26 Haziran 2016 Pazar

   
                                                   ÇOCUKLUĞUM




Buyukada, Şehbal Sokak, Fırının karşısı....
Cocuklugumdaki yazlar aklıma özellikle kazınmış gibidirler..
Adada geçirdiğim her anın  benim için ayrı bir mutluluk olduğu bir gerçekti. 
Hele bazi anılar belki bir parça daha özel olabiliyor insan için. 
Özellikle de bir çocuk için...
O yazın ilk günü hiç aklımdan gitmez. Belki de benim için zorlu geçen bir öğrenim yılının ardından yeniden nefes almak gibimiydi o yaz..
Güneşin ilk ışıklarıyla uyandığımda kulağıma ilk çalınan ses martıların çığlıklarıydı.
Heyyyy adadayım!! Şişli'nin karanlık, puslu ve hüzünlü havasından çıkıp yeniden  bisikletime kavuştuğumu müjdeleyen martılar...ve yatağımdan büyük bir mutlulukla fırladığım anlar sanki dün gibi.
Annem sabah sabah  yazlık kıyafetleri yatagin uzerine yigmis dolapları duzenliyordu..
İlk iş kırmızı tahta ceyolarımı ( bunlar her yaz adadaki eczaneden satin aldigimiz tahtadan, ortopedik terliklerdi ) aradım. Adanın benim için neyi ifade ettiğini  sorsalardı şöyle 10 yaşlarımda iken öncelikle turuncu bisikletim Daniela sonra Ceyo terliklerim ve ardından her gün olmazsa olmaz olan deniz sefam aklıma gelirdi sanırım.
Üst üste giyilen kalın kıyafetler ve paltolara verilen ara ise ayrı bir zevkti.
Daha kahvaltımı bile etmeden aşağıya indim. Babamın bisikletimi çıkarıp çıkarmadığına baktım, Ikinci el bisiklet aşağıdaydı. Turuncu gövdesi, beyaz jantları vardı. Hafif paslanmaya başlayan jantlar umurumda bile değildi.  Babama ya da anneme bana yeni bir bisiklet neden almıyorsunuz dememiştim ben.  Elindekiyle mutlu olan bir çocuktum. Belki de birazıcık saftım.
Benim için önemli olan bisiklete binip gezebilmekti . Daha fazlası çok fazla umurumda değildi.
Beş buçuk yaşımdayken bisiklete binmeyi babam öğretmişti. Bir kaç gün içinde yardımcı tekerlekler olmadan bir iki düşüş arkasından olmuştu bu iş.
Çevik ve hareketli bir çocuk olmakla birlikte minyon sayılırdım.  Buna rağmen bisiklete binmeyi ilk öğrendiğim yazdan itibaren babamın kız bisikleti olan (!) Peugeot'suna göz dikmiştim . ( kız bisikleti idi nede olsa ! )   .
O işteyken ben her gün onun bisikletini alıyordum. Boyum daha o kadar küçüktü ki ancak ayakta binebiliyordum.  Ama inatla her gün belki biraz boy atmışsam bu kez otururken ayaklarim pedallere yetisebilir  diye kontrol ediyordum.. Taa ki bir sefer yere kütük gibi düşene dek.. 
Sonunda bir gun Dkucuk turuncu bisikletimin pabucu dama atılırken çoğu zaman Peugeot'ya binmeye başlamıştım, Arkamdan küçücük kıza bak kocaman bisiklete biniyor dediklerini hatırlarım..
Annemin arkadaşları böylece bana yeni bir isim takmışlardı; Erkek Marika ....
Aslında çok haklılardı, karakterimdeki tum masumiyete rağmen  tam bir tomboy'dum..
Çok ta suçum varmıydı bilmem . Annemin arkadaşlarının çocukları hep oğlandılar.  Ben de mecburen onlarla top oynuyor ve koşturuyordum. Hayatımdan şikayetçimiydim?  Yok hayır gayet memnundum.  Bazı ufak tefek kazalar dışında hersey yolundaydi .
Bir defasinda birinci katın merdivenlerinden sokağa yuvarlanmistim , bir kez kuzenlerimin arkalarindan koşarken beni kim çağırıyor acaba diye arkama bakayım derken hizla ağaca toslayıp basima aldigim darbeyle bayılmistim, çığrından çıkan atın nalları altında kalmistim bir yaz, ve ellerim dizlerim her tarafim kan revan icinde annem beni ilk yardima goturmustu, baska bir sefer aramızdaki yaramazlardan en küçüğünün yerde buldugu tasi bana dogru firlatmasi ile alnımı yarmasının ardindan bu kez basima pensler takilmasinin dışında hayatımdan gerçekten çok memnundum..
Beş kafadarın oluşturduğu bir çete gibiydik, o yaz birarada oldugum minik arkadaslarimiz ve ikia biz iyi çocuklar çetesiydik. Içimizde hiç kötülük yoktu.  Ne birbirimize karşı ne de başkalarına.
Her gün beraber gittiğimiz denizden dönerken  adanın çoğu yokuş olan yollarında eve dönüşün beni nasıl zorladığını anımsarım. Denizin ve güneşin ben de yarattığı yorgunluğun ardından bisikletimden inip itiştire itiştire eve dönüşlerim hep aklımda.
Nevruz yokuşunun tepesinde kuzenlerimle beraber tuttuğumuz evin girişindeki küçücük toprak parçasına bir şeyleri ekmeyi önerdiğim gün hepimizin bunu ne büyük mutlulukla karşılayıp evden getirdiğimiz küçük balta , kaşık ve bilimum aletlerle önce samandan ve çöplerden temizlediğimiz toprağı kazdığımız günlerde hepimiz 10 -11 yaşlarındaydık.. Ekmek için aklımıza gelen tek şey   fasülye, mercümek gibi baklagillerdi. Her gün suladığımız topraktan çıkan filizler deniz dönüşünde ilk kontrol ettiğimiz şeydi.. O filizler bizim için sanki bir başarıya imzaydı.. Minik bahçemiz kuru bir samandan yeşeren küçücük bir alana dönmüştü.
Bir deniz dönüşü giriş kapısını itekleyerek giren koyunun sıra sıra açan yapraklarımızı yediği güne dek  bu küçük yaratıcılık bizim için çok büyük bir mutluluk olmuştu.
Haftada bir gittiğimiz film aralarında elimize verilen harçlığa göre her birimizin satın aldığı birer şeyle filme tekrar geri girerken , birimiz tost, diğeri kola bir üçüncüsü çubuk krakeri herkesle paylaşirdı . Her bir ısırık veya bir  yudum kola bizi mutlu etmeye yetiyordu..
Erkek çocuklarıyla oynarken hayatımdan şikayet etmedim ama neyseki yanımda bir de kuzinim vardı.  O da bana kız çocuklarının  ayrı bir cadı olduklarını hatırlatırdı hep. Benden üç yaş küçüktü ama benden inatçı ve diretkendi. Kızdığı zaman  bana cimcik atarken son yumruğu konuşturan ben olurdum. Azarı da sonunda hep ben işitirdim.

12 yaşıma gelene dek erkek çocukları adada bisikletlerle polis çete oyunları oynadığım, top koşturduğum oyun arkadaşlarım oldu ..

Yıldırım Spor'da  partilere katılmaya başlayıp kızlı erkekli oluşturduğumuz ilk gruba dek..
Dansı çok seven benim kavalyem olmuştu bir çocuk . Daha o yaştan bir kıza nasıl hitap etmesi gerektiğini bilen bu küçük Don juanla bütün kış paylaştığım özel arkadaşlığın sonunda gruba yeni katılan kızlarla birlikte pabucumun dama atılmasıyla terkettiğim son partiye dek erkekler beni hep güldürmüştü. Hayatımda ilk kez yaşadığım duygusal bağ , ilk çocukluk aşkı ve ilk hayalkırıklığı bana erkeklerin sadece top oynamaya yaramadıklarını öğretmişti..

Çocukluğu geride bırakalı çok uzun yıllar oldu. Yaşanmış tüm güzellikleri de beraberinde. Ilk arkadaşlıklar, ilk ilişkiler ve hayal kırıklıklarıyla hayata ilk açılan  bir pencere olan bu dönem bize gelecekte yaşanacakların sadece küçük bir promosu gibi..


Batya R. Galanti








14 Haziran 2016 Salı


                                        GERÇEK BİR DOST


Aylardan sonra çalan telefonda eski bir dost ses duydum..Ruth...Son bir kaç yıldır zaman zaman yaptığımız telefon konuşmalarıyla süren eski bir dostluk bizimkisi..  İstanbul'dan Israele uzanan ve yirmi yıllık bir geçmişe dayanan gerçek bir  dostluk  ....
Bana hatırımı sordu, çocuklar iyi mi?  esin nasıl , herşey yolunda mı? her zamanki olumlu sıcak haliyle...onu son zamanlarda arayamadığım için çok üzgün olduğumu söyledim, çok şey olmuştu son bir yılda, bazen insan en sevdiği dostlarını bile  ihmal edebiliyor bu yüzden..
Ağır bir ingiliz aksanıyla konuştuğu ibranice ona hala zor gelirken neredeyse yarım asır yaşadığı bu ülkede bana kucak açan ilk insanlardan belki de en vefalısı....
Tekrar yıllar evveline gittim, onu tesadüfen tanıdığım 1996 yılına, sanırım Mayıs ayıydı...
O yıllarda İstanbul'da şehir içi turist rehberliği yapıyordum. Dünyanın farklı ülkelerinden gelen birbirinden değişik kültürde insanları tanımak fırsatı bulduğum bu meslek içinde çok renkli bir dünyayla karşılaşmak mümkündü..
İşte o gün de diğer günler gibi  sabah farklı otellerden toplanan turistler beni beklerlerken  otobüse bindim, her sabah olduğu gibi insanlara tek tek nereden geldiklerini sordum, bu şekilde hangi lisanlarda rehberlik yapmam gerektiğini anlamanın dışında müşteriyle ilk iletişimimi kurmuş oluyordum.
Otobüsün en ön koltuğunda oturan ortayaşlı çifte de nereli olduklarını sordum, bana ingiliz olduklarını söylediler. Herkesle tek tek konuştuktan sonra mikrofonu alarak ismimin Batya olduğunu ve gün boyunca kendilerine rehberlik yapacağımı söyledim. Bu arada otobüs Mısır Çarşısına gelmişti. Herkes otobüsten inerken otobüsün ön koltuğunda oturan güler yüzlü İngiliz bayan yanıma yaklaşarak bana , " Özür dilerim, isminizin Batya olduğunu söylediniz değil mi? diye sordu, Ben
" Evet! ", "Fakat bu bir yahudi ismi dedi".  Ben de doğrudur çünkü ben yahudiyim dedim. Benim ismim Ruth, biz aslında Israel'den geliyoruz dedi.. Ona gülümseyerek çok memnun olduğumu söylerken  çarşıya varmıştık bile..
O gün Ruth ve en az onun kadar sempatik koca göbekli uzun boylu eşi beni tanımaktan çok memnun görünüyorlardı.. Rumeli Hisarında çok sevdiği fotoğraf makinesiyle hisarin en tepesine çıkmayı tercih eden Ruth bizi aşağıda bırakırken  böyle şeyleri fazlalık olarak gören eşi İtzhak yanımda kalmıştı. Sigarası elinden hiç düşmeyen bu sevimli adam mavi gözleri boğazın karşı yakasına dalmış bir şekilde İngiltere'den Israel'e göç hikayelerinden bahsetti kısaca .  Alında çok sevdikleri İngiltere'yi bırakmalarının tek sebebinin içlerindeki Yahudi inancı olduğunu ve bu inancı en doğru şekilde yaşayacakları tek ülkenin Israel olduğunu düşündükleri için göç etmeye karar verdiklerini anlattı.
O günün sonunda Ruth'a sonbaharda Israel'e gitmeyi planladığımı söylediğimde bana adresini yazarken ısrarla bizi mutlaka ara demişti..
Hayatımda çok insan tanıdım. Çok sevdiğim halde geçmişe gömmek zorunda kaldığım , kalbimde özel yeri olan insanlar oldu fakat hayat kimi yerde bu insanları benden kopardı, kimisi vefaakar çıktı, kimisi kısa bir zaman sonra unuttu.  Ruth  bana hayatım boyunca insan olmanın, sadakatin , iyiliğin dürüstlüğün ve her durumda herşeye rağmen olumlu olabilmenin örneği bir dost oldu.
1996 yılında Israel'e geldiğimde tek başıma bir oda tuttum. Aslında hayatımda ilk kez bu kadar özgür, bu kadar rahattım bu dönemde.. Bazen insan kendiyle kalmak isteyecek kadar yorulur hayattan ve insanlardan.. O dönem Israel'deki akrabalarımın hiç biri beni pek arayıp sormadılar ( aslında bunu çok ta önemsemedim) , kimisiyle bir iki kez görüşmüşlüğüm olduysa da bir ideal uğruna çıktığım bu yolda yanlız olduğumu en başından biliyordum.
İşte bu dönem içinde  bir kişi beni  ilk günlerden arayıp sormuştu.
O kişi Ruthtu.
Sadece bir kaç saatlik  tanışıklığımızın ardından bana gösterdiği ilgi inanılmazdı.
Yıllarca koruduğumuz samimiyetin temelinde onun kişilinde bulduğum insana insan olarak verdiği değer vardı. Yeni geldiğim bu ülkede atıldığım macerada yanlız olmağımı hissettirmek için kendi adına gösterdiği çaba inanılmazdı.
Çok kez akşamüstleri buluşup bir cafe'de sohbet ettiğimizi hatırlarım.
Her fırsatta beni aramanın dışında bir çok Sabat yanlızsan bize gel daveti bu hayatta kendi için yaşamayan insanların da olduğunun bir örneği oldu Ruth..
 Sevgisini , ilgisini sözle ifade eden insanlar çok vardır fakat gerçek dostluk yapılanlarla ölçüldüğünde hayatımızda böyle kaç insan bulabileceğimiz ayrı bir gerçektir.
Haredi ( Dindar yahudiler ) kökenli bir aileden olan Ruth ve İtzhak  Israel'e geldiklerinde önce çocukları sonra kendileri seküler yaşamı tercih etmişler.
İngiletere'de maddi sorun yaşamayan aile burada da bir şirket kurmuş ve ilerlemeyi  başarmışlar. Ruth'un hayat felsefesi olmak istediğin gibi ol  ama başkalarına hep saygı duy.  Bu yüzden yeri geldiğinde domuz eti de yiyen bu insanlar kardeşlerini ve ailenin diğer bireylerini evlerinde ağırlamakta problem yaşamamak için kendi mutfaklarında kaşeruta ( yahudi kurallarına göre yemek yemek sistemine )  uymaya devam etmişler...
Onunla yıllar evvel bir cuma gittiğimiz  yaşlılar yurdunda teyzesini ziyaret etmiştik.
 Ruth işinden kalan vaktinde her cuma öğleden sonrasını teyzesine ayırmıştı.. O öğle yemeğinde hayatımda ilk kez Gefilte fish'in ( Ashkenaz yahudilerinin hazırladıkları bir balık yemeği ) tadına bakmak fırsatım olmuştu.. Her yemeği sorunsuz yiyen ben hayatımda ilk kez bu kadar tatlı bir balık yemek şansını yakalamıştım (!)

Evlendiğimin ertesi haftasında bana postaladığı iki küçük albümde beni kendi kamerasından, kendi gözünden gördüğü şekilde görüntülediği resimlerde bana olan içten dostluğunu yeniden ifade etmeyi bilmişti..

Doğum yaptığımdaysa  elinde çiçeklerle hastaneye ilk gelenler arasında yine o vardı..

Her yıl doğum günlerinde süslediği güzel kart postallarla sevindirdiği çocuklarım da Ruth'un ne kadar özel bir insan olduğunun farkındadırlar..

Ruth iki yıl evvel hayat arkadaşı İtzhak'ı kaybetti.. En iyi çocukluk arkadaşı ile birleştirdiği hayatı, aralarındaki tüm farklılıklara rağmen ömür boyu mutlulukla , herşeye rağmen büyük bir uyumla sürdürmeyi başarmış olan bu iki insan bana farklılığın mutluluk için bir engel teşkil etmediğinin ispatı oldu..

Ruth eşinin son yılında ona büyük bir özveriyle ve sevgiyle bakarken bana en kötü günde geçmişte yaşanılmış her şeyden insanın nasıl şükredebileceğinin örneği oldu yeniden. Eşiyle  geçirdiği her güzel yıl için ne kadar şanslı olduğunu hiç durmadan bugüne dek tekrar eden ve bugün onu herşeyden çok özlediğini bildiğim bu harika insan yaşadığı hayatın ve tüm insanlığın belki de her zaman en güzel taraflarını görebilmeyi bilmiş örnek biri.

Hayatımıza çok insan girer; kimisi belki girdikleri gibi çıkarken gerçek dostlar bir ömür boyu yanımızda kalır . Ruth gibileri ise bize kötülüğün ağır bastığı bu dünyada hala daha iyinin de varolduğunu hatırlatırlar...




  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...