16 Mayıs 2017 Salı

 Örnek bir hayat hikayesi



Buzdolabımın üzerinde iliştirdiğim bazı resimler vardır. Dolabı her açıp kapattığımda gözümüzün önünde olan o mıknatıslı  resimlerden hani. Kızımın, oğlumun küçüklüklerinden  bir iki fotoğraf ve kimi hatırlanması gereken önemli notlarla birlikte. Ve tüm bunların ortasında  ayrıca bir resim daha durur. Yıllardır aynı noktadan bizi gözler. Gri kısa saçları ve gülen gözleriyle  her ona  bakışımda adeta sizi hiç bırakmadım ben buradayım diyen kayınvalidemin resmi hep aynı yerde durur.

Ölmeden bir kaç yıl evvel bizimle birlikte geçirdiği güzel bir yaz gününde çekilmiş, hala keyifle gülebildiği zamanlardan kalmış bir anı. O gün bizimle havuza gelmişti. Çocuklar havuzda oynarken o gölgede serinlemiş, bizimle birlikte olmaktan gayet memnun bir gün geçirmişti.

Kişiliği son derece güçlü, muhafazakar olduğu kadar insan sevgisiyle dolu, karşısındaki her ki
şide saygı hissi uyandıran, şanssız bir çocukluktan zorlu  geçen gençlik yıllarının ardından  hiçten varettiği kocaman ailesinin ana direği olan bu kadını anmadığım gün yoktur diyebilirim.

Aslında  kayınvalide ve gelin ilişkileri fıkralara konu olmuş en çetrefilli en zor insan ilişkilerinin başında gelir. Kayınvalide olmak zor iştir denir.  Gelin olmak ta keza.

Genç bir adamı annesinin yıllar süren mülkiyetinden alan,  adeta bir imparatorun yeni kraliçesi konumuna gelen yabancı bir kadındır gelin  kayınvalide için.  Genç kadın içinse ortak bir yaşamı paylaştığı eşinin üzerinde üçüncü bir şahsın bir gölge gibi yaşayan varlığıdır kayınvalide.

Fakat bütün bu tanımlamalar tüm gelin ve kayınvalideleri kapsamıyor mutlaka.

Bugüne dek sevgiyle hatırladığım, yüreğimde sıcacık hislerle ayrıldığım bir insandır kayınvalidem, bayan Lea ....

Hayatımda  gidişiyle  arkasında büyük bir boşluk yaratan şahıslardan bir tanesidir.
Tanıdığım zaman 80 yaşında olan kayınvalidem aslında benim için bir bakıma bir büyükanne gibiydi.
Nesil ve kültür farkı bu durumda daha çok kendini belli etse de sevgi ve saygıyla yaklaştığınız her insanla ilişkilerinizi sağlıklı olarak geliştirmek  mümkün . İyi niyet ve karşılıklı olumlu hisler oldukça aşılamayacak sorun yoktur çoğu zaman.

Onun bende yarattığı boşluk, 80'lerinde  bir insandan aldığım uzun hayat derslerinin bana öğrettikleriydi 
Beni her dinleyişinde  ağzından çıkan öğütlerinde bana uzattığı anahtardı. Bu anahtar her fırsatta tekrarladığı bir sözün altında yatan fikir, bazen  uzun söylevlerin yerini alan  bir deyim ve her kelimede yaşanmış tecrübelerdi. Kulağımdan gitmeyen sesi ve tembihleri.  Kimi şartlarda, bazı zor anlarda, sabır gereken durumlarda nasıl davranmam gerektiği, nasıl tepki vermemin en doğrusu olduğunu öğreten tavsiyeleri.

Eşime onu yeni tanıdığım günlerde kaç kardeş olduklarını sorduğumda ne kadar şaşırmıştım yedi kardeşi olduğunu duyduğumda. Kendisi burada doğmuş olmakla birlikte ailesinin 1948'de İzmir'den Israel'e göç ettiklerini biliyordum. Ve Türk kökenli ailelerin bu kadar çok çocuk sahibi olduğunu hiç duymamıştım o güne dek. En azından kendi neslim için bu böyleydi. Annemin jenerasyonunda çoğu aileler en az beş altı kardeştiler fakat bize gelindiğinde Türkiye'de kalan cemiyet artık ya tek ya da iki çocuklu ailelerdi. Üç kardeş olan bir arkadaşımı çok çocuklu aile olarak nitelerdim kafamda hep :) .

Israel'i ve buradaki hayat görüşünü, dindar aileleri daha pek tanımıyordum.  Eşimle olan ilişkimi evlilikle tamamlamaya karar verdiğim gün ailesini tanımamın zamanı da gelmişti. İlk kez bu kocaman ailenin içine girdiğim gün gerçekten şaşırmıştım.  Benim alıştığım çekirdek aile ya da birinci derece kuzenlerle birlikte bayramlarda biraraya geldiğim geniş ailem çok küçük sayılırdı. Ya da bu şekliyle bana göre çok normatif bir aileydi.

Onun ailesini tanıdığım gün, tüm kardeşleri yeğenleri ve onların çocukları özel bir gün için biraradaydılar. Bu insanların hepsinin aynı ailenin bireyleri olduklarını düşünmek delilikti benim için.
O gün benim gözümde  karşımda gördüğüm insan grubu bir kabile topluluğu kadar genişti.  Ve bu güler yüzlü kabile bireyleri bana ilk günden kucak açmış  kendilerinden biri gibi davranmışlardı.
Belki de böyle büyük ailelerin kendilerine özgü sıcaklığıydı bu.

O günün ardından eşime sekiz kardeşle yaşamın nasıl bir şey olduğu üzerine bir sürü soru sorup durdum çünkü ben tek kardeşe sahipken  hayatımın uzun dönemleri ondan ayrı geçmişti.  Sonuçta ben çok daha yanlız bir yaşama alışıktım.

Bayan Lea'yı ilk tanıdığım gün salonda kendine ait koltuğunda otururken ki o vakur  halini hiç unutamam.  Duruşunda, konuşmasında ve her hareketinde şahsiyetini güçlü kişiliğini ortaya koyan kadın bana  karş
ı çok saygılıydı. Bu durum onu tanıdığım ilk günden bize veda ettiği ana kadar değişmedi.

Yıllarca aynı saygı ve mesafeyle koruduğum olumlu ilişkimiz bana  bir çok şeyler öğretti. Onunla olan iletişimimizden bana kalan  en önemli hayat dersi eğitimin  veremeyeceği kimi insanı değerler başta olmak üzere yaşam boyu kişinin  her insandan öğrenebileceği bir şeyler olduğudur.

Her cuma akşamı Şabat yemeklerinde biraraya  geldiğimiz kayınvalidem çocukluğunu, genç kızlığında yaşadığı tüm zorlukları bana yıllarca durmadan, defalarca anlatmıştı.  Benim hayatımdan o kadar farklıydı ki onun yaşadıkları.

1918 yılında,  1. Dünya Savaşının İzmir'inde dünyaya gelen bu kadın savaşın olası tüm çirkin taraflarına, tüm zorluklarına tanık olmuştu. Savaşın getirdiği yokluk, karışıklık ve azınlıklara olan hınç ve daha bir çok şey bu hayatın içindeydi.1922'de İzmir'in Rumlardan temizlenişi esnasında şehrin ateşe verilişi, yanan mahalleler hep zihnindeydi.

Bazı şeyleri tekrar tekrar anlatmıştı bana.  Dört yaşındaki küçük kızın tanık olduğu atlı arabalarda taşınan yanmış cesetler de buna dahildi.  1941 yılına kadar iyi kötü götürdükleri mütevazı yaşamları önce annesinin göğüs kanserinden ölüşüyle ters düz olmuş. Kendinden altı yaş küçük kız kardeşi ve babasıyla yanlız kalan 13 ya
şındaki Lea okul yerine dikiş atölyesinin yolunu tutmuştu. Kendisi okula gidemese de kardeşinin eğitimiyle yakından ilgilenmeye devam etmiş, hatta ona  özel dersler bile aldırtmıştı.

O yıllarda küçücük bir çocuğun evini çekip çevirmek zorunda kalması, kendisinden altı yaş küçük olan kardeşine annelik görevini üstlenmesi ender rastlanır bir durum değildi. Hele Türkiye'de !
O dönemin şartları insanları çok kez çocuk yaştan hayat mücadelesi içine itebiliyordu.

1942 yılı ise Türkiye'deki azınlıklar için tarihte yaşanmış en büyük darbelerden birini getirmişti.
Savaşın devletin üzerinden yükünü kaldırmak için hükümetin ön gördüğü vergilendirme sonuçta azınlıkları hedef almıştı.  Bir anda herşeyleri ellerinden alınan insanlar büyük bir yokluk içine düşürülmüşlerdi. Tüm varlıklarına el konulduğu gibi Aşkale'de taş kırmaya giden erkeklerden geri dönemeyenler çok olmuştu.

Varlık vergisinde babasının dükkanını ellerinden almalarının ardından bir cuma günü evlerine kadar gelerek, yatakları ve yemek masaları dahil evlerini de boşaltmışlardı.  Tüm bu olayların ardından 1948'de Israel Devletinin kurulmasıyla birlikte özellikle İzmir'deki yahudi nüfusunun çoğu olmak üzere Türk yahudileri beş yüz yıla yakın yaşadıkları toprakları bırakıp yeniden yola çıkmışlardı.

Mavna tipi bir gemide 12 gün süren seyirlerinin ardından vardıkları Haifa limanında demirleyen göçmenler arasında bulunan Lea ve İşayahu Galanti de yanlarında iki küçük çocukla vardıkları çöllerde kendilerine bir buçuk odalı küçücük bir bahçesi olan derme çatma bir evde sıcak bir yuva bulmuşlardı.

Sıfırdan başlayacak yepyeni bir hayata merhabaydı bu.

Israel Devletinin kurulmasının ardından Kuzey Afrika ülkelerinden kovulanlar,  Soykırımdan kurtulmayı başaran  Doğu Avrupa Yahudileri, Türkler ve Bulgarlarla birlikte eniden başlayan bir hayat.

Yafonun göbeğinde, beyaz badanalı, müstakil, tek odalı evlerde yan yana gelen yahudiler ve araplar. Farklı yerlerden getirdikleri alışkanlıkları, gelenekleri, dilleri, her birinin kendine özgü yemekleriyle... kısaca  farklı kültürlerin biraraya getirdiği komşulardan meydana gelen mahallelerle gelişen büyüyen bir şehir, bir ülke..

Bir an kendimi düşünüyorum birden , kendi geçmişimi, çocukluğumu, geride bıraktığım, ülkeyi, cemaatimi , değerlerimizi, değersizliklerimizi..

Bugün 80 milyona ulaşan kocaman bir ülkede barınan küçücük bir cemaatin içinde büyüdüm. Tıkış tıkış mahallelerde, milyonların yaşadığı bir şehirde aynı apartmanda  komşumu tanımadan, en yakınımdaki insanların kimler olduklarını bilmeden yetiştim.

Israel'de Bayan Lea'nın yarım asır evvel yetiştirdiği sekiz çocuğu,  Yafo'da o mütevazı ortamda büyüyen Israel cocuklarıyla benim İstanbul'umda kendi küçük yahudi çevremde yetiştiğim ortamı karşılaştırdım.
Bundan bir kaç ay evvel her Tu Bishvat geleneksel aile buluşmasında her zamanki gibi şöyle bir köşeden onlara bakmıştım, eşimin en büyük ağbisinden en küçük nesil çocuğa kadar onları gözlemlemiştim.

Nasıl da güler yüzlü,  hoşgörülü, karşılarındaki insana özel alanına girmeden gösterdikleri sıcaklık  ve kişiyi her haliyle kabul edip kucaklayan insanlardi bunlar. Kariyerleri, her birinin kendi çekirdek ailesi, bir sonraki nesle vermeyi başardıkları tüm güzelliklerle sahip oldukları en önemli şeyi düşündüm,           " Huzur!!"

Bu insanları bir kadın öyle değerlerle büyütebilmişti ki, bu değerlerin başında, aile sevgisi, dayanışma ve elindekiyle mutlu olabilmek vardı.

O yıllarda yaşadıkları köy havası ortamında iç içe büyüdükleri tüm diğer insanlarla  birlikte sahip oldukları bütünlük ve beraberlik, iç içe yaşayan komşularla, teklifsiz yaşamları içinde kurulmuş içten ilişkilerin yanında disiplini ön planda tutan kuvvetli bir annenin hiç bir doğrudan ödün vermeyen ilgisi ve sevgisiyle ortaya çıkan bir  mükafattı bu,  huzuru ve güveni bütün insanlar yetiştirmek.

Benim büyüdüğüm çevredeyse yaşanan ve yaşatılan en belirgin his, insanlara,  topluma güvenmemekti. Bu açıkça söylenen değil ama hissedilen bir şeydi. Cemiyetim içinde her adımda bir kendini kanıtlama savaşı vardı. Kişiliğinizi, maddi gücünüzü, manevi kuvvetinizi, aklınızı her yönünüzle bir kendinizi ispat savaşıydı bu.

Tüm toplumlarda bu böyle değilmidir diye soranlara benim cevabım azınlık toplumunda , küçük bir cemiyette bu daha belirgindir. Ya da en azından Türkiye'de  bu çok daha güçlü bir duyguydu .

Siz siz değil, toplumun sizden beklediği neyse siz oydunuz. Ya da o olmak zorundaydınız. Farklılıkları içinde barındıramayan bu kişilerin belirlediği yeni hedefler vardır hep ve siz bu hedeflere ulaşmak için savaş vermek zorundasınızdır sürekli.

Mutluluğunuzun hiç bir önemi yoktur aslında. Kendiniz bile mutluluğunuz ya da huzurunuz yerine belirlenen kriterler için verdiğiniz mücadeleyi ön plana koyarsınız farkında olarak ya da olmayarak.. Böylece toplumun tümü  bir tiyatronun süslü kuklaları haline gelir.

Ben bu tiyatrodan hiç bir zaman hoşlanmamıştım ve kendimi bu yapmacık hayata hiç bir zaman ait hissetmemiştim.

Kendi çocuklarım için  bugün koyduğum en büyük hedefim ise  her annenin, her babanın çocukları için en çok dilediği şeylerin başında gelen  başarılı insanlar olmalarından çok daha önce,  hayata gülümseyen kendilerini oldukları gibi sevebilen, kendileriyle barışık bireyler olmaları. Yani kısaca mutlu olmalarıdır. Ve kendileri için  alacakları tüm kararları kendi özgür seçimleriyle sadece kendileri vermeleridir.

Rahmetli kayınvalidemden bana yadigar kalan hayat felsefesi, hiç unutmadığım şey çocuklarimi büyütürken sükunetin anahtar bir  kelime olduğunu her koşulda hatirlamam gerektiğidir.

Ve tüm bunların yanında ki  hedef  aile değerlerinin kaybolmaması ve bizi biz olarak tutmaya devam eden kesin kuralların hiç bir zaman sekteye uğramaması için gereken  otoriteyi onlarla olan arkadaşça ilişkime ve gülücüklerle bezenen ortama rağmen korumaya devam etmektir.

Kanaatimce kayınvalidemin  başarısındaki gerçek anahtar buydu.

  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...