Hayata tad vermek için de hep bir dokunuş daha gerekmez mi?
Geçen gecelerden birinde, eve çoğu zamanki gibi geç giren Danielle'e aç olup olmadığını sordum. Çok soğuk ve yağmurlu bir günün sonunda yeterince yorgun görünüyordu.
Genelde kendi mutfağa girip kendi başının çaresine bakan bu genç kız; "Anne buz dolabında neler var? "diye sorduğunda. Bugün vejetaryen değil pek menü. Ne yapacağız şimdi?
Off çok yorgunum.
Okay, bu soğuk güne uygun bir sebze çorbasına ne dersin?
Saat neredeyse ona gelirken, o ana kadar yeteri derecede uyuşuk hallerde olan ben birden büyük bir enerjiyle koltuktan fırladım. Hepimiz için güzel bir çorba yapabilirim derken adeta keyiflendim birden.
Dolabı açtığım gibi içinde bulduğum tüm sebzeleri dışarı çıkardım. Ama ne bulduysam.
Patates, havuç, renk renk biberler, domates, kabak vs....
İçine her tür sebzeyi koymaya kalktığınızda tek sorun çorbanın miktarını sürekli genişletmeniz. Aynı çorbayı iki günden fazla içmek istemiyorsanız, en sevdiğiniz sebzelerden koyup işi orada bitirmek gerekebilir. Ancak, hem lezzetli hem de faydalı bir şey içimize girsin diye diretiyorsanız, rengarenk bir yemeği mutfağınıza hediye etmenin :) dışında aynı çorbadan üç beş porsyon içmeye de hazır olmanız şarttır.
Kızım banyonun yolunu tutmuşken, smarphone'da koyduğum You Tube'taki seçkin şarkılarımı da devreye koyarak, o anı biraz daha keyiflendirerek işe başladım.
Genç kızlığımdan beri yemek yapmak bana cazip görünen bir şeydi. Bunu hiç bir zaman bir külfet gibi görmedim.
Sanatsal şeyleri hep sevdiğim için belki.
Yemek hazırlamanın kesinlikle sanatsal bir konu olduğuna inanıyorum. Tek sorun, pişirdikten kısa bir süre sonra sanatınızdan geriye bir şey kalmaması 😁. Ancak bugün boşu boşuna insanlar her pişirdikleri yumurtanın, omlet'in resmini çekip paylaşmıyorlar.
Yemek dediğiniz şeyin görüntüsü bile bazen insanı mutlu etmeye yetmiyor mu? Doğanın en güzel renkleri, midemize doldurmaya heveslendiğimiz tatların bir parçaları olarak tabağımıza yansımıyorlar mı?
Çorbamın resmini çekmeyi de unutmamıştımNeyse, derken...tüm sebzeler soyulup, küp küp kesildikten sonra, sıraya göre tencerede yerlerini bulurlarken, aklıma gelen tadlandırıcıları içine eklemeyi kesinlikle unutmuyorum. Ve en önemli katkılardan biri de sarımsak. Onsuz çoğu zaman lezzeti yakalamak mümkün değil.
Bir de değişiklik olarak bu defa içine pancar da ekledim.
Yaptığım bu ufak değişikliğin bedeli aklıma gelmedi değil.
Pancar, kök bitki olarak son derece faydalı olması bir tarafa çoğu insanın çok sevdiği bir şeydir. Girdiği her yemeğin içine verdiği renkle de ayrıca bir güzellik katması da tam bir göz ziyafetine çevirir olayı.
Ancak yine de bazen ne kadar özen gösterirseniz gösterin tadına baktığınızda bir türlü bir şeylerin istediğiniz gibi olmadığını farkedebilirsiniz. Sürekli biraz daha tuz mu acaba? Yoksa az bir şey daha şeker mi koysam?
Ya da bir miktar daha kırmızı biber? Belki azıcık soya....Hardal?? Bir ondan bir bundan. Görüntü muhteşem tadıysa çok düz. Hiç düşündüğüm gibi olmadı.
Kızım zaten problemlidir. Anne, kızma ama pancar çorbaya hoş olmayan bir tad verdi. Onun sorunu pancarin kök bitkisi olması... Pancar topraktan aldığı minerallerin tadını taşır gibi yemeğe. Alışık olmayanı rahatsız edebilir belki.
Arada benim yemekle oynayışlarım, biraz sarımsak daha ve biraz belki şu ya da bu derken seneler evvel resim yaptığım zamanları hatırlattı.
Pastel boyalarla beyaz sayfalarda yerlerini bulan bahçeler ve ovaların yeşilliğiyle oynarken, her ağaca ve çimlere ilk dokunuşların ardından, gölge oyunlarıyla meşgul olmak çok keyifliydi.
Resmi resim yapan da o gölge oyunlarıydı. Yeşilin bin bir tonunu yaratmak, her tonda resim biraz daha gerçeğe yaklaşır gibi olurdu.
Her farklı detayı işlediğinizde resim düz ve sıkıcı olmaktan çıkıp hayat kazanmaya başlardı. Bir ağaç ve bir çiçek ve bir tane daha. Ve gökyüzünü boyarken de böyleydi... Ve arka plandaki denizin maviliğinin üzerindeki ışık oyunları ve dalgaların köpüklerinin buluşmaları.... ve bahçenin ortasında küçük bir köy evinin yerini buluşu. Belki o evden çıkan hafiften bir duman, evde yaşayan canların olduğunu anımsatırdı insana... Resimlere genelde insanlar çizmekten kaçınırdım, onlara hayat veren hareketliliği yaratmakta zorlandığımdandı herhalde..çizgim o derece kuvvetli olmadığından...
Ve boyaları her vuruşunuzda bir adım daha ilerleyen resmin tam istediğiniz gibi olduğunu düşünürken, bazen birden yanlış bir çizginin herşeyi mahvettiğinden emin olur, hataları yine ellerinizi rengarenk yapan pastellerin yardımıyla sorunu aşmaya çalışırsınız.
Yemek yaparken de bazen, bir şeyler düşündüğünüz gibi çıkmadığında, yoktan var etmeye ya da bozulanı düzeltmeye çalışmanın keyfi ayrıdır. Lezzeti yerinde olmayan bir şeye hayat vermeye çalışmak. Canlandırmak.. Yeniden ele almak. Başka şeylerle, başka soslarla tadını yerine getirmek için çabalamak.
Yemek, resim ve hayatımıza ait olan herşeyde bu böyle değil mi? Hep bir çaba var. Hayata tad vermek için de, insanlarla olan ilişkilerimizi canlandırmak için de hep ufacık, bazen koca dokunuşlara ihtiyaç duymazmz.
Bazen yanılırız. İstediğimiz gibi olmadığını sonradan farkederiz.
Hayat, deneme ve yanılma tahtası. Her defasında yeni bir tecrübe. Sanırım en önemli şeylerden biri de, yanılacağımız korkusuyla denemekten çekinmemek. Bunu kendimize sık sık hatırlatmamız gerekiyor.
Çabamızı takdir etseler de etmeseler de. Önemli olan hep bir şeyler için savaşmak...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder