30 Ekim 2019 Çarşamba

                       Tarihi olumlu yönde değiştirecek nesiller yetiştirmek  ! 




Geçtiğimiz günlerde Israel ile ilgili bir haberin altına yazılan bir yazıya çok uzun yıllardan sonra ilk kez yorum yapmak ihtiyacı duydum.. Öğretmen olduğunu iddia eden kişinin yazdıkları aynen şu şekildeydi; "  Mesela geçenlerde Yahudilerin Müslümanlara ihanetini ve Filistinli insanlara olan katliamlarını öğrencilerime anlattım  Hepsinin gözlerindeki kini görmeniz lazımdı. Biz boş durmayacağız. Bir Filistinli çocuk öldürürsünüz, bin Filistin ruhlu çocuk yetiştiririz...."
Savaşlar acıdır..hele masum insanların ölümleri çok acıdır.  Bir çocuğun, bir bebeğin ölümü büyük bir faciadır. Ortadoğu'da da olsa Amerika'da da olsa çocuklar sadece yaşamayı hakkediyorlar. Fakat bunun için öncelikle onları nasıl bir  dünyaya getirdiğimiz önemlidir. Onlar için sağlıklı, güvenli ortamları yaratmak büyüklere düşen birinci göirevdir.
Bir öğretmenin Türkiye'de bugün ders saatleri içinde çocukların beyinlerini nefret dolu politik sloganlarla doldurması sanki doğal bir seymiş gibi görünüyor. Ders saatlerinde normal bir eğitim programı içinde yer alması gereken bilgilerin yerine öğretmenlerin çocuklara verdikleri şeyler bunlar ise vay Türkiye'nin geleceğine diyorum.  .
Çocuklara ne verirseniz onu alırlar. Bilgi verirseniz, öğrenirler, gelişirler, yetişkin birer insan olduklarında ait oldukları toplumu daha ileri götürecek itici güç haline gelirler. Ya da siz onları kirli propagandalarla, savaş sloganlarıyla ,kinle, nefretle, intikamla büyütürseniz onların eline vereceğiniz tek şey savaşmak için daha fazla silahtir.  Gelişmiş Devletlerin, Ortadoğu Ülkelerini bugüne kadar sömürebilmelerindeki sebep te budur.

Dün oğlumun okulunda bir randevuya gittim.  Tam tenefüs saatiydi.  Oğlumun okulu Rishon'daki devlet okullarından biri. Israel'de çocukların büyük bir bölümü  devlet okullarında okur . Sisteme göre nerede yaşıyorsanız en yakınınızdaki okulda eğitim görürsünüz. Oğlumsa otistik çocukların normal çocuklarla birlikte eğitim gördüğü bir okulda okuyor.


Öğretmen bana Öğretmenler Odasında olacağını söylemişti. Kocaman binanın,  cıvıl cıvıl çocuklarla, gençlerle doldurduğu ön bahçesindeki kapıdan içeri girdim.. Burada bulunduğumuz dördüncü yılda artık okulu gayet iyi tanıdığım için, nereye gideceğimi iyi biliyordum. Öğretmenlerin odası rengarenk bir odadır . Renkli masalar, renkli duvarlar, bilgisayarlar, bir yanda büyük bir kitaplık.. Yani bildiğimiz, klasik, modern bir eğitim yeri.. Her öğretmenin elinde dosyalar, çantaları..bir çoğu bir sonraki derse hazırlanırken...kimileri bir şeyler atıştırıyor. Bir diğerleri sohbet ediyor ve herşeyden önce bunca öğrenciye eğitim veren büyük bir eğitim kadrosu göze çarpıyor..  Çok kalabalık bir ortam..kimi öğrenciler, öğretmenleri arıyor kapı ağzında.. Birisi hemen yanımda seslendi kapıdan Yael! diye.. Öğrenciler öğretmenlerini sadece ve sadece isimleriyle çağırırlar Israel'de.. Hocam, Madame, Monsieur  ya da İbranice karşılığı olan Giveret, Adoni..bunlara gerek yok.. Aralarındaki yaş farkı, seviye farkı ne olursa olsun sadece isim kullanılır burada. Bu da Israel'in formalitelerden çok uzak olan toplum yapısının yansımalarından biri. Bu tip konularda son derece liberaldir Israelliler.. Liberal ve resmiyetten uzak.. Belkide böyle olunca, insanlar daha rahat, daha az formel, gençler ne düşündüklerini söylemekten çekinmiyor. Ve bu da toplumun ilerlemesinde çok etkili bir özellik diye düşünüyorum.

Dün okulda Gal'e bu sene psikolojik destek verecek iki eğitimciden biriyle görüşmeye gittim. Bu egitmenin amacı ona sanat yoluyla duygusal eğitim ve rehberlik vermek .. Bunun dışında ince motorik gelişimi için ayrıca verecekleri terapiler de görecek Gal yeniden , her sene olduğu gibi...

Israel, Otistik çocukların eğitimi üzerinde bir çok ülkeye gore donanımlı bir sisteme sahip. Rishon Le Zion şehri de ayrıca Israel genelinde iyi bir konumda ki bu da  bizim için  ayrıca bir şans oldu.
Oğlumun sınıfında sadece beş çocuk eğitim görüyor.  Israel'deki otistik sınıflar altı öğrenci ile sınırlandırılmış. Ve bu sebeple aldıkları eğitim  daha kapsamlı . Her otistik sınıfta iki öğretmen ve iki yardımcı görev alıyor . Farklı derslere ayrıca farklı öğretmenler giriyor.  Bu şekilde çocuklar neredeyse teke tek bir ilgiyle , maksimum bir itinayla eğitim görme şansına sahipler.   Ayrıca her birinin kendi öğrenim kapasitesine göre  öğretmen özel bir eğitim programı izlemek durumunda .  Birinin öğrendiği matematik diğeri ile aynı değil.  Tüm bu eğitim konuları dışında sistem  bu çocukları dış dünyayla kaynaştırmanın yollarını da arıyor .. Sadece okulun içinde değil.  Onların diğer sınıflarla ortak dersler görmeleriyle bitmiyor bu çaba .. Otistik çocuklara hayat içinde , farklı durumlarda nasıl davranmaları gerektiğini dahi öğretiyorlar. Yeri geldiğinde hep birlikte otobüse binmek,  bir cafe'de birlikte oturup bir şeyler yiyip içmek, süper markete gidip bir şey satın almak ve bu şekilde normal bir kişinin gün gün karşılaştığı durumları onlara uygulamalı olarak öğretip  onların özgür bireyler olabilmeleri için yardımcı olmak....

Eğitim önemli..en önemlisi de doğru eğitim önemli.. Çocuklara matematiği, hayat bilgisini öğretecek öğretmenlerin olması önemli.  Fakat daha da önemlisi . sistemin çocuğu sevgiyle sarması önemli..kendinden emin nesiller yetiştirmek için...ileriye bakan, düşündüğünü korkmadan söyleyen, kimi şeyleri değiştirmek için donanımlı nesiller yetiştirmek önemli. Toplumları daha iyiye götürecek nesiller önemli..kafaları gereksiz şeylerle doldurulmuş robotlar yerine gerçekleri gören, kavrayan gençler yetiştirmek önemli..Doğruyu yanlıştan ayırabilecek insanlar yetiştirmek önemli.. farklı olanların da dünyaya verebilecek çok şeyleri olabileceğinin bilinciyle büyütülen çocuklar yetiştirmek önemli ,.. akıllı insanlar yetiştirebilmek önemli ..Sevgilerini dini, dili, rengi farketmeden her insana vermeye hazır bireyler yetiştirmekse her şeyden bin kat daha önemli. Tarihi olumlu yönde  değiştirecek nesiller yetiştirmek sadece bu yollarla mümkün.

Oğlum ile birlikte çıktıgım yolda, Israel'de devletin gösterdiği çabaları daha da yakından izleme fırsatım oldu ve oluyor. Tüm savaşlara ve problemlere rağmen, çocukları eğitmek için harcanan çaba herşeyin üzerinde.  Gal gibi  binlerce otist çocuğu devlet kucaklıyor ve topluma kazandırmak için elinden geleni yapıyor. Hala daha gidilecek yol büyük te olsa.

Sadece doğru temeller üzerine oturtulmuş toplumlarda aydınlık bir geleceğin doğru eğitimle yetişmiş nesillerle mümkün olduğu bilinci vardır..

Israel hakkında anlattığı hikayelerle eğittiği talebelerin beyinlerine zehirli fikirler aşılayan
" Öğretmen " ise Ortadoğu'nun ortasındaki tek laik ülke yerine yeni bir İran'ın doğuşunu müjdelermişçesine  hisler uyandırıyor  bende....karanlık ve belirsizlikler içinde..



Batya R. Galanti

16 Ekim 2019 Çarşamba

                                   
                                     EFENDİLER VE HİZMETKARLAR
                     


            Saat daha altı buçuğu gösterirken, gün daha başlamadan ilk iş köpeği indirmek lazım. Tasmayı aldım elime, Pitzi fır dönüyor, çok mutlu. Benimse gözlerimi açık tutmam bile zor sanki. Tam uyanamadığımdan sanki gördüğüm rüyanın içindeymişim gibi bir hisleyim daha. Asansörden indiğimda ise karşımda günün daha ilk ışıkları şehri aydınlatmadan işine başlamış olan temizlikçi  bayanı gördüm . Buraya ilk taşındığımız günlerden yani yaklaşık yirmi senedir aynı yerin temizliğinden sorumlu, bugün elli yaşlarında olan Rus temizlikçi bayan. Hemen biraz ileride yere koyduğu " Dikkat Kayma Tehlikesi" panosunun arkasında elinde tuttuğu sopasıyla bezi ileri geri çekerken kendisinin ancak duyabileceği bir şarkı mırıldanıyor . Yanından geçerken ona günaydın dedim. Aynı melodili tarzda , adeta şarkının devamı imiş gibi çıkardığı " Günaydın! " sözüyle sanki;
" Hayat bu zor işe rağmen yine de güzeel!" der gibiydi.
İttiğim kapıdan , bizi bekleyen yemyeşil bahçeye doğru çıkarken yine aklıma bir şey geldi benim.. Hani gördüm ya Rus kadının elindeki temizlik için kullandığı o sopayı, işte o görüntü bana bir şeyleri anımsattı yine ... Sainte- Pulcherie yıllarından kimi hatıraların arasından bir şey bu... Kimi gözüme takılan, zihnime yer etmiş teferruat gibi gelse de düşündürecek yönleri olan şeylerden.. Her gün okul çıkışı . sınıftan merdivenlere doğru hızla fırlarken,biz çocukların evimize  döndüğümüz o anlarda, okulun o eski binasının geniş koridorlarınını döşeyen  kahve tonlarındaki tuğla taşları ile mermer merdivenleri silmeye konulmuş, o başı örtülü köylü kadın aklıma geldi. Kocaman binanın tüm tabanıyla, merdivenlerini  ( yanlış hatırlamıyorsam tek bir kadındı ) silmeye konulmuş bir kadın...
Eh bunda ne var?  desem. Her toplumda bir üst sınıf insanlar, okumuş kişiler ve işçi sınıfı mevcuttur. Bunlar doğal şeyler.. Yüksek öğrenim görmüş kişiler masa başında çalışır, eğitim almamış insanlara da toplumdaki daha el emeği, fiziksel güç gerektiren kimi işler kalır yapacak. Tabii bu ayırım her defasında bu kadar net ve kesin değilse de ( ki eğitim almadan  zekaları, ya da becerileriyle çok yüksek yerlere gelmiş insanlar mevcut )  genel olarak bu şekilde yürür toplumdaki iş bölümü..
Bu da doğanın kendi adaleti gibi. Kafası çalışan ( şansı da varsa ) mühendis olurken, bir diğeri fabrikada kutuları doldurur. Ve bir toplum birbirini tamamlayacak şekilde böylece döner....

Okulda yerleri silen kadınla ilgili aklımda kalan sorun , "dizlerinin yerlerde oluşu"  idi.

Kocaman bir binayı baştan aşağı temizlerken kadın yerlerdeydi hep. Biz küçük kızlar onun yanından geçerken o bize yerden bakıyordu.. Elindeki arap sabunu ile bezini yıkarken hiç bir insanın hak etmediği bir aşağılanmanın doğal bir parçasıydı o kadın. Sanki o an o herkesten aşağıdaydı.  Bu şekilde işini yaparken bedeninin çok daha fazla yıprandığı gerçeği ( ki bu korkunç bir şey bence)  bir kenara insanın kişiliğini yerle bir eden bir düzenin içindeki bu insanın kabul etmek zorunda bırakıldığı kaderiydi bu, çocukluğumdaki Türkiye'de ...
Çok mu zordu acaba  bir temizlik işçisinin bu şekilde yerleri silmek yerine eline insan gibi bir sopa verilmesi. Gereksiz şekilde yıpratılmaması .  Çok büyük bir teknolojimiydi bu?? Ama sanırım gerçekten toplumu yöneten kesimin tercihiydi bu durum. Kimse birilerinin hakları için savaşmayacak kadar kendisiyle meşguldü. Toplumun üst tabakasındaki bireyler statülerinden memnundular. Çünkü bu öyle bir rejimdi ki kimilerini bey gibi yaşatıyordu.. Bir diğerleri ise haklarını savunamayacak kadar güçsüzdüler. Eziktiler...Birileri hep yukarıda bir diğerleri hep aşağıda idi..
Birileri  Beyefendi idi, Abi idi, Aman efendim , Canım efendim idi bir diğerleri ise.. Git getir bakayım idi.. Hadi ne duruyorsun du.. Zengin havyar yerken , fakir en temel haklarından çoğu zaman yoksundu..
Böyle olunca bize gelen temizlikçi kadınlardan da hayatımda duymadığım kadar drama duyardım. Parasızlık, eğitimsizlik, töreler onların hayatlarını kat kat zorlaştırırken , bu toplumda büyüyen kişiler de çoğu zaman bu farklılıkları, olan düzeni doğal olarak kabul ediyordu. Çoğu zaman kimsenin umurunda değildi  eşitsizlikler. . Çünkü bu bir tarafın hep işine gelirken diğer taraf kaderini kabullenmiş gidiyordu bu hayat. Belki de bugün hala bu böyledir. Yoksa hala Erdoğan bu kadar dolandırdığı bir toplumu pervasızca yönetmeye devam edebilirmiydi bugüne dek??

10 Ekim 2019 Perşembe

BİR YOM KİPPUR'UN ARDINDAN




Yirmi üç yıldır geldiğim bu ülkede geçirdiğim  Kipurlar'dan bir tanesini daha geride bıraktık. Ve önümüzde, bir kaç gün sonra başlayacak olan Suka'lar bayramı olan Sukkot var.. Bir bayramdan diğerine , hayatımıza katılan ufacık ya da belki kocaman anlamlarla geçen hayat işte bu..

Bu ülkeye ilk geldiğim günlerde buraya attığım göçmen adımımdan çok memnun olan annemin çocukluk arkadaşının bana övüp bitiremediği şeylerden bir tanesi de Yom Kippur günün Israel'deki güzelliği idi.

Her insanın hayatta kimi olaylara, kimi kavramlara, ve bayramlara verdiği değer ve bakış açısı bir birinden farklıdır.  Kimisi için bayramlar en değerli şeylerdir, bir diğeri için tüm bunlar  birer saçmalıktır

Türkiye'den Israel'e geldiği ilk günden beri burada kazandığını hissettiği özgürlüğün, bayramları yaşarken çocukluğunda hiç tatmadığı şeylerin onu hayatının ileriki yaşlarına kadar etkilemesiydi bu annemin arkadaşının sesindeki, anlatımlarındaki yoğun heyecanı; aradan geçen onlarca seneye rağmen .. Bir çok yahudinin bu ülkeye geldiğinde hissettiği seydir bu..



Ve gerçekten bu ülkede geçirdiğim ilk Kippur gününü unutmam. Hayatımda böyle bir şeyi hiç görmemiştim. 24 saat için Israel susmuş ve tüm meydanlar , sokaklar sadece çocuklara kalmıştı..
Çoğu insan oruç tutsa da tutmayanların da kendilerini saklamak gibi bir kaygıları yoktu. Ancak
Israel'de tüm halkın bu güne gösterdiği saygı sonuçta sadece buraya ait bir gelenektir.
Kimseye oruç tutmadığı için ceza verilmesi söz konusu olmasa da, her insanın kendi evinde ne yaptığı sadece onu ilgilendirse de , sokakta çocuklar ve kimi büyükler bütün ülkeyi baştan aşağı bisikletleriyle doldurduğu bu gün  Israel'in bir Yahudi ülkesi olduğunu en keskin hatlarıyla kanıtlar.
Israeli  laik bir ülke olarak adlandırmanın mümkün olmaması da onu diğer tüm ülkelerden ayıran bu özelliğidir. Yahudilere bir yuva olması amacıyla kurulan bu ülkenin bu kimliğini koruması  geleneklere ve Yahudi dinine  olan saygısıyla mümkün kılınmıştır. Bu çerçevede  Yahudi dininin gereklerini bir şekilde yerine getirmekle yükümlü kalan  devlet, tüm bunların yanında kurulduğu ilk günden seçtiği sistem olan " Demokrasi " yi , insan hakları ve özgürlüklerini de birlikte uygulamak zorundadır .  Bu çerçevede sınırları içinde yaşayan azınlıkların da  dinlerini istedikleri gibi yerine getirmelerini sağlarken , Israel'de  kimse inanmadığı bir şeyi  tatbik etmek zorunda değildir .

Geçen akşam her yıl olduğu gibi saatler dördü bulduğunda yavaş yavaş etrafa bir sessizlik çökmeye başladı. Oruca doğru hazırlıklara dalan halkın terk ettiği  sokaklar yavaş yavaş arabalardan  boşalırken kendi kendime normal bir günde sessiz sandığım evimin  bile  hayatın normal akışı içinde düşündüğümden çok daha fazla vızıltı ve seslerle dolduğunu yeniden hatırladım.


Son hazırlıklar tamamlanıp, masaya serilen beyaz örtünün üzerindeki rengarenk yemek takımı ve her yıl yenen klasikleşmiş Kipur menümüz  ve inadına hiç olmayan iştahım..... Neyse ben zaten son yıllarda orucu tamamen  kestim. Sağlığımı son derece etkilemesinin ardından Tanrının benden beklediği şeyin bu olmadığından emin olduğum gün oruç tutmayı bıraktım. Sanırım benimle onun arasında geçen yoğun konuşmalarımız ve kendime özgü bir çok düşüncelerim ve Tanrının bana soracağı hesapların içinde neler olup olmayacağı hakkındaki bir çok soru işaretlerim..... beni affetmesini dilediğim sadece Kipur günü değil belki de haftada bir dilediğim özürler bu günü benim için eskisinden çok farklı kılıyor. Tanrıya inancımın şekli bir çoklarınkinden farklı olsa da geleneklere olan bağlılığım ( ki bu bağlılık aile kavramını yaşatmanın en temel yolu) ve sevgim yine de bayramları bir şekilde yaşatmaya devam etmemin en temel sebebi....



Yemek bitip kahvemizi de içtikten sonra caddeleri gözlemlemeye başladım tekrardan.. Saat beşi geçtiğinde tek tük kalan son arabalarla birlikte çocuklar bisikletleriyle yavaş yavaş sokakları doldurmaya başlamışlardı bile.. Televizyon ve diğer elektrikli aletlerin hepsini bir kenara bırakmamızın ardından tüm aile üyelerinin biraraya gelişimizle başlayan sohbetimiz Kipur'un  özelliklerinden biri. Diğer hiç bir günde olmayacak kadar fazla olan sohbet imkanımız .. Hayatı bin bir yönüyle tartışmak ve dışarıda çocukların çığlıkları dışında hükmeden sessizliği dinlemek için kaçırılmaz bir fırsat bu..

Ertesi sabah erkenden dışarı fırlayan oğlum son günlerde yeni yeni kendi başına olmanın özgürlüğünü yaşıyor. 15 yasına geldiği günlerde ancak kavuştuğu özgürlüğü yaşamanın. Korkmadan , kimseye ihtiyaç duymadan dışarı çıkmak. Ve Kippur günü onun için büyük bir fırsat bu açıdan.. Hepimiz büyük bir tembelliğin içine gömülüvermişken  o aşağıda diğer çocuklar gibi arkadaşıyla buluştu dün ilk kez.  Tek başına!

Bense köpeği alarak indiğimde hala bitmeyen sıcağın, kızgın güneşin altında gezerken yaşlı bir kadın birden yanımda durdu ; " Evime daha yürüyeceğim mesafe çok fazla ve müziksiz bunu yapmam pek eğlenceli olmayacak ve nedense You Tube ekranımdan  yok oldu anlamadım neden ! " dedi . Yardımcı olurmusun ? . Umarım olabilirim dedim ve elime tutuşturduğu telefona bakmaya başladım..You Tube yoktu.. " Sana tekrar Application'u indireyim mi? " diye sordum.  Tamam dedi. Sağol.

Israelliler çok rahat insanlardır. Hele çocukluğumda alışkın olduğum Türk usulü hayatın ardından geldiğim bu ülkede insanların hesapsız serbestliğine alışmam biraz zaman aldı ama tüm çekingenliğim ve yeterinden fazla nezaketime rağmen  onların rahatlığına bir zaman sonra alıştım.  Yırtık bir insan olmak  bu ülkenin ilk kurallarından biridir . Hiç bir şeyden çekinmemek lazımdır burada . Yaşlı bir kadın olsun ya da çocuk, herkes son derece kendilerinden emin görünürler. Bu bazen alışkın olmayana ters gelir. Kaba saba gelir kimi davranışlar. Savaş ülkesi oluşu, yüz yıllar boyu bir yaşam mücadelesidir bu belki , hayatta kalmak için verilen savaşın sanki bir sonucu gibidir bu. Dışarıdan sert görünen içlerinde ise çok farklı kişilikler keşfedeceğiniz  bir çok insan tanırsınız bu ülkede..

Yaşlı kadına application'u indirirken bana sordu; " Oruç tutuyormusun? " Yok dedim. O da " Aman boş ver bizim için Yeruşalayim'de tutan çok var " deyiverdi ..ve bana doğru şöyle bir bakıp sağol kelimesini ağzında geveleyerek yoluna devam etti...

Akşam olup orucu,  üzerini şöyle hafif tuzlayarak yediğimiz yağlı ekmekle açıp içtiğimiz hafif bir çorbadan bir buçuk saat sonra yeniden başlayan televizyonda haberleri dinlemek için koltuklara geçtiğimizde ,  Almanya'da Kippur günü yapılan terörist saldırıyı duyduk. Neo -Nazi bir genç Halle kentinde bir Sinagoga girmeğe çalışmış.  Başaramayınca etrafta gördüğü iki Yahudiyi gözünü kırpmadan vurmuş. Yahudilerin en kutsal gününü seçmiş kendinden başka hiç kimsenin yaşam hakkı olmadığına inanan faşist! Bu son aylarda bu bize karşı  gerçekleşen ikinci saldırı. Bir kaç ay evvel Pittsburg'ta da oldu. Eğer içeri girebilmeyi becerebilseydi elindeki makineli tüfeği ile Kippur gününde kaç dua aden Yahudiyi katledebilecekti kim bilir??



Amerika'da, Almanya'da, Yeni Zelanda'da ve dünyanın her köşesinde , özellikle Batılı ülkelerde yabancılara nefret yeniden gündemde . Özellikle Yahudiler yeniden liste başındalar.

Yaşam devam ettikçe insanoğlunun üstünlük kompleksi, insanoğlunun içindeki o ölmeyen canavar hep var olacak gibi görünüyor . Bu bir hastalık bence . Ve durum böyle olunca insanın aklına gelen birinci şey her milletin, her dinden insanın kendi yuvasından başka yerde yeri olmadığı gerçeği.. Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Budistler..Sarışınlar, esmerler, zenciler sarı ırk ve diğerleri ..her insan kendine ait bir yuvada yaşamalıymış gibi görünüyor bu durumda. Herkes sadec  kendi evinde yaşamalı gibi sanki!  Sanırım kozmopolitlik kavramı aslında bir rüyadan ibaret. Çünkü insan yapısının özündeki ayırımcılık farklıların birlikteliğine pek müsait . Sonunda mutlaka bir problem çıkıyor.

Bir Yom Kipuru daha geride bırakırken Antisemitizmin yeniden yükselen sesi insanı korkutuyor. Antisemitizm ve Anti olan herşey korkutucu.  Zaten bir süredir büyük savaşlara  ara veren Batı yeniden yavaş yavaş bir çok problemle mücadele etmeğe başlamışken..dünyanın her köşesinde insanş endişelendiren olaylar vuku bulurken yarın için çok umutlu olmak zorlaşıyor. Kapımızda Suriye'ye giren Türkye ordusunun haberi.. Kürtleri bir anda kendi kaderleriyle baş başa bırakan Amerikanın ne yapmak istediği belli olmayan politikaları. Bir yanda Faşizmi, Antisemitizmi , ayırımcılığı her fırsatta kınarken bir diğer tarafta fikir özgürlüğü ve  demokrasi palavralariyla ülkelerinde yükselen  Neo Nazi akımlara sesini pekte çıkarmayan Avrupa ve Amerika...

Tanrının dünya insanlarına akıl, vicdan vermesini diliyorum.. İnsanlığın doğru yolu bulması için bir kez oturup ta düşünmesini diliyorum. Dua ederken sadece kendimizi, kendi ailemizi, kendi çocuklarımızı değil " herkesi " hatırlamamızı diliyorum. Sevginin " başka" sını dışlamadığımız bir versyonu daha olduğunu hatırladığımız , barışın utopia olmaktan çıktığı günleri diliyorum .

 Dilemek bedava :)

Her bir insan için yaşanır bir dünya olması için dua ediyorum !



Batya R. Galantı










6 Ekim 2019 Pazar




   
                     YEHUDA VE ŞOMRON'DAN NE PAHASINA ÇIKMAK?




Geçtiğimiz Cumhuriyet Bayramında Danielle'in askeri hizmetinde gösterdiği başarısı için ödüllendirilmesinden yaklaşık  dört buçuk ay kadar bir zaman geçti.

Komutanının bana açtığı telefondaki;  " Bayan Galantı lütfen telefonunu hoparlöre koyarmısın çünkü evdeki herkesin söyleyeceğim şeyi duymasını istiyorum " dediği sözlerle uğradığım şaşkınlık  unutulmaz. Bize;  " On gün sonra yapılacak Askeri Törende sizleri görmekten onur duyacağım. "   derken gözlerim dolmuştu.

İki yıl önce onu askeriyenin ellerine teslim ettiğim gün ; " Artık kızınız bize ait!"  demişlerdi.
Benim kızım onlara nasıl ait olabilirdi ki?  Eğer 18 yasına getirdiğiniz çocuğunuz bir gün devlet tarafından dünyanın en tehlikeli yerlerinden birinde mecburi hizmet için görevlendirilirse gerçekten sizin elinizden tüm sorumluluk sonuna kadar alınmış demektir.  Onun otobüse binip kollarımdan ayrıldığı gün hiç alışık olmadığımı hisleri yaşamıştım.  Bense  kızımın askeri hizmet   için lisede gittiği görüşmelerde kendi isteği üzerine bu görevi üstlendiğini daha sonra öğrendim. . Yehuda ve Şomron ya da Uluslararası lisanda West Bank, başka bir isimle Cisjordanie, ya da Türkçe'de dedikleri gibi Batı Şeria'da hizmet etmek ... Herhangi bir Israellinin bile öylesine gitmeyeceği  bir yerde, sadece kendi ilkeleri , kendi inançları ardından  koşan çok siyonist yahudilerin , Tora'da Tanrı tarafından bize bağışlandığına inandıkları bu yerleri  ne pahasına olursa olsun bırakmaya hazır olmayanların,  kimilerince idealist, bir diğerlerince aşırı milliyetçi olarak adlandırılabilecek insanların , Arapların hemen içinde, yanında, ortasında bir yerlerde kurdukları yerleşim yerlerinin göbeğinde bir tepedeki askeri üstte   görev yapmak. Her eve dönüşünde korumalı otobüsle önce Yeruşalayım'e varmak. oradan ayrı bir otobüsle on gün boyunca özlediği ailesine yeniden kavuşmak. Ve bunu
"   Gerçek  bir anlam taşıyan bir  görevim var  benim " diye nitelendiren Danielle.



Görevi boyunca omuzlarına yüklenen sorumluluğu sonuna kadar yapmak için gece ve gündüz çalışan çocuğum. Terör saldırılarını engellemek , bölgede görevli komando erlerinin,  ve yine oralarda  yaşayan yerleşimcilerin güvenliğinden mesul olduğu andan itibaren   dikkatini ve enerjisini sadece komutları doğru şekilde yerine getirmek,  gerekli birimleri doğru zamanda  harekete geçirmek için savaşan gençlerden biriydi Danielle.

Cumhuriyet Bayramından bir gün önce düzenlenen tören için yola çıktığımızda sadece son anda ,
korumasız  sivil bir otomobille kat edeceğimiz yolu düşündüm birden. Sık sık yaşanan terör saldırıları, hedef olan araçlar, ölen genç, yaşlı, kadın ya da çocuklar gittiğimiz bölgenin tartışmalı statüsünün sonuçları... Aklın, mantığın çok uzağında olan bir çok şeyin yaşandığı topraklar buraları.  Kimi zaman inancın kişiyi hangi boyutta kararlara itebileceğini gösteren şeylerden biri burada yaşayan insanlar. Sağlıklı beyinlerin kolayca kabullenemeyeceği olaylara sahne olan yerler.



Bu kadar tehlikeli bir bölgede  insan neden çocuk yetiştirmek istesin gibi bir yığın soruları akla getirecek o kadar çok olaylar yaşanmış ki bugüne dek.. Ve hala yaşanmakta .. Ve bu insanları korumak adına 19 20 yaşlarında kendi hayatlarını feda eden gençler görev başında!

Bir diğer tarafta New York'ta , Paris'te veya dünyanın farklı yerlerinde yaşayan insanlar içinse benim yaşadığım şehir ya da tüm Israel korkutucu değil mi? Gerçekten  Israel'in merkezine hiç mi taşınmadı bir çok terör olayları.? Hiç mi bombalar patlamadı buralarda? Ya bugüne kadar akıllarına estikçe üzerimize attıkları roketler hayal mi?

Korkutucu olmanın ötesinde sadece Hebron'daki yerleşim yerleri değil ,Israel'in varlığını gayrimeşru sayanların çoğunlukta olduğu bir dünya değil mi bu?
Evimden sadece bir buçuk saat mesafede bir yerlerde dünyanın en çekişmeli , en çok tartışılan topraklardan  birinin orta yerinde bir tören için yola çıktık.  Güzergahımızın ilk saati bilindik manzaralardı... Merkezden güneye doğru yol almaya başladık.  Kiriyat Gat'a kadar küçük yerleşim yerlerinden, ekilmiş tarlalardan geçtik..pamuk tarlalarını tanıdım.. Israel'de tarım o kadar ileri ki..Moşav'lar çoğu zaman zengin.. Türkiye'de alıştığım gibi köy denince fakir fukara insanlar değil
burada  akla gelen.. sevimli ancak yine de lüksten uzak tek katlı evler var moşavlarda çoğu  zaman..Doğayla baş başa yerlerden geçtik yol boyu.. Kiriyat Gat ise küçücük bir şehir ama modern binalar inşaa edilmiş buralarda. Yeşil hatta varana kadar böyle devam ettik.



Tören saati yaklaştıkça arabamız yeşil hatta vardı . Bizim gibi törene geldikleri anlaşılan diğer ailelerle   birlikte Kontrol noktasından bize Hebron'un içlerine kadar eşlik edecek olan askeri aracı beklemeğe başladık.. Bize yaklaşık bir kilometre ileride  liderlik eden masif zırhlı araçtan korkup olası bir eylemden vaz geçecek bir terör grubu varmı  acaba? Yoksa aracın epey gerisinde kalmayı başardığımız anlarda dağlık yerlerden birileri çıkıp bizi hedef alırmıydı?
Aslında yol boyu işin güvenlik tarafıyla kendimi çok meşgul etmedim. Önce yukarılara doğru tırmandık bir süre. Dağlık yerler olan Batı Şeria, yarı kurak bir bölge.. Yol boyu evler ve yerleşim yerleri aradı gözlerim. Aslında benim için son derece ilginçti buraları görmek.

Uzun bir süre sadece bomboş araziler vardı. Hani bu kadar kavga edilen bir toprak parçasını paylaşmak için savaşan kalabalıklar hayal etmek mümkün .. Bir çıktık bir indik.. Arada klasik Arap köyleri ,  kimi zaman tepelerde  kimi zaman yol kenarında  dizili küçük yerleşim birimleri ve arada hep minareler vardı. Bazı yerlerde evleri maviye , yeşile boyamışlar.. Kimi yerlerde A bazen B bazen C diye işaretlenmiş bölgeler Asker kontrolünün varlığını hissetiriyor. A bölgesi sadece Arap yerleşimlerinin  bulunduğu yerler , B hem Arap hem Yahudilerin birlikte yaşadığı bölgeler ve C sadece Yahudi Yerleşimleri..



Güvenlik bir tarafa bana o an esas korkutucu gelen şey Arap şoförlerin araba kullanışları oldu. Daracık dolambaçlı, kimi keskin virajlı daracık karayolunda seyreden tıirları, kamyonları kullanan Filistinli şoförler trafik kurallarını hiç tanımaz  gibiydiler.  ( Filistinli araçlar beyaz plakalıydılar.)
Sanki kocaman araçları küçücük çocuklar kullanıyormuş gibi bir his yaratıyorlardı insanda. Virajı alırken, öndeki aracı pervasızca sollayan o kadar çok araç vardı ki eve sağsalim varacağımızdan emin olmakta gerçekten zorlandım bir ara.  Insanların yaşamla ölüm arasındaki kadercilik anlayışının bir başka uzantısımıdır bilmiyorum  bu şekilde Allaha teslim bir hayat tarzı. En ufacık şeyin bilincinde olmamak gibi bir şey.
O gün başıma gelebilecek bir  terör saldırısından çok bölgedeki  koca trafik canavarından korktum diyebilirim kolayca...

Peki bütün bunlara ne gerek var diyecek çok insan duyuyorum.  Neden orada Israelliler yaşamaya devam ediyor ? Neden Yahudiler bu bölgeyi bırakmıyor? Barış istemiyorlar o zaman!!

Askerler, gençler bazen çocuklar, hatta bebekler bu bölgede ölmeye devam ediyor?


Danielle bazı geceler beni arardı. Telefon'da " Anne duyuyormusun? "   diye sorduğu an kulağıma silah sesleri gelirdi. Danielle neredesin? Üssümdeyim korkma... Duyduğun silah sesleri üssümün yanındaki köyden. Her gece birbirleriyle çatışıyorlar derdi. Bazen sabaha kadar bitmeyen çatışmalar onların normal, günlük rutinleriydi. Kızımın anlatımlarına göre. Hebron sokakları buydu..
Neden peki? Niye çatışıyorlar? diye sordum ilk zamanlar.  Ben bilmiyorum ama aralarında çok fazla gruplar var diye anlatıyordu o zaman Danielle.  Üssündeki avluda bazen havadaki kurşunların çıkardığı ateş kıvılcımlarını görebiliyordu. Lütfen dikkat et dediğimde merak etme buraya uzaklar ama onları duyup görebileceğimiz kadar da yakınlar. Bir kez bana avludan karşıdaki bir  düğünü görüntüledi Danielle. Düğünlerde de havaya ateş etmeye devam ediyorlar.

1967'de Ürdün'den alınan Yehuda ve  Şomron Israel  güvenliğinin  teminatıdır. Kuzeyde Ramat Ha Golan yani Golan tepelerinin son derece önemli olması gibi. Ve Israel'in güvenliğinden tek sorumlu yine Israel'in kendisidir. Uluslararası Cemiyetse  sadece kendi hesaplarını yapar.


 Kısaca  Israel buraları keyfinden değil güvenlik stratejisinin bir parçası olarak tutuyor. Bedavaya kimseye verilmemiş bu yerler için canını feda etmiş insanların kanı ucuz değildir. Eğer güvencemiz olsaydı bence hiç bir sorun yoktu. Karşımızda bizimle yaşamakta sorunu olmayan insanlar olsaydı, kendini ve halkını düşünerek , geleceğe ümitle bakan insanlar yetiştirmek için çabalayan bir kitleyle karşı karşıya olsaydık  neden toprak verilmesindi ki?

Ancak bugün devam eden şartlarda görünen odur ki istemedikleri bir savaşa zorlanan Israel'in verdığı  şehitlerin kanı Israel'in bugün devam eden varlığının tek garantisidir.
Çünkü karşımızda ne İsviçreli, ne İtalyan ne de Yeni Zelandalılar var. Israel buraları bu derece sorumsuz ve kendi içlerinde bile  birbirlerini yiyen insanlara neye güvenerek verecektir?
Merkezden yarım saat ilerimizde kuracakları  Hamas Devletiyle nasıl yaşar Israel?


Dilerim bir gün  kendi liderlerinin doğru seçimleriyle  daha  eğitimli, daha hoş görülü, daha öngörülü bir nesil çıkıp bize  artık barış yapmanın zamanının geldiğini  gösterirler...







Batya R. Galantı









2 Ekim 2019 Çarşamba

       

SANAL DÜNYAYA YANSIYANLAR



Her sabah kalktığımda ilk iş olarak haber sitelerinde, o gün kayda değer olaylar olup olmadığını görmek için şöyle bir ana başlıklara göz gezdiririm.  Ve Whatsapp'ta yine gözümden kaçmaması gereken önemli  mesajlar varsa hemen onlara da bir bakarım.. Ve daha sonra tüm koşturmaların arasında yine gün boyu sosyal medyayı ara ara  kontrol ederim..

Son yıllarda insan hayatının  iki boyutu var gibi. Biri  gerçek hayatımız biri de sanal dünyamız. .
Bir tarafta gerçek dostluklarımız var.. Elle tutabildiğimiz, yüz yüze görüştüğümüz, iyi kötü günde yanımızda olan ya da olmayan arkadaşlarımız var. Ve yine  bir ailemiz, işimiz, günlük mücadelerimiz var. . Ağladığımız, kızdığımız ve  sarıldığımız insanlarla çevrili bir hikayemiz var her birimizin . Tüm bunlar bizim gerçek yüzümüz.



Ayrıca bir  yerlerde , bir kutunun, bir ekranın içinden bize bakan bir başka dünya daha var artık Sanal olan bir dünya  . . Ve bu sanal dünyanın içinden kimi bize gülümseyen  sanal insanlar var.   Kimi zaman bizi düşündürenler ve kimi zaman birazıcık ta olsa bizi kızdırmayı başaranlar da var bazen. Dokunamadığımız, yüzlerini fotoğraflardan bildiğimiz, hatta bazen fotoğraflarına bile şöyle bir kaçamak gözle bakmışlığımız olup sokakta rastlasak belki yanlarından farkında bile olmadan  geçip gidecbileeklerimiz var.
Bizleri bizim istediğimiz kadarıyla  tanıyanlar bunlar . Onlara ilettiğimiz kadarını bilenler.
Paylaşmakta  kusur görmediğimiz kimi şeyleri sergilediğimiz bir sahnemiz var bugün her birimizin. Kimi insanlarsa  kendi özel sınırlarını korumakta son derece titizler ki böyleleriyse ya sosyal medya hesabı hiç açmamışlardır. Ya da son derece sınırlı kullanıcılardır.
Bir diğerleri  içinse  sanal  dünya bugün gerçek dünyalarıyla iç içe geçmiş olanlardır.
Her birimizin kendimize göre belirlediğimiz sınırlarımız var. Kimisi çok dar kimisi çok daha geniş sınırlar bunlar.
Ve işte burada söze sosyal medyada paylaşılan fotoğraflar giriiyor..



Son yıllarda insanlar hayatlarının en önemsiz anlarını bile resmetmek alışkalığını da kazanmış görünüyorlar.  Adeta gerçek dünyaları sanal dünyalarına karışmış  insanlar  var artık. . Ve bunu yapanlar sadece küçük bir yüzde değil  bu çok yaygın bir şey. Hatta genç insanlar için , hayata gözlerini açtıkları günden beri sosyal medya kavramının içinde  büyüyenler için her gün, her anlarını fotoğraflayarak facebook'da  , ınstagram'da paylaşmak nefes almak gibi bir şey oldu.
Bunda tenkit edecek bir şey yok tabii. Her insan keyfine göre ve  her dönemin insanı  kendi koşullarına  uygun yaşar,

Bugünkü insanların kendi kendilerini her an  fotoğraflayıp medyada paylaşmalarının  çok eskiden beri içimizde olan bir hobinin tutku haline gelmiş şekle dönüşmesi olarak görüyorum ben.
Belli bir oranda hepimiz.özel anlarımızı, gezilerimizi, seyahatlerimizi ve samimi dostlarla bir araya geldiğimiz kimi özel anlarımızı sonsuza kadar sabitleştiren  bir resmi saklamak isteriz.. O güzel duyguları bize sonsuza kadar hatırlatacak bir resmi tabii ki paylaşmak ta ister insan.
Bunu kimlerle ve ne kadar sayıda insanla yapacağını ise yine kendi belirler.

Eskiden bilgisayar, smartphone ve bugünkü tüm özel imkanların daha mevcut olmadığı zamanlarda da hep düşündüğümüz ve yaptığımız bir şeydi bu. Fakat eskiden gerçekten de çok özel anlardı fotoğraflara yansıyanlar. Örneğin ailemizle bir araya gelinen bayram yemekleriydi bunlar..okulumuzda çekilmiş özel anlardı kimi zaman.. bir daha görüşmek şansına sahip olmayacağımızı bildiğimiz insanlarla yan yana çekilmiş görüntülerimizdi bu resimler... .daha çok küçükken gittiğimiz bir piknikten geriye kalan tek  hatıraydı çekilen fotoğraflar..
Her biri 36 pozluk karelere bölünmüş filmleri dükkanda tab ettirmeye verdiğimizde heyecanla beklediğimiz fotoğraflarımız aile albümünde ya da kendi kişisel defterimizde özenle saklanırdı o zaman. Ve tabii bugüne kadar.

Bugün sabah yataklarından  kalkan insanların ilk günaydınlarıyla başlayan ve gün boyu yedikleri yemekten, içtiklerine kadar gerekli gereksiz her ayrıntıyı İnstagramlarında  sergileyenler sizin özel hayatınızın paylaştıklarınızın  çok ötesinede olabileceğini bile tahmin etmekte zorlanabiliyorlar...





Batya R. Galantı












  Vahid Beheshti @Vahid_Beheshti In spite of all the propaganda by the regime of the Islamic Republic, the people of Iran continue to risk t...