6 Ocak 2021 Çarşamba

Gelmiş geçmiş en büyük müzik dehalarından biri sayılan Mozart'ın hayatına "hayali bir pencereden" bakan , onun deli dolu, çocuksu kişiliğini perdeye mükemmel bir büyüyle taşıyan unutulmaz bir Hollywood yapımıydı; Amadeus!




                         Hayatın ortasında ilk kez Mozart'la tanışmak.



Klasik müzik dedikleri zaman ilk aklıma gelenlerden, 1980'lerde  haftada bir kez pazar günleri yayınlanan klasik müzik programını sunan Hikmet Şimşek'tir.

Klasik müzik dinleyen bir aile değildik biz ama bu programı genelde izlerdik.

Ama ben ne Hikmet Şimşek'i ne de bu programı severdim. 

Hikmet Şimşek,  çocuk kafamda, ciddi, sevimsiz, antipatik bir adam olarak görünürdü bana.

Türkiye'de  o dönem televizyon sunucularında genel olarak bir donukluk vardı. Ciddi bir tarzda konuşmak zorunda olan reportör'ler, sunucular size samimi olarak hitab edemiyorlardı  sanki.

Hikmet Şimşek programında Alman orkestra şefi Herbert Von Karajan'a sürekli olarak yer verirdi.

1933'lerde kariyeri için Nazi Partisi üyeliğini seçen, dünyanın en ünlü klasik müzik  şeflerinden biriydi Karajan.

Nazi geçmişiyle bilinen kondüktör!

1930' larda Alman kökleri olmayanların , ( Karajan, Makedon kökleri olan bir aileden geliyordu ) ya da rejime muhalif olanların istihdam edilmedikleri günlerde Karajan bir çok rejim karşıtı müzik adamları gibi Almanyayı terketmeyi tercih etmemiş,  kariyerinde ilerlemek için Nazi Partisine  üye olmuştu!

Savaş sonrası kendisini bu konuda suçlayanlara, bu gerçeği reddetmiş olsa da !.

Hikmet Şimşek'in her defasında uzun uzadıya verdiği kimi ön bilgilerden sonra , Berlin Orkestrasının seslendireceği eserleri yönetecek olan adamın ( Karajan'nín ) siyah beyaz görüntüleri beni klasik müzikten sonuna kadar nefret ettirmediyse o da bir başarı idi.

Aslında, zaten seveceğiniz müziği belirleyen  aile ortamında büyüklerinizin dinledikleridir çoğu kez..

Çevremde kimi tanıdıklarım  klasik müzik dinlerlerdi. Onlar  klasik müzik konserlerini de  kaçırmazlardı.  Bu insanlar bununla birlikte evlerinde Fransızca konuşurlardı.

Benim ailemde de herkes belli bir  düzeyde Fransızca biliyordu aslında. Annem yıllarca özel ders almıştı ama ailede konuşmamış oldukları için pratiği yoktu. Teyzelerim ve dayım Alliance'ta okumuşlardı.

Ancak klasik müzik dinleme alışkanlığımız vardı dersem yalan olur.

Babamın en sevdiği iki müziysen Frank Sinatra ve Dean Martin'di.

Fred Astaire'ín müziklerini ve  filmlerini de ezbere bilirdi. Kimi soft pop şarkılar,  hafif Jazz'lar ve Rock and Roll evde kulağıma en sık çalınan melodilerdi.

Bugün Danielle'le aramdaki en büyük fark kızımın sadece şimdiki müziklere ilgi duymasıdır. Onu sadece kendi zamanın şarkıları cezbediyor.

Bense kendi dönemim dışında  eskileri de dinlemeyi sevmiştim hep.

Örneğin babamın dönemine ait melodileri, onun sevdiği müzisyenleri ben de seviyordum.

Belki bu benim daha nostaljik yapımla ilgiliydi

Genç kızlığımda, akşamları ders çalışmak için  salonun en sevdiğim köşesi'ndeki koltukların dibinde,  kocaman el halılarının üzerlerinde , abajurún loş ışığı altında ya okur ya da sınavlara çalışırdım..

Çoğu eski fransızca şarkılar, bazen 1950'ler 60 ya da 70'lere ait müzikler dinlerdim. ... saatlerce..

Klasik müzikse ilk kez ağbimin seçimi olmuştu bizde.

20 yaşlarında birden bir şekilde klasik müziğe merak sarmıştı o.

Bir zaman sonra klasik müzik evde sürekli duyulmaya başlamıştı.

Hem de o  bu müziği  sonuna kadar açarak dinliyordu!

Beni ise bu müziğe ilk kez yaklaştıran, "Amadeus" filmi olmuştu.

Gelmiş geçmiş en büyük müzik dehalarından biri sayılan Mozart'ın hayatına "hayali bir pencereden" bakan , onun deli dolu, çocuksu kişiliğini  perdeye mükemmel bir büyüyle taşıyan unutulmaz  bir Hollywood yapımıydı; Amadeus!

Ünlü Çek yapımcı Milos Forman tarafından , 1984' te sinemaya uyarlanan bu drama, oynadığında çok ses getirmişti.

O dönemde 50 Uluslararası  ödüle aday gösterilen ve bunlardan 40' tan fazlasını alan, 8 Oscar toplayan bu filmi seyrettiğimde sanki bir görüntü ve müzik şöleninden çıkmış gibi olmuştum.

Filmin getirdiği başarıya rağmen gerçekçiliği açısından kimi tarihçileri çileden çıkarmışsa da Amadeus bugüne dek yapılan en iyi yüz film içindedir .

Tarihçileri neden çileden çıkarmıştı peki?

Antonio Salieri " Amadeus " 'ta Mozart'ı ölesiye kıskandığı için Mozart'ın ölümünü planlayan kişi olarak çizilmiş. 

Salieri'nin Mozart'ın dahiliği karşısında çileden çıkışıyla ölesiye kıskançlığının onu deliye döndürmesi üzerine kurulan ana temanın tarihi bir gerçekliği yokmuş!

Viyana'da, Kutsal İmparator II. Joseph'in sarayı'nda öğretmenlik yapan, 18. yüzyıl operasının gelişiminde büyük rolü olmuş, zamanın  önemli  bestecilerinden biri, orkestra şefi ve eğitmen olan Salieri'nin Mozart'ı öldürmeyi düşündüğü iddiasının tarihçilerce yalanlandığı çok kez yazıldı.

Aslında Peter Shaffer tarafından sinemaya uyarlanan Amadeus'u ilk kez sahneye koyan 19. yüzyıl oyun yazarı ve romancı Rus Alexander Pushkin olmuş.

Pushkin Salieri'yle  Mozart arasındaki rekabetten iyi bir drama yaratabileceğini düşünerek bir oyun yazmış. Ve ilk kez 1890'da bu oyunu sahneye koymuş.

Nikolai Korsakov ise daha sonra bu oyunu opera olarak bestelemiş.

1979 yılında ise   Peter Shaffer, Londra Ulusal Tiyatrosu'nda bu oyunu sahnelediğinde yönetmen Milos Forman oyunun prömier'inde  bulunduğunda sahne'de gördüğü drama'dan öyle etkilenmiş ki Shaffer'e oyunu sinemaya uyarlamayı teklif etmiş

Filmin senaryo yazarı olan Peter Shaffer, senaryoyu yazmadan evvel Mozart hakkında çok geniş bir araştırma yapmış ve besteci hakkında bir çok şey okumuş. Bunlardan biri de Mozart'ın mektuplarıymış. 

Bu mektuplarda okuduğu Mozart, bir taraftan sekiz yaşlarındaki yaramaz bir çocuk gibi davranan diğer taraftan inanılmaz eserler üreten biriymiş gerçekten.

Kralın Sarayında eserlerini dinlemeye gelen aristokratlara özel konserler için çağrılan genç adam aynı sarayın yan odalarında masa altlarında yaramaz çocuklar gibi karısının peşinde koşup kahkahalar atıyordu.

Sonucta , Salieri'yle bu şekilde bir rekabet yaşadıkları  doğru değilse de Mozart'ın kimi anlamda soytarı kılıklı bir dahi olduğu sanırım doğruymuş

İşte Shaffer filminde bunu seyirciye yansıtmak istemiş.

Shaffer zaten Amadeus'un  belgesel biyografi amacı taşımadığını da açıklamış.

Bu filmdeki,  dönemin rengarenk giyimleri, kadınların saten elbiselerinin ihtişamı,  göz dolduran mekanlar ve saraylarla bütünleşen Mozart'ın müziğinin  kulakları her bir yandan kuşatışı hayatımda ilk  defa bu tür müziğin insanda ne kadar farklı bir heyecan yaratabildiğini farketmeme vesile oldu.

Amadeus'un ardından bu yapımı yeniden ve yeniden izledim ve biraz olsun Mozart'ın müziğini tanıdım.

Mozart müzik tekniği , farklı stilleri özümsemedeki çabukluğu ve becerisiyle gelmiş geçmiş besteciler içinde en büyüklerinden biri bugüne dek.

Böylesi bir müzik dehasının hayatını çok genç yaşta tam bir zavallı gibi bitirmesi ise çok acıdır

Filmin sonu aklımdan hiç çıkmadı.

Cenazesini karlarla örtülü yollardan, alelade bir mezarlığa doğru götüren atlı arabayı takip eden ailesinden başka kimse yoktu orada. Siyah beze sarılı olduğu halde onu son kez kutsayan pederin duasının ardından toprağa atılan o insanın  kimse için bir değeri yokmuş gibiydi öldüğünde.

İşte o son sahnede çalan  Requiem ( Lacrimosa ) benim için unutulmaz bir kapanıştı.

Klasik müzik hala en çok dinlediğim müzik türü değilse de , zaman zaman beni dinlendirecek, yatıştıracak bir şey aradığımda kimi klasik melodiler bana ilaç gibi gelirler.


Batya R. GALANTI 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder