ruhumuza,  düşünenlere, gerçeği görenlere, Ortadoğu'da tek var olan demokrasiye,  kadınlara.... 

Yaffo'da yeşil bayrakların altında namaz kılanlarsa bu ülkedeki sükunet yerine Suriye'deki kaos'a özlem duyuyorlar....

 

15 Mayıs 2022 Pazar

Aşağıda 1990-2020 seneleri arasında, dünyanın farklı bölgelerinde, farklı ülkelerinde öldürülen gazetecilerin sayıları var.
2658  gazetecinin her biri eminim genç ve dinamik insanlardı. Görevlerinin başında öldürülen bu insanların hikayelerini duymamış olduğumuz için haklarında hiç bir şey bilmiyoruz. Kimler olduklarını, ailelerini ve geçmişlerini. Shereen Abu Aqla'nın diğerlerinden farkını anlamak için çok fazla düşünmeye gerek yok san
ırım!!


 

Israel'e gelen kınama mesajları

 Al Jazeera muhabiri Shereen Abu Aqlah'nin Cenin sokaklarında, bir duvar dibindeki vuruluş hikayesi bir kez daha, yeni bir Filistin destanına döndü. Shereen'in  vuruluşu,  kötülerle iyilerin savaşında, kaybedilen bir kahramanın hikayesi olarak dünya ekranlarında yerini buldu. Her defasında, bu tip tek  taraflı hikayeler insan beyinlerinde gittikçe netleşen bir masala dönüşüyor.  Çocuk romanları ya da Kızıldereli filmlerindeki gibi  iyiler ve zalimlerin karşı karşıya geldikleri bir masala döndü Filistin Sorunu.

Bu masaldaki roller birileri tarafından çoktan dağıtılmış zaten. Sahneye konulan temsilin tercümanları piyesi kendi dillerine çevirirlerken, senaryoyu çok defa istedikleri gibi yazabilmek şansına da sahipler. Görüntüler bile nasıl isteniyorsa o şekilde kullanıma açıklar. Video çekimlerinin istenilen bölümleri yayınlanırken, gerçekleri ört pas etmeye gelenleri denetleyen kimse yok!!

Cenin sokaklarında makineli tüfekleriyle,  yaşayan her canlıyı tehlikeye atan sadırganları, teröristleri görmezden gelenler " Israel bilerek ve isteyerek bir gazeteciyi soğukkanlılıkla öldürdü" diyorlar.

Haftalardır, bıçaklarla, makineli tüfekler, baltalar ve her tür yolla  Israel sokaklarını kana bulayan teröristler için, öldürülen 19 Israelli için kimsenin söylecek hiç bir şeyi yoktu. Günlerdir olanlara susan dünya birden yine ayağa kalktı.

Cenin'den çıkan terör dalgasına karşı başlatılan operasyonlar dünyayı rahatsız ediyor.

Çünkü taraflara verilen,  kişi başına biçtikleri fiyat çok farklı. Ölen Israelli olduğu sürece pek problem çıkmıyor..( Dünya Yahudilerin ölmelerine ses çıkarmıyor, geçmişte zaten onlar da bizi öldürmek istememişlermiydi?? ) Burada bizim yaşadıklarımızı duyanlar ya da  bilenler az. Filistin terörünü en alt satırlardan duyurulanlar, kısık sesle bildirenler, duruma ve yerine göre ses tonlarına ayar vermeye devam ediyorlar.

Ukrayna'da ölen hiç bir gazeteci için böylesi ses çıkarmayanlar konu Israel olduğu için farklı tepki veriyorlar.

Genç kızları, yaşlı erkekleri, masum insanları, silahsız kişileri gözlerini bile kırpmadan öldüren teröristler hakkında susanlar,  yıllardır " Israel düşmanlığı üzerinden "( bir çoğu yalan ve anti Israel propagandalarla)  para kazanan bir muhabirin kendisini bile bile tehlikeye atarak, çatışmanın hemen ortasından çekimler yaparken öldürülmesinin hesabını, olay hakkında soruşturma açılmasını beklemeden Israel üzerine atmaya çalışanlar hukuğun ne demek olduğunu bile unutmuş görünüyorlar.

Geçtiğimiz gün aynı gazetecinin cenazesinde yaşanan hengame de dünyanın tepkisini çekti. Israel polisinin cenazeye katılan binlerce Filistinliye gösterdiği sert muamele, böyle bir anda polisin insanları tartaklaması, yaralananlar oluşu,  "insan gibi yaşayanların" ülkelerinde tepkiyle karşılandı.(!)

Bu insanlara şimdi gelin, Ortadoğu'nun, Doğu Kudüs'ün, Filistinlilerin bulundukları bu yerlerdeki ortamı bir defa daha anlatın. ( Aslında bence gayet iyi biliyorlar)

Filistin'de cenazenin ne demek olduğunu bilmem hiç mi görmediler ekranlarda...

Ölüleri sedyelerde taşıyanları... Yerlere devirenleri... Israel'e ölüm diye bağıranların "Allah- u Akbar"haykırışları arasında ellerindeki silahlarla havaya kurşun sıkanları duymadılar hala!!

Belki kilisedeki sessizliği, saygıyı hayal ediyorlar. En güzel kıyafetleriyle son görevlerini yerine getiren aile üyelerinin sessizden ağlayanların göz yaşlarıyla mukayese ediyorlar geçtiğimiz günkü cenazeyi...

Gazetecinin ailesinin, hissettikleri sevgi ve arkasından döktükleri göz yaşı, tuttukları yas mutlaka aynı olsa da, bu cenazeyi bir gösteriye çevirenlerin niyetleri pek öyle değildi. Binlerce kişinin bu cenazeye el koymuş oldukları açıktır. Kimi radikal faksyonlar tarafından  cenaze olmaktan çıkaranların yarattıkları bir gösteriydi geçen günkü.

Hıristiyan olan gazetecinin ailesi, cenazeyi morgdan teslim aldığında  tabutun ellerde taşınmasını arzu etmemişti. Kendi geleneklerine göre direk cenaze arabasına koyarak, mezarlığa kadar bu şekilde götürülmesini istedilerse de Müslüman radikallerin olaya el koyduğu törenin şekli şemali bir anda tamamen değişti. Ortalık yeniden karıştı. Cenaze sloganlarla, taşlar ve taşkınlıklarla saygın bir konumdan çıkarılarak kaotik bir ortama dönüştürüldü.

Yahudilere ölüm sloganları ve kimi cisimler ve taşlarla çevre güvenliğini tehlikeye attıkları bir ortamda polisle sürtüşenlerin bulunduğu bir cenazeden ne beklenirdi?? ( Ayrıca Israel İç Güvenlik Bakanı bu olayda da bir soruşturma başlattığı biliniyor)

Dünyanın bizi de anlamasını bekliyoruz. Bu hiç bir zaman olmayacak. Çünkü bunu istemiyorlar.

Yahudi ve Israel nefretinin, nefeslerinin, yaşamlarının doğal bir parçası olan  bu insanlar bizim yanımızda, güvenli sınırlarda ( ?!) sessiz ve sakin bir hayat arzu etmiyorlar.  Bu anlamda bu soruna bir çözüm bulmak son derece zor görünüyor!!!

14 Mayıs 2022 Cumartesi

Filistinli gazeteci Shireen'in cenazesi!!

Geçmişte çok kez Ortadoğunun kızgın ve bozgun ortamına karışan Filistinli cenazelerinden bahsettiğim olmuştu. Kutsallığın şiddetle iç içe geçtiği, ateşin çok yüksek seyrettiği  insanların o ilginç cenaze kavramını bir kaç defa anlatmıştım.  Filistin sokaklarında çoluk çocuğun eşliğinde, silahlı adamların ellerinde götürülen sedyelerde yatan ölüleri anlatmıştım ben. Düşman hedefin ateşi altında, sloganlar eşliğinde götürülenleri....

Bu sabah bir kez daha  dünya mediasının Israel polisine olan tapkilerinin bizleri utandırma noktasına getiren söylentileriyle birlikte uyandık yeni bir güne daha. Her zaman, her gün söylenecek çok şey var. Buradaki olaylar ve  gelişmeler bir gün bile susmaya elverişli değil.

Bu kez kendinizi nasıl savunacaksınız diyeceklerse çok eminim. Görüntüler son derece açık ve meydanda sanki ... Dünya baştan başa kınama modunda. Herkes Israel'e karşı bir kez daha...

İlk bakışta çok haklılar; "Aman Tanrım, bu ne!!"dedirten bir cenaze var ekranlarda.. Şu bir kaç dakika içinde dayanamayarak karaladığım satırlar, yarın yazacaklarımla tamamlanacaklar... Söyleyeceklerim hep var. Media'nın Israel linci devam ettikçe biz de susmayacağız. O "gazeteci"kadının cenazesini, insafsızca kullanan, ölüye bile saygıları olmayan insanlar hakkında yazılması gerekenler var...

Haftasonu mahmurluğuna kendimi teslim etmek isterken yine dayanamadım bir an. Çünkü üzgünüm. Hem olanlara üzgünüm hem girdiğimiz bu nahoş duruma!!  Bir kaç kelimeyle bu konuda ne düşündüğümü dile getirmek isterim ben de. Hani elit Türk insanın kullandığı bir söz vardır; "Naçizane fikrimi "açıklamak isterim..bildiklerim ve gördüklerimle, duyduklarımı kendi tecrübe ve düşüncelerimle analiz ettikten sonra ve bir kez daha... Beni ne kadar kişi okursa fark etmez. Damlaya damlaya göl olur misali...bizi batırmaya niyet eden tüm düşmanlara karşı, her gün bir damla da benden, kendi fikrimi, kendi savunmamızı bir şekilde yapmaya hazır olan, kimi bizden insanlardan sadece biri olarak.  Kendi gerçeğimi söylerken, hataları da yeri geldiğinde kabul ederek..eğriye eğri demeyi de bilerek..kimsenin hatasız olmadığını da kabul ederek...ancak bizi şeytanlaştırmaya yemin eden herkese karşı, bizim de onlar gibi insanlar olduğumuzu hatırlatmanın her birimize düşen bir görev olduğu bilinceyle yazmak önemli diyorum. Bizi susturan, bize söz hakkı tanımayan, bizi her an yargılamaya ve infaza götürmeye hazır olan çoğunluğa karşı kendimizi anlatmak bir zorunluluktur...bu bir görevdir

Shabbat Shalom!!!!

13 Mayıs 2022 Cuma

Bir kez daha!

             Gazeteci Shereen Abu Aqleh'nin vurulduğu anlar..

Avrupa Birliği Israel'in Yehuda ve Şomron'da yeni Yahudi yerleşim birimleri kurmasına ve burada "kolonialist politika" sürmesine karşı çıkarak, Israel'i bölgede yaşanan gerginliği kışkırtan kararlarla barışa açılan yolu kapatmakla suçluyor.

Son olarak, Avrupa Birliği tarafından bölgeye gönderilen özel temsilci Tor Wennesland,  daha evvelden inşa edilmesine izin verilen 1636 konutla birlikte 2791 lojmanın daha inşaatine yeşil ışık yakan Israel'in bu yeni kararını kınarken, bu aktivitelerin Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve iki tarafın da onaylamış olduğu antlaşmalara uygun olarak karşılıklı görüşmelere geri dönülmesiyle birlikte Yahudi Devletiyle yan yana  kurulması öngörülen Filistin devleti rüyasını baltaladıklarını söyledi.

Avrupa Israel'in Yehuda ve Şomron'dan tamamen çekilerek buralarda gelecekte kurulacak Filistin Devletine giden yolun açılmasını istiyor. Ve bu bağlamada bu bölgede kurulması planlanan yeni yerleşimler barışın önündeki en büyük engel olarak kabul ediliyor.

Yehuda ve Şomron'da,  bu dağlık alanların inşaate açılmalarına Avrupa'nın karşı çıkması yeni bir şey değil. İki taraflı çözümü destekleyen politiklarin, Israel' in "sözde" barış için vermesini bekledikleri en büyük ödündür.

1967'de alınan bu topraklar Ürdün Krallığıyla  aramızda kalan arazilerdir. Israel Merkezini çevreleyen  Yehuda ve Şomron, Israel için son derece büyük bir stratejik öneme sahiptir. Bu zırhlı duvarın iadesi, Yahudi Devletinin kendi yıkımına koyacağı bir imzadır.

Buralarda bulunan boş arazileri iskana  açarak, yeni yerleşim yerleri inşaa etmeye devam eden, Israel hükümetleri, sadece bu ülkenin güvenliği için gerekeni yapmaya devam etmektedirler ( Ne yazık ki)

Gösterilen sebepler bazen farklı farklı olabilseler de ana neden kesinlikle, Israel'in kendi güvenliğini tehlikeye atamayacak kadar seçim şansı olmamasıdır...

Buraya yaşamaya gelenlerin sebepleriyse birbirlerinden çok farklı olabilmektedir. Kimisi gerçekten bu yerlerin kutsallığına inandıkları için olabilir. Yani dini motiflerin ışığı altında,  kendi inanç ve hayat görüşlerinin arkasında, bu "daha az güvenli"yerleri kendilerine mekan olarak seçenler vardır.  Kimileri tamamen, Israel Devletinin varoluş propagandasının bir parçası olarak bu bölgede yaşarlar. Bir diğerleriyse sadece merkezden çok daha ulaşılır rakkamlarda ev satın alabilmelerinin mümkün oluşu yüzünden buraları seçenlerdir.

Geçtiğimiz haftalarda Ürdün Başbakanı Bisher Al Khasaweh, Yerusalayim'deki ayaklanmaları överek, Filistinlilerin attıkları taşlarla İşgalci Devlete karşı yürüttükleri mücadelelerini desteklediklerini duyurmuştu. Dost sayılabilecek bir komşu ülkenin başbakanı için pek dostane olmayan bu ifadelerle Ürdün'ün burada yaşayan halkların provokasyonlardan uzak, karşılıklı görüşmelere dayanacak, barışçıl adımları desteklediği söylenemez.

Sonuçta, her ne kadar, işgal toprakları olarak adlandırılsalar da bu yerler, hangi Filistin Devleti'nden alınmıştır bu belli değildir.  Geçmişte, diğer Araplarla, Yahudilerin bölgedeki varlıklarına son vermek  amacıyla buralara asker gönderen Ürdün hemen yanımızdaki Filistin Devleti olabilir mi acaba?  Nüfusunun yaklaşık yüzde 70'inin filistinli olduklarını söyleyen bu "krallığın"zaten var olan Filistin olmadığını söyleyebilirmiyiz?

Israel'in varolma hakkını tanımayanlarla, Israel Meclisi çatısı altında, Israel Devletine karşı olanlarla hangi masanın çevresinde oturulup, nasıl bir barış konuşulabilir ?

Filistinli radikallerle, aynı havayı solumak zorunda olanlar ne İngilizler, ne Amerikalılar ne de Fransızlardır. 2000 senelik bir rüya bir kez gerçekleşmişken,  bölgede, hemen yani başımızda yaşayan 22 Arap devletinin ortasında,  ( tüm bedellerle ) tekrarlayan bu mucizeyi elimizin tersiyle ittiğimiz günün ertesi bizi neler bekleyeceğini  kim bilebilir?

Hayat görüşleri, yaşam kuralları, toplum yapıları bizimkisinden bir hayli farklı olan bir grup insanla yetmiş yıldır çekişme halindeyiz. İki tarafta bu çekişmede bedeller ödemeye devam ediyorlar.

Bu sorunun çözümünün, diğerlerinin, Israel'e koydukları çizgiler belirleyecekler sanılsa da, Israel, bir kez daha hayatını riske atamayacak kadar acılar çekmiş, reddedilmiş, nefretle yaşamak zorunda bırakılmış  insanların en sonunda buldukları tek yuvadır. Bir defa daha bunu göze alamayacak kadar akıllandık sanırım. Bizim başka bir evimiz yok.  Bu yerlerden başka hiç bir seçeneğimiz yok. Burası değilse.....diyebileceğimiz bir şansımızsa hiç yok..

Tarih bize bunu yeterince öğretmedi mi?

Bugün her yaşanan olayda, her savaşta, her durumda dünyanın Israel'e karşı gösterdiği tutumda, hala daha bizi hiç sevmediklerini gördüğümüzde bunu daha da iyi anlıyorum.

Öldürülen gazetecinin daha kanı yerdeyken, Filistinlilerin arkasından tüm dünya Israel Devletini bir defa daha linç etmeye nasıl hazır onu görüyorum.

Haftalardır devam eden terör dalgası sonunda İDFín bu bölgede başlattığı operasyonlarda, teröristlerle çıkan çatışmaları çekmeye çalışan gazeteci Shireen Abu Aqle'nin bulunduğu yerde aldığı kurşun yarasıyla ölümü tüm dünyanın dikkatini yeniden ve bir kez daha Israel'e çekerken, Israel'e gösterilen tepkiler yine büyük. 

Filistinliler Israel'i Uluslararası Mahkemeye vermekle tehtid ederlerken, tüm dünya kanalları Israel'i en keskin dille eleştiriyorlar.   Daha olayın detayları netleşmeden, araştırılmadan, mahkemesi yapılmadan, gazeteciyi soğukkanlılıkla katletmekle suçluyorlar.

Ortak bir soruşturmayı reddeden Filistinliler acaba ne saklıyor olabilir diye soran yok.  Kimse sokaklarda vahşiler gibi etraflarına makineli tüfekteki kurşunları boşaltan teröristlerden rahatsız görünmüyor. Bu olayın, teröristlerin ellerinden çıkmış olma şansını kimse çok fazla deşmiyor. Politik ve insani değerler bir tarafa Yahudi nefretiyle dolu insanlık yine direk aynı tarafı suçlamayı tercih ediyor.

 



12 Mayıs 2022 Perşembe

Cenin'de vurulan gazeteci

n
Ukrayna' da savaş başladığı günden beri yaklaşık 20 den fazla gazeteci öldü ya da öldürüldü!! ( nedense  çok fazla ses getirmedi!!!!!!!!!!!)

Tahminim, dünyanın en tehlikeli, en riskli, en fazla ölümü göze alan mesleklerden bir tanesi de "Savaş Muhabirliği"dir. Çatışmaların, bombardımanların ortasında, üzerlerinde;  "Press" yani basın yazan bir yelek olmak üzere kameralara, hiç bir şey yokmuşçasına konuşmaya devam eden insanlar....Olay yerinden, canlı yayın son durumu izleyicilere aktaran gazeteciler.

Üzerlerindeki, basın yelekleri olan ve bu şekilde  tarafsız sayılan muhabirler, sadece vazifelerini yerine getirdikleri sürece kimsenin onlara el sürmeye hakkı yoktur. Ve böylelikle  onlara kısmi de olsa  belli bir dokunulmazlık tanıyan ve yine onları kısmen koruyan bir " çelik" cepkenle beraber kafalarında da aptal bir kask olmak üzere sıcak muharebelere tanıklık eden şehir meydanlarında, inanılması güç bir bir cesaretle işlerini yapmaya devam ederler. Ve aralarından bazıları bu cesaretlerinin bedelini çok ağır öderler,

Dün, Batı Şeria'da bulunan, Cenin Mülteci Kampında, Israel Kuvvetleriyle Filistinli teröristler arasındaki çatışmanın orta yerinde sıkışıp kalan Filistinli Gazeteci Shereen Abu Aqla, başından vurularak ölmüş.
Olaydan saatler sonra, yaşanan hadisenin görüntüleri (yayınlanabilecek bölümler) basında yer aldı.

                                 

Ortadoğunun en tanınmış, en büyük, en etkili yayın kanalı olan Al Jazeera'nın muhabirliğini yapan, 50 yaşlarındaki gazeteci Shereen'i bu bölgede tanımayan yoktu. Israelliler olsun, Filistinliler olsun uzun yıllardır, burada yaşanan olayları dünya media'sına taşıyan savaş muhabirleri içinde en önde gelenlerden biri olan bu kadın çok tanınmış bir simaydı .

Cenin'in orta yerinde sağa sola bakmadan, kimi hedef aldıklarını bile görmeden körü körüne ateş eden teröristlerle, Israel askerleri arasındaki noktada kendisine saklanacak bir yer arayan kadının panik halinde canını kurtarmaya çalıştığı anları izlemek korkunçtu. Sadece görevini yerine getirmeye çalışan bir masumun kör kurşunlara hedef olmasını izlemek insanı çileden çıkartabiliyor.

Gelelim, bu olayda kimin suçlu olduğuna.. Israel Ordusu ilk açıklamalarında, Shereen Abu Aqla'nın öldürülmüş olmasından duyduğu üzüntüyü dile getirirken, muhabirin her ne kadar Israel kurşunuyla ölmüş olma olasılığı varsa da ilk etapta düşünülen ihtimal gazetecinin  karşı taraftaki militanların etrafa rastgele açtıkları ateşin kurbanı olmuş olduğu. Israel ordusu derhal askeri bir soruşturma başlatırken, Filistin Otoritesi, "İşgalci Devletle" bu konuda işbirliği yapmayı" reddettiklerini açıkladı.

Bu arada, çoğu dünya kanalları bir kez daha Israel'i gözü kapalı suçlamaya gelirken, bu son olay bana yeni bir yargısız infazı anımsattı!!!

Kimse gazetecinin " yalnışlıkla" ( Filistinlilerin aslında onu bilerek öldürme olasılığı gayet olası....çünkü onlar için her şey bir propaganda !!! ) hedef olduğunu belirtmeyi tercih etmemiş. Suçlunun "bir kez daha" siyonist, zalim, Israel askeri olduğu ortaya atılmış oldu.

Bir gazeteciyi infaz etmenin Yahudi Devletine avantaj sağlayacağı nasıl düşünülebilir???
Yeniden nefret kazanmaktan başka??!!
30 senedir bu topraklarda görev yapmaya devam eden bir kadını tüm kameraların gözleri önünde katledecek kadar geri zekalı mı bu devlet??
Yeterince düşmanımız yokmuş gibi, bu kadının ölmesinin bize ne faydası vardı??
Bu kadın gerçekten Israel kurşunuyla ölmüşse bile bu sadece yalnışlıkla olmuştur. Ancak çok trajik bir kaza olabilir bu.
Görüntülerde Filistinli militanların sokak aralarından rastgele ateş açtıkları anlarda, Israel askerlerini hedef almaya çalıştıkları sırada,  aralarındaki konuşmalar duyuluyor.  Teröristlerden birinin, "bir askeri vurdum"dediğini duyduğunuzda ve askerlerden hiç bir vurulan olmadığını bildiğinizde, muhabiri esasen kimlerin öldürmüş olabileceği ihtimali daha da düşündürüyor.
Kapsamlı bir soruşturmanın sonuçlanmasından sonra kesinleşecek bir olaydır bu.
Ancak Filistinlilerin ellerinde bulunan cesedin otopsisinden  çıkacak sonuçlara ne kadar güvenebiliriz ???? Şimdilik,  mesela İspanyollara sorarsanız  bir defa daha Israel bir Filistinli'yi hatta bu defa görev başındaki bir gazeteciyi  katletti!!!
 

9 Mayıs 2022 Pazartesi

Sabahki yazıma karşı olan cevaba benim cevabım

Bu akşam, sabah yazdığım yazıyı okuyan birisinden bana bir mesaj geldi. Yazdıklarıma karşılık;  "Sana cevap niteliğinde bir yazı gönderiyorum. Belki sen bu yazıyı yazan gibi düşünmüyorsun ama yine de okumanı tavsiye ederim" diyordu.  Eski bir İDF askeri, bugünse gazeteci olan birisinin elinden çıkmış olan yazıda askerlerin yakaladıkları teröristlere neden sigara verdikleri anlatılmış. Gazeteci, onlarla bizim aramızdaki farkın, bizim onlar gibi vahşi olamayacağımız gerçeğidir demiş. Biz onlar gibi davranamayız. Onları gördüğümüz yerde vurabilirdik, ancak biz bunun yerine onlara sigara ve su verdik.

Benim öncelikle sabah yazdığım yazıya bakılırsa yeterince sağcı fikirlerle ortaya çıkan satırlarımı biraz açmam gerekecek.

Ben bu insanlara neden su verdiler demedim. Onları neden öldürmediler diye sormadım. Onları öldürmeleri gerektiğini de düşünmedim. Eğer ateşle karşılık verselerdi o an, mecburen öldüreceklerdi. Benim yazımda tek söylediğim şey, teröristlerin yakalanış haberini veren muhabirin, bu iki katili buldukları anlarda onları nasıl bir halde olduklarını anlatışıydı. Benim anlayamadığım şey buydu. İnsanlardan teröristlere acımalarını bekler gibi bir durum yaratılırken, bu tip "yapmacık "dozdaki insancıllığı ve saçmalıkları anlamam mümkün değil.

Benim her zaman üzüleceğim tek şey Gazze'de, Hamas'ın sivilleri kullanması yüzünden aramızda çıkan her savaşta ölen çok sayıdaki masum insanlardır. Kimse, çocukların ve savaşı istemeyen sivillerin ölmelerini istemez. Kimse bu kayıplara sevinmez ve sevinmiyor da. ( Burada ölenler olduğunda Gazze'de her defasında baklava dağıtsalar da!!!)

Kendi çocuğum gibi, her ölen çocuk, anne olan her insan için bir yürek acısıdır. Hamas'a olan nefretimiz de burada başlayıp burada bitiyor. Sorunu zora sokmak için, iki taraflı verdiği zararla Filistin davasının bitmemesini sağlamaktalar. Sözde Israel'e karşı savaş palavralarıyla, Gazze'deki insanları esir alan bir örgüt bu. Ve aynı propagandalarla kendilerine yeni yetişen gençler arasından ölmeye hazır olanları topluyorlar, Beyinleri yıkanan bu tiplerin ellerinden çıkabilen sonsuz vahşeti anlamak mümkün değil.

Yaşadığımız bu son terör dalgası yüzünden geçirdiğimiz zamanlar, belirsizlikler ve yarın öbür gün bu ülkeyi nelerin beklediğini bilememek, çevremizde yaşayan bu insanlarla aramızda gittikçe derinleşen çatlakları gidermenin imkansızlığı. Bir  taraftan korumak istediğimiz demokrasi ve modern ve aydınlık bir ülke kavramı, diğer yandan tüm bu kavramlara ters düşen olaylar....

İki farklı kültürün çarpıştığı bu toprakların bizleri sürekli bir köşeye kıstırdığı hissiyle yaşıyoruz... İnsan ne düşüneceğini, soruna nasıl çare bulacağını bilemiyor. Mantık hiç bir şeyin bugünkü haliyle devam etmesinin mümkün olmadığını söylerken,  karşı taraftan bize yönelen vahşetiyle mücadele ettiğimiz halkın bizi yok etmekte kararlı olduklarına dair sözleri.... güven vermiyor!!!

Bir yerde sabah SuperPharm'da karşıma çıkan sevimli eczacı dururken, başka bir yerde birbirimize içtenlikle konuşurken bulduğum aynı halktan insanlar varken ertesi gün baltayla, kalaşnikovlarla ya da bıçak ya da baltalarla .... Tel Aviv'de, Hedera'da, Beer Sheva'da, El'Ad'ta önlerine çıkan Yahudileri öldüren gözü dönmüşler var!!!

Ellerinden düşmeyen bu aletleri bir bıraksınlar ki artık konuşmaya başlayalım diyorum....

Gittikçe artan gerilim

İç Güvenlik Teşkilatı, Shin Beth ( Şabak)'ın Israel'in altını üstüne getirdiği aramaların ardından,  Yom Atsmaut'un son saatlerinde, El'Ad'ta üç kişiyi öldüren teröristler dün sonunda ele geçirildiler.

Bu iki katilin yakalanmasının ardından,  özellikle bu şehirde yaşayanlar başta olmak üzere herkes bir nebze de olsa rahatladı. Ancak bir taraftan belki derin nefes aldık desekte sonuçta her an yeni bir saldırının olma olasılığı yine yüksek.

Ayrıca, Shin Beth'in bu son olaydaki performansındaki açığından bahsetmemek zor. Günlerdir deliler gibi aradıkları teröristler,  saldırının gerçekleştiği yerden en fazla 1 kilometre uzaktaki ormanlık alanda gizlenmişler. Sonuçta, güvenlik görevlileri buraları aynı saatlerde aramadılar mı? Ya da nasıl aradılar ki bunlar üç gün süresince katliamın yaşandığı noktaya 1 kilometreden daha az bir mesafede saklanmaya devam edebildiler.

Ve Shin Beth tarafından yakalanmalarının ardından elleri arkada bağlanmış halde, yerde dizlerinin üzerinde duran teröristlerin görüntüleri yansıdı media'ya. Haberi veren spikerin konuşmasıysa özellikle dikkatimi çekti. Üç gündür yemeden içmeden, susuz bir halde kalmalarının ardından iyice bitkin düşen bu iki insan diye "hallerini"(?) tarif eden,  "Israelli Spiker"'i duyduğumda, kısmi bir şok içindeydim. Konuşmalarından neredeyse bu iki katile acımam gerektiğini düşünebilirdim. Aklını iyice kaçıran basın, bu iki kişinin daha üç gün önce, üç insanı çocuklarının yanında baltayla doğradıklarını unutacak kadar şaşırdılar sanki. Basın bazen iyiyi, kötüyü, doğruyu ve yalnışı..insanca değerlerle, katillere yakışan sözcükleri de şaşırabiliyorlar mı? O an o spikerin gösterdiği "empati"kimeydi???  Bu tarz konuşarak "acıma"duygusunu hangi tip eylemlerden sonra, kimlere gösterilebileceğini kimlere kanıtlamak peşindeler bunlar acaba???

İnsani duygular insanca yaşayan, insan olan herkese verilir!!!  Ama sadece üzerlerinde tallit olduğu için, sadece Yahudi oldukları için baltalarla kafaları kolları kesilerek, çocuklarının yanlarında öldürülenlerin katillerine merhamet sözcükleri kullanmakta ne demek oluyor?? Bu iki yüzlülük içinde, teröriste karşı merhamet duygusu uyandırarak bir birilerine bir şeyler kanıtlama amacı güden tiyatrolarını bizlere yedirmesinler lütfen!!!

El'Ad şehrinde, o gece o iki "tip" tarafından katledilen iki genç insandan birinin eşi anlatıyordu. Çocuğunun babasının öldürülüşüne tanık oluşunu. Sadece 6 yaşında bir çocuk ( sekiz yaşında sanmıştım en başta). etrafta bulunanlara baltayla saldıranlara karşı elindeki sopayla mücadele eden babasının son anlarına tanıklık etti. Ve o genç adam sayesinde orada bulunan çocuklar ve diğerleri kaçmak için fırsat buldular. Kendi canını diğer insanları kurtarmak için öne atan bu insanın cesareti ve yiğitliği onu  geri getirmeyecek. Tanrının ona verdiği kuvvetle, ölüme karşı direnmeye  çalıştığı anlarda,  başkalarının hayatlarını ellerinden kurtardığı o iki şeytansa Israel hapishanelerinde beslenmeye devam edecekler şimdi.

Evet, bizlerin bir sürü para vererek yaptırdığımız diş tedavilerini bile bedavaya yaptıkları Israel hapishanelerinden seneler sonra çıkacaklarında, buraya girdiklerinden çok daha besli daha bakımlı görünecekler.. Sonuçta Hamas'la yapılan her yeni anlaşmada serbest bırakılan Filistinli teröristler, bu devletin hesabına üniversite öğrenimlerini tamamlamış, içeride birlikte yattıkları diğer esirlerle yemek ve spor faaliyetleriyle zaman geçirmiş, senelerce aldıkları 1600 şekel aylığı da kenara koymuş bir şekilde özgürlüklerine kavuşabilecekler... Neredeyse, öldürdükleri Yahudilerin hesabına bir de ödüllendirilmiş olarak hayatlarına devam edecekler. Şimdilik yakalandıkları an çektikleri fotoğraftaki ilk pozları sigaralarlaydı.

Bu iki pislikten birinin, eyleme çıkmadan evvelki Twitter paylaşımında, "Al Aqsa'nın  özgürlüğüne  kavuşması" davamızdır diye yazmış olması, Filistinlilerin içinde devam eden kışkırtmaların gündemi koruduğu, Ramazanín bitişinin hiç bir şekilde sukuneti geri getirmediğinin ispatı.

Halbuki normal zamanlarda  hiç buraları gezmek fırsatını buldunuz mu bilmem.  Al Wakf'in elinde olan Al Aqsa'yı kimin ziyaret edip edemeyeceğine karar verenler onlardır. Kafaları karışıp, huzursuzluk çıkarmaya çalışmadıkları sürece, sadece Kuran'dan size sordukları süreleri ezbere söyleyebilirseniz buraya girmenize yine "sadece onlar" izin verirler. Şu ansa her yer kaynıyor. Jerusalem Filistin'in başkenti olmadan yatışmayacaklarmış...

Hamas, buradaki Arapların dava adamı olmaya and içti. Kışkırtmalar son hız devam ediyor. Ve Israel'in Güvenlik Kurulu üst üste toplanırken alınan kararlar, ya da üzerinde durulan seçenekler arasında, benim uzun süredir aklımda olan bir şey sonunda gündeme gelmiş görünüyor! ; "Hamas"terör grubunun büyüklerini temizlemek!!!

Ancak eskiden Israel bir şey yapacağı zaman sessizden, konuşmadan yapardı...

Son senelerde, medianın her şeye karışmasımıdır, politikacıların puan toplama heveslerimidir bilinmez, daha karar çıkmadan sesler çok fazla duyuluyor. Susmanın ne demek olduğunu  unuttular bugünküler. 

Şimdilik hiç bir karar çıkmadı.... Belki Yehuda ve Şomron'da ( Cenin'de) bir operasyon yapılacak tartışmaları gündeme düştü... Böylesi bir operasyon, Gazze'yle de ortamı kızıştıracak mutlaka...

Kıçı sıkışınca sesi birden korkudan havlamaya başlayan Yahya Sinwar;  İDF, Hamas büyüklerini hedef alırsa Israel'de deprem olur demiş!!!

Bekliyoruz!

8 Mayıs 2022 Pazar

 Pandemi bitiyor derken başlayan savaşla gelen 2022' nin ortasındayız....

Her başlayan yeni bir senede insanlar sağlık, huzur ve barış dilerler. Her yıl dilenen bu dilekler bu seneye girdiğimiz ilk saatler, ilk günlerde de tekrarlanırken bir baktık  2022'nin beşinci ayına doğru hızla yol alıyoruz. Nasıl oldu demeye vaktimiz bile olmadan bir senenin daha ortalarına doğru ilerlerken doğanın bize isyan etmesinden korkuyoruz bazen, bitmeyen hadiselerle, savaşlarla....Ve neticede insan gibi yaşamayı beceremeyen insanların yarattığımız karmaşanın getireceği sonuçlar herkes için  bir bedel ödemeye  dönüşecek mi?  

Daha pandemi bitti bitmedi derken, nefes bile almaya vakit olmadan bu kez Avrupa'nın hemen sınırlarında savaş başladı. 20 seneden fazla yönetimde olan bir KGB ajanı tüm dünyayı ateşe atacak kadar delirdi mi acaba derken her geçen gün Ukrayna'da devam eden savaş dünyamızı nereye götürecek soruları daha çok sorulmaya başlandı. Nükleer tehlike bir anda büyürken II. Dünya Savaşının bittiği günlerde Hiroşima ve Nagasaki'den yükselen kocaman mantar bulutlarını hatırlayan zihinler bunca zamandan sonra ilk kez gerçekten ateşle oynanan bir oyunun içinde olduğumuzu hissediyorlar.

Biz insanların bir türlü adam olmadığımızı gördükçe egoizmimizin bizi getirdiği bir sondur belki de bu artık diyorum ben.

.............................................

Bill Gates geçtiğimiz hafta,  insanlığın artık geride bıraktığına inandığı Covid-19 salgınının bitmemiş olabileceğini ve yeni ve daha tehlikeli bir variant'ın ortaya çıkma şansının yüzde beş olduğunu, ayrıca önümüzde bizi bekleyen daha zor salgınlar olabileceğini falan söylemiş. Bunları bilmenin bize ( biz halka) bir faydası var mı bilmiyorum. ( Bence bu sorular ve olasılıklarla bilim insanları uğraşsınlar!!)

Bundan seneler evvel, Amerikalı milyarderin,  bir konferansta ileriki yıllarda görülebilecek salgın hastalıklar hakkındaki konuşması YouTube'ta bulunuyor. Ve tabii bu konferansta söyledikleriyle Bill Gates'in Covid'in arkasındaki insan olabileceği teorisi de bir diğer komplo iddialarıyla birlikte insanların kafalarında yer almış oldu.

Kimi dahilerin, dünya çapında etki gücüne sahip olan ultra zenginlerin,  toplumlara önderlik edebilen sayılı insanların uluslararası araştırma projelerine verdikleri destekleri, iklim ve tıp üzerine yapılan geniş çaplı çalışmalara yaptıkları bağışları bilmeyenlerin bu kişileri insanlık düşmanları ilan etmeleri mümkün olabiliyor. Biz, halk insanlarının, biz etki alanları neredeyse sıfır olan  küçük insanların merak alanları içinde olmayan çok geniş çaptaki konuları bizden bin kat fazla bilenlerin bizlere zarar vermeye çalıştıklarını düşünecek kadar ileri gidebiliyoruz bazen. Onların, dünyayı değiştiren bilim adamlarıyla olan yakın ilişkilerini ve sonuçta gelecekteki kimi olasılıkları daha iyi bilebildikleri gerçeğinden haberimiz yok!!

Bizim tek bildiğimiz, iki seneden fazla bir sürenin sonunda yeniden maskesiz asansöre binebildiğimiz, kapalı alanlarda yeniden yüz yüze burun buruna konuşabildiğimiz günlere geri dönmüş olduğumuz. Bir taraftan oradan buradan kulağımıza gelen yeni variantlarla ilgili söylentiler bitmezken sonunda, sadece bazı yaşı geçkin insanlarla hasta kişilerin maskelerini hala taşımaya devam ettikleri günleri yakaladık sonunda...

2022'ye girerken neler dilediğimizi söylüyordum yazımın başında... Ne pandemi ne savaşlar belki de yerküreyi hiç bırakmayacaklar. Bizim gibi insanlarsa yeniden gözlerimizi açtığımız yeni sabahlarla hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz ve edeceğiz. Hiç bir şey olmamış gibi.  Var olduğumuz sürece... Yapabilediğince, elimizden geldiğince, çocuklarımız  ve kendimiz için bu koca dünyada dönen binbir şeyin kişisel alanlarımıza etki etmemeleri için dua ederek.... Ne yazık ki elimizden tek gelen şey bu! Ne Ukrayna'da dönen acımasız savaş, ne kitlesel kıyımlar, ne virüsler...Ne başka olasılıklar... Dünyanın bir başka ucunda yaşananlaraysa gücümüz yetmeyecek kadar önemsiziz bizler..Kendi metre karemizi etkileyebildiğimizce yaşamaya devam edenleriz. Kendi metre karemizde var olan sayılı miktarda insanlara elimizden geldiğince iyi olmaya çalışıyoruz...  Ve Ukrayna'ya kadar uzanamadan  hemen yanımızda bizi yeniden "intihar saldırılarıyla" tehtid edenlerle yaşamak zorunda olduğumuzu unutmuyoruz.



6 Mayıs 2022 Cuma

Cumhuriyet Bayramına gölge düşüren terör saldırısı

Dün Israel'de Yom Atsmaut yani Cumhuriyet Bayramıydı.  Gezilere çıkılan, parklarda piknikler yapılan bir gün oldu yine bu Cumhuriyet Bayramı da!  Biz de sabahtan sahilde yapılan uçak gösterilerine gittik. Binlerce insan Israeli boydan boya geçen kıyı şeridinde toplandı. Kıyılar hınca hınç dolduğunda göklerden üzerimize doğru inişler yapmaya başlayan f16'ların  akrobasilerini izleyen kalabalığın alkışları bayram sevincini orada bulunan insanlara taşıyordu ... 

Zamanın  çoğunu olasılıkları düşünmeden geçirsem de, Hamas'ın yinelediği tehtidler ve kutlanan günün hassasiyetini beynimin bir yerlerinde ister istemez unutmadığım açıktı. Kafam sözde anı yaşarken, bilinçaltımda beni uyaran bir ses vardı. Ve bu şekilde karşımda beliren bir adam bir an öylesine durup bakındığında,  sadece Arapça konuştuğu için acaba terörist mi diye düşündüğümde durumun bizi nasıl bir paranoya içine soktuğunu görebiliyorum.

Ancak bu son günlerde yaşanan saldırıları bilen biri acaba bizi suçlayabilir mi??

Herşeye rağmen Arap ya da Yahudi herkesin birbirinin yanında piknik yaptığı ortam,  yarı bulutlu ve bol rüzgarlı bir güne rağmen insanlara keyif veriyordu mutlaka. 

Büyük çoğunluğun istediği tek şey, solumak, yaşamak, aileleriyle sade ve güzel bir gün geçirmekti...  Olabildiğince eğlenmekti. Yemek yemekti, gülmek ve dostlarıyla birlikte olmaktı. Uçakları izlemek, hayatın keyfine en basit yoldan varabilmekti.... Ve kalabalıktı her taraf. Çoğu Yahudi olsa da, daha bir iki gün öncesine dek bayramlarını kutlayan Araplardan da vardı aramızda. Onlar da aileleriyle ve arkadaşlarıylaydılar....

Üzülüyorumben!! Kendini korumak isteyen insiyaki yönümün hümanist, sevecen, insanları kucaklayan tarafımı yok etmesinden korkuyorum bazen. Nefret etmekten korkuyorum. Çoğunluğun kaos istemediğini anımsatıyorum kendime. Böyle zamanlardır insanları en çok karşı karşıya getiren, Toplumları birbirine daha da çok düşüren...daha fazla nefret tohumları eken.  sadece belli insanlara değil de ( mesela teröristlere değil de ) birdenbire bütün genele.... Hepsi aynıymış gibi gelir bir an... Ve o gün yenik düşersiniz... sizi içten bitiriverir... Çok iyi düşünmek önemlidir böyle anlarda. Soğukkanlılığı korumak.

Bir süre sessizlik çöktü mü etrafa, tamam diyorum, artık herşey yolunda... Ama sonra bir daha oluyor.. ve zaman geçmeden..bir gün bir yerde ertesi gün başka....Çocuklarım korkuyor;  kızımın arkadaşı Jerusalem'deki Müzik okuluna her gidişinde kabus gibi geliyor ona o yolu tepmek.

Bugünlerde terör içimizde bir defa daha!! 2000 yıllarının başlarında olduğu gibi...

Dün Yom Atsmaut daha bitmeden bir defa daha haberler gelmeye başladı. Israel'in merkezinde bulunan  El'Ad sehrinde iki Filistinli önlerine çıkan insanlara acımasızca saldırarak üç kişiyi öldürdü.

Üç genç adama baltayla saldırarak katlettiler. Bir tanesinin 8 yaşlarındaki oğlu babasının balta darbeleriyle yere yığılışına tanıklık ederken gelen ambulansa, "Babamı öldürdüler!"diye bağırıyordu!!! Üç ölünün dışında bir kişi hala ölümcül durumdayken  iki kişi de ağır yaralı.

Ve olaydan sonra kaçmayı başaran iki terörist hala yakalanamadı.... Evet nerede oldukları bu kez bilinmeyen teröristlerin  bize yeni bir süpriz yapmadan evvel yakalanmaları için dua ediyoruz.

Dünkü saldırı bu kez gayet sessiz bir mahallenin içindeki bir parkta oldu...Sokakta Pitziyi gezdirirken bile saldırıya uğrama şansım olduğunu hiç düşünmemiştim.

   

 

  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...