Kendimizi keşfetmek
Kendimi bildim bileli resim sanatına hep ilgim vardı.. Ancak hayatımın ilk yıllarında resim benim için sadece yakınlarımın kalemlerinden çıkan güzellikler demekti. Daha sonralarıysa, kitaplarda, duvarlarda, bazen bir kanvas üzerinde, kimileri bir defterde, arada da kimi pano ya da sergilerde, çok zaman da öylesine çizilmiş beyaz sayfalardaki karalamalara gösterdiğim bir alakaydı resim. Resim sanatı, belli bir haz duyduğum her zaman. Kendi kalemimden çıkan çizgilerse bir hayli beceriksizdiler. Halbuki ortaokulda en sevdiğim derslerden bir tanesiydi resim dersi. Bu ilgimin sebebi ailemd resme gercekten kabiliyetleri olan kişilerin oluşuydu galiba. Teyzemin, ağbimin ve kuzenimin çizdiklerine baktıkça onları kıskanırdım. Off ben de neden böyle güzel şeyler çizemeyeyim derdim.
Tüm bunlarla beraber aslında resim sanatıyla ilgili ilk maceram bir çeşit travmayla başlamıştı. ( Hayatımda bana çok karmaşık duygular yaşatmış kimi insanlarla iç içe bir çocukluk geçirmiş olmam bir şansmıydı bilmiyorum 😳, )
İlkokul beşinci sınıfta idim..Ağbim o zamanlar resim yapmayı çok severdi. Hatırlıyorum bir sürü gazlı kalemleriyle birlikte bir de resim defteri ve o deftere çizdiği rengarenk çizgi kahramanlar vardı.. Parlak renklerin yarattığı kontrastla birlikte baskı gibi ortaya çıkmış muazzam şeylerdi bunlar. Her defasında alıp o resimlere hayranlıkla baktığımı hatırlarım.. Sonunda bir gün kendi kendime o defteri sınıfa götürüp arkadaşlarıma göstermeye karar vermişim. Ağbime hiç bir şey söylemeden çantama koyduğum defteri sınıftakilere gösterip kendimin değil kardeşimin sanatıyla övünecektim ben.
Ertesi gün ders ortasında öğretmen bir şey için dışarı çıktığında, sınıftaki bütün yaramaz çocuklar bir anda ayaklanmışlardı.. Birileri sıraların üzerinde gezerken, bir diğerleri birbirleriyle tekme tokat küfür dalaşına girmişlerdi daha bir kaç dakika bile geçmeden. O an hatta ben kafamda bu çocuklar neden bu kadar yaramazlar diye düşündüğümü hatırlıyorum. Benimse birden ağbimin resimleri gelince aklıma fırsat bu fırsat defteri çıkararak yanımdaki arkadaşıma oturduğumuz yerde sessizce içindeki çizimleri göstermeye başlamıştım ki, o gürültü ve kargaşanın orta yerinde sınıfa bir anda geri dönen öğretmen ben ne olduğunu anlamadan hışımla elimden defteri çekerek, dörde ayırıp çöpe atmıştı. Ben kapının hemen yanında oturduğum için, kadın sınıfa girer girmez ilk benim elimdeki defteri görmüştü. Sonuçta bütün sınıf ayakta iken, çocuklar etrafta bağırıp çağırırken, nedense benim sessizce baktığım resim defteri onu rahatsız etmişti. Öğretmenin yaptığı bu hırçın ve affedilmez hareket yüzünden kapıldığım utancı ve bununla beraber gelen korkumu unutmuyotum. Birincisi, tüm sınıfın önünde öğretmen beni aşağılamıştı. Sanki böylesi bir tepkiyi hakkedecek kadar kötü bir şey yapmıştım.. İkincisi öğretmene karşı hissettiğim büyük korkuydu.. Üçüncüsü ve en kötüsü ise, ağbimin özene bezene yaptığı resimlerinin olduğu defteri onun izni olmadan sınıfa götürmüş olup sonuçta yırtılıp atılmış, dört parçaya ayrılmış bir şekilde ona geri götüreceğim gerçeği idi. O an için içimde yaşadığım sıkıntı öyle büyüktü ki ; " Ona ne diyecektim ben? "...Daha küçüktüm ve kendimi savunmayı bilmiyordum.
Sonuçta ağbimin defterinin yırtılması konusudaki tepkisini nedense hatırlamıyorum..
.......................
Senelerden sonra 16 yaşımda iken adada iskelede teyzemlerle oturduğumuz sene vapur iskelesinin hemen karşısında, kocaman bir balkonu olan betondan yapılmış, yine adanın eski evlerinden biriydeydik biz. Kocaman odalar antika şeylerle doluydu Hepsi esasen gayet değerli eşyalardı mutlaka ama yıllarca kendi haline terkedilmiş evin o bakımsız, o izbe hali yeterince kötüyken eski mobilyalar da bu duruma daha da karanlik bir ifade ekliyordu. Bu yüzden denizin hemen üzerinde olmasına rağmen ben o evi hiç sevmemiştim. Bu evi sevmemem için aslında daha başka nedenler daha vardı . Mesela o sene adada geçirdiğimiz en susuz seneydi. Korkunçtu. Bir taraftan belli bir değişiklik için kışlık evinizi bırakıp sözde tatile çıkıyorsunuz , diğer taraftan üçüncü dünya ülkesi koşullarında bir günlük hayat sürdürmeye, hijyen ve banyo gibi ihtiyaçlarınızı sağlamaya çalışıyorsunuz.. ( Bu da adanın o zamanki genel koşullarıydı !!
Ve tüm bunlardan ayrı, sabahın ilk saatlerinde uyumaya çalışırken kulakları adeta çınlatan gemi sirenleri ve yine vapurlara yetişmeye çalışan kalabalığın sanki odanın içinden geçerlermişçesine evi dolduran konuşmaları, haykırışları ile başlayan ve biten günler ideal bir tatilden sizi uzaklaştırıyordu.
Ve işte o seneden aklımda kalan kimi anlardan biri de, kuzenimle birlikte balkonda oturduğumuz bir öğleden sonraydı. Aramızda sadece bir yaş fark vardı. O benden büyüktü ve o çok akıllı ve çalışkan bir çocuktu.. Ve biz onunla kardeş gibiydik.. Teyzemin iki çocuğuyla hep birlikteydik biz küçükken. Ben onları çok severdim. Kuzenimin bir çok şeye kabiliyeti olduğu gibi çok güzel resim yapardı. İkimizin balkonda oturduğumuz anlar yine dün gibiler. Elinde defter ve kalem vardı. Ve o saniyeler içinde defterin bembeyaz sayfalarına bir vapur çizmişti. Bense ona bakakalmıştım. Bacasıyla, pencereleriyle, tam bir ada vapuruydu bu.. İnanamıyordum, nasıl olurda bu kadar çabuk böylesi güzel bir vapur çizebilmişti O an ona sormuştum, nasıl çizdiğini! Ve o benim için yeniden, bir kez daha çizmişti, bu kez anlatarak!.
1995 senesinde yaptığım bir pastel resimAynı senelerde hayatımda ilk kez bir şeyde iyi olmadığım halde onu illede yapma gayreti göstermeğe başladığımı anımsıyorum. O yazın getirdiği kış, Saint-Benoit'ya verdiğim bir senelik aradan da istifademiydi bilmem, hep resim yapmaya başlamıştım ben. Evde bir sürü suluboyalar, kurukalemler ve pastellerim vardı. Geceleri sayfaları dolduruyordum. Ancak çoğu zaman çizimden çok, manzara resimlerine merak salmıştım ben. Sürekli bir ev, bir dağ, bir deniz..klasik manzaralarımdı benim
Kimi güneş, kimi gece ve gölgelerle , yemyeşil bahçeler ve ağaçlarla. Doğa'ya olan bağlılığım belki resimlere yansıyordu. Zamanla daha iyi resim yapmaya başlamıştım. Yaptıkça geliştiğini farkediyordum. Çizgim hiç bir zaman mükemmel olmadı.. Ama manzara resimlerinde sanki kendi hayal gücüm gelişiyordu ve sanki hayal ettiğim huzur ortamını sayfalara geçiriyordum ben..
Arada empresyonist ressamları keşfetmiştim. Onların resimlerine baktıkça hissettiğim mutluluk bambaşkaydı.. Resme bu kadar ilgim olduğunu çocukken bilmiyordum . Ne resme ne de yazı yazmaya olan ilgimden haberim yoktu pek..Ya da belkide olduğunu sonraları farketmiştim ben aslında.
Bu satırları yazarken , bir çok şeyin çocukluğumda benim için hep bilinmezlerin arkasında kaldığını farkediyorum. Gölgeler arkasında kalmış bir hayat gibi. Sanki hiç kimsenin elini uzatmadığı bir yerde kendi kendime kendimi keşfetmeye çalışmışım gibi gelir..Çoğu kez gerçekleri bulmakta, fark etmekte gecikmiş olsam da..!
Sevdiklerimizi, ilgilerimizi çok küçük yaştan keşfedebilsek. Daha fazla yol alabilmek için, daha çok ilerliyebilmek ve daha mutlu olmak için..
Keşke her birimizin bir rehberi olsa, bize gerçekleri anlatacak bir rehber. Yanlışları, doğruları bize zamanında gösterecek birisi olsa yanımızda! Keşke yanılmadan doğru yolu bir çırpıda bulsak!!
Batya R. Galanti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder