Çevremdeki arkadaşlarımı, okul hayatımda kalan dostlarımı görüyorum. Mücadelelerim hepsinden ne kadar farklı olmuş. Ve hala farklı. Kimileri dünyayı keşfetmeye çıkmış, bir kaç üniversite okuyanlar var aralarında. Bir arkadaşım bugün veterinerlik eğitimi görüyor. Başka bir tanesi iki roman yazdı.
Benim savaşımsa ayakta durmaktı. Bazen durup sadece nefes almak. Yanımda, oğlumun gözlerinde o hiç değişmeyen masum varlığı sevmekti hayat. Ona sevildiğini hissettirmek, tüm mücadelelere rağmen.
Bana belki belli bir kuvvet veren tarafımsa hep o ufak şeylerden sevinmeyi de başarabilmemdi belki. Zaten hırslı bir insan olmadım. Ulaşılması zor hayaller kurmadım. İçimde yaşayan o çocuksa hep vardı.
Gal'i bugünlere kadar saran bir arkadaş gibi.. benim o ikinci tarafım. Ona bütün gün verdiğim emirlerin, direktiflerin dışında.. Hayatın olması gerektiği gibi gidebilmesi için gerekli olduklarına inandığım o çerçevenin korunması için gösterdiğim çabanın dışında, Gal'le arkadaşlık yapmaya hazır olan bir çocuk var içimde. Bizi birbirimize, bütün kızgınlıklarımıza ve kavgalarımıza rağmen bağlamaya devam eden tarafım...
Arada, Rishon Le Tsion'un ana caddelerinden birinde yürüyorum. Bu yerlere 1995'te ilk kez geldiğimi anımsıyorum. Otobüsle geçerken, anne ben Rishon'da oturmak isterim demiştim. Yazlık bir tatil şehri gibi görünmüştü gözüme. Her yerde parklar vardı. Yeterince yeşil ve renkli bir yerdi. Nüfusu gençti.....
Ağaçların yavaştan büyüyerek artık gölge yaptığı kaldırımların birinde devam eden yolumda, yerlerde gezen bakışlarım, ayaklarımın altındaki karoların üzerinde lekeler yapmış meyvelere takılıyorlar birden. Bu meyveler bana nasıl da tanıdıklar. Yoldan geçenlerin ayakları altında ezilmiş dutları görünce gözlerim yuvalarından çıkmıştır herhalde. Sanki altın madeni bulmuşum gibi bir sevinçle başımı yukarı kaldırırken tepemdeki ağacın dallarına bakıyorum. Kimileri beyaz, kimileri olgunlaşma safhasına ermiş orta büyüklükte dutlar ağacın dallarından gülümsüyorlar bana...
Daha geçen gün eşime söylüyordum dut yemeyi özledim diye. Çocukluğumda bu dönemler geldiğinde, çok kısa süren bir mevsimi vardı bu meyvenin. Belki bir iki haftamıydı bilmiyorum. Birden manavin önünden geçtiğimde kocaman sandıklarda sergilenmiş dutları gördüğümde ne kadar sevinirdim. Kısa bir dönem satılan ve yüksek fiyat biçilen meyvelerdendi. Ama kaçırmazdım hiç!!
14-15 yaşlarımda iken çok samimi olduğum bir arkadaşım vardı. Nizam'ın en başında sol taraftan çıkılan yokuşun üzerinde iki katlı bir köşkte otururlardı. Yeterince büyük olan bu köşkün kocaman bir de bahçesi vardı. İşte o eve her gittiğimizde herkes yukarı çıkarken ben bahçede kalır meyvelerden yerdim. Siz çıkın ben geliyorum derken biraz üzüm biraz dut derken midemi doldururdum her defasında... ( tabi ben yine Büyükada'dan bahsediyorum)
Uzun zamandır ilk kez dut meyvesinin ağacına rastladım, şehrin ortasında, bize yakın bir yerde... Tam da annem arıyor.. Bir dakika dedim, cevap verdiğim telefona.. Ağacın dalları kaldırımın üzerine düşmüş olsa da yoldan geçenler bir kısım meyveleri atıştırmış olmalılar. Yolun kenarında, ağacın köklerinin olduğu bahçeyle kaldırımı ayıran duvarın üzerine çıkmaya karar verdim. Anne bekle duvara çıkacam dedim. Annem, delimisin düşeceksin şimdi diyor. Ne düşecem yarım metrelik duvardan. Telefonu duvarın kenarına koyarak bir yandan onunla konuşmaya devam ederken diğer taraftan dalların, bahçenin içinde kalan kısmına eriştim. Elime ne geliyorsa yemeye başladım. Kimse, o an duvarlara çıkan ellerimin ya da yediğim dutların çok temiz olduğunu iddia edemezdi. Ama umurumda sanki?? Dutlar toz toprakla örtünmüş ya da ellerim kirlenmiş..boş ver bir şey olmaz diyorum. Arkamdan geçen arabalar, benim ne iş peşimde olduğumu tahmin etmişlermiydi onu bilmem. Yeniden aşağı indiğimde ellerim dutlardan boyanmış, mor mor olmuşlardı.
Eşim bana söz verdi. Tel Aviv'de keşfettiği ağaca dut yemeğe gideceğiz bir gün!!! :))))
Ne yapayım ne süperde ne de manavlarda hiç rastlamıyorum..
En sevdiğim şeyse her daim taze meyvelerdi. Kiraz, nektarina, karpuz, şimdi zamanı gelen lezzetler...
Yazıma nereden başladım nerelere geldim...
Bizde hep bir şey söylerler. "Tanrı insana baş edemeyeceği bir sorun vermezmiş!!"Ya da, sorunlu bir çocuğunuz varsa, Tanrının seçilmiş bir kulu olduğunuza işaretmiş bu. Siz böyle bir çocuğa bakabilecek güçte bir insansınız demekmiş bu!! "Belki bu inanç sadece bize ait değildir...
Ben dedim ben bir yerde hep saf ve dokunmasız kalan küçük bir kız gibiyim. Yoksa bu yolda beni bunca zaman zorlayan çok şeyleri yürekten kabul etmem daha da zor olabilirdi.
Hayal kurmaya devam edebildiğim sürece umut etmeye de devam edeceğim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder