29 Haziran 2021 Salı

Usta ve çırağın ne olduğunu mutlaka biliyorum. Tesisatçıları, televizyon tamircilerini ben de tanıyorum... Ancak ben gençliğimdeki o elektrikçi çocukları da hatırlıyorum. Ve bir çok iş yerinde çalıştırılan diğerlerini!! Babam elektrik işlerinde pek becerikli birisi değildi, ve Şişli Hasat yokuşunda, bize en yakın elektrikçiyi aradığımızda evimize bir çocuk gelirdi. Ben işte bunu hatırladım!!

Satın alınan iki lambanın bana anımsattıkları!


İlk kazandığı parayla insan neler yapar?  Ya da siz ilk kazancınızla ne yaptınız? diye sorsam
Sanırım bu sorunun cevabı, yaşadığınız ülke ve ailenizin ekonomik şartlarına göre değişir.
Sadece ilk kazandığınız parayla ne yaptığınızın ötesinde, ilk kaç yaşında çalışmaya başladığınız da bu soruya eklenecek önemli başka bir konudur sanırım.  Peki ilk kazancınızı kendinize mi harcadınız? Yoksa ailenize destek olarak, bu parayı büyüklerinizden birine mi verdiniz hemen?

Geçtiğimiz hafta salona satın aldığımız iki lambayı takmakla uğraşırken gençliğimde İstanbul'daki evimize lambadaki arızayı tamire gelen elektrikçi çocuğu hatırladım.  Lambada olan bir arızamıydı tam hatırlamıyorum.  Ve böylece dün bu şey bir yerlerde kafamda takılmış ki, Facebook'ta öylesine alelacele bir soru sordum..ancak sanırım soruyu soruş şeklim yanlış oldu.  Facebook'ta: " Eskiden İstanbul'da insanların  çok kez kendi işlerini kendilerinin beceremediklerini ve bir çok şeyleri çıraklara üç kuruşa yaptırdıklarını,  bugün hala daha böyle bir şeyin olup olmadığını? "sordum!

Sorumun neye dayandığı belli olmadığı için, çok orta yerden, çok direk sorulduğu için, kelimelerimi yanlış seçtiğim  için insanlar bu soruda bir çeşit küçümseyiş sezmiş gibi oldular sanırım!
Cevaplarında, öncelikle çırağın bana ne olduğunu açıklayanlar oldu. Çırak yerine, elektrikçi, tesisatçı gibi  meslek gruplarından bahsettiler ve öncelikle işin ustaları olduğunu ve mesleğine göre gerektiğinde bu kişilerin eve çağrıldığinı ve  çağırılan ustanın kendine göre bir fiyatı olduğunu, çocuklarınsa sadece iş yerinde yardımcı olarak çalıştıklarını ve onların bile üç kuruşa çalıştırılmadığını vs.. anlattılar.

Usta ve çırağın ne olduğunu mutlaka biliyorum. Tesisatçıları, televizyon tamircilerini ben de tanıyorum... Ancak ben gençliğimdeki o elektrikçi çocukları da hatırlıyorum. Ve bir çok iş yerinde çalıştırılan diğerlerini!!  Babam elektrik işlerinde pek becerikli birisi değildi, ve Şişli Hasat yokuşunda, bize en yakın elektrikçiyi aradığımızda evimize bir  çocuk gelirdi. Ben işte bunu hatırladım!!

Geçtiğimiz hafta iki yeni lamba aldık. Satın aldığımız yerde adam lambaları taktirmanın fiyatını bize yazarken eşim bunu kendisinin yapabileceğini söyledi.  Lambalar böylece eve geldiklerinden günler sonra kutularında bekledikten sonra sonunda bir öğlen;  Hadi artık şunları monte etsek mi ne dersin!" diyen eşimin ardından  onunla birlikte aletleri falan getirdik. Duvar delici, ingiliz anahtarı, vidalar ve tornavidalar...herşey hazırdı.. Birisi işin esasıyla uğraşırken, diğeri "çıraklık" yapmalıydı mutlaka. 
Eşim bir iskemlede, ben diğerinde elimizde lamba tepeye çıktık.  Genelde çoğu şeyi hemencecik beceren eşim bu kez lambayı tavana monte etmekte biraz zora girdi. Bir şeyler karışmıştı. Elimde lamba ellerim tepemde geçen dakikalarda kollarımı fazla havada tutmaya alışkın olmadığından sanırım lambanın ellerimden kayıp düşüceğinden korkmaya başladım.  Kollarımın artık koptuğunu hissettiğim an eşim bir taraftan vidaları sıkıştırmakla savaşırken diğer taraftan  lambayı biraz da başımın üstüne koymamı söyledi. Bense zaten en az on dakikadır hem kollarımla hem de kafamda taşımaya çalıştığım o koca şeyin artık ağırlaşmaya başladığını hissederken o anki durumum bana çocukluğumda İstanbul'da simit satan çocukları hatırlattı. Tepemde yuvarlak bir şeyle durduğum yerde küçücük çocukların o zor yaşam kavgaları aklıma geldi.


Caddelerde kafalarında kocaman yuvarlak tepsilere birbiri üzerine dizdikleri simitleri satan çocukları düşündüm. Caddelerde satılan simitlerin tadı, yoldan geçenlerin mikroplu elleriyle  hangisinin daha gevrek olduğunu anlamadan almayan insanların ardından belki de daha da bir lezzet (!) kazandığı o susamlı ekmekler İstanbul'un en karakteristik özelliklerindendi. Sokaklarda bir kaç kuruş para kazanmak için simit satan çocuklar, başlarının üzerinde götürürlerdi o tepsileri. Caddelerin yoğun kalabalığı içinde yol alırlarken birisi istemeden çarpıpta tepsiyi yere atana dek. Ve o zaman yapabilecekleri tek şey, toz, toprak içindeki yerlerden topladıkları simitleri yeniden yerli yerine dizmek olurdu. Nasıl olsa beş dakika sonra gelecekler o simitlerin yerlerden toplandıklarını görmeyeceklerdi. Bilseler ya da tahmin etseler de çok fazla takan da kalmıyordu zaten. İnsanlar pislik içinde yaşayıp mikroba  bağışıklık kazandıkça nasıl olsa hasta olmuyorlar.

Neyse birinci lambayı takmamız aşağı yukarı kırk dakika sürdü. İkincinde işin tekniğini öğrenen eşim on dakikada montaj işini hallederken bu kez kollarım kopmadı.. Ve tüm bu lamba savaşının içinde aklıma yine çocukluğumdan başka kesitler geldi..

Önce simitçi çocukları düşündüm , sonra da bize gelen elektrikçi güzel çocuğu..

Hani dediler ya dün bana, işin ustası gelirmiş çağrıldığında. Belki bazı işlerde hep öyleydi. Belki her işin ustası vardı mutlaka ama ustalarıun yanında çalışan çocuklar çoktu. Her işi yapan devlet güvencesi altında çalışmıyordu. Sigortasız çalışanlarla dolu ülkede bir kaç kuruş yevmiyeyle tutulan onca çırağı yanlız ben mi anımsıyorum? Merakım sadece bugün aynı sistemin devam edip etmediğini anlamaktı.

Universitenin birinci sınıfında bir şirkette ufak tefek tercume işleri için part time bir işe girdiğimde ilk kazancımdan büyük bir heyecanla oturma odamızı yeniden döşediğim günleri de hatırladım.
Hani ilk kazancınızla ne yaptınız diye sordum ya

Genç kızların en büyük hevesi giyimdir, güzel görünmek için kuaforlare, enstitülere yatırdıkları paraların hesabı yoktur. Ve bugün bu tutku eskisinden çok daha fazla.  Genç bir insanın ufak tefek kusurları olmadığı sürece, tazeliği yetmez mi diye düşündem de bugün her genç bayan kendini bir Holywood aktristi kadar bakıma almakla yükümlü hissediyor kendisini. Zaman herşeyi değiştirdi.
Bense genç kızlığımda ilk paramdan bir kısım toplayarak, o günlerde seyahatte olan anne babama süpriz yapmıştım . Beni sevindiren şey buydu,  Tüm odanın eşyasını ( kanapeyi ve koltukları)  yenilemiştim, yeni bir abajur satın almıştım. Çok güzel, yepyeni bir oda olmuştu. Yaşadığım ortamı güzelleştirirken aynı ortamdaki başkaları da bunu benimle paylaşacaklardı. 

Lambaları taktığımızda aklıma gelen bir diğer şey de buydu.

İlk kazandığınız parayla  kendiniz için bir şeyler yapabilirsiniz. Kendi ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz. Ya da bugün Israel'de olduğu gibi yüksek öğrenim için para biriktirip, bir sonraki seyahatiniz için bir kenara para koymak isteyebilirsiniz. Bazen kazancınızla birileriyle bir mutluluğu paylaşmayı tercih te  edebilirsiziniz.

İstanbul'da küçücük yaştan çalışan çocukların herhangi bir güvenceleri yoktu. Ve kendi özel harcamaları için değil, aile geçimine katkıda bulunmak için köle misali bir hayat içinde daha küçücük yaştan yıpratılıyorlardı. Kahvehane'de sabahtan akşama okey ya da poker oynayan babaları yerine çoğu temizlikte çalışan anneleriyle birlikte seyyar satıcılık ya da çıraklık yapan çok fazla çocuk vardı.

Dün sorduğum soru, Erdoğan'ın ellerinden çıkan (!) köprüler, alışveriş merkezleri, hava alanları ve koca koca binalarıyla övündüğü yeni Türkiyesinde , o eskisinden daha bir göz alıcı hale getirdiği İstanbul'da 2021'de çocukların nasıl bir yaşamı olduğunu merak ettiğim içindi. Ancak bunun yanında,  sorduğum sorunun yarattığı belli belirsiz tepkiye baktığımda  bir kez daha sosyal medya'da yüz yüze olmayan o kısmen kopuk iletişimin sizi yanlış anlamalarına daha açık olan ortamda , yazdıklarımızı çok daha net ve anlaşılır olarak ifade etmemizin önemi de bir kez daha ortaya çıkarıyor..



Batya R. Galanti







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder