26 Nisan 2021 Pazartesi

Çok eskilerde kalan bir hobi

Kimi detayları sonsuzlaştırmak adına fotoğraflamak!


Üniversite'de Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümünde okuduğum zamanlar, öğrendiğim branşla kısmen alakalı bir hobi edinmiştim kendime. Bir erkek arkadaşımla beraber fotoğraf çekmeye merak salmıştık. Babamın bir aralar satın aldığı orta budala, Rus mali fotoğraf makinesi elimde, şehrin tarihi, eski semtlerini gezerken, kimi zaman Camileri, kimi köprüleri, bazen Haliç'teki balıkçıların resimlerini çekmeye başlamıştık.  Eminönü, Galata, Haliç civarlarında karakışa bakmadan kilometrelerce yürüyerek İstanbul' un o eski silüetini oluşturan yapıları, yıpranmış binaları, anıtları ve şehrin bilimum manzaralarını,  deklanşöre bastığmız  karelerde görüntülerken büyük bir sanat yaptığımızı düşünüyorduk belki de.  İstanbul'u kendi  bakışımızla resimlere yansıtmak için ikimiz bir yarışa girmiştik. Benim en çok ilgimi çeken bölgeler, Eminönü, Karaköy, Tünel ve Galata cıvarlarıydı. İstanbul'da, eskiyle yeninin buluştuğu sınır bölgeleri. Tarihin içinden bugüne kimi değişmeyen güzellikleriyle beraber, kirlenen şehrin çamuruyla yoğrulmuş caddelerinde bin bir çeşit insan manzaralarıyla, çoğu zaman üstünüze üstünüze gelen kalabalıklar arasında alışılmadık bir biz vardık o günlerde.

Bir dönem için bu tutku bir şekilde beni almış götürmüşse de, zamanla farklı şeylerin aklımı çelmesiyle fotoğrafçılığa olan kısa ilgimi bir kenara itivermiştim. Halbuki her daim baktığım manzaraları içime sindirmeye doyamazken gördüğüm güzel şeyleri ebedileştirmek hep ilgimi çekmiştir. Hayatımda kendimce değerli kabul ettiğim şeyleri de hep benimle kalmalarını istemişimdir, kimi öylesine bir kenara yazılmış notlar, kimi defterler ve fotoğraflar. Fotoğraflar derken,  en çok o hiç beklenmedik anlarda çekilenlerdir en özel olanlar.  Zamanı bir an bir yerlerde durduran anları bulursunuz o resimlerde.

Aynı şekilde İstanbul'un sizi gerilerde bıraktığınız zamanlara götüren resimleri de bana daha değerli görünürler. Bugünler zaten gözlerimin önünde olduklarına göre!!.

Ve derken,  bir gün bana eşim Canon marka bir kamera hediye etti. Smartphone'la fotofraf çekmeyi bırak artık diyordu iki sene evvel. Ancak bu iş düşündüğümden biraz daha zor gibi oldu benim için. Makinenin fonksonlarini tum detaylarıyla oğrenmem gerekiyordu. Bense bir türlü doğru dürüst bir sonuç elde edemiyordum. Her  ne kadar ayarladığımı zannetsem de  telefonla çektiğim resimler daha güzel çıkıyorlardı. Öyle olmaması gerekse de. Neyse bir zamandır bir kenarda beni bekleyen makine belki de bir gün yeniden ellerimde hayat bulur.


Geçtiğimiz günlerde  Yehuda Çölünde Neve Şalom Ulusal Park alanlarında bir ufak geziye çıkmıştık. En yüksek noktası yaklaşık 1026 metreye varan bu dağlık bölge Yehuda Krallığının merkezi olan, yakınlarında Yerushalayim ve bir çok farklı Yahudi şehirleriyle, yerleşim birimlerinin bulunduğu tarihi bir yer.  Etrafta arabadan inip belli bir yürüyüş yapabilmek için uygun bir nokta ararken ileride ellerinde kocaman mercekleriyle doğal ortamların güzelliğini çeken iki genç gördüm. Ellerindeki fotoğraf makineleri ise sanırım bir kaç kilometre mesafedeki ayrıntıları görüntüleyebilecek kapasitede makinelerdi. Doğada gayesiz bir gezintiye çıkmamışlardı onlar.  Bulundukları ortamın bir parçası olmuş gibiydiler. Etraftaki insanlar ve başka şeyler onları ilgilendirmezken tek meşgul oldukları şey ayarladıkları mercekleriyle ufukta gözlerine çarpan doğayı, canlıları albümlerine eklemekti. Böyle bir hobisi olan insanlar  öncellikle çevrelerini çok farklı bir göz algılama yateneğine sahiptirler. 

Bir çok insansa gördükleri bütünün içindeki detayları farketmez. Ya da belki teferruatlar üzerinde  durrmazlar. Manzaraya bir bütün olarak bakarlarken, onun içindeki güzellikleri tek tek incelemezler. Sanırım içlerinde belli bir sanatçı ruhu taşıyan insanlarda vardır daha çok o inceden inceye olan farkları görebilmek.  Bir şairin dizelerinde kendini bulabilir böylesi detaylar, bir müzisyenin notalarında buluşur doğadaki güzellikler ya da ressamın fırçasından canvas tuvalde..bazen de bir fotoğrafçının yakaladığı karede.

Benim sanatçı tarafım ne derece kuvvetli bilmiyorum ancak içimde hep var olan yoğun duygular kimi anlamda  romantizm olarak nitelenen o ruh hali beni hep doğaya daha bir yaklaştırmıştır. Şehir ortamının kalabalıkları içinde kendimi yeterince yanlız hissettiğim halde çoğu zaman denizin, dağların ve yeşil alanların ortasında daha fazla huzur bulurum ben.

Fotoğraf makinemi tozlandığı raftan alip yeniden o eski hobimi canlandirmanin zamani geldi mi acaba?


Batya





Batya R. Galanti












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder