Geçenlerde anneme sordum, " Anne, Tant Ceni Israel'den Türkiye'ye neden geri dönmüştü bir ara?'
1986 senesinde daha 63 yaşında iken Karaciğer Kanseri yüzünden vefaat eden büyük teyzemi öyle çok yakından tanıma fırsatım olmadığı halde onu çok severdim.
Kimi yazlar bizi ziyarete gelirdi.
Her gelişinde bizimle yaklaşık bir aylık bir zaman geçirirdi. Büyük bir özlem duyduğu kardeşlerini görmek için gelirdi ama esasen Türkiye'ye pek bir bağlılık hissetmezdi o .
Benimse ona karşı büyük bir hayranlığım vardı. Sanırım onun kendine özgü o saygınlık yaratan karakteriydi beni ona bu kadar çeken. Kocaman, yemyeşil ve hafif çekik olan gözlerindeki sevgi dolu bakışlarındaki zeka pırıltılarımıydı bu bilmem.
O da annemin babası gibi uzun boyluydu. Epey toplu bir insan olmakla birlikte her zaman kendinden emin bir duruşu vardı. Fransızcayı Alliance okulunu bitirdiği için iyi bilirdi ve bazen ona yazıdğım mektuplarıma Fransızca cevaplar yazardı ..
Israel'i çok seven teyzem Türkiye'de kalan Yahudi Cemiyetinin anti Israel duruşundan nefret ederdi.... Büyükada'da yaşayan Yahudilerin lüks hayat peşinde koşmalarını hiç durmadan yererken haklıydı. Türkiye'de kalmış bir kaç bin Yahudinin birbirlerine kendilerini ıspatlamak için yarattıkları o yüzeysel ve maddi değerlerin çok öne çıktığı ortam yeterince yorucuydu.
Teyzemin Israel'den Türkiye'ye ilk etaptaki geri dönüşünün sebepleri ise yaşadıkları olağanüstü güçlüklerdi.
Israel'in kuruluşunun hemen ardından, 1950'de yeni evli bir çift olarak vapurla vardığı bu yerde yaşam sandığından çok daha zor olacaktı teyzem için..
Ben 14-15 yaşıma gelip ilk kez arkadaşlarımla gezmeye ve kimi gruplarda çıkmaya başladığımda Israel sevgimin bir çoğunda hiç olmadığını farkedip her defasında şaşırıyor hayal kırıklığına uğruyordum. .. Israel'de çok zor bir hayat olduğunu söyleyen ufaklıkların, daha o yaşlarında Israel'in hayatını nereden bildiklerini bile bilmiyordum..
Cemiyetimizde Israel, insanların mecburiyetten göç ettikleri, hayatın çok zor olduğu, boğaz'ın ve adanın olmadığı, savaşlarınsa hiç bitmediği yabani insanların memleketi olarak sembolleşmişti zihinlerinde. Artık bir klasiğe müşsdönmüş olan sözle belirtirlerdi çoğu fikirlerini; Orada hayat yok!
Kısacası, "Başka seçeneği olmayanların ülkesiydi Israel!."
Halbuki teyzem eşiyle sahip oldukları işlerine ve diğerlerinden pek farklı olmayan hayatına rağmen gitmişti Israel'e... Her göç edenin sebepleri aynı değildi ama insanlar bunu Türkiye'de pek bilmiyordu.
Teyzemin Israel'den Türkiye'ye ilk etaptaki geri dönüşünün sebepleri ise yaşadıkları olağanüstü güçlüklerdi.
Israel'in kuruluşunun hemen ardından, 1950'de yeni evli bir çift olarak vapurla vardığı bu yerde yaşam sandığından çok daha zor olacaktı teyzem için..
Ben 14-15 yaşıma gelip ilk kez arkadaşlarımla gezmeye ve kimi gruplarda çıkmaya başladığımda Israel sevgimin bir çoğunda hiç olmadığını farkedip her defasında şaşırıyor hayal kırıklığına uğruyordum. .. Israel'de çok zor bir hayat olduğunu söyleyen ufaklıkların, daha o yaşlarında Israel'in hayatını nereden bildiklerini bile bilmiyordum..
Cemiyetimizde Israel, insanların mecburiyetten göç ettikleri, hayatın çok zor olduğu, boğaz'ın ve adanın olmadığı, savaşlarınsa hiç bitmediği yabani insanların memleketi olarak sembolleşmişti zihinlerinde. Artık bir klasiğe müşsdönmüş olan sözle belirtirlerdi çoğu fikirlerini; Orada hayat yok!
Kısacası, "Başka seçeneği olmayanların ülkesiydi Israel!."
Halbuki teyzem eşiyle sahip oldukları işlerine ve diğerlerinden pek farklı olmayan hayatına rağmen gitmişti Israel'e... Her göç edenin sebepleri aynı değildi ama insanlar bunu Türkiye'de pek bilmiyordu.
Türk Yahudileri'nde " siyonizm " olgusu mevcut değildi .
Teyzemse tam bir idealistti. Sanırım onu diğerlerinden farklı kılan şey de buydu.. Kimi insanlar bulundukları duruma en basit şekilde kendilerini adapte eder ve toplumun kendilerinden beklediği neyse o şekilde davranır ve yaşarlar.. Bir diğerleri, kendi ideallerinin arkasında koşarlar ve işte o kişilerse bir şeyleri değiştirmek için dünyaya gelenlerdir..
Teyzem her daim okuyan, bilen bir insandı ve bazı şeylerin değişmesi gerektiğine inanmışsa eğer, kaldığı yerden devam etmek istemeyecek kadar azimli ve cesurdu.. Hiç bilinmedik maceralara atılmakta sanırım bunun içindeydi onun için..
Sene 1950'de Ceni eşi Anri ile beraber göç etmişler Israel'e . Sıfırdan başlayacakları bir yere.. Kurulduğu ilk günden yedi devlete karşı savaşmak zorunda kalan 800.000 nüfuslu bir ülkeye gelmişlerdi. 2000 yıl aradan sonra yaşanan yepyeni mucizelerin başıydı sanırım bu savaş!! Kendinden kat kat üstün bir nüfusa karşı verilen savunmanın dışında , uluslararası cemiyetin onlar için tayin ettiği toprakları katlayarak büyüten cesur savaşçılar olmalıydılar buraya ilk göç edenler. Bir daha kimsenin onları yok etmesine izin vermeyeceklerine and içmişlerdi ..
Belkide Türkiye'deki o zamanlar yeterince küçülen cemiyetimizi diğer Yahudilerden farklı kılan şey Türk Yahudilerinin soykırımı yaşamamış olmalarıydı. Türkiyenin II. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalmış olması , bizimkileri mucizevi olarak hayatta bırakmıştı. Ama bu Türkiye'de bizi gerçekten korumak istedikleri ve bizleri çok sevdikleri anlamına gelmiyordu. Nefret yeterince vardı ve eğer bir savaş olsaydı İstanbul'da fırınların çoktan hazır olduğunu herkes iyi biliyordu..
Teyzemi Israel'den bir dönem için geri getiren şey yaşadıkları çadırların sellere kapılıp gidişiydi...
Yahudilerin arapların evlerini ellerinden aldıklarını iddia edenlere anlatmak gerekir buraya ilk gelenlerin nerelerde ve hangi koşullarda yaşamak zorunda kaldıklarını... ilk seneler buralarda geçirilen hayatın nasıl fedakarlıklar gerektirdiğini.
Israel'in ilk yıllarında, Arap ülkelerinden bir çırpıda her şeylerine el konularak, kapı dışarı edilen Yahudileri, Soykırımdan kurtulup, yeni bir yaşam amacıyla yine hiç bir varlıkları olmadan sığınanları karşılaması gerekiyordu... Güney Tel Aviv'de, Yafo'da çadırlarda yaşıyordu bir çok göçmenler..Teyzemler de İstanbul'da bıraktıkları işleri ve evleri yerine bir çadıra yerleşmişlerdi, Shunat HaTikva'da, ( Güney Tel Aviv'de ) . Daha yolların ve kanalizasyon sisteminin bile olmadığı topraklar üzerinde yaşadıkları yıllardı bu yıllar...
Israel'de maaborot denilen çadır kentlerdeki yaşam
Annem çocukluğunda teyzeme ne kadar bağlı olduğunu anımsar. Ceni gece çıktığı zaman, geri geldiğini duymadan uykuya dalamazdım bir türlü der.. Her an ahşap merdivenlerin gıcırtısına kulağımı verirdim.. Onun adımlarını artık çok iyi tanıyordum. O döndüğü zaman yüreğim rahatlardı ve ancak o zaman uykuya dalardım diye anlatır.
Peki 1955'te ne oldu ?..
Bir gün yaşanan bir sel her şeyi bir anda silip süpürmüş. Işte o zaman en baştan başlamak gerekiyormuş.. Bir an tüm ümitlerini kaybedince Ceni'nin ilk düşündüğü şey ailesine yeniden geri dönmek olmuş...
Ve böylece babasının da yardımıyla, Ortaköy'de Portokal yokuşu üzerinde , onlara hemen yakın, küçük bir ev bulmuşlar.
Teyzem daha döneli çok zaman geçmeden yaşanan korkunç olaylar, bir gece yeniden bir anda herşeyi değiştirmiş!
Dereboyundaki ahşap evin orta katında biz otururduk diyor annem. Yukarıda bir sürü kedileri olan Şalom ailesi ve bodrum katında da yakın bir komşuluk paylaştıkları iki çocuklu fakir bir Rum aile yaşıyormuş.
Bir gün Yunanistan'ın Selanik şehrinde, Atatürk'ün doğduğu ev olarak bilinen köşke " sözde" bombalı saldırı olduğu haberi bir anda İstanbul'un altını üstüne getirmeye yetmiş. Uydurulumuş bir olay o sözde modern Türk gençliğinin azılı bekçilerine hemen ellerine sopaları alarak , Beyoğlu'nda , Balat'ta, Kuzguncuk ve Ortaköy'de bildikleri, tanıdıkları ve tanımadıkları azınlıklara ait iş yerlerini ve evleri yağmalamaları için yeşil ışık yakmış!!
O gece dedemin evine de dayanan haydutlar onlar kapıyı açmadan gitmeye niyetli görünmüyorlardı der annem. Ortaköy'deki nasyonalist gençlik dolduruşa gelmişti yeterince..
Gözlerini diktikleri Rum kızı Eleni'yi arıyorlarmış! Alt komşularının kızları olan Eleni'yi..Brigitte Bardot'ya benzeyen, güzelliğiyle tüm Ortaköy'de ünlenen genç kızı annemler saklamışlar evlerinde.. Sade Eleni değil, tüm aile içerideki odalardan birindeymiş.. Aşağıda zorla girdikleri Rum aileyi evlerinde bulamayınca yukarı çıkmışlar. Aralarında birinin sopasında bir kilot asılı olduğu halde bağırıyormuş dışarılarda , İşte! Eleni'nin kilodu diye..
Teyzem hamile olduğu halde dikilmiş kapıda. Burası onların evi değil, gidin buradan . Dedim ya teyzem cesur kadındı! Dedem bağırışları duyunca gelmiş o an.. Ve kapıya dayanan o haydutlar dedemi farkedince birden şaşırıp geri adım atmışlar; " Avraham usta , burasının senin evin olduğunu bilmiyorduk, affet!!.. Tüm evinin eşyalarını kendi eliyle yapmış olan marangoz dedem, o civarlarda bir fabrikanın ustabaşısıymış o zamanlar. Ve o an evlerine dayananlarsa hep kendi işyerindeki işçilermiş.. Onu görünce terkedip gitmiş hepsi..
Yine aynı dönemde Tant Ceni'ye" Pis Yahudi !" diye seslenen bir kişinin çirkin sözleri, Türkiye'de bir defa daha Türkten başka kimseye gerçekten rahat bir yaşamın söz konusu olmadığını gösterdiğinde, bu kez Israel'e bir daha hiç geri dönmemek üzere gitmesinin yolu açılmış!
1948 ve sonrasında Israel'de var olan tek şey, kimi barakalar ve kum tepeleri idi.
Teyzemse tam bir idealistti. Sanırım onu diğerlerinden farklı kılan şey de buydu.. Kimi insanlar bulundukları duruma en basit şekilde kendilerini adapte eder ve toplumun kendilerinden beklediği neyse o şekilde davranır ve yaşarlar.. Bir diğerleri, kendi ideallerinin arkasında koşarlar ve işte o kişilerse bir şeyleri değiştirmek için dünyaya gelenlerdir..
Teyzem her daim okuyan, bilen bir insandı ve bazı şeylerin değişmesi gerektiğine inanmışsa eğer, kaldığı yerden devam etmek istemeyecek kadar azimli ve cesurdu.. Hiç bilinmedik maceralara atılmakta sanırım bunun içindeydi onun için..
Sene 1950'de Ceni eşi Anri ile beraber göç etmişler Israel'e . Sıfırdan başlayacakları bir yere.. Kurulduğu ilk günden yedi devlete karşı savaşmak zorunda kalan 800.000 nüfuslu bir ülkeye gelmişlerdi. 2000 yıl aradan sonra yaşanan yepyeni mucizelerin başıydı sanırım bu savaş!! Kendinden kat kat üstün bir nüfusa karşı verilen savunmanın dışında , uluslararası cemiyetin onlar için tayin ettiği toprakları katlayarak büyüten cesur savaşçılar olmalıydılar buraya ilk göç edenler. Bir daha kimsenin onları yok etmesine izin vermeyeceklerine and içmişlerdi ..
Belkide Türkiye'deki o zamanlar yeterince küçülen cemiyetimizi diğer Yahudilerden farklı kılan şey Türk Yahudilerinin soykırımı yaşamamış olmalarıydı. Türkiyenin II. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalmış olması , bizimkileri mucizevi olarak hayatta bırakmıştı. Ama bu Türkiye'de bizi gerçekten korumak istedikleri ve bizleri çok sevdikleri anlamına gelmiyordu. Nefret yeterince vardı ve eğer bir savaş olsaydı İstanbul'da fırınların çoktan hazır olduğunu herkes iyi biliyordu..
Teyzemi Israel'den bir dönem için geri getiren şey yaşadıkları çadırların sellere kapılıp gidişiydi...
Yahudilerin arapların evlerini ellerinden aldıklarını iddia edenlere anlatmak gerekir buraya ilk gelenlerin nerelerde ve hangi koşullarda yaşamak zorunda kaldıklarını... ilk seneler buralarda geçirilen hayatın nasıl fedakarlıklar gerektirdiğini.
Israel'in ilk yıllarında, Arap ülkelerinden bir çırpıda her şeylerine el konularak, kapı dışarı edilen Yahudileri, Soykırımdan kurtulup, yeni bir yaşam amacıyla yine hiç bir varlıkları olmadan sığınanları karşılaması gerekiyordu... Güney Tel Aviv'de, Yafo'da çadırlarda yaşıyordu bir çok göçmenler..Teyzemler de İstanbul'da bıraktıkları işleri ve evleri yerine bir çadıra yerleşmişlerdi, Shunat HaTikva'da, ( Güney Tel Aviv'de ) . Daha yolların ve kanalizasyon sisteminin bile olmadığı topraklar üzerinde yaşadıkları yıllardı bu yıllar...
Israel'de maaborot denilen çadır kentlerdeki yaşam
Annem çocukluğunda teyzeme ne kadar bağlı olduğunu anımsar. Ceni gece çıktığı zaman, geri geldiğini duymadan uykuya dalamazdım bir türlü der.. Her an ahşap merdivenlerin gıcırtısına kulağımı verirdim.. Onun adımlarını artık çok iyi tanıyordum. O döndüğü zaman yüreğim rahatlardı ve ancak o zaman uykuya dalardım diye anlatır.
Peki 1955'te ne oldu ?..
Bir gün yaşanan bir sel her şeyi bir anda silip süpürmüş. Işte o zaman en baştan başlamak gerekiyormuş.. Bir an tüm ümitlerini kaybedince Ceni'nin ilk düşündüğü şey ailesine yeniden geri dönmek olmuş...
Ve böylece babasının da yardımıyla, Ortaköy'de Portokal yokuşu üzerinde , onlara hemen yakın, küçük bir ev bulmuşlar.
Teyzem daha döneli çok zaman geçmeden yaşanan korkunç olaylar, bir gece yeniden bir anda herşeyi değiştirmiş!
Dereboyundaki ahşap evin orta katında biz otururduk diyor annem. Yukarıda bir sürü kedileri olan Şalom ailesi ve bodrum katında da yakın bir komşuluk paylaştıkları iki çocuklu fakir bir Rum aile yaşıyormuş.
Bir gün Yunanistan'ın Selanik şehrinde, Atatürk'ün doğduğu ev olarak bilinen köşke " sözde" bombalı saldırı olduğu haberi bir anda İstanbul'un altını üstüne getirmeye yetmiş. Uydurulumuş bir olay o sözde modern Türk gençliğinin azılı bekçilerine hemen ellerine sopaları alarak , Beyoğlu'nda , Balat'ta, Kuzguncuk ve Ortaköy'de bildikleri, tanıdıkları ve tanımadıkları azınlıklara ait iş yerlerini ve evleri yağmalamaları için yeşil ışık yakmış!!
O gece dedemin evine de dayanan haydutlar onlar kapıyı açmadan gitmeye niyetli görünmüyorlardı der annem. Ortaköy'deki nasyonalist gençlik dolduruşa gelmişti yeterince..
Gözlerini diktikleri Rum kızı Eleni'yi arıyorlarmış! Alt komşularının kızları olan Eleni'yi..Brigitte Bardot'ya benzeyen, güzelliğiyle tüm Ortaköy'de ünlenen genç kızı annemler saklamışlar evlerinde.. Sade Eleni değil, tüm aile içerideki odalardan birindeymiş.. Aşağıda zorla girdikleri Rum aileyi evlerinde bulamayınca yukarı çıkmışlar. Aralarında birinin sopasında bir kilot asılı olduğu halde bağırıyormuş dışarılarda , İşte! Eleni'nin kilodu diye..
Teyzem hamile olduğu halde dikilmiş kapıda. Burası onların evi değil, gidin buradan . Dedim ya teyzem cesur kadındı! Dedem bağırışları duyunca gelmiş o an.. Ve kapıya dayanan o haydutlar dedemi farkedince birden şaşırıp geri adım atmışlar; " Avraham usta , burasının senin evin olduğunu bilmiyorduk, affet!!.. Tüm evinin eşyalarını kendi eliyle yapmış olan marangoz dedem, o civarlarda bir fabrikanın ustabaşısıymış o zamanlar. Ve o an evlerine dayananlarsa hep kendi işyerindeki işçilermiş.. Onu görünce terkedip gitmiş hepsi..
1948 ve sonrasında Israel'de var olan tek şey, kimi barakalar ve kum tepeleri idi.
Tel Aviv ya da kimi ufak tefek yerleşim yerlerinde 1800'lerden o günlere göç eden Yahudilerin ellerinden çıkmış evler vardı..Buraya gelenler sıfirdan başlamak zorundaydılar.
Israel sıfırdan başlayanların ülkesiydi.. Israel'e farklı yerlerinden, farklı seviyede, farklı kültürlerde yetişmiş insanlar dört tarafı çöl olan bu yerlerde, yol yapımında, ev inşaatlerinde , toprak sürmede, sebze ve meyve yetiştirmekte çalıştılar. Düne kadar doktor, mühendis ya da kendi işinin patronu olanlar asker oldular, silah tuttular işçi ya da hamal oldular.
Yüz yıllar boyu unuttukları savaş kanunlarını yeniden hatırladılar.
Bu kez bir daha geri dönmemek üzere..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder