21 Şubat 2022 Pazartesi

Annemin yaşlı teyzesi

Annemin yaşlı bir teyzesi varmış. Bize her zaman anlattığı bir yaşlı teyze. Evin demirbaşı olan yaşlı bir insan. Herkesten ve herşeyden daha baskın bir kişiliğe sahip olan, bir çocuğun küçücük dünyasında en fazla etkiyi yaratmış, görünürde aileye sevap için eklenmiş bir birey olsa da o aile içinde yetişen çocukların üzerinde  onunla yaşanmış bir çok olayla beraber diğer insanlardan daha fazla iz bırakmış bir karakterdi bu kadın.

Küçük mutfak sohbetlerimizde. Hani okul dönüşünde yediğim o lezzetli öğle yemeklerinin eşliğinde annemden dinlediğim çocukluk ve gençlik anılarının en merkezi tiplerindendi bu yaşlı insan.  Belki annesi ya da babasından daha çok bahsederdi ondan.

O zamanlar çoğu insanın evlerinde aileyle birlikte yaşayan bir büyükanne ya da büyük babaya karşılık, annemlerin evlerinde aileye katılmış olan 6. fert aslında babasının yaşlı teyzesiymiş.

Onlardan başka hiç kimsesi olmayan bir aile büyüğünü himayelerine almışlar ailece.

Bugün kimsenin kolay kolay ortak bir yaşam sürdürmek için hevesli olmadığı bir dünyada yaşayan bizler için o dönemlerde kimsesi olmayan bir ikinci derece aile üyesini. tüm maddi ve manevi zorluklara rağmen seve seve aralarına kabul eden insanların  yaşamlarını hayal etmek ne kadar farklı ve sıcak bir his yaratıyor.

O iki katlı ahşap evleriyle  içinde yaşayan aileyi anlatırken annem beynimde artık kendimce bir senaryoya dönmüştü onların yaşantısı. Bir film, bir hikaye. bir roman gibi. Her biri ayrı dünyaların insanları olan karakterlerin içlerinde yaşadıkları zorluklar, yaşam kavgaları, hüzün dolu anılarla birlikte,  sevgi, bağlılık ve bir o kadar karmaşık insan ilişkileriyle dolu bir yaşam..

Benim kafamda gri beyaz renkleriyle canlandırdığım, adeta çok eski sinema filmlerindeki gibi bir hayat...Sanki herşey çok çok eskilerde kalmış gibi... Yalan da değil ( Birazdan gerçekten yüzyıl öncesinde kalmış anılar bunlar  )

Yaşlı teyzem diye başlardı.  Annemin anne babası hayatla o derece meşguldüler ki geriye bir o yaşlı insan kalıyordu, çocuklarla ilgilenen. Onlarla iletişim kuran, zaman zaman  oynayan, hayatı, geçmişi, eski insanları onlara anlatan bir yaşlı kadın.

Annesiyle yaşlı teyzesinin aralarındaki tüm didişmelere rağmen evin baş köşesinden eksik olmayan bu kadını annem belki de herkesten çok seviyordu.

Kimseye anlatmadıklarını, kimseyle paylaşamadıklarını ona anlatırken, yaşlı kadın için de evin çocukları bu hayattaki en büyük sevinci, en büyük dayanağıydı kuşkusuz. Tüm ciddiyetine rağmen bir çok defa onlarla çocuk olabilen tek insandı belki.

Zora girdiğinde en fazla yardımı da evin ufaklıklarından alan bu insanın gözleri görmezmiş.

Çocukluğunda geçirdiği bir kaza sonucunda iki gözü de kör olan bu kadın için annem ve küçük teyzem baş kurtarıcılardı. Yaşdığı her zorlukta ilk yardımına yetişenler. Oradan şunu getir, bunu indir, bunu çıkart derken iskemlenin üzerine çıkan çocuklar çoğu zaman ona yardimci olurlardı.

Kimi sıcak yaz gecelerinde birden çocuklardan daha çocuk olan Tant Virjini; "Hadi yatakları alın çocuklar bu gece balkonda uyuyacağız dermiş!! " Çocuklarda büyük sevinç, odadan balkona taşınan şilteler, çarşaf ve pike kuvertürler yan yana dizildikten sonra, karanlığın çökmesiyle gökyüzünde iyice parlayan yıldızları seyrederken başlayan hafif esintinin serinliğinde hikayeler anlatan teyzelerinin yanında uykuya dalarlarmış.

1800'lerin ortalarında,  Hasköy'de geçen genç kızlığı...Onu yanlız bırakmayan arkadaşlarıyla. Haliç'in yemyeşil eteklerinde toplanan diğer cemaat gençliğinin arasında,  dönemin aşklarını, yaşanmış bir çok hikayeyi onun ağzından dinlemek ilginçti mutlaka.

Boğazın sularını içlere doğru taşıyan Haliç koyununun kıyısındaki balıkçı teknelerine bakan o yamaçlardaki ağaçların altında düzenlenen toplantılarda, gençlerin çaldıkları müziğin eşliğinde birbirlerini tanıyan, birbirleriyle yakınlaşan erkekli kızlı grupların arasında olan Virjini yaşanan ilişkileri, bulundukları ortamı ve insanları kendi hayalinde canlandırabildiğince hissetmeye çalışıyordu. Diğerlerinden farklıydı o. Buna rağmen herşeyi gören bir insanın gözleriyle anlatır gibiydi.

Yaşanan aşkları unutmasa da kendi romantik duygularını bir şekilde gizlemiş bir yerde dizginlemişti mutlaka.  Sanki olmamış, olamazmış gibiydi. Kör olduğu için ne aşkı, ne sevgiyi ne de bir erkekle birlikteliği tatmıştı.

O dönem insanlarının belki de en büyük şansızlıklarından biriydi bu.  Sahip oldukları bir sakatlık, bazen ufak bir kusur  bile tamamen başkalarına bağımlı kalmanın dışında sevip sevilmeye hakları olmayan varlıklara dönüştürülmeleri... Sakat kişilerin diğer insanlar gibi hisleri olmayacağı algısı yaygındı.  Hayat bu insanlara kesinlikle şans tanımıyordu.  Sanki bir insanın bir kusuru onun tüm diğer yönlerini de sıfırlar gibiydi. O insanı varken yok etmek gibiydi bu.

Bu yüzden yaşanmamış ya da yaşananmamış onca şey arasında kör bir insana tek kalan şey küçük yeğenlerinin ilgileriydi.  Mesela Tant Virjini, canı sıkıldıkça annemden "Boyikos de Pan"istermiş.

Boyikos de Pan,  bir iki dilim ekmeğin hafif ıslatilip içine bir yumurta, biraz şeker ve bir tutam karabiber eklendikten sonra yağda kızartılarak hazırlanan sefarad mutfağına ait, French Toast benzeri bir hamur işidir.

Bütün gün zaman geçmek bilmediğinde, eve bağımlı bir insan için  mutfakta vakit öldürmek ve  çocuklara verdiği komutlarla ağzına kadar gelen lezzetlerle renklenen bir dünya onun gibilere kalan tek seçenekti. (  Halbuki hala  gayet zayıf bir kadınmış üstelik!! )

Sadece evdeki bazı dikiş işleri ondan sorulurmuş. Dudağının kenarına koyduğu ipliği dokunma duyusunun yardımıyla iğneye geçirirmiş.

Çaresi olmayınca insan bir yolunu bulup herşeyin üstesinden gelmeyi öğreniyor.

Ve bazı geceler Tant Virjini'nin birden bire fenalaştığını görünce annem ve Tante Zelda,  birden yüzü bembeyaz kesildiğinde anlarlarmış, ilacını vermek gerektiğini. Kalbinde sorun varmış. Bir anda tam nefes alamadığını gördüklerinde imdata yetişirlermiş ikisi birden. Bir taraftan pencere açılır, diğer taraftan ilaç ağzına verilir, ayakları ise yukarı kaldırılarak beklenirmiş.

Ve Tant Virjini bir süre sonra yavaş yavaş kendine gelirdi der. Onlar her onun yardımına koştuklarında bir insanın, bir sevdiklerinin hayatını kurtarmış kahramanlar gibi hissederlerdi kendilerini. Her defasında yeniden onu yaşama geri getirmiş olmanın gururuydu bu. Onu biz kurtarırdık demekti.

Kadının tek güvencesi, hayatlarını bağladığı bir ailenin küçük çocuklarıydı.

Galiba gerçekten de bazen küçücük bir çocuk sizin yaşama sebebiniz olabiliyor.

Annemin yirmi yaşlarında Israel'e aliya yapmayı denediği altı aylık deneme döneminde, Tant Virjini bir anda hastalanmış. Ölmeden, Suzika burada olsaydı o beni kurtarırdı demiş.

Bu öyle bir deyiş ki bir taraftan bir insanın size ne derece güvenle bağlı olduğunu hissettirirken bir diğer taraftan belki de insanın içinde bir o kadar büyük bir suçluluk hissi de yaratabilir.

Belki onu kurtarabilecekken yanında olamadığını düşünmek.


 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder