Çocukluğumdaki evimizin oturma odasını hatırlarım. Normal günlerde ailece oturduğumuz odaydı bu. Çünkü salon sadece misafirler ya da özel günler için kullanılan bir yerdi. Oturma odasıysa günlük hayatımızın büyük bir bölümünü geçirdiğimiz, yine pek küçük olmayan, koltuklar ve ortada bir masayla, komple döşenmiş ayrı bir yaşam alanıydı. Misafirler için kullanıma açık tutulması gerektiğine inanılan salonu ve buradaki şık eşyaları eskitmemek için, çekirdek aileye ayrılan bir küçük salon fikriydi bu. Bir çeşit gelenek, bir Türk evi mantığıydı bu sanırım.
Çok defa, Türkiye'de, ödenmeyen aidatlar yüzünden, kömür alındı alınmadı hikayeleriyle mevsimin en soğuk günlerinde ısıtmada sorunlar yaşadığımız dönemlerde, kışın yağmurlu geceleriyle, ısının 5-6 derecelere indiği hatta kar yağdığı günlerde evi sıcak tutmak için kalorifer dışında başka yollara başvurmak durumunda kaldığımızda, oturma odasının kapısını kapatıp, içeride saatlerce küçücük bir sobayla oturduğumuzda ben eşofmanımın içinde hala yeterince üşüdüğümü anımsarım.
Odanın tepesindeki lambadan yayılan sarı ışıkla beraber kapı pervazının yukarısına monte edilmiş beyaz floresanın altında otururken, odadaki ortamın rengi de beyaz sarı tonlarındaydı sanki. Kimi an içinizi ısıtan, çoğu kezse soğuk, soluk hatta pek çok defa dondurucu bir atmosferdi bu..Yıllarca süren, bir çeşit alışkanlığa dönen aile içi monoton ilişkilerle, belli bir mesafenin umursamazlığa, lakayitliğe vardığı tuhaf bir aile ortamında geçen zamanların, aynı çatı altında yaşayan insanların iletişim bozukluğuna karışan tutumlarıyla şekillenen aile kavramının, kimi bozuk dengelerin arasında serpilen, büyüyen, bir anlamda kendini arayan ve herşeyi terketmek için yanıp tutuşan genç bir insanın geçirdiği "son dönemi " hatırlatan oda... Bugün ne hayallerde, ne de gerçekte izi kalmamış o odadan geriye sadece beyaz floresan ışığın yarattığı etki vardır belki de...
Seneler önce floresan ışığının insanları depresif bir ruh haline soktuğu konusunda bir araştırma yazısı okumuştum.
Floresan lambalar öncelikle tasarruf için kullanıldıklarından genelde ya hastaneleri ya da devlet dairelerini anımsatırlar. Çünkü en çok bu yerlerde görürsünüz bu beyaz lambaları. Ya da elektrik faturasının yüklü gelmesinden çekinen insanların, eski zamanlarda evlerinin her odasına koydukları bu ampuller belki de kimi yoklukla bütünleşen duygulara da götürürler insanı.
Sonuçta bir şeyin hem bilimsel hem de psikolojik boyutları vardır genelde. Birincisi bir şeyin, bir durum ya da cismin bedeninize yaptığı açık, ölçülebilir etkilerdir, diğeriyse zihninizde yer eden duygularla, fikirlerin, algıların, hatıra ya da çağrışımların düşüncelerinizde sizi nerelere götürdükleriyle ilgilidirler.
Bazen Pitzi'yi dışarıda gezdirirken, aşağımızdaki parkın etrafını çevreleyen apartmanların camlarından çevreye yansıyan ışıklara bakarım. Aynen çocukluğumdaki gibi. Çoğu evlerde bugüne dek kullanılan o beyaz floresan ışığını tercih edenlerin ne kadar çok olduğunu gördüğümde baya şaşırırım her defasında. Bu ışığın diğerine göre daha iyi aydınlattığına inananlar vardır ya!!! Ve beyaz ışığı sevenler....
Dışarıya beyaz ışık yansıyan bir evde sıcak bir ortam hayal etmek zor geliyor bana. Gözüm hep farklı bir şeyleri arıyor. Bir de kocaman spotlar yerine yumuşak tonları mesela... Salonun bir köşesindeki camın kenarına bitişik köşede yanan bir abajur olabilir bu. Ve o abajurun bulunduğu yerdeki koltuğun yastıkları arasında, ellerinde sıcacık birer içecek ve hafif bir müzikle günün son saatlerini birlikte dinlenirken bir iki satır bir şey okumakla geçiren insanları düşlüyorum bir an. Ya da yorucu bir günün sonunda, gün boyu yaşadıklarını paylaşan çiftin konuşmalarının arkasından yan odada yanan Mickey Mouse lambanın bitişiğindeki yatağında kendi kendine mırıldandığı melodiyle huzurlu bir uykuya dalmak üzere olan küçük bir çocuğu hayal ediyorum... Evlerin camlarından dışarı vuran ışıkların taşıdığı düşlere sık sık dalar giderim ben...bizim kocaman apartman bloklarının ortasında dolanırken, senelerle büyüyen serpilen ağaçların altında, sanki bir korunun içindeymişim gibi bir his yaşatan parkın içinde diğer köpeklerin arasına karışan bizimkisinin bir o bacak ve bir diğerini kaldırıken her bir iki metrede koyduğu işaretlerin arkasından, kulağımda çalan melodinin temposu içinde kaybolup gittiğim dakikalarda...
Geçenlerde söylediğim gibi, duyularımız tam bir birliktelik içinde çalışıyorlar. Koku alma duyumuzda olduğu gibi, gözümüzün algıladıklarıyla her daim ruhumuza ve beynimize değen şeyler oluyor. Gördüklerimizin bizi götürdüğü geçmişle bugün arası giden hep bir ruh yolculuğumuz vardır. Bazen çocukluğumuzda görmeye alıştıklarımızı bugün bulmak ve yaşatmak için savaşırken bazen de yine çocukluğumuzdaki kimi anıları kimi yaşadıklarımızı hatırlatanlardan kaçmak için çabalar dururuz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder