8 Temmuz 2021 Perşembe

Sevgili Tuna'nın anısına!


Geçen akşam bir iki arkadaşımla birlikte bir kafe'de buluştuk.  Bir şeyler ısmarlayıp oturduğumuz ilk anlardan itibaren ikisi derin bir sohbete dalmışken ben biraz dalgın gibiydim. Gözlerim etrafa takılıyordu sürekli. Kimi iş meseleleri, tanımadığım bazı insanlar hakkında dönen sohbetten yavaş yavaş koptuğumu hissederken, çok kez başıma geldiği gibi farkında olmadan  yanı başımdakilerle ilgileneceğime  etrafta oturan insanları incelemeye başladım.. Çevreden geçenlere, çalışanlara, yemek yiyenlere gözlerim takılırken ben tamamen kendi dünyama daldım birden.

Bana çocukluğumdan beri sık sık olan bir şeydir bu. Bulunduğum ortamdaki insanların zaman zaman daha az baki olduğum bir konuda, ya da tanımadığım şeylerden bahsetmeye başladıklarında istemeden konudan kopmaya başlarım. Kendimi birden bambaşka bir dünyada bulabilirim. Eğer o insanlar kendi aralarında konuşmaya başlarlarsa..

Böylece atıştırdığım şeyi bitirmişken çantamda duran telefonuma bir mesaj geldiğini duydum. Nasıl olsa arkadaşlarım kendi aralarındaki konuşmaya fazlasıyla dalmışlarken çantamdan telefonumu çıkararak mesajın kimden geldiğine bakmak istedim. Bir de ne yaparsam yapayım elimi çantama koyduğumda  istediğim şeyi bulmak hiç bir zaman kolay olmaz. Bir cepten diğerine ellerim telefonu arıyor yine. Kocaman çantalardan küçücük pouch'lara kadar her defasında problemim aynı... ben yine arıyorum.. Neyse sonunda buldum. Yandaki düğmeye bastığımda ekranda mesajın bir kısmı görünür gibi oldu. Whatsapp'tan gelen mesaj türkçeydi.. " Başımız sağolsun kızlar..." diye bir yazıydi bu.. Ne oldu ki dedim.. Bir an sıkıldım, heyecanlandım ...

Bu son aylarda o kadar çok insan hakkında üzücü haberler aldım ki artık gerçekten yüreğim acıyor!

Sadece, " Başımız Sağolsun!" cümlesini okuduğumda kalbim yerinden çıkacak gibi oldu sanki.. Üniversitede birlikte olduğumuz altı arkadaşımızla yazıştığımız grupta okuduğum bu cümlenin neyin nesi olduğunu anlamak için  gruba girdim...

Üniversite yıllarında en yakın olduğum, çok çok sevdiğim iki samimi dostum dışında yine arkadaşlarımın bir diğerleri içinden, çıtı pıtı, güzel mi güzel biri vardı.  Bir gece önce lösemi'ye karşı verdiği mücadelesini yirmi senenin sonunda kaybetmiş.. Son senelerde çok fazla iletişimde olmadığım bu cici insanın öldüğünü okuduğumda, birden öyle bir tepki verdim ki, o ana kadar aralarında konuşmalarına devam eden arkadaşlarım; " Ne oldu Batya?" diye bana endişeyle dönüverdiler birden.. Yeniden " Ne oldu ?" diyordu bir tanesi.. Ben şoktaydım. Gerçekten kalbime sanki bir bıçak saplanmış gibi olmuştum o an. Üniversite'den bir arkadaşım vefaat etti derken ağzımdan çıkan cümleye inanamadım o an.

Üniversitenin ilk günleri aklıma geldi. Herşeyin gözlerime yeterince farklı göründüğü o ilk günler.. Moralimin bozulduğu zamanlar. Üniversite olarak karşıma bu kadar kötü bir yerin çıkması bana haksızlık gibi gelmişti.

Lise'deki ortamdan sonra sanki ilkokuldaki günlere yeniden geri dönmüştüm. Bir adım ilerleyeceğime beş adım geri gittiğimi hisseder gibiydim. Halbuki Gazeteciliği kazandığım için gayet memnun olmuştum .

İnsanlar da farklıydı. Sanki farklı bir ülkeden gelmişlerdi bir çoğu. Kültür şoku gibi bir şeydi bu da adeta. Farklı şehirlerden, farklı görüşlerden, farklı tip bir yığın insan arasından anlaşabileceğim birilerini bulabilecekmiydim?

İlk günler gayet isteksiz gidip gelirken o kalabalık ortamda konuşabileceğim birilerini aramaya başlamıştım. Bu ortamı biraz olsun sevebilmemin tek yolu okulda kendime yakın olabilecek bir kaç arkadaş bulmaktı. Günlerden bir gün, bir ders sonu defterleri ve kitapları o pis sınıflardan birinde bırakarak, çıktığım ders arasında, yine okulun tozlu koridorlarının daracık sokağa bakan kocaman camlarının birinin yanında duran iki kız gördüm. Senelerdir hiç temizlenmemiş gibi duran camlardan neredeyse hiç bir şey görülemezse de yine de çaresiz dışarıdan yansıyan ışığa doğru durdukları noktada gülüşerek sohbet eden bu iki genç bayana yaklaşarak bir şeyler sordum. Adları, Aynil ve Tuna'ydı. İkisi de açık tenli, renkli gözlü bu genç bayanlar bana çok içten konuşunca onlara adlarını sormuş ve tanıştığımıza memnun olduğumu söylemeyi de unutmamıştım. Ertesi gün okula geldiğimde kendimi bir nebze daha az yabancı hissediyordum artık. O güleryüzlü, sempatik iki genç kızı arayarak yanlarına yaklaşmıştım yeniden. Ve o gün ve ondan sonraki günler hep birbirimizin yanında bulmuştuk kendimizi. Benim gibi İstanbullu olan bu bayanlarla ortak yanlarımız hiç te az değildi.  Hatta Aynil'in kız kardeşi St-Benoit Lisesinde okuyordu. Ve daha sonra aramıza katılan üç arkadaşımızla birlikte o ilk günlerde başlayan yakın dostluğumuz, üniversitenin en son gününe dek keyifle devam etmişti.

Israel'e gelmeden bir gün önce buluştuğum Aynil'le geçmişte yaşadığımız günleri bol bol konuşmuştuk. Daha sonraki gelişlerimde elimizden geldiğince biraraya geldiğimizde hep beni gerilere götüren bir içtenlik bulmuştum her birinde..

Üniversite'de bulduğum bu içten dostluklar bugün o zamanlardan kalan ve artık beni İstanbul'a bağlayan tek bağdır.

Geçen gün hiç beklemediğim bir şekilde bu dünyadan göçüp giden arkadaşım Tuna'yı yemyeşil gözlerindeki çocuksu pırıltıları ve her gün bambaşka bir heyecan ve enerjiyle anlattığı kimi vapur ve Bağdat Caddesi maceralarıyla hatırlayacağım.

Kendisiyle son yazışmalarımızdan her ne kadar uzun seneler geşmişse de vefaatini öğrendiğim an içimde gerçekten derin bir acı hissettim.

Zamansız gelen her ölüm gibi geride kalan tüm dostlarını derinden üzen bu vefaatin arkasından elimden gelen tek şey  sevgili Tuna için yakabileceğim bir mum oldu. Yahudilikteki bu geleneği Müslüman bir arkadaşımın ruhu için yerine getirirken ben hem ibranice hem türkçe dua ettim. Dilerim ışıklarla olsun ve gittiği yerde huzurla uyusun.  AMEN!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder