27 Kasım 2019 Çarşamba

                                     Gal'i korkutan sirenler



Gal dört yaşındayken konuşma problemleri olan çocukların eğtim gördüğü bir yuvadaydı. Daha otistik olduğu bilinmese de,  ince ve kaba motor kabiliyetlerindeki gecikme, günlük yaşam içindeki davranış sorunları bir şeylerin ters gittiğini açıkça gösteriyordu. Bir de aynı sene Gal'in özellikle yüksek seslere karşı aşırı hassasiyet göstermeye başladığını anımsıyorum. Kimi seslere kesinlikle tahammül edemiyordu. Yuvada bir gün bateriler, davullar ve diğer bilimum vurmalı aletlerle bir faaliyet düzenlenmişti. O gün Gal için bir cehennem olmuştu. Çocuk ortaya çıkan kakafoniden, deliye dönmüştü. O günden sonra Gal'in gürültülü ortamlarla mücadelesini kolaylaştırmanın yollarını da ayrıca arar olmuştuk. Bugün kendi kendime soruyorum, aynı senelerde  Gal'i yetiştirmek için çabalayan nice öğretmenler, terapistler nasıl da onun teşhis edilmemiş bir otistik vaka olduğundan şüphelenmemişlerdi.
O sene evimize on dakika  mesafede bulunan bu yuvaya onu elinden tutup götürdüğümde bazen belediyenin çim biçme makinelerinin tam iş başında oldukları anlara rast gelirdik. O. makinelerden çıkan seslerden o kadar korkardı ki çığlıklar atmaya başlardı. Kesinlikle o yerden geçmek istemezdi..Ben de onu mecburen, farklı yönlerden götürerek yolumuzu uzatmak mecburiyetinde kalırdım. Evde delici aletleri onun yanında çalıştıramazdık....Aslında bugüne dek bu aletleri sevmez Gal.



Ben otizmi Gal'den önce neredeyse hiç tanımıyordum. Otizm hakkında bildiğim şeyler, kimi doğru , kimi yanlış,  çoğu klişeleşmiş üstün körü bilgilerdi. Bu yüzden kendi oğlumu teşhis etmek için benim yeterli bir bilgim yoktu. Ama buna rağmen, bir değil bir kaç kez, öğretmenlerine, terapistlere,  psikiatristine ve kimi diğer ilgili doktorlara;  Acaba Gal otistik olabilir mi? diye sormuştum ve her defasında; " Bu çocuk otistik olmak için yeterinden fazla komünikatif bir çocuk!" diye cevaplar almıştım...
Gürültülü ortamlarda gösterdiği tepkilere , global gelişimindeki gecikmeye , kendini ifadedeki güçlüklüğüne ve tüm tekrarlayan hareketlerine rağmen.... işin ehli olacak her insanda dikkat uyandırması gereken tüm bu işaretlere rağmen çocuğumun otistik olduğunu sadece 9 yaşına geldiğinde özel bir merkezde  yaptırdığımız teşhisle öğrendik.....


İki hafta önce, Salı günü , her zamanki gibi  yatağımdan altı buçukta kalktığım gibi Gal'i aradım.. Çok küçüklüğünden beri hep erken yatıp, daha horozlar bile ötmeden uyanma alışkanlığına sahip olan oğluma seslendim; " Gal!" günaydın! .. Odasının kapısını kapatmıştı.. Son bir iki aydır en büyük eğlencesi, odasındaki televizyon ekranında kullandığı arabayı büyük bir şehrin caddelerinde  sürmek.  Ona almayı hiç istemediğim bilgisayar oyununa senelerden sonra geçtiğimiz aylarda evet dedim,
Gal arabaları çok sever. Daha doğrusu Gal'in tek ilgi alanıdır arabalar.. Benim oğlum aslında arabalardan başka bir şeyden pek konuşmaz. Hatta bu yüzden ona küçükken sayıları öğrenmesi için kocaman bir kartona gazlı kalemlerle büyük bir park alanı çizmiştim.. Her park yerine , 1, 2, 3... diye yerler yapmıştım. O da bu şekilde oyuncak arabalarını bütün gün  numaralara göre park etmekle meşguldü. Daha büyük sayıları da hep sokaklarda yanımızdan geçen otobüslerin numaralarını göstererek öğretiyordum. Hangi sayı hangi şehre gider diye.. Tek sevdiği şey buydu.

Arabalara olan ilgisi küçücük yaşından bugüne dek hiç azalmadı Bu yüzden onu oyalamanın en büyük yolu, araba oyunları olabilecek iken ben bunun onu daha da kendi dünyasına kapanmasına  sebep olabileceği fikriyle reddettim hep.   Aynı şekilde yıllarca odasına televizyon almaya da karşı çıktım. Taa ki kuzeninin evine her gidişinde , şu an odasında olan oyunu oynarken ne kadar mutlu olduğunu görene dek. Yine de bunun ne kadar doğru bir hareket olduğunu bilmiyorum. Gerçi Gal bu oyunla gereğinden fazla zaman geçirmiyor. Çünkü Gal dışarı çıkmayı çok seven bir çocuk.

Neyse geçtiğimiz Salı gününden bahsediyordum.  Gal güne başlamadan odasında bu  oyunu oynuyordu . Ben hadi giyinmeye başla dedim.  Mutfakta kahvaltısını hazırlarken her zamanki gibi yanıma gelerek ;" Sana da günaydın anne!" diyerek tam yanağıma öpücük kondururken birden dışarıda sirenler çalmaya başladı..  Bir an için ne olduğunu algılayamadım . Gece yatağıma girdiğimde hiç bir sorun yoktu, şimdi ne oldu birden? Acaba tatbikat mı? Yok canım, sabahın yedisinde tatbikat mı olur? Olmaz tabii. Danielle odasında uyuyor, kapısına vurdum, Danielle kalk..



Körfez Savaşında ilk kez Israel'in orta yerine roketler düştüğü zamanlardan bu yana inşaa edilen her evde, odalardan biri güvenlik odasıdır, sığınak gibi, kapısı çeliktir ve bu oda betondur, Diğer yerlerde ise siren çaldığı an , binanın merdiven boşluğuna çıkmak gerekir. Ya da en yakın sığınağa koşmak.

Bizim ev Körfez savaşından kısa bir süre evvel inşaa edildiği için evin içinde güvenli bir özel oda olmasa da , merdiven boşluğu, betondur ve demir kapılarla kapalıdır. Yani yapmamız gereken tek şey üzerimizde o an ne kıyafet varsa, ki bu bazen pijama ya da gecelik te olabilir, komşularla ister istemez bir araya gelmektir. Kalbim istemeden de olsa hızla çarparken, kızımı uyandıramadığıma inanamıyordum.. Sabaha karşı yatağa yatan genç bir insan bazen sirenlerle dahi uyanmıyordu.

O an Gal'in ne hissettiğini, nasıl korkuyor olabileceğini bile unuttum. Sonunda uyanan Danielle Pitzi'yi kucakladığı gibi, yarım dakika geçmeden asansörlerin bulunduğu yerdeydik.
Meğer sabahtan beri güneye onlarca roket atılmış. Ve oğlum heyecanla bana sordu; Anne okula gitmesem olur mu? Gal sorun varsa tabii ki okula gitmeyeceksin. Tepemizde Demir Kubbenin roketleri vuruş bumları bitip, yeterli zaman dolduğunda içeri geri girdik ve tabii haberleri almak için televizyonu açtık . Okullar ve hayati önem taşıyan işler dışında tüm iş yerlerinin kapalı tutulması emri çıkmıştı.

Ve bundan sonrası Gal için en zoruydu, bir kaç kez çalan sirenlerin sonunda Gal'in sinirleri durumu kaldıramıyordu. O gün Gal her an ağladı..kendini sakinleştirmekte zorlandı. Ona kulaklıkla müzik dinlemesini ve eğer siren çalarsa bunu benim duymamın yeterli olduğunu söyledim ama insan hakimiyeti elinden bırakmayı sevmiyor, Gal eğer kulaklık takarsa durumu takip edemeyeceği hissi yüzünden kulaklıkları takmayı reddediyordu....Onu anlayabiliyordum.

Bizim oturduğumuz şehirde ilk gün çalan sirenlerin ardından durum sakin olsa da Gal kendi bedenine sukuneti geri getirmekte çok zorlandı. Daha bir iki gün önce bir daha sordu, " Anne burada da belki yeniden sirenler çalabilir mi?"

15 yaşındaki normal bir çocuğun böyle bir durumda en büyük kaygısı düşebilecek bir roketin yapabileceği zarardır. Otist bir çocuğun en büyük endişesi ise çalan sirenin vücudunda yarattığı tepkidir. Belki bilinçaltında bir yerde o da olabileceklerden korkuyor ama ilk etapta onu en çok etkileyen şey son derece keskin olan duyularını allak bullak eden sirenlerin kulaklarını delipte geçen titreşimi..

İslami Cihad  Örgütünün Gazze liderinin yok edilmesiyle gündeme gelen bu son çatışma Israel'in güneyi de dahil olmak üzere yaklaşık üç gün sürdü.

İleride beklenen savaşa oğlumu hazırlamak mümkün mü ? Onun bir anda binden fazla roketin Israel topraklarına fırlatıldığı anda nasıl bir ruh haline girebileceğini şu an düşünmemeyi tercih ediyorum. O an başımıza tüm gelebileceklerin dışında tabii.

Son çatışmanın etkilerini hala üzerinden atmaya çalışan oğlumun kimi tikleri bir anda geri geldiler. Otizmle yaşamak zorunda kalan insanların zor hayatları böylesi savaşlarla daha da güçleşmekte. Ama kaderi değiştirmek benim elimde değil bazen. Her şeyin daha iyi olacağı günleri ümit ederek yaşamaya devam ederek çocuğuma elimden geldiğince cesaret vermekten başka çarem yok!





Batya R. Galantı                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            




19 Kasım 2019 Salı

                               Ayrılık Korkusu


Sene 1980, annemin ameliyat olmak için beni teyzemin ellerine teslim ederek Israel'e gittiği yıl. İlk çocukluk çağım.... 12 yaşıma kadar bir bilinmezliğin içinde vardığım hayatın,  biraz buruk, biraz kırık duyguların ilk temellerinin atıldığı zamanlar....  " Annemin nesi var?" sorularım cevapsız kalırken  içimde yer eden endişelerle devam eden seneler... Ve sonunda bana ayrıntılı açıklamalarda bulunmadan tek umudu olan ameliyatı geçirmek için babamla beraber  havaalanına doğru yola çıktığı gün.. benim için belki de yaşanmış en zor şeylerden biriyidi..

Küçükken annemin sık sık ağladığına şahit olurdum. O hep üzgündü, çaresiz ve bir çok zaman sinirliydi.  Okuldan geldiğimde hep dua ederdim.  Bir gün eve döndüğümde  onu neşeli bulacağım günü beklerdim her zaman.. Sonuçta annem her geçen gün biraz daha görüşünü kaybediyordu..  Okuldan döndüğümde  çoğu zaman daha sonra benim olacak olan,  koridorun orta yerindeki minik odada,  kocaman penceresi küçücük karanlık bir hava boşluğuna bakan o güneş görmeyen gözde,  elinde minik bir radyoyla yatar bulurdum onu.  Her gittiği doktordan ağlayarak dönmesine alışmıştım. Gözündeki sorunun ne olduğunu bile anlayamayan o büyük profesörler ona hiç bir zaman  umut vermemişlerdi . O senelerde Türkiye'de sağlık konusunda Türk doktorlarından genelde pek bir beklentimiz yoktu . Hele sorun karmaşık olunca maddi imkanları olanlar yabancı ülkelere giderdi. Yahudilerse genelde Israel hastanelerine kapağı atarlardı .. Kalp, göz hastalıkları ve kanserde bizim için en büyük umuttu Israel.

Artık görüşü iyice azalan annem bir gün bana Israel'e gideceğini söylediği zaman 12 yaşımdaydım. Birden içimde büyük bir korku hissettiğimi anımsıyorum.  Annem  ameliyat olmak için benden uzağa gitmek zorundaydı. Peki ben ne olacaktım? Hiç bir şey bilmiyordum. İçimdeki yoğun kaygıyla beraber aklıma ilk gelen, ona şans getireceğine inandığım bir şey vermekti . Çantamdan saman kağıdından sayfaları olan defterimi çıkardım.  İlginç bir şekilde en çok " cahier de brouillon" dediğimiz o saman sayfalı müsvedde defterleri severdim.  Sarı sayfalardan birini kopardım ve anneme , çiçeklerle, kalplerle bezeli bir mektup yazdım.. Gitmeden evvel eline verirken  ona; " Anne ameliyata giderken bu mektubu cebine koy lütfen demiştim..!



Annemlerin uçtuğu gün okul dönüşü teyzemin evinde tek başıma olduğumu hatırlıyorum. Son derece üzgündüm, annem sanki seyahate değil de ölüme gitmişti.  Yaşadığım şeyin adı;         " Ayrılık korkusuydu" .. Annem belki hiç dönmeyecek gibi bir histi bu. Terkedilmişlik duygusuydu beni çaresizliğe iten. Sanki yas tutuyordum..  Belki de bana kimi şeylerin açık anlatılmamış olmasıydı beni bu kadar yoğun endişeye sokan.. Birilerinin bana biraz daha yakın olmayışı idi beni bu derece yanlız bırakan. Aynı gün yanımda kimse olmadan geçirdiğim öğleden sonra teyzemin yatağının üzerinde oturup boş gözlerle etrafıma bakakaldığım anları unutmadım hiç.

Çocuklar da kendilerine bir açıklama yapılmasına ihtiyaç duyarlar. Bilmek isterler; onları nelerin beklediğini, neler olacağını? Hayatta kim olursa olsun belirsizlik içinde bırakılmak zordur. Üç ay annemle ya da babamla herhangi bir iletişimim olmadı. Onlarla konuştuğumu anımsamıyorum. Hep Tant Zelda'dan  haberleri alırdım. Annen ameliyat oldu.. İyiymiş, şimdi ikinci gözünden ameliyat olacak.. Annenin sağ gözü şimdi görüyor... ve daha sonra sol ve......

O üç ay içinde bir teyzemde  bir Onkli Jak'ta kaldım . Okula gittim, geldim.. Nasıl olduğumu bilen  yoktu.. Peki derslerim nasıl gidiyordu? Bütün bunların ehemmiyeti varmıydı?.   Benim içinse őnemli olan şey etrafımı rahatsız etmemekti.  Fazla yer tutmamak,  yemeğimi sessizce bitirip sorun çıkarmamak ..Elimden geldiğince iyi çocuk olmak benim için en önemlisiydi. .. Annem , babamın ne zaman  döneceğini bilmeden zaman öyle geçti gitti .. İlk gün yaşadığım kaygı sonra biraz azaldı ama yine de terkedilmişlik duygusu hep aynı yerdeydi..

Tüm bu dönem içinde tek bir gün diğerlerinden farklı bir şey olmuştu.. O günü hep hatırlarım.. Çok gülmüştüm.. O üç ay boyunca belki de tek güldüğüm gündü o gün.. Onkl Jak'ın (dayımın )  evindeydim. Yine kimse yoktu.. Ne yengem , ne kuzenlerim..Kuzenimin odasında kalıyordum. O odayı severdim. Yatağını, odanın renklerini, aydınlık oluşunu, gereksiz eşyalarla doldurulmamış olmasını. Pencerenin hemen yanında çok iyi hatırlıyorum Fransızca grammaire yani dil bilgisi ödevi için defterimi kitabımı açmıştım. Ama ben çabucak sıkılırdım. Ne yapayım, dikkatimi toparlamakta zorluk çekince ne kadar istesemde sonunda popomun bir yerde uzun süre durması mümkün olmazdı. Kalkardım hep. Yine aynı şeyi yaptım. Kalktım kuzenimin teybini gördüm yatağın üstündeki kitaplıkta . Ve hemen yanında kasetler vardı. O kasetlerden birini aldım.. Kuzenim de Saint-Michel'de okuyordu ( zaten hepimiz Fransız okullarındaydık )  Kasedi koydum, o dönemin güzel bir şarkısıydı bu  ; " Reviens ! " Bana geri dön....  Bayıldım şarkıya..Ve camdan bakmaya başladım, fonda şarkı çalarken.. İlk defa içimde güzel duygular uyanmıştı.. Uzun süreden sonra bu şarkı beni mutlu etmişti birden. Camdan bakmayı kesip yandaki balkon kapısını açıp balkona çıktım.. Aşağıda bir kedi gördüm, çocuk kafamla canım oynamak istiyordu. Kedileri severdim.. Onlarla oynamayı ise daha çok severdim. Aklıma kediyi işletmek fikri geldi birden. Defterimden bir sayfa kopardım avucumda kağıdı top gibi yaparak balkonun baktığı büyük apartman aralığına fırlattım..kedi bir an ona yemek atıldığını sanarak kağıda koştu.. Ben çocuk aklımda oyun oynadığımı zannederken zavallı kedi yemek umuduyla koşuşturuyordu. Kedi koştukça defterden yeni yeni sayfalar koparıp aşağı fırlatıyordum.. Kedilerse gittikçe çoğalıyordu, bir, iki, üç beş ..ben attıkça  bir grup kedi  umutla koşuyordu her defasında.. Nasıl da kahkahayla gülüyordum.. Sanırım bir iki dadika içinde en az on kedi birikmişti. Sonra, kağıt tarlasına çevirdiğim beton zemine bakıp birden;  " İyi de ben ne yaptım ?  Şimdi kim toplayacak bu kağıtları?  diye düşündüm . Sonunda kimsenin beni görmemiş olduğunu ümit ederek içeri girip perdeyi örttüğümü anımsıyorum..


Üç ay sonunda annem gözleri sağlıklarına kavuşmuş bir şekilde dönmüştü , babamla birlikte!




Batya R. Galanti












17 Kasım 2019 Pazar

     
                                             Israel'in güvenliğini tehdit edenler



Son bir kaç senedir Israel Kuzey sınırında çıkması beklenen büyük savaşa hazırlanmakla meşgul.. Bu yüzden Suriye'de Iran rejiminin hareketliliğine karşılık Israel'in yakın takibi söz konusu. Bir kaç haftada bir basında yer alan haberlerde kimi sözde meçhul saldırılarla Israel'in gelecek savaşta verebileceği zaiyatı hafifletmeyi amaçlayan kimi tedbirler almaya çalıştığı biliniyor...... Israel'in hedef alarak yok ettiği Suriye'deki Hizbullah cephaneliklerine karşılık  şimdilik kesin bir tepkiyle karşılaşmamasına rağmen devam eden bu karşılıklı çekişmenin,   zamanı pek ön görülemeyen  gelecek Hizbullah (İran ) - Israel  savaşının işaretleri olduğunu biliyoruz...
Kuzeydeki karmaşık savaşın içinde, hiç bir devletin kesin bir hegemonyasının bulunmadığı, bir güçler savaşı içinde devam eden Suriye batağının içindeki mücadelenin tam orta yerinde  Ortadoğu'ya egemen olmak için tüm enerjisini ortaya koyan İslami rejimin Israel'e karşı yürüttüğü mücadelenin uzantıları sınırımızda konuşlanan terör yatağı. ve bunu engellemek için Israel tarafından yürütülen operasyonlar.  Hedefler açık ve net. İran'ın Hizbullah'a , Israel'in kuzey sınırlarına yakın bolgelere yığmakla meşgul olduğu akıllı füzeleri, ağır silahları yok etmek.  Gelecekte İran tarafından planlanan savaşta Israele olası en büyük zararı vermek için gönderilen cephanenin Hizbullah terör örgütünün eline geçmesine engel olmak. Uyduyla tespit edilen her yeni sevkiyatı yok etmek hedef.

İran son senelerde Suudi Arabistan ve Batıya karşı, yani Sünni Birliğe ve onun yanındaki müteffiklerine karşı bölgede bir Şii güç olmak için mücadele veriyor. Amacı, Hitlerin rüyasında gördüklerinden  uzak değil.. Bu süper güç olma savaşı içinde, en büyük hedeflerinden biri de Israel'in bölgedeki varlığına son vermek. Halkının yiyecek yemeğinin olmaması şu an başlarındaki Mollaların  umursadığı bir durum değil gibi görünüyor. En son,  Nükleer Güç olmak için çalışmalarına daha da hız verdiği ortaya çıkan İran , Israel'e karşı çevrede bir çok terör grubunu besleyen bir terör devleti . Batının, İran'la yaptığı ekonomik antlaşmaları askıya almamak için İran'la sürdürdüğü yalancı nükleer uzlaşma politikalarını  ciddiye almayan Şeriat Devleti bugün için sadece Israeli  endişelendiriyor gibi görünüyor. Gelecekte kimin , bundan ne kadar etkilenebileceğini belki de sadece yaşayıp göreceğiz.



Güney'de ise 2005'dan beri Israel'in boşalttığı son Gazze yerleşim yerlerine Hamas'ın konuşlandırdığı füze rampaları Israel'deki sivil hedefleri vurmaya başladığı günden beri, kimi radikal fraksyonlar gücü ellerinde tutmeye devam ederken bundan etkilenen siviller iki tarafta da bitmeyen bir kabusun içindeler.. Yine İran'ın arkalarında olduğu bir çok terörist gruplar var Gazze'de ve Batı Şeria'da da.. Hamas'ın yönettiği Gazze'de , Hamas dışında ondan da radikal terör grupları mevcut. . Esasen tam olarak kiminle ateşkes kiminle savaş yaptığınızın  fazla bir önemi olmayan karmaşık bir durum mevcut.

15 yıldır Gazze'ye gönderilen yardımların büyük bir bölümü siviller için değil teröre yardım ve yataklık için kullanıldı ve bu hala öyle olmaya devam ediyor. Gönderilen inşaat erzakları, verilen elektrik ve su..para yardımları, yıllardır Gazze'nin altında bir yeraltı dünyası inşaa edilmesine yardımcı oldu. Yüzlerce tünel ve burada konuşlandırılan, depolanan roketler. İnsanların sağlık, eğitim ve tüm temel ihtiyaçları için her gün giren tonlarca yardımın bir çoğu kimleri besliyor tam olarak kimse tarafından bilinmiyor. Gazze'de  fakirliğin yanında yer alan lüks binalarda yaşayan elit tabaka,  radikal  grup liderleri diğerlerini kallanıyor.

Geçtiğimiz haftalarda Gazze'den Israel'deki yerleşim yerlerine yeniden saldırılar oldu. Hamas'ın sorumluluk üstlenmediği bu saldırılarda bu kez yine başka bir grup ön plana çıktı . O da İslami Cihad'tı. İran'ın beslediği ve komutları verdiği bu örgüt son yıllarda Hamas'tan özgür hareket eden ve ardından gelen ikinci büyük grup. Selefilere yakınlıklarıyla bilinen  ve  tek amaçlarının mümkün olduğu kadar sivil hedefi vurmak olduğu bilinen bu grubun basındaki kişi ise  Baha Abu Al-Atta idi. Israel'in en azılı düşmanlarından ve bugüne dek Israelli sivillere yapılan saldırıların bir çoğunun  altında imzası bulunan azılı  bir terörist.

Geçtiğimiz hafta Israel bundan evvelki son saldırılarının ardından , uzun süredir takip ettiği Abu Al Atta'yı sabaha karşı dörtte, eşi ve iki oğluyyla Gazze'de saklandığı evlerden birinde hadef alarak yok etti. Ve aynı sabah  Israel'in mekezine atılan roketlerle güne başladık. Üç günde yaklaşık 450 roket atıldı. Sonuç olarak  bir çok ev direk isabet alırken , güneyde iki fabrika büyük oranda zarar gördü. Onlarca kişi belli derecelerde yaralandı ve yine bir çokları girdikleri şok yüzünden hastanelerde tedavi gördüler.  Senelerdir her siren sesinde saklanmaları için sadece 15 saniyeleri olan halkın bir yerden sonra kaderleriyle baş başa kaldıkları bir hayatın içinde büyüyen çocuklar var Israel'de. Böyle bir yaşamın içinde büyümelerine izin verenler var..

Son saldırılarda ilk kez Hamas yer almadı.. İlk kez Hamas Israel'e karşı sessizliğini koruyan taraf oldu. Çünkü halkına karşı yine de kimi sorumlulukları olan Hamas'ın kaybedebilecekleri şeylar var . Her defasında Israelle çatışmaya girmek örgütün işine gelmeyebiliyor.  Dışarıdan bekledikleri yeni para yardımının hesapları ve içte zaten var olan ve büyüyen muhalefet yüzünden kendini bu son çatışmanın dışında tutmak tercihi Hamasin son politikalarını çizen  yeni durumlar.

Belki de bu son durum Israelle karşılıklı bazı konularda bir uzlaşmayı da birlikte getirebilir. Belki de kaybetmekten korktuğu gücü ve elinden kaçırabileceği denetime karşılık Israelle ilk kez uzlaşmayı denemek için hazır olabilir  Hamas.   Bu kez belli bir noktada anlaşmayı becerebilirlerse , ilk kez savaşmak yerine Gazze'deki halkın ihtiyacı olan ekonomik kalkınmayı destekleyecek ortak bir çalışmayı getirebilir mi acaba bu son durum? Gazze halkına  yeni imkanlar sağlayabilecek bazı ekonomik atılımları gerçekleştirmenin yolunu açabilir mi?   Gazze'yi dış dünyadan koparan,
limanların  yeniden açılması gibi. Bu limanlara İran'dan girmesi mümkün olan askeri yadımları engelleyecek önlemlerle beraber tabii . Yeniden serbest ticaretin sağlanması bir çok şeyi değiştirebilir mutlaka!




Batya R. Galanti

11 Kasım 2019 Pazartesi

                                             Günümü değiştiren küçük kız



       Cuma günü öğlen çıkardığım köpeğimle dolaşırken, etrafta her hafta sonu hissettiğim o farklı atmosferi farkettim yeniden. Oraya buraya yetişmeye çalışan genç anne babalara rastladım her zamanki gibi, Okuldan erken çıkan liseliler yanımdan geçtiler .Hayat dolu ifadelerle çoğu zaman . Kimi küçük çocuklar çantaları sırtlarında keyifle evlerine yürürken  Pitzi'ye doğru dönüp her zamanki gibi ;  " Ay ne kadar küçük bir köpek" dediler yeniden. Ve yeniden yazdan kalma bir günde, sıcacık, insanın içini aydınlatan güneşini ne kadar sevdiğimi düşündürdü bana Israel'in klasik sonbahar havası. Sonra etrafımdaki yeşilliğe baktım  .Buraya ilk taşındığımızda yeni dikilen ağaçların daha bodur ve cılız oldukları için  güneşin ışınlarını tutup, gölge yapmaya yetişemedikleri zamanlar aklıma geldi . Şimdi aynı ağaçlar kimi yerde gökyüzünü kapatır oldular.

Pitzi bu arada her zamanki gibi etraftaki kokulardan sarhoş gibiydi . Karşısına çıkan  her nokta, her ağaç, her çiçek, böcek ve taşa  bıraktığı  işaretin ardından burnuna gelen her yeni  koku dalgasına doğru manyetik bir alana çekilir gibi koştururken ileride küçük bir kız çocuğu gördüm . Sarı saçları lüleler halinde beline kadar inen, güzel bir kız çocuğu.  Çimlerde gezinirken biraz gayesiz, biraz sıkılır gibi görünen küçük bir kız. Kılık kıyafetine baktığımda öyle çok itinayla giydirilmiş bir hali yoksa da elbiseleri tertemiz, saçı pırıl pırıldı.  Biraz çekingen bir havada  bana, daha doğrusu Pitzi'ye doğru yaklaştı. " Köpeğini okşayabilirmiyim ?" diye sordu..



Bana ne zaman küçük çocuklar Pitzi'yi okşamak istediklerini söyleseler , ne diyeceğimi bilemem. Çünkü çocuklarım, özellikle Gal küçükken eve gelen çocukları Pitzi kıskanır arkalarından gidip paçalarına yapışırdı. Bu yüzden hep çekinirim acaba yanlışlıkla şöyle bir ısırık atar mı diye. Gerçi bugüne kadar böyle bir şey hiç olmadı . Ve ben dayanamadım, " Tabii " dedim.. Biraz okşadıktan sonra , yanımda yürümek istediğini söyledi. Onu reddedemedim.. Nerede oturuyorsun derken Bana Aşkalon'da oturduğunu ve buraya babası ile birlikte geldiğini söyledi . Bu arada evimizin yanındaki üç katlı evlerden en baştaki binanın ikinci katını göstererek , babam bu evde tamirat için çalışıyor. Ben de sıkılıp aşağıya indim dedi. Peki okulun yok mu senin diye sorunca . Yok dedi ben birinci sınıftayım, cumaları bize okul yok dedi. Köpeğini alabilirmiyim diye sorunca ilk önce anlamadım, onu kucağına almak istediğini sandım ve " Ama o bundan hoşlanmayabilir"  diye cevap verdim... Kız çok akıllı bir şeydi..Tasmasını kimin tuttuğu ona o kadar farkeder mi? . Ah  peki o zaman al sen gezdir yanımda.. Küçük kız hayatından memnun. ben ona " Aşkalon'da çok sık sirenler oluyor , siren çalınca ne yapıyorsun ? . Bana verdiği cevap ilginçti. Sanki sirenlerden onu daha da çok etkileyen başka bir şey vardı. Sirenler çaldığında annemin evindeyim hep dedi. Anladım, baban ve annen ayrı evlerde mi oturuyorlar.. Evet !!. Ama ben babamla daha iyi anlaşıyorum. Ona belki de babanı biraz daha az gördüğün içindir diye yorumda bulunuverdim bu kez..  Bak ben evime dönmeliyim , Pitzi artık sanırım yoruldu.  Kızsa ,ne olur onu biraz daha gezdirmek istiyorum  deyince. Peki bir tur daha atalım .  Çocuk, o kadar tatlıydı ki onu kıramıyordum.. Pitziyi nasıl tutması gerektiğini, nelere dikkat etmesinin önemli olduğunu hemen anlamıştı ama turun sonunda benden bulunduğu ricayla onun o saf çocuk yüreğinin , sevgi dolu kalbinin, kendisi için ne kadar büyük tehlikeler getirebileceğini de anladım. Benimle evime gelmek istediğini söylerken o kadar tatlıydı ki . Ben ona çok yumuşak ve sevecen davranınca bana karşı hemen güven duymuştu. Belkide anne babasının zor hayatlarının içindeki mücadele ve zamansızlıktan yeterli ilgi görmüyor olabilirdi. Belki de sadece çabuk kaynaşan , çabuk ısınan bir kalbi vardı sadece.  Ona benim evime gelmesinden çok büyük mutluluk duyacağımı ama bunun mümkün olmadığını söylediğimde. Neden diye sordu. Çünkü ben senin için bir yabancıyım dedim. Ama ben seni tanıyorum deyiverdi, o yemyeşil gözlerini bana dikerek... Hayır  sen beni tanımıyorsun.. Onun için beş dakika önce karşılaştığı bir insan , hemencecik çok iyi tanıdığı bir dosttu artık.  Ben onun için artık bir tanıdığı idim.

Küçük çocukların kimi pedofillerin, kimi sapıkların, kimi kötü insanların ağına nasıl düşebildiklerine bu şekilde şahittim o an. Bak dedim, annenle , baban sana anlatmışlardır eminim, bazı insanlar çok iyi görünerek seninle dost olup sonra sana kötülük yapabilirler, o yüzden tanımadığın hiç kimsenin evine gitmemelisin.  Ama sen öyle değilsin değil mi? diye sorarken sanki hayal kırıklığına uğramıştı .  Hatta  beni savunmak ister gibi bir hali vardı. Ben öyle değilim  ve bu yüzden seni uyardım ya! Hadi şimdi babana git tamam mı?  Peki!!  dedi ve arkasına bakmadan benden uzaklaştı.

Bu arada ona köpeklere karşı çok bilinçli, çok iyi bir sahibe olacak kapasitesi olduğunu belirtince  bana babasının ona köpek alacak  parası olmadığını söyledi.  Böylece yoksulluğun sadece Türkiye'de olmadığını düşündüm yeniden. Belki oradaki yoksulluk biraz daha içler acısıydı. Daha bir sahipsizlik vardı. Karnı aç insanlar, evsizler yollarda idi.  Sokaklarda dilenen  insanlar vardı. Ama burada da ayın sonunu getirmekte , çocuklarının en temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan azımsanmayacak kadar miktarda insan var. Parasızlığın  21. yüzyılda tüm dünyada bir çok çocuğun hala karşı karşıya olduğu sorunların en başında geldiği gerçeği ne kadar üzücü. Toplumsal dengesizlikler hala daha büyük bir sorun.

Diğer taraftan küçücük bir kızla yarım saat için arkadaş olmak benim için çok güzeldi. Aynen 19 yaşımda olduğum zamanlardaki gibi. Onunla kimi düşüncelerimizi paylaştık. Gençliğimde her kesimden , her yaştan insana ilgiyle yanaştığım  anları yeniden yaşadım.. Sizinle farklı bir yerde, farklı yaşta, farklı konumda olan bir insanla herhangi bir duyguyu, bir anı, bir fikri paylaşmanız mümkün.. Dahası da mümkün, her yaştan, her konumdan insanla arkadaşlık kurmak mümkün. Önemli olan iki insan arasında kurulan iletişimdir.

Ayrıca bu çocuk bana bugünkü aile yapısının karmaşıklığını hatırlattı yeniden. Her üç çiften ikisinin  boşandığı günümüzde ayrılan çiftlerin çocuklarının yaşadıkları sorunları düşündürdü bana . Kimileri için zor olan kırık hayatların yanında bir diğerleri için ayrılıkların bazen en iyi çözüm olabildiği gerçeğini de ....

Bir an tek başına bırakılan bir çocuğun saflığından yararlanabilecek insanların varlığı ise en korkutucusu.

Cuma sabahı, benim için çocuk olmanın saflığını yeniden hatırlamak güzeldi..çabucak sevebilen bir kalbin saflığını hatırlamak,  yabancı birine kolayca güven duyabilmek... dünyaya daha olumlu gözlerle bakabilmek ve insanlar hakkında sadece iyi şeyler düşünebilmek..



Batya R. Galanti




7 Kasım 2019 Perşembe

                                             Bizleri zehirleyenler!


 
Geçtiğimiz günlerde Israel medyasına yansıyan bir haber çok düşündürücü. Yuva çocuklarına yapılan testlerde çocukların idrarlarında yüksek miktarda fosfor görülmüş!!!  Neden?  Küçük çocukların idrarında gereksiz miktarlarda kimyasallar neden olsun?? Neler oluyor böyle?  Neden diye soruyorum ama aslında cevabı bildiğimi, cevabı hepimizin bildiğini biliyorum ..Bizi zehirliyorlar.  Hem de her taraftan zehirleniyoruz? Sonra neden bu kadar çok insan hasta diye soruyoruz!!  Doktorlar bir taraftan sürekli uyarıyorlar sebze ve meyve yiyin !!! Yesek ne olur yemesek ne olur??
Fast Food degil de sebzeler ve meyve yesek cpk farkeder mi gubun ? Kullanılan hormonlar ve ilaçlama maddeleriyle sebze ve meyveler bu kadar zararlı hale getirildikten sonra ne fark eder ne yediğimiz? Artık neyin daha zararlı olduğunu bile bilmiyorum..



Ben çocukluğumda meyveyi sebzeyi çok severdim. Aslında ben daha doğrusu yemeği severdim ama bugünkü fast food benim çocukluğumda minimum bir yer tutardı hayatımızda. Doğal yemenin önemi üzerine çok fazla telkin yapmaya bile gerek yoktu çünkü endüstriyel ürünler çok daha azdı. Sebzeler ve meyveler organikti. Türkiye'de o zamanlar var olan tek fast food dönerli sandwich'ti . Genç kızlığıma doğru ilk McDonald's şubesi Taksim'de kapılarını açtığı güne kadar yediğimiz yegane hamburger Şişli Abidei- Hürriyet Caddesi üzerindeki Kristal Büfe'nin kendine özgü hem çok lezzetli hem de  daha az endüstriyel hamburgerleri idi.


                                      Kristal büfe'nin kendine özgü hamburgeri


Döneri  ise   yaz aylarında İskele'de,  Cumartesi'den Cumartesi'ye yerdik. Ha bir de sandwich'in içini öyle çok fazla etle doldurmazdı dönerci. Bu konuda cimriydi hep satıcılar. Bir sürü paraya içi yarı boş şeyler verirlerdi elimize. İşin kısası öyle pek bolluk ülkesi olmayan bir yerde büyümenin başka iyi tarafları vardı belki de. Daha az fast food, daha az saçmalık yenirdi dışarıda. Sebzeler ve meyvelerde hormonlar, kimyasallar da pek yoktu bildiğim  Herşey organikti.  Bugün bolluk var ama yediklerimiz, içtiklerimiz çevremizdeki her şey suni ve zararlı maddelerle yüklü. Soluduğumuz havadan , giysilerimizdeki boyalara kadar, içtiğimiz sözde doğal içecekler ve elimizden düşmeyen iletişim aletleri vs... Komple bir tuzak gibi...

Annem sağlıklı beslenme konusunda  takıntıları olan bir anneydi. Masadan eti, sebzeyi ve meyveyi yemeden kalkmamız söz konusu değildi. Yemeği plastik kaplarda saklamaya ise daha o zamanlardan  sonuna kadar karşıydı. Teyzemin yazlıktaki evinde kullandığı melamin tabaklara özendiğim zaman annem bana cam tabak en sağlıklısıdır demişti.  Ve bu konularda bize devamlı konferans verirdi. Yani beslenme konusunda bilinçli büyütüldüm diyebilirim. Fakat bu tip şeylerin bugün ne önemi var? Şehirde yaşadığımız , süper marketlerden alışveriş yaptığımız müddetçe ne kadar sağlıklı olabilir bir insan?

Bugün çocuklarıma bakıyorum. Ben bu konuda ne kadar itina göstersem de onlara benim büyüdüğüm, benim beslendiğimi tarzda beslenmeyi çok fazla öğretemedim.  Mutfağa girip pratik  fakat elimden geldiğince lezzetli olmasına dikkat ederek hazırlamaya özen gösterdiğim  sebze yemeklerini  ( Otizmin etkisi ile ) oğluma ve inatçılığıyla yemekte çok problemli bir yapısı olan kızıma bugüne dek sevdiremedim çok fazla.  Bazen insanlar ters tepki verirler. 20 yaşını geçen kızım  daha yeni yeni bazı sebzeleri yemeğe başladı. Ona baktıkça bu çocuk nasıl böyle çıkmış olabilir  derim hep. Ben okuldan geldiğimde  annemin yemeklerini  ne büyük iştahla yerdim. Hatta okul arkadaşlarım bana sen nasıl bu kadar zayıf kalıyorsun diye sorarlardı hep. Ama bilmedikleri şey  ben sağlıklı beslenirdim ve tatlı çok yemez ve çok hareket ederdim.
                                                                                                                                                                   Bir diğer taraftan yuvalarda yapılan testlerde çıkan sonuçlara gore  sebze ve meyveyi daha çok tüketen çocuklarda fosfor maddesine daha yüksek miktarda  rastlandığına bakılırsa sağlıklı olmak için ne kadar yırtınırsak yırtınalım elimizden gelen çok fazla bir şey olmadığını  görüyorum. Bugün hiç bir şey eskisi gibi değil.

Geçtiğimiz senelerde , sebze ve meyveleri yetiştirenlerin kullandığı ilaçlama maddeleri hakkında ilk kez basında daha kapsamlı haberler çıkmaya başladığı zaman , eve getirdiğimizde satın aldığımız ürünleri  iyi yıkamanin ne kadar önemli olduğu üzerinde durulmaya başlanmıştı. Bense bu konuda internette yaptığımı aramalarımda en iyi temizliyicinin karbonat olduğunu okumuştum. Süperden aldıklarımızı buz dolabına koymadan on dakika karbonatlı suda beklettikten sonra fırçayla suyun altında yıkamak en iyi yol deniyordu. Tamam  bunu hala yapıyorum ama sebzenin, meyvenin içine giren maddeleri yok etmek mümkün olmadığına göre ne farkeder?

Kısacası, son yıllarda neden Otizm bu kadar arttı? Neden çocuklarda dikkat eksikliği sorunu eskisinden çok daha fazla?.. Neden bu kadar çok kanser vakaları var?  diye sormamıza gerek var mı acaba? Daha fazla ürün almak için, daha fazla para kazanmak için insan hayatını açıkça tehllikeye atanların umurlarında bile olmadığımız açık . Aynı şekilde tüm kurumları ve üreticileri denetlemekle  yükümlü olan mercilerin,  kısaca devletlerin bire bir suçlu oldukları, bizi zehirleyenlerle suç ortaklığı yaptıları ortada
Kullandığımız şeylerin , tükettiklerimizin  sadece insanların değil dünyanın da sonunu getirdiğini artık açıkça görüyoruz.




Batya R. Galanti



4 Kasım 2019 Pazartesi

                                                  DOSTLUK SOFRASI




Cuma akşamlarının bambaşka bir  özelliği vardır. Yahudi Dininde Şabat günü aileyi bir araya getirmenin büyük bir önemi vardır. Her cuma gecesi bir bayramdır bizde. Hatta Yahudilikte Şabat en kutsal gün sayılır. Şabat sofrasında  Hala'nın ( Özel Şabat ekmeğinin  )  şarapla beraber kutsanmasıyla yenen yemekte çoğu zaman tüm aile bireyleri biraraya gelir.  Şabat günü masanızın çevresine sizinle birlikte yemeğinize iştirak edecek insanlar Şabat'ın anlamını pekiştirir. . Bu bir Yahudi geleneğidir.

Geçen Şabat akşam annemi alıp bize yemeğe getirmek için yola çıktım.. Yolda radyo'da bir program dinliyordum. Kimi, İspanyol ezgileri, bazı Yunan müzikleri, Latin,  Jazz ve bilimum farklı şarkıların çalındığı sakin , dinlendiren bir haftasonu programı. Dünyanın farklı yerlerinden, farklı kültürlerden çok farklı melodiler dinleten yapımcının hazırladığı bir saatlik yayın fonda yol boyu bana eşlik ediyordu.. Arada kimi ilginç hikayelerini yayında programa çıkarak dinliyicilerle paylaşanlar vardı..

Radyo televizyondan daha güzeldir aslında..Daha tatmin eden bir yönü vardır bence; çünkü dinlediğinizi beyninizde canlandırmak için size de bir pay bırakır. Kitap okurken aklınızda canlandırdığınız sahneler gibi yine sizin düşsel yönünüzü kısmen harekete geçirir radyo da.

Annemin evine bir kaç kilometre kala bir genç adamın anlattığı hikaye beni çok heyecanlandırdı. Biri Arap diğeri Israelli iki ailenin dostluğu ile ilgili bir hikaye bu.   Gerçek bir  hikaye.. Kimi yönleriyle burukluk yaratırken bir diğer taraftan bu dünyanın sanıldığından çok daha iyi insanların yaşadığı bir dünya olduğunu da anımsatan, duygu dolu bir hikaye ..  Ve böylece kendi hikayesini anlatan adamın sesindeki heyecan  bana yeniden bir şeyleri de birlikte düşündürdü.. Mesela geçtiğimiz günlerde anlattığım kimi şeyler aklıma getirdi .  Arap  Israel ilişkileri hakkında. Kimi insanların hesapsız nefretini düşündüm. Bazen iki tarafta var olan kimi sonsuz düşmanlıkları,  ön yargıları ve aslında insanların bilmediği bir çok  dostlukların var olduğunu ama buna rağmen dünyanın dört bir ucundaki insanların burada her Israellinin ya da her Arabın karşılıklı birbirlerini boğazlamakla meşgul oldukları fikirlerinin ne kadar etkili ve yanıltıcı bir propaganda gibi olduğu gerçeğini hatırladım. bunun bir anlamda kısmen doğru tarafları olduğunu da farkettim .. Ama tüm bu düşmanlıkların yanında yine de  hesapsız sevginin de var olduğunu yeniden gördüm ..bunların hepsi var. Ama hiç bir tanesi tek başına bir gerçek değil. Hiç bir şey beyaz ve siyah değil .  Hayat farklı tonlarda , insanlar da öyle.. Nefret var, dostluklar var.. Kötülerin yanında çok iyi insanlar var..

Radyo'da dinlediğim hikaye ise şöyle... Bundan otuz ya da kırk yıl evvelinde başlayan hikaye Gazze yakınlarındaki küçük bir  Israel yerleşim yerinde geçmiş... Bir Şabat gününe doğru  Yahudi bir baba ve oğlu, çıktıkları  alışverişte araba yolda kalıveriyor.  Sderot şehri civarında yaşayan mütevazı bir aile bu.  Eski araba bir anda yolda fire verince çekici çağırıp arabayı en yakın araba tamircisine götürüyorlar. Araba tamircisi , Gazze'de ikamet edip, Israel'de iş yeri olan bir Arap..onun da kendi ailesi, bir işi ve yine iyi kötü kendi şartlarında götürdüğü bir hayatı var. O gün iş yerinde yanında küçük oğluyla berabermiş .  Israelli adamın arabasını bir çırpıda tamir ederken aralarında sıcak bir iletişim oluşunca, otomobil tamircisi ; " Boş ver parayı diyor, şimdi öğle saati, benimle oturun da birlikte güzel bir yemek yiyelim daha iyi !" diyor ve Israelli genç adam küçük oğlu ile birlikte kurulan sofraya misafir oluyorlar..



Bazı dostluklar bir anda oluşur.  Hesapla, kitapla ilgisi olmayan şeyler vardır insan ilişkilerinde. . O da iki kişi arasında doğan anlık dostluklardır.  Bu iki insan o gün doğan arkadaşlıklarını bir zaman sürdürmüşler. Ve iki çocuksa her buluştuklarında birlikte top oynamışlar.. Arap çocuğun adı Sadi idi diye anlattı. O çocukken , her seferinde kalesine gol sokmaya çalıştığı yaşıtı küçük arap dostunu yıllarca görmemiş bir zaman sonra. 2005'ten sonra ,  Hamas'ın başa geçmesiyle  Israel ile durumun iyice bozulmasından sonraysa iki ailenin iletişimleri tamamen kesilmiş.  Taa bundan bir buçuk yıl evvel Israelli adamın telefonu bir gün çalana dek.. Karşımda ağır bir arap aksanıyla konuşan kişi adımı söylediğinde sesini tanımadım dedi. Bana , ben X'in oğluyum deyince şaşırdım " . İsmi Sadi olan bu kişi, çocukluğumda birlikte oynadığım çocuktu. Sadi ona; " Babanı kaybettiğini duydum ! " deyince..... " Evet ama bir yıldan fazla oldu demiş. "Ya peki senin baban nasıl ? " diye soruncaysa  bu kez Sadi ona  babasının Israel'in 2014'te Gazze'ye yaptığı operasyonda öldüğünü söylemiş.  " O an ne diyeceğimi  bilemedim!",,,,.  Böyle bir durumda söylenebilecek ne var?  Terörün, kimi kötü insanların yaptıklarının cezasını çeken masumlar için ne kadar özür dilerseniz kelimeler yeter mi? Israelli genç adamın en son dileyeceği şey çocukluğunda onları hiç tanımadığı halde sofrasında ağırlayan insanın bu şekilde ölmesiydi mutlaka. Sadi'nin eski Israelli dostundan bir isteği vardı ve bu telefonu son çare olarak ona açıyordu. Oğlu çok hastaydı ve ameliyatı için gerekli dört bin doları ona çevresinde temin edebilecek kimsesi yoktu ve çocukken birlikte top oynadığı İsraelli dostu onun son ümidiydi.  Radyo'da hikayeyi anlatırken çok heyecanlanan adam, isminin bilinmesini istemedi.
O gece bu ricayı yatağımda düşündüm. Benim için de küçük bir miktar sayılmayacak bu parayı vermek kararı içinde bocalarken aynı gece rüyama giren babamın bakışlarında gördüğüm , " Beni hayal kırıklığına uğratma lütfen ! " mesajı ile birlikte sabah ilk iş banka hesabımdan gereken miktarı Sadi'nin hesabına geçirdim ve bir daha o parayı düşünmedim ve kimseye bugüne dek bu olayı anlatmadım dedi. Eşim dahi bunu bilmedi. Altı ay sonra bir sabah posta kutumda isimsiz bir sarı zarf buldum . İçinde dört bin dolar vardı! ....

Size bir kez açılan dostluk kucağını, kurulan bir sofrada size verilen dostluk yemeğini unutmak mümkün mü? Yahudi olsun, Arap olsun, dini ya da rengi ne olursa olsun kendi elinizle hazırladığınız yemeği bir başkasıyla paylaşmanın mutluluğunu kelimelerle tarif etmek mümkünmüdür? Dostluğun anlamını bilen hiç kimse böyle bir şeyi unutmaz. Bundan daha önemlisi ise yıllar sonra size ihtiyacı olan kişiye sessizce elinizi uzatmaktır. İyi ki iyi insanlar var, iyi ki birbirini hiç unutmayan dostlar var,, Iyi ki böyle hikayeler var.




Batya R. Galanti








  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...