Gal ne kadar ağlamıştı!!
Gal'in Brit'ini hatırlıyorum. Kolay sayılmayacak bir doğumun arkasından geçen sayılı günlerde, dünyaya yeni gelen bu minik evladın daha birinci haftasında çükünü (!) kesmemiz gerekiyordu. (Kısacası oğlum sünnet olacaktı)
Brit zamanı geldiğinde, o büyük seremoni için hazırlıklar vardı. ( Yahudiler'de, erkeklerin penislerinin ucundaki deri parçasını kesmek geleneği ) Çocuk doğmadan hiç bir hazırlık yapılmaz bizde. Herşey yolunda gidip doğum sağlıkla gerçekleştikten sonra bebek için gerekli olan herşey, ısmarlandığı yerden eve getirilir. Ve Brit için daha önceden bulunan salon yine doğum sonrası kapatılır.
Brit Mila. Tanrı'yla Avraam arasında yapılmış antlaşmanın uygulamalarından biridir ( Yahudi inanışına göre tabi ) . Brit kelimesi, antlaşma demek, Mila ya da Milah ise söz demektir. Tanrı'nın Avraam'la olan konuşmasının ardından, Yahudiler'e, onları tüm halklar arasından seçtiğini söylemiş ( Bu manevi bir antlaşmadır) Bu antlaşmaya göre geçen söz, Yahudi çocuklarının sekizinci gün sünnet edilmesi geleneğidir. Brit mila bugüne dek hala en dinsiz, en seküler, en modern Yahudiler dahil olmak üzere devam ettirilen bir gelenektir.
Kısacası, içimde hala çıkmamış bir bebek daha varmış gibi bir karnım olduğu o doğum sonrası günlerdi. Büyük bir salonda yapılacak tören için eşim koştururken ben evde gereken şeyleri tamamlamakla meşguldüm. Tabi böylesi bir uygulamanın ( brit'in ) ardından çocuğun sağsalim bir şekilde yola devam etmesi için duyduğunuz doğal bir endişe de oluyor. Brit yüzünden sakat kalan çocuklar genelde pek fazla duymadıysam da, daha bu kadar küçük bir bebeğin bedeninin en hassas yerinden bir parçasının kesilmesi. bunun onun canını nasıl yakabileceği korkusu bile her anneyi o an için endişelendirir.
Hastaneden eve geldiğimden beri bir dakika oturmadığım koşturmalarımın arasında eşim Brit için gerekli olan hazırlıklarla ilgilenmişti.
Genç kızlığımda annemin kimi doğum sonrası hikayelerini dinlerdim. Ya da yeni evli arkadaşlarımın, doğum sonrası kadınlarının nasıl şımartildıkları aklıma gelir gülerdim.
Türkiye'de ne nazlı kadınlar vardı diye düşünürdüm. Zaten Türkiye'de ya hayatın ardından a tamamen helak olan bir kesim vardı ya da kraliçeler, prensesler misali şımartılanlar. İkisinin arası pek yoktu. Bizimkiler arasından sık sık tanıdığım kadınlarsa günlerce yataktan çıkmayan, daha sonra da yardımcıların, anneler ve kayınvalidelerin arkalarından koşturdukları lohusa kadınlardı.
Ne komik. Halbuki doğum, hatta sezaryen sonrası bile en iyi şey harekettir. Abartmadan tabi ki. Bense eve geldiğimde, hiç bir şey olmamış gibi işlerimin başına geri dönmüştüm. Evde beni bekleyen bir çocuğum daha vardı. Ve Israel'de hizmetçi yoktu. Öyle bir arayışım varmıydı peki. Daha neler? Ben kendimle rahattım. Ne yardımcı ne bir şey. Kendi kendinizin patronu olmak herşeye değerdir. Özgürlüğünüzün vazgeçilmez bir değeri vardır. Kimsenin yardımına ihtiyacınız olmadan hareket edebilmek gibisi varmıdır?.
Ameliyatlı bile olsanız! Zaten ameliyatın getirdiği şeylerden toparlanmanın ilk şartı da harekettir.
Sadece sezaryen değil, bugün hangi ameliyattan çıkarsanız çıkın, büyük ihtimalle daha sizi ilk saatlerden yataktan çıkartıp ayağa dikecekler ve yürümeye başla diyeceklerdir.
Annemin babamdan doğum sonrası almadığı çiçekler için hala ağlaması güldürür beni bazen. Çiçek getirmeyi unutmuş babam. Daha iyi ya alerji yapsaydı o çiçekler derim hep.
Bense eve geldiğimde bu ev çok tozlanmış deyip yerleri silmeye başlamıştım :)))
Ve yine Brit'e dönersem..
Gal'in ne kadar özel bir çocuk olduğunu bugün daha o günlerden hatırlıyorum.
Kocaman salonun en sonunda, sahnenin tam orta yerinde kurulmuş kocaman bir kral koltuğuna eşim yerleşmişti. Aslında, ailenin büyüklerinden birine verilir bu görev bizde. Ya annenin ya da babanın babasıdır bu . Ancak eşimin babası hayatta değildi. Benim babamsa yeterince rahatsızdı. Ve Israel, omuzlarına koyduğu tallit'le oturduğu koltukta bembeyaz bir yastığın üzerine yatırılan minicik Gali tutarken küçücük bebek kaderinin farkında değildi. Simsiyah saçları, kıpkırmızı yüzüyle yeterince sessiz ve yorgun gibiydi. Geçirdiği sarsıntılı dünyaya geliş macerası sonrası gözlerini adeta zor açıyordu. Kafasıysa hep bir yana doğru düşüyor gibiydi. Ancak ben bunları çok fazla görmemeye çalışıyordum sanki.
Ve o ufak tefek adam geldi, koca sakallı, sitsitleri gömleğinden sarkan Mohel.. Hafta içi Bank Discount't a çalışırmış. Aileden biri tanıyordu, yine banka'da çalışanların bebeklerini hep o sünnet etmiş.
Adam rüzgar gibi girmişti içeri. Eşimin kucağında yatan küçük ördeği, o kaba elleri kavrarken, bebek bezini açtığından koyduğu pudralar ve yaptığı kısacık hazırlıktan saniyeler sonra küçük bir çığlık duyduğumu hatırlıyorum.
Ve tülbenti şaraba batıran Rav, çocuğun ağzına koydu. Bebek bir an önce uyuşup, acıyı hissetmesin diye..Ve ben isminin Gal İshai olduğunu söyledim. Ve Rav çükü kaşla göz arası kestikten sonra o yeri aynı hızla merhemlerle pudralarla pudralayıp sarıp sarmalamıştı bile...
Bir hafta boyunca ne yapmamıuz gerektiğini de tembihlemiş, her gün süreceğimiz kremler ve nasıl yıkanması gerektiğini söyleyip bize gelip kontrol edeceği günleri de hızla açıkladıktan sonra geldiği gibi, Gal'i bizi ve salondakileri arkada bırakarak çabucak çıkıp gitmişti bile... ve Gal'i o anlarda ne şarap ne hiç bir şey teskin etmiyordu.. Çocuk ağlamaya devam ederken endişelerim gittikçe artıyordu. Diğer bebekler gibi değildi. Hiç durmadan ağlarken onu susturamıyordum. İçimi korku kaplamıştı. Ya adam bir yanlışlık yapmışsa. Niye bu kadar ağlıyordu bu çocuk?!!
Gal, daha sonraları da hep ağladı. Hiç susmadı. Brit bitti. Gal ağladı. Bir yaşına geldiğinde çok sevimliydi ama hala ağlıyordu.. Üç dört yaşlarındayken sadece ağlamıyor artık odasını savaş alanına çevirip bir de dövünüyordu.
Britinden geçen yıllar çok uzun. Gal iki ay sonraki doğum gününü beklerken, özel bir şeyler bekliyoruş diyor bizden . Ama o özelin onun için ne olduğunu da hala bilmiyor.
Dün akşam bu sefer bir kararsızlığına ağladı. Yaz kampı yerine bir kaç gündür babasıyla işe gidiyor. Bu kez karasızlığa girmiş. İşe mi gitsem yoksa evde mi kalsam. Ve o yine ağlıyor!! Gece salonda gidip gelirken sinir harbi içinde. Gal niye ağlıyorsun?
Babası; "Ne yapacağını bilmiyor!!"
"Bak dedim, ben çok karasızlığa düştüğümde, iki kağıt alır, birine evet diğerine hayır yazar, kağıtları katlar ve gözlerim kapalı içlerinden birini seçerdim. Şansıma ne çıkarsa onu yapardım. İstersen şen de öyle yap! " dedim O an birden durup bana gülümsedi. Bu sabah saat beşte babasıyla işe gitti.
Sorun ne Brit'teydi, ne de başka bir şeyde sorun Gal'in farklı işleyen beyninin içindeki karmaşada
Batya R. GALANTI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder