Geçmişten bugüne en sevdiğim bayan şarkıcı kim diye düşünsem? Ya da cinsiyeti kesinlikle farketmeden aynı soruyu tekrar genel olarak sorsam kendime; " En sevdiğim şarkıcı kimdir?"diye.
Öncelikle aklıma sadece bir tek isim değil, bir kaç insan gelir mutlaka. Mesela Whitney Houston, ya da Celine Dion ve başkaları... Kısaca bir çok müzisyeni dinlemekten hoşlansam da benim için bir dönemime gerçek anlamda imzasını atmış bir şarkıcı varsa o da Barbra Streisand'dır.
İstanbul'un dar sokaklarının arasına sıkışmış bir cadde üzerindeki evinde kendi halinde yaşayan bir genç kız olarak, Barbra Streisand'ı sürekli dinlemeye başladığım günlerde, Streisand çok uzun yıllardan beri, Broadway'in en aranılan, en parlak yıldızı olmasının dışında Hollywood'da da son derece ses getirmiş filmlere çoktan imzasını atmış bir sanatçıydı.
Funny Girl (1968), Holly Dolly (1968) ve özellikle The way we were (1973) Robert Redford'la onu ekranlara taşıdığından bugünlere dek çevrilmiş en romantik filmlerden biri olmasının dışında, filmin aynı adlı bestesi bugüne dek tüm zamanların en sevilenler listesinde olmaya devam ediyor.
Daha sonraki yapıtlarıyla da her zaman adından bahsedilen biri oldu Streisand. Benim için en aklımda kalanlar, Funny Girl dışında, 1983'te çevirdiği Yentl. Her ne kadar filmi kendimce çok beğenmemiş olsam da, filmin içinde baştan sona yer alan şarkıların tılsımı yine fikrimce tartışılmazdı.
Ve, "The Prince of Tides" ( Dalgaların Prensi )... Bu filmin getirdiği atmosfer'den son derece büyülenmiştim. Nick Nolte ve Barbra Streisand'ın başarılı oyunculuklarıyla unutulmaz bir filmdi bu.
Birbirinden tamamen farklı bir geçmişten gelen iki insan...katolik, dindar bir aileden gelen, eski bir rugby oyuncusu ( Nick Nolte ) ile New York'taki sosyetenin içinde yaşayan Yahudi psikiatrist ( Barbra Streisand )'in hasta doktor ilişkisiyle başlayan ve zamanla aralarında oluşan yakınlık. Profesyonel bir ilişkiyle başlayıp duygusal boşlukların birbirine yaklaştırdığı bir erkek ve bir kadın...
Filmin sahneleri ve müziği muhteşemdi.
Bütün bunlara nasıl mı geldim. Çok basit. Geçen gece You Tube'ta, Barbra Streisand'ın 1986'da Malibu'da ( Güney California) 'daki çiftliğinde verdiği özel konser çıktı karşıma.
Bu konserle ilgili verilen haberleri hatırladım. O zamanlar 18 yaşımda idim.
Onun kadar yetenekli, kendini kanıtlamış bir şarkıcı, oyuncu, yönetmen, prodüktör ve yapımcının, uzun seneler, performans korkusu yüzünden hiç konser vermemiş olduğundan bahsedilmsti.
Sonunda korkusunu yenerek, milyonların karşısında yeniden sahne almıştı bu büyük sanatçı.
Televizyon'da yer alan kısacık görüntülerde, Streisand yemyeşil bir bahçenin ortasında, hafif spotlarla aydınlatılmış ağaçların altında kurulu sahnede, bembeyaz elbisesiyle seçkin bir topluluğun önünde ve ekranlarda onu dinleyen milyonların karşısında söylüyordu.
İlk günlerinden beri hep "çikrin kız" olarak tanınmış olan bu kadın o gece son derece güzel duruyordu.
Yüksek bir taburenin kenarına iliştiği şekilde, "Evergreen" şarkısı dudaklarından dökülürken o gecenin büyüsünü sanki aynı ortamın içinde bulunmuş kadar yaşadığımı hissetmiştim.
Bu konseri, tüm korkularına, tüm endişelerine rağmen gerçekleştirmesinin esas sebebinin Streisand'in daha iyi bir dünya, daha iyi bir gelecek için hissettiği kaygılar oldugu söylendi. O gece toplanan parayı yıldız İnsan Hakları ve Çevrecilik için bağışlamıştı.
Dünyanın geleceğinden duyduğu endişesini seneler evvel dile getiren Hollywood'un liberal, demokrat kadınları arasında yer alan ve reformist yahudiliği savunan ( bence dini reforme etmek hiç fena fikir değil :) ) Streisand'ın, geçen akşam karşıma çıkan şarkıdaki sözleri beni bir kez daha etkiledi.
1986'dan çok uzun seneler geçti. O dönem aslında Soğuk Savaşın bitimine doğru gidilen, belki de bugünden daha rahat bir dönemdi.
"Happy Days are here again".... Mutlu günler yeniden buradalar şarkısını seslendirmeden evvel söylediği sözlerde; Sarkının sözlerini tekrarlarken; " çok yakın bir zamanda, hem ülkesi hem yaşadığımız dünya için, her kelimenin gerçek olduğu günleri görmenin " umudundan bahsediyordu... Yaklaşık 36 yıl evvel...
Bu sabah, Avrupa'nın doğu sınırlarında tanklar bir ülkeyi istila ediyor yeniden.
Rusya Ukrayna'ya büyük çaplı bir kuşatma başlatmış.
Dünyamızın geleceğini bir kez daha tehlikeye atan günler kapıda.
Streisand'ın hayallerinin gerçek olacağı günlerse sadece rüyalarda kalacaklar gibi. Barış dolu bir dünya
istedik. Bunu bize fazla gördüler.
İki kardeşin bile birbirini anlayamadığı bir dünyada süper güçlerin barış getirmelerini bekliyoruz.
Tarihse bilindiği üzere sadece tekerrürden ibaret.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder