23 Aralık 2016 Cuma



                                       KEŞKE ÇOCUKLAR ÖLMESE



Hayatında bir kez olsun ölümü düşünmemiş kişi varmıdır? Ölümden hiç korkmayan bir insan mevcutmudur? Yaşamın, insan olmanın hatta yeryüzünde sadece basit bir canlı olmanın en doğal parçası değil mi ölüm korkusu? İşte ben daha çok küçük bir çocukken , belki daha on yaşlarındayken bir gece yatağımda ( her zamanki gibi )  düşüncelere kaptırıvermiştim kendimi. 
Ve bir yerden sonra ölüm olgusu üzerine odaklanırken hayatımda ilk kez ölümün varlığımın vazgeçilmez bir parçası olduğunu idrak ederken  bir an bir gün öleceğim diye düşünmüştüm..Gecenin karanlığında yatağımda  doğrulurken  kalbim hızla çarpmaya başlamıştı.  Sonra hemen  " Hey sen daha çok küçüksün bunu düşünmemen lazım!  diye kendimi ikna etmeye çalışırken  bir şekilde  yatışmıştım.
Geçen günlerde oğlum yatağının yanında her gece yaptığımız sohbetin arasında bana birden bire
 " Anne ölüm nedir? diye sordu.. Arkasından ölümle ilgili  getirdiği daha bir çok soruyla beraber . 
Bir çocuğa ölümü anlatmak kolay değildir. Hele otist bir çocuğa ölümü anlatmak daha da zor.
Ona ölümün korkutucu gerçeğini en hafif şekliyle kısaca anlatmaya çalıştıktan sonra, 12 yasında bir çocuğun ölümü düşünmeyecek kadar genç olduğunu ve yaşanacak daha çok uzun yılları olduğunu söyledim.
Bu sözleri söylerken ona sarılıp verdiğim öpücükle onu bir nebze rahatlatmayı başarırken oğlum bana " Anne sen benimle ne zaman konuşsan, sen bana ne zaman sarılsan ben hep sakinleşiyorum biliyormusun? " deyiverdi.

Oğluma küçük bir çocuğun ölümü düşünmemesi gerektiğini söylerken aklıma daha bir iki saat evvel seyretmiş olduğum video klip geldi. Söylediklerimle bire bir çakışan bazı  gerçeklerle  beraber.

2011'de başlayan ve bugüne dek bitmeyen bir insan dramını aksettiren belki binlerce video çekiminden   bir tanesiydi bu .

Suriye'de, Halep'te geçtiğimiz hafta hastaneye getirilen yaralı küçük bir kız ile annesinin çaresizliklerini gösteren bir video klipti bu.

Bu video bugüne kadar seyrettiklerim içinde belki yüreğimin en derinliklerine dokunan görüntülerden biriydi benim için.
Üç dört yaşlarındaki bu küçük kızın yüzünde gördüğüm korku , gözlerindeki çaresizlik , annesine bakışlarındaki güvensizlik bu savaşla yaşamaya mahkum edilen ve her gün bir kez daha öldürülen çocukların yaşadığı cehennemi o kısacık süren saniyelerde uzun yılların dramını sığdırmaya yetiyordu sanki.

Videoyu dakikalarca seyrettim.. Gözlerimi ondan alamıyordum. Belli ki saklandıkları yere düşen bombalar bulundukları yerin tavanını üzerlerine yıkmıştı.  Altından çıkarıldıkları enkazın , beton yapının tozları çocukcağızın saçlarını örtmüş bir halde, yüzü gözü her tarafı hafif yaralarla kurtulan kızın  annesinin kanlı yüzüne kısa aralıklarla attığı bakışlarında  artık aradığı desteği bulamayacak bir çaresizlik okunuyordu.

Keşke ona sarılabilsem, korkma bak artık geçti diyebilsem diye hissettim . Keşke ona sıcak bir yuva ve sevgimden bir parçacık verebilsem diye düşündüm bir an .Yanındaki annesi en az onun kadar çaresiz ve korku dolu olduğu belli bir haldeyken çocuğun yaşadığı travmayı atlatması için ona el verecek kimse yoktu o an yanında.

Bu minik yavru, Suriye'de yaşanan büyük dramın sadece küçücük bir örneği.. Onun gibi binlerce dram var. İnsanlık her gün bir çocuğun dünyasını sonsuza dek yıkarken hayatın anlamı bir hiçle değer bu yerlerde..

Benim oturduğum salonumdan sadece 150 -200 km ötede beş yıldır insanlar ölüyor ve bu ölümün ne için  olduğunu belki de bir çoğu kavramış bile değil.

Aralık 2010 'da Tunus'ta Hükümet karşıtı gösterilerle başlayıp kısa zamanda bölgedeki diğer ülkelere de sıçrayan Arap Baharı Ortadoğu'da çağlar boyu diktatörlüklerle yönetilen halklar için düşünüldüğü gibi bir değişimi getirmeyeceği çok kısa bir zaman içinde belli olmuştu bile.

Sadece Tunus , Mısır ve bir kaç ülkede kısmen daha hafif atlatılan bu gösteriler ve peşi sıra gelen irili ufaklı devrimler dışında özellikle Körfez Ülkelerinde kök salmış yönetimler halklara göz açtırmayacaklarını kısa zamanda ispat etmişlerdi.

Suudi Arabistan, Umman , Katar gibi ülkelerde Batının desteğiyle ayakta duran Diktatörlerin demokrasiyi ülkelerine sokmaya niyetleri olmadıkları açıktır.

2011'de Tunus, Mısır , Libya gibi ülkelerle birlikte Suriye'de de rejim karşıtı gösteriler yapılmaya başlanmıştı. İlk günler herşey kimi masum gösterilerle başlarken Esad'ın hakimiyeti elinden düşürmek korkusuyla şiddete başvurması işin rengini bir çırpıda değiştirmişti.

Bugün bu bölgede devam eden korkunç olayların sonu ne zaman gelir  belli değildir.

Yıllarca başta ABD  olmak üzere batının kendi çıkarları, bölge hakimiyeti için desteklediği diktatörler kendi  halklarını hiç durmadan ezmeye devam etmiştir.


2003 yılında Saddam'ın Amerika'nın çıkarlarına ters düşmesiyle ABD'nin Irakı İşgali ve Saddamın devrilmesiyle  büyüyen kaos, Sünni ve Şiiler arasında yüzyıllara dayanan kavganın giderek daha şiddetlenmesini, baskı altındaki hakların birleşerek oluşturdukları bilimum radikal örgütlerin Suudi Arabistan, ABD, İran gibi ülkelerin destekleriyle  büyümeleri sonunda yayılmaya devam eden karmaşa. Al Qaida ve ondan koparak oluşan ve ondan da  fanatik olan İŞİD'in gittikçe daha geniş bir alana yayılmasıyla  bugüne dek görülmüşün ötesinde bir Radikalizmi buralarda hakim kılma çabaları yüzyıllardır tanık olunmamış barbarlıkları da beraberinde getirmiştir.

Irak'tan Suriye'ye kadar genişleyen İŞİD'in zorlayıcı gücü ve  Esad'a karşı savaşan muhalifler..

Esad'ın arkasında muhaliflere karşı savaşan İran, Hizbullah ve Rusya
Diğer tarafta  Esad'a karşı savaşan ve ABD ve Avrupanın desteğini alan Özgür Suriye Ordusu ve diğerleri..

Sonuçta, bölgede kendi güvenliğini tehtid eden unsurları zaman zaman yok etmek için  Hizbullah ve Suriye'deki silahları hedef alan  Israel .

Başladığı günden bu yana hafiflemek bir tarafa gittikçe büyüyen savaş başta Irak ve Suriye olmak üzere Ortadoğuyu yaşanması imkansız bir kaosa sürüklemiştir.

Bu arada çıkan savaş yüzünden Suriye Halkının en az yarısı evini terk etmek zorunda kalmıştır.

Beş yıl içinde  470.000 kişi hayatını kaybederken, yaşanan cehennemin en büyük kurbanları yine çocuklar olmuştur. Bugüne dek 50.000 çocuk hayatını yitirirken,  kalanların yaşadıkları  cehennem onlar için yeniden bir normalleşmeyi getiremeyecek çoğu zaman.

Milyonlarca Suriyeli mülteci durumuna düşerken sığındıkları Avrupa onlar için ne derece bir çözüm olacak gelecekte bunu daha iyi göreceğimize inanıyorum.

Batının Ortadoğu'da başlayan kaosa yıllarca karşıdan bakmayı tercih etmesi insanlığın sadece kendi için yaşadığı bu dünyanın ne kadar ikiyüzlü olduğunu tekrardan kanıtlamıştır.

Eylül 2015 'te dünyayı sarsan bir fotoğrafın internete düştüğü güne dek herkes sustu.

Bu fotoğrafta küçücük bir çocuğun Bodrum sahillerine vurmuş olan  bedeni bulunduğunda resmi çeken gazeteci şöyle bir başlık geçmişti; " Humanıty washed ashore" : SAHİLE VURAN İNSANLIK!

Bu fotoğraf son bir yıl içinde Akdenizi geçerek  İtalya ya da Ege'den Yunanistan'a ulaşmak için botlara binerek hayatları pahasına Suriye'deki cehennemden kaçarken ölümün kucağına düşen 3770 insandan sadece biriydi. Bu binlerin içinde daha kaç yüz tane Aylan Kurdi vardı bilmiyorum..

Çocukların ölümü insanlığın utancı olmaya devam ederken.
Avrupa gözlerini yumduğu tüm insanlık dışı olaylara karşı ilk kez sessiz kalamayacağını anlayarak mültecilere kapılarını açmak zorunda kaldı.

Peki yapılması gereken bumuydu acaba?

Bu insanların evleri yokmuydu? Okulları? iş yerleri? her gün devam ettirdikleri iyi kötü bir hayatları yokmuydu?
Bunu kim yok etti?
Bu insanlar neden bugünlere geldi?
Neden bu bölgede insanlar hiç bir zaman insanlıkla eşdeğer bir hayat süremediler?
Neden Ortadoğuda hep sömürü düzeni hakim oldu?
Cehalet hiç bitmedi..
Bu halklar aşiret toplumları olmaktan neden öteye gidemediler?

Kullanıldılar, sömürüldüler, cahil bırakıldılar, din kölesi haline getirildiler.
Ortadoğuda yönetenlerle yönetilenler arasında eşitlik olmadı hiç.
Bu bölgenin kaderi hep büyük güçlerin elinde belirlendi.
Ve şimdi daha da  radikalleşen bu toplum son göçlerle Avrupa'ya taşıyor.
Mültecilerin içine karışan radikaller ve Daesh (ISİS) Avrupa'ya , dünyaya bu savaşı taşımayı amaçlıyor.
Dünya bu bölgenin yükünü taşımaya hazırlanırken, Batının kısa vadeli hesapları uzun vadede kimseye yaramadı.
Keşke insanlar evlerinden , topraklarından kopmasalardı, keşke kimse mülteci durumuna düşmeseydi, keşke dünya daha adil bir şekilde yönetilseydi, insanlar keşke heryerde eşit şartlarda yaşasalardı. Ve Suriye ve Irak ve diğerleri halklarını barış içinde barındırabilselerdi. Mülteci olarak başka yerlere taşmak yerine.

Evet bu şu an için sadece bir ütopia... gerçeklerse artık Daesh'in , Al-Qaida'nın  sadece Ortadoğuda değil  heryerde olduğudur.

İki adım ötemde çocuklar ölürken ben hala ölümün çocuğa yakışmayacağını hayal edebiliyorum..

Keşke gerçekler bu kadar masum olsa..................



Batya R. Galanti.

2 Aralık 2016 Cuma


                                       ISRAEL'DE YANGINLAR


26 Kasım sabahı neredeyse uykusuz bir gecenin ardından sabah 05:30' ta yatağımdan fırladım. Daha fazla uykuyla mücadele edecek halim kalmamıştı. Salona gittim. Bilgisayarımı açtım. Haber arıyordum.
Bir gece önce Haifa'da devam eden büyük yangın üzerine 60.000 kişinin evlerinden tahliye edildikleri haberleri, Yeruşalayim çevresinde  çıkan yeni yeni yangınlar ve dolayısıyla tüm varlığımı kaplayan çaresizlik ve kaygı dolu hislerle yatağıma gitmiştim.
Son durumu öğrenmeye çalışırken, ne tuhaf burnuma duman kokusu geldi. Yerimden kalktım, mutfak tarafında açık olan pencereden yanık kokusu geldiğini farkettim. İnanılmazdı..
Pencereden ufka baktım, gözlerim insiyaki olarak yangın arar oldu birden..Benim evimden Yeruşalayim dağları görünür. Acaba yangın o kadar yaklaşmış olabilir mi? Hayır yangın yoktu ufukta.. Ama doğudan esen rüzgar Yeruşalayim , Neve İlan'daki büyük yangının  kokusunu buralara kadar taşımıştı sanırım.
Israel'de bundan önceki büyük yangın yine Haifa'nın güneyindeki Karmel'de meydana gelmişti tam altı yıl evvel.
Israel tarihindeki en büyük ve en kötü yangın olan Karmel yangınında 50.000 dönüm orman alanı yanarken 44 itfayiyeci girdikleri ormandaki ateş çemberinden kendilerini kurtaramamışlardı.
Bu kez Israel yetkilileri bu yangında daha organize ve daha hazırlıklı olmakla birlikte yangınların bir anda bir çok noktada aniden çıkıvermesiyle verdikleri mücadelede yetersiz kalmakla karşı karşıya idiler tekrardan.
Yangınların bir kısmı yakılan ateşin söndürülmemesi gibi ihmal yüzünden başlamışsa da daha sonra  bir çok noktada başlayıveren şüpheli yangınlar ülkenin bir anda yeni bir saldırı altında olduğunu hissettiriyordu insana.
Israel'in Güney bölgesi olan Ölü Deniz'den Kuzey'de Naharıya'ya kadar  heryerde yangınlar çıkmıştı bir anda.
Bu arada İnternette, özellikle facebook'ta bir çok Türk " Yahudiler yakılmaya alışık bir millettir .. " yazıları paylaşmıştı bile., Suudi Arabistan, Mısır. Batı Şeria ve Gazze'de ise Araplar  Israel'deki yangınları kutluyorlardi...
Birileri bir yerleri yeşertmeye, yeşili korumaya, onu kurtarmaya çabalarken bir diğerleri yok olan doğa için sevinebiliyordu..
100 yıl içinde bu topraklarda Yahudiler  240 Milyondan fazla ağaç diktiler...
1800'lerin sonlarında kurdukları ilk kibbutzlar ve Moshav'larla bu toprakları işlemeye başlayan yahudiler yüzölçümünün  yarısından fazlası çöl olan bu bögeyi büyük ölçüde yeşertmeyi başardılar.
Dünya'da 21. yüzyıla  yok ettiginden fazla sayıda diktiği ağaçla giren iki ülkeden biridir Israel. ( İkinci ülkeyse Belçika'dır).
Bu yangınlardan bir kaç gün evvel  Türkiye'den, Üniversite yıllarımdan en çok sevdiğim dostlarımdan biri beni ziyarete geldi .
Onunla içtiğimiz kahvenin ardından çıktığımız akşam yürüyüşünde etraftaki tüm ağaçlar, yeşillik alanlar, parklar ve oyun sahaları gözüne bir şehirde olası en doğal manzaralar gibi göründü sanırım. Daha sonra arabayla evimden beş dakika uzaklıktaki kumsala giderken geçtiğimiz kum tepelerini görünce arkadaşım birden şaşırdı " Aaaa buraları çöl !|" dedi birden. Sanırım o ana kadar benim oturduğum şehrin olağan  manzarasının aslında olağanüstü bir şey olduğunu anlamamıştı bile...
Maarav ( Batı) Rishon Israel'in yeşeren yüzüne benim direk tanıklık ettiğim köşelerden sadece  bir tanesi..
30 yıl evvel Netziona'ya,  amcamın Tel Aviv'in güneyinde yaşadığı küçük şehire arabayla gittiğimizde, anayoldan geçtiğimiz Batı Rishon baştan sona kum tepeleriydi. Bir kaç kilometre boyunca  yer yer çalılıkların dışında buraları tamamen çöldü..
Bugün oturduğum mahallemde , kapıdan çıktığım an karşıma çıkan her noktada ağaçlar ve yeşillik alanlar var. Her yer göz alabildiğine yeşil.
Kimi insansa Avrupa'dan Türkiye'den sayahat dönüşü, oradaki yeşil bambaşka diyecek kadar düşünemez yaşadığı bu yerin aslında çöl olduğunu ve buna rağmen çölde yaşamadığını.........
Yeşilin tonunu mukayese eder durup durup. Senenin en az  300 günü kızgın güneşin altındaki bu şehirlerde dikilmiş her ağacın hangi emeklerle yeşerdiğini unutarak konuşur.
Bu ülkedeki yeşil Tanrı tarafından bağışlanmış bir yeşil değildir.. Doğal yağmurlarla oluşmuş bir güzellik değil bu. İrlanda, İskoçya Almanya ve diğer Avrupa'nın muhteşem güzellikte ülkeleri gibi, dünyanın bir çok köşesi gibi.. Israel'deki yeşil insanoğlunun kendi özel çabasının bir ürünüdür. Burada doğal zannedilen herşey büyük çabalarla, eğitimle, düşünerek,  kafa yorarak, çalışarak , alın teri dökerek,  geliştirilen teknolojiyle yeşeren bu topraklar için harcanan emeğin neticesidir buradaki tüm parklar, ormanlar , ağaçlar ve çiçekler ve cm kareye düşen her doğal alan...
Geçen hafta bir çırpıda 20.000 dönüm orman alanı yandı Haifa'da.. aynı şekilde Yeruşalayim'de yine bir o kadar orman alanı yanmıştır.. Ülkenin dört bir yanında en az 39 büyük yangın ve  1773 noktada irili ufaklı yangınlar devlet için  milyonlarca dolarlık bir zarar getirirken  572 ev tamamen yanmış 77 bina büyük çapta zarar görmüş. 180 kişi yaralanmış ve 1600 kişi evsiz kalmıştır..

Geçen hafta Israel yanarken Araplar sevindi.

Israelliler öldüğü zaman Araplar ne yazık ki hep sevinir. Halbuki ben hiç bir Arabın canına zarar gelmesinden mutluluk duyamam ve Israel'de kimsenin bugüne dek çıkıp bir Arap öldü diye baklava dağıttığına tanık olmadım.

Fanatik insanların her toplumda olduğunu,  hele kurulduğu günden beri savaş gerçeği içinde yaşayan bir toplumda bu türde insanların olmamasının mümkün olmadığını sosyopsikolojik bir gerçek olarak görürken tüm bu gerçeklere rağmen  Israel toplumunun içiçe yaşadığı düşmanına karşı yine de  (dünya'da söylendiğinin çok tersi ) büyük oranda ılımlılık taşıdığına , başka bir toplumun aynı durumlarda ne kadar daha sert ve ne kadar kötü tepki verebileceğini  hep düşünmüşümdür. ( Dünya basınında Israel hakkında yapılan tüm karalamalar ve kirletme çabalarına rağmen! )

Her terör olayında, her facia ya da savaşta Israel dış basında bir şekilde mağdur durumundan suçlanması gerek suçlu durumuna gelmeyi başarabilmektedir.

Le Monde gazetesinin burada yaşadığımız o ateş dolu günlerde yaptığı gibi.. "Israel'de sağcı Hükümet  çıkan yangınlarda Arapların parmağı olduğunu iddia ederek masum Filistinlileri suçlu göstermek çabalarına düşmüştür!" ..şeklinde yazdığı haberde yeniden Israeli şeytan kılığına sokmayı bir şekilde becermiştir.

Dış Basında Israel Arap Antlaşmazlığının karar verilmiş bir rol bölüşümü vardır.. Senaryo ne olursa olsun bellidir. Bu senaryoda Israel her durumda kötü Araplarsa her durumda iyi ve masum olan taraftır.

Bu bana Nice'te Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında etraftaki halka dehşet saçan katili masum göstermeyi hatırlatıyor!!

Halbuki verilen zarar sadece bize değil ki!

Ormanların, havayı temizleyen ciğerlerin sökülüp atılmasına sevinen aptallara ise anlatabilecek ne olabilir??

Yaşadıkları heryeri cehenneme çevirmeyi becerenlere cenneti anlatmak ne mümkün??!!!



Batya R. Galanti

  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...