Okul'da bir Cumartesi gecesi
Fonda çalan şarkı It's a sin . 1987' ye giden bu şarkı bir akşam üstünü hatırlatıyor bana
İstanbul'un soğuk ve karanlık kış gecelerinden birinde okulda ilk kez farklı bir aktivite'de bulmuştuk kendimizi.
Bir kaç saatlik bir eğlence, son sınıfların tertipleyip. organize ettikleri müzikli bir toplantıydı bu .
O güne dek sadece hesaplar, kitaplar ve defterlerle uğraştığım duvarların arkasında, tam takım ışıklandırma ve hiç bir şeyin eksik bırakılmadığı müzikli, farklı bir atmosfer olacaktı bu defa.
Okulu sadece eğitim çerçevesinde tanıyan biri olarak bana o gece orası diğerlerinden çok ama çok farklı görünmüştü.
Ben genelde okuldaki faaliyetlere katılan biri olmamıştım. Ne tiyatro, ne şiirler, ne törenler ne de gösteriler.. Son derece düz bir öğrencilik hayatım olmuştu.. Çekingen bir yapım olduğu için beni ön plana çıkaracak aktiviteleri seçmemiştim hiç.
Bir tek 10. sınıftayken, erkek tarafının en üst katlarında kapalı bir eski basket salonu vardı. Haftada bir, okulun iki tarafında da dersler bitip tüm bina talebelerden boşaldıktan sonra ben kız tarafından erkek tarafına geçerek. üzerimi değiştirdikten sonra o salonda basket antremanlarına katılırdım.
Okulun kız basket takımına katılmıştım.
Okulun diğer tarafına geçtiğim zaman, yerin büyüklüğü ve karışıklığı bana adeta ürkütücü gelirdi..Her defasında erkek tarafına geçtiğimde o koskoca binanın içinde insanın kolayca kaybolabileceğini düşünürdüm.
Uzun bir tarihi olan okulda, geçen senelerle yan yana eklenen irili ufaklı binalardan bu kocaman kompleks oluşmuştu. ( Öyle gibiydi!)
Partinin tertiplendiği geceyse oraya o zamanlar benim en iyi dostum olan Rejin'le buluşup gelmiştik. Lisemiz hakkında ayrıca bir sürü hikaye anlatılırdı.. O gün içinde bulunduğumuz binanın bir bölümü 1700'lerden beri ayakta duruyordu. En azından erkek tarafının tarihi 1700'lere dayanıyordu. ( Okulun hikayesi ise taa 1300'lerde Galata'nın bir Ceneviz kolonisi olduğu tarihlere kadar uzanıyor diye yazıyor ) Girişindeki kilisesinin altlarından bir yerlerden Taksim'e kadar uzanan bir tünel bulunduğu hikayesi gerçekmiydi bilmem.
Bina'da o zamanlar hala kimi rahip ve rahibeler ikamet ediyorlardı. Ve ben burada yaşayan o bir kaç insanın kocaman koridorlarıyla, yüksek tavanları olan bu devasa kompleksin içinde kendilerine ayrılmış odalarında gece uyumaktan nasıl korkmadıklarını düşünürdüm.
Biz ise ilk defa bir Cumartesi akşamı oradaydık. Binayı çocuklar terk etmişken orada o gün sadece biz vardık ve belki saklı olan bir şeyler daha
Etraftaki her küçük ses kocaman yankı yaparken ben ve arkadaşım okulun içinde gezinir bulmuştuk kendimizi çünkü daha parti başlamamıştı ...
O anlar bir an dün gibi gözlerimdeler...
Girişin oralarda dolanırken ben sağ tarafta ilk kez bir kapı olduğunu farkettim Binanın girişinde, hemen içeride küçük bir kapıydı bu. İlk kez görüyordum, ya da ilk kez o kapı açıktı. Yanımda arkadaşımdan başka biri daha vardı. Yüzünü şu an hiç hatırlamadığım bir kız daha. Kapıdan içeri kafamı sokar gibi olunca daracık bir merdiven oldugunu gördüm.
Döne döne yukarı çıkan küçücük basamaklardı bunlar. Bir çok şeye cesareti olmayan ben, hiç olmadık yerde merakıma kapılıp cesaretlenirdim birden. " Yukarı çıkalım mı derken heyecanla, " Rejin'in ; " Saçmalama " demesine kalmadan yanımızdaki diğer kızı arkamdan çekerek, bir adım ötede karşıma nelerin ya da kimlerin çıkacabileceğini düşünmeden basamakları tırmanmaya başladım. Ve saniyeler icinde kendimi giriş katının bir üstünde buldum.
Pırıl pırıl olan yerler ve her adım başı yerleştirilmiş kocaman saksılarla burası bambaşka bir havadaydi.
Sanki bir otelde gibiydik o an. Bir iki dakika içinde okulumuzda son kalan üç Fransız din adamının yaşadığı alanda bulmuştuk kendimizi.
Ve hemen yanımda masalımsı bir başka kapı gördüm. Küçük, ahşap, yukarı kısmı camdan bir kapıydı bu. Hiç işim yokmuş gibi onu da açtım. Dedim ya okulun gizemini keşfediyordum birden. Bu kez karşıma çok sevimli, güzel ve mini mini bir şapel çıktı. Ya peki o anda o insanlar orada dua ediyor olsa idiler. Ne diyecektim ben?? Ama boştu. Her şey o kadar düzgün, o kadar temiz, o kadar estetikti ki. Kırmızı bir halıyla kaplı olan iki basamakla inilen küçük oda yine aynı halıyla örtülmüştü. Sol tarafta ahşap bir iskemle ve yine ahşap altar , daha ileride de yine karşı yöne doğru yerleştirilmiş yan yana iki iskemle daha vardı. Ben ağzım açık bakarken arkadan, koridorun sonundan bir yerden birden bir kapı kuvvetle vuruldu. Bir an öyle korktum ki. Ya karşıma o an müdür çıksaydı ne derdim bilmem.
Belki bizi gören görmüştü bile. Neyse korkuyla aynı merdivenlerden hızla aşağıya indik yeniden..
İki saat sonra tüm 11'lerin doldurduğu salonda parti son hızıyla devam ederken ben bu kez tualete gitmek istemiştim. Kalabalığın ortasında kendime geçecek yol bulmak için insanları yararak çıktığım bahçeye göz attığımda artık hava kararmıştı. Arkamda ise o an bulunduğum ortamı adeta tamamlayan şarkı çalmaya başlamıştı.. It's a sin! Kiliseyi, manastırları..kafamdaki tüm gizemli şeyleri uyandıran bir melodiydi bu. Arada çok sıkışmıştım ama o saatte okulun hangi tualetine tek başıma gidecek cesaretim vardı ki? Kocaman avluda durdum..şarkının sözleri bana Umberto Eco'nun aynı adlı romanından uyarlanmış olan "Gülün Adı" filminin içindeymişim gibi bir his yarattı. Ortaçağ'da geçen, bir manastırdaki faili meçhul cinayetleri araştırmaya gelen Sean Connery.. Kocaman avlunun karşısındaki gri duvarlardaki pencerelere yansıyan kimi gölgelerle birlikte , ellerinde mumlarla geçen keşişler canlandı gözlerimde.. Ve içerideki kalabalığın arasına geri döndüm.
Kendi başıma kalınca avlunun orta yerinde bir an o koca binanın karanlığındaki bilinmezlerden korktum. Ve eve gidene kadar o gün ihtiyacımı tutmak zorunda kaldım..
Ve o şarkıyı ne zaman duysam bana o günü hatırlattı ..
Her şarkının bir anısı vardır. Hayatın farklı bir dönemine aittirler. Kimi çocukluğumuzu, kimi çocuklarımızı hatırlatır. Kimi yarım kalmış bir roman gibidir, kimi yaşanmamış bir aşk, kimiyse başlamadan biten bir maceradır...
Batya
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder