10 Ekim 2016 Pazartesi


                KAYBOLAN BİR DİL



2005 yılı Saint-Benoit Pilav gününde tesadüfen bulunmuştum.. Lise arkadaşlarımla yeniden biraraya gelmek benim için eskilere bir dönüş olmuştu. On yıla yaklaşan Israel macerası sonrası doğup büyüdüğüm şehire turist olarak ziyaret her zaman farklı bir anlam taşıyordu.
Tuhaf bir çekingenlik, bir yabancılık hissiyle beraber kendimi ortama uydurmaya çalıştığım o anlar aklımda.  En büyük kaygılarımdan biri Türkçeyi düzgün konuşmak..
Çocukluğumdan beri ister istemez farklı olan şivemin kısmen daha da bozulduğunun idrakiyle ağzımdan çıkardığım her kelimeyi doğru bir şekilde, düzgün bir telafüzle söylemeye gayret ediyordum.  Bu gayret bende zaten eskiden de  mevcuttu.
İki dil konuşulan bir evde büyüyen her insan gibi ana dilinizi  bile konuşurken ister istemez tam düzgün bir şive ile konuşabilmeniz mümkün olmayabiliyor. İşte  ben bu kaygıyı gerçekten yaşadığım o anlarda inadına arkadaşım;  " Batyacım sen gittin gideli Türkçen de bozulmuş " demez mi...
Evet biz iki dil konuşulan bir evde büyüdük. Türkçe ve Judeo-Espanyol veya diğer adıyla Ladino.
Çocukken annem babam evde iki lisanı bir lisan gibi konuşurlardı adeta..İspanyolca başlayan cümle türkçe son bulur.. Türkçe anlatılan bir hikaye yarı yolda İspanyolca devam ederdi...
Dile kolay 500 yıl korunmaya çalışılan bir dil, bir kültür bizimkisi...
1492 de kendi iradeleriyle terk etmedikleri bir ülkeden yola çıkan Yahudiler Osmanlı Topraklarına ulaştıklarında beraberlerinde getirdikleriyle  bu ülkeye bir şekilde adapte oldular.
Yüzyıllar boyu yaşadıkları İberya yarımadasının güneyindeki Andalusya'dan , Arap egemenliği altında geçirdikleri nispeten huzurlu dönemlerin ardından gelen Ferdinand ve Isabel'in hakimiyetine geçen  Hıristiyan İspanyanın ezici gücünden kaçan yahudiler...
Bu insanların Osmanlıya kabul edilmelerindeki en büyük faktör ticaret başta olmak üzere teknik alanda bir çok farklı mesleklerdeki bilgileriydi . Bu kabul edilişin altındaki ana neden  Osmanlının kendini geliştirmek için ihtiyacı olduğu bir çok  meslek dallarındaki  iş gücünü idame edebilecekleri gerçeğiydi.
Bunların içinde en önemlisi ise  ülkeye soktukları matbaaydı. Tabii o zaman için bastıkları eserler daha çok Tevrat kopyaları olsa da basım makinesinin ülkeye girişi Osmanlı'nın kültürel gelişimi açısından büyük bir ivme sayılabilirdi.
Yahudiler, II. Beit Hamikdaşın yıkılışıyla dağıldıkları Diaspora'da , tarih boyu çok yer değiştirdiler.
Yüzyıllar boyu İspanya, Portekiz, Kuzey Afrika gibi farklı ülkeleri , farklı kıtaları dolaşan İspanyol yahudileri de kaldıkları her ülkeden , her kitadan kültürlerine yeni bir şeyler kattılar. Belki de Yahudi kültürünün ve tecrübesinin geçirdiği bu evrelerdir bu insanlara her zaman fazladan katılan değerler. Yaşanılan kötü tecrübelerin yanında  başkalarına göre zaman zaman kazandığınız kimi artılar.
Hayatta kalmak için, varlığınızı devam ettirmek için geliştirdiğiniz dayanma gücünün yanında sahip olduğunuz kültür zenginliğiniz.
Bunlardan biri de öğrendiğiniz lisanlardır.
Yahudiler Osmanlı topraklarına geldikleri andan itibaren Sultan II. Bayezit  tarafından belli yerlere yerleştirilirlerken Saray çevresi dahil olmak üzere, Osmanlı içinde çok iyi mevkilere getirilımış Yahudiler olmuştu. Eminim bunun ana sebebi beslenilen merhametin ötesinde gelen insan gücünden en doğru şekilde faydalanmaktı.
Yahudiler İspanya'dan keyfi sebeplerden ayrılmamalarına rağmen, 1980'lere gelene kadar 500 yıla yakın geçmişlerine ait olan Ladino'yu korudular. Bir çok örf ve adetin yanında.. Bunlar İspanyol Yahudi mutfağı , Andalus müziği ve nesilden nesile anlatılan anektodları da içeriyor.
Cumhuriyetin başlarında Türkiye'de ortaya çıkan millyetçi hareketlerle Türkçe dışında konuşulan dillere ilk karşı çıkışlar gündeme gelmişti. Halbuki o güne dek insanların Türkçe dışında konuştukları dillere kimse karışmamıştı.
Benim anneannemlerin yaşadıkları döneme rastlayan ilk cumhuriyet  yıllarında Yahudiler getolaşmış olarak yaşadıkları İstanbul'un farklı semtlerinde kendi aralarında sürdürdükleri yaşamları içinde farklı farklı meslekleri icra ederken, bakkalıyla, kasabıyla manav ve bilimum küçük esnafıyla Yahudi halkının aralarında konuştukları ana lisan Ladinoydu.
Benim annemin ya da babamın anneleri türkçeyi pek konuşmazlardı. Annemin okulda yaşadığı sorunlar yüzünden okula birinin gelip konuşması gerektiğinde büyük ablası gitmek zorunda kalmış.
Benim çocukluğumdaysa  hatırladığım  Ladino'nun artık olgun insanların, ebeveynlerin konuştuğu bir dil olmasıydı.
Herşey kanaatimce vatandaş Türkçe konuş akımıyla  başlamıştı. Türk Halkı Türkiye vatandaşlarının farklı bir lisanı konuşmasını eskisi kadar tolere etmeye hazır değildi. Bunun ötesinde Türk Halkı Türkçeyi düzgün konuşmayana sempati göstermiyordu.
Bu da 500 yıl korunan bu latin kökenli, İspanyolcanın  farklı bir versyonu olan güzel dilin  artık eskisi kadar konuşulmamasını gündeme getirdi.  Ya da en azından  1960'larda dünyaya gelen neslin ebeveynlerı artık çocuklarıyla ancak kısmen bu dili konuşurken Türkçe evde ağırlık kazanmaya başladı.
Benim annem babam kendi aralarında ispanyolca konuşurken hatta benimle ispanyolca konuşurken ben onlara türkçe cevap vermeye alışmıştım.
Türkçe günlük hayata hakim olmaya başladıkça İspanyolca unutulmaya başlandı. Her unutulan kelimenin yerini İspanyolca eklerle yeni türkçe kelimeler aldı.
Eskilere ait Ladino şarkılar geçmişe gömülürken 1960'larda dünyaya gelenler bugün çocuklarına bu lisanı artık konuşamıyorlar.
Büyükada'da küçükken her gün denize gelen sorunlu genç bir adamcağız vardı. Denize annesiyle  gelirdi.  İri yarı , olgun bir adam olduğu halde kendi boyutlarında siyah bir cankurtaran simidi vardı. Adamcağız hep annesiyle İspanyolca konuşurdu. Benim çocuk aklımda genç birisinin bu" antika"  lisanı konuşması çok tuhaf bir şey gibi kalmıştı.
Halbuki keşke bütün gençler bu lisanı devam ettirebilseydi.
Yahudiler o yıllara kadar hep korudukuları Ladino'yu bir anda bırakıvermişlerdi. Çünkü Türkçeyi düzgün konuşmak istiyorlardı..hakaret görmemek, küçük düşürülmemek, Türkler tarafından hor görülmemek için. Ancak  bir şeyi unutuyorlardı, evde işitilen çarpık telafuz ister istemez şivenizi yine de değiştiriyordu.
Biz yine şanslıydık çünkü İspanyolcayı anlıyorduk. Bugünkü nesil bu lisanı artık konuşmayan anne babaları yüzünden bu dili artık hiç anlamıyorlar.
Halbuki  bizi  biz yapanın bildiğimiz,  konuştuğumuz farklı diller olduğunu nasıl da unuttuk.
Yıllar evvel arkadaşlarıyla Yeniköy'de bir kafe'de oturan annem ve arkadaşları aralarında İspanyolca muhabbet ederken yanlarına yaklaşan İspanyolun gözyaşları nasıl unutulur?  Konuştuklarına tesadüfen kulak misafiri olan bu İspanyol turist taa İspanya'dan geldiği Boğazın kıyısında 500 yıllık bir lisanı hala kullanan eski vatandaşlarına rastlamıştı.
Hele ben  şehiriçi turlara başladığımın ilk günlerinde daha ladinonun bende baskın olduğu o günlerde İspanyol bir gruba Galata'da yaşayan nüfusu anlatırken.. Ikamet etmek kelimesi için kullandığım " Morar "  sözcüğünü duyan İspanyolun apışıp kaldığı an nasıl unutulur?   " Bana sen nereden biliyorsun bu kelimeyi? " derken.. Morar kelimesinin bugün günlük lisanda kullanılmayacak kadar eski ve çok edebi bir kelime olduğunu söylediğinde ben de ona 1492'de ülkesinden ayrıldığımız o günlerden beri bizim  hala 'morar ' kelimesini kullandığımızı anlattım.
Bugün Türkiye'de yaşayan bir avuç kadar Yahudi uzun bir tarihin ardından azalarak ve zamanla yaşadıkları toplumun içinde asimile olarak kendi kültürünü yavaş yavaş tamamen unutmaya yüz tutmuştur.  Ladino artık  kalan  yaşlı nesil tarafından konuşulurken bizi biz yapan değerler gittikçe tarihe karışmaktadır.
20.yüzyılın başlarında yüz bin kadar olan bir toplum bugünlere artarak gelmek yerine 10 bin civarı bir rakkama inerken Türk Yahudi Kültürünü Türk halkı artık sadece tarih  kitaplarından öğrenmek zorundadır.


Batya R. Galantı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder