Başlamadan biten bir hayat hikayesi
Çocukluğumda bir Ahmet Amca vardı. Kimdi bu Ahmet Amca anlatacağım. 6 yaşımdan 11 yaşıma, beş sene boyunca, sabah akşam beni Şişli On Dokuz Mayıs İlkokulu'yla evim arası taşıyan servis şoförüydü Ahmet Amca.
Beyaz sakallarıyla, yine kır saçları olan hafif tombulca yüzlü, orta yaşlı bir adamdı bu. Hep gri, bej kıyafetler giyer, yine bej rengi Peugeot minibüsüyle bizleri getirir götürüdü. Türkçe'de o çok kullanılan terimlerden biri ona gerçekten yakışacak türden bir insandı Ahmet Amca; kısaca "nur yüzlü" bir adamdı o.
Gülümsemesi eksik olmayan, hep yumuşacık bir tonda konuşan tatlı bir insandı. Her gün arabaya bizzat benim, bedenimi eelleriyle kavradığı gibi, hoop diyerek minibüsün içine bindirirdi. Her defasında. nasılsın küçük kız diye sormadan da olmazdı. Çok dostane bir çevrede büyümediğinizde, size gülen insanlar sizi bir kat daha etkiler. Onlara bağlanırsınız adeta. Ben çekingen bir çocuktum. Belki de bu yüzden büyükler beni daha da çok severlerdi. Ahmet Amca da öyle.
O dönem, çocukların seyahat güvenliğinin çok düşünülmeden ayarlandığı servislerden biriydi bu da. Ben severdim yine de :). Bir de her servise binişimden evvel, kıpkırmızı kalem şekerlerden almayı hayal ederdim ilk önce. O şekerlerden kaç kez satın aldığımı bilmiyorum ancak bugüne kadar bende yarattıkları cazibeleri zihnimde yer etmişlerdir.
Ahmet Amcayla gidip geldiğim serviste benimle birlikte seyahat eden çocukları pek anımsamam. Sadece Y'yi unutmam.
Sanırım 10 çocuktan fazlaydık. Yan yan seyahat etmek benim için tam bir cefa olsa da, ki arabayla gitmek midemi bulandırırdı çoğu zaman. Neyseki yolumuz kısaydı. Y dışındaki hiç bir çocuğun simasını bile hatırlamam bugün.
Y kimdi peki? Y Şişli pasajının hemen ilk girişindeki sokakta otururdu. Kocamansur Sokakta. O ve ailesi bizim aile dostlarımızdılar. Yani kısaca Y sadece, okula beraber gittiğim diğer çocuklardan biri değildi. Benden iki yaş küçüktü. Ve onların evlerine zaman zaman gittğimizi anımsarım. Annemlerle birlikte sık sık bulunduğum evlerden biriydi, Y'nin evi. Onu, ablasını ve annelerini çok beğendiğimi anımsarım. Y'nin uzun saçları kulaklarının arkasına düşerdi, ve hep gülen gözleri vardı. Muzur, yaramaz bir çocuktu. Sanırım o yaştaki bir çok erkek çocuğu gibiydi o da. Annesi ve ablasınin, hepsinin güzel yüzleri ve özellikle çok güzel saçları olduğunu hatırlarım. Bazen onlar bize gelirler bazen biz onlara giderdik. Kısaca annelerimiz arkadaştılar, babalarımız da tabii.
Kısaca, Y'ler ve ailesiyle çok yakındık biz. Babamla o aile arasında, maddi, manevi bir güven olacak kadar, yardımlaşmaya varacak kadar büyük bir yakınlıktı bu oluşan. Gerçek bir dostluktu onların aralarındaki.
Ondan bana yadigar en büyük hatıraysa, Büyükada'da ağaçlıklı bir mekanda, bir bahçede, piknik yaptığımız bir gündü. Tam olarak yaşımızı anımsamıyorum. Sanırım ben yine 6 yaşlarımdaysam o da bu hesaba göre daha da küçüktü. Zihnimde kalan tek sahne, toprak zemindeki bir taşa attığım tekmeydi. Karşımda duran Y ona doğru gelen taşı yerden aldığı gibi, bana doğru fırlatmıştı. Alnıma gelen taşın acısını anmsamasam da, o sayniyelerde yüzümden aşağı akan şeyi hatırlıyorum. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Alnıma gelen taştan açılan yaradan kanlar akıyordu ve elimi yüzüme koyup şöyle bir baktığımda elimin kıpkırmızı olduğunu görmüştüm. Birden çığlıklar atmaya başlamıştım. Annemlerin yanına koştuktan sonrası hayal meyal aklımda. Adadaki tek Sağlık Kurumu olan dispansere gitmiştik. Bu yerde sanırım bir tek pansıman yaptırmak mümkündü. Eğer yanlışlıkla kalp krizi geçiren biri olursa adada, ölürdü. Orada başıma pens koymuşlardı.
Y ne yaptığını bilmeyecek kadar küçüktü. Ve tabi kimse ona kızmamıştı. Tahminim, sadece yaptığı şeyin getirdiği zararı anlatmışlardı o zaman.
Ve Y Ahmet Amca'nın servisinin maskotuydu. Hem yaramaz, hem de sevimliydi. Ona lakap bile taktıklarını anımsıyorum. Tom ve Jerry'deki tiplemelerden biriydi ismi, şimdi hangisi olduğunu bilmiyorum.
Bir sabah servisle evlerine geldiğimizde, Y'nin ateşi olduğunu söylemişlerdi. O gün okula gitmemişti Y. Ve ertesi gün yine ateşliydi. Ve günler günleri takip ederken Y okula gitmez olmuştu.
Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum. Annemden Y'nin hastalığının ciddi olduğunu duymuştum. Annesiyle birlikte Israel'e gidiyordu.
Bir yıl sonra, Israel'e uçtuğumuzda, onu göreceğimizi duyduğumda çok sevinmiştim. Annesiyle birlikte teyzemin evine geldikleri akşam Y'nin elinde hediyeler vardı. Kuzinime güzel bir paketin içindeki kalem kutusunu verirken, " en güzelini senin için seçtim "dediğini anımsıyorum. Daha küçücük bir çocuk olarak, ona özel duygular besliyordu.
Güzel saçları tamamen dökülmüş, yüzü aldığı kortizonlardan şişmişti.
Bu onu son görüşümüzdü.
Y daha sonraki aylarda, belki bir sene sonra, bundan emin değilim Lösemi yüzünden hayata gözlerini yumduğunda, bizim için çok yakın bir arkadaşımızın ölümünü anlamak ne derece kolay olmuştu bilmiyorum.
Y'nin rahatsızlığı için geldikleri ülkeden bir daha dönmeyen aile, burada kendilerine iş kurmuş, ilerlemişlerdi. Çok zeki ve atılgan bir kadın olan annesi, kurduğu şirkette hayatını sadece işine adamıştı. Çocuğunun ölümüyle sanırım bir daha hiç aynı insan olmamıştı o.
Seneler sonra, genç bir kız olarak karşısına çıktığımda, ilk aradığı şey, Y'nin attığı taştan alnımda kalan izdi. O izi öpmüştü...
.........................................
Ben. çocukluğumda büyükanne, büyükbaba gibi kavramlarla iç içe büyümedim. Hiç birini tanımadım. Ne bir taraftan ne de diğer. Bu yüzden o insanların sevgisinin tadını da tatmamıştım.
O yüzden bir aile büyüğünün vefaatinin getirdiği üzüntüyü bilmedim çocukken.
Y'nin zamansız ölümüyse, bir çocuğun bile bu dünyadan bir anda göçüp gidebileceğinin göstergesiydi.
Daha ölüm kavramının tam olarak ne olduğunu bile bilmeyen bir çocuğun başlamadan biten hikayesiydi bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder