Yıl 1980, 12 Eylül sabahı, uzun ve farklı bir yazı arkamızda bırakmıştık. Benim, o yıl bir yerlerden kaptığım tuhaf bir viral enfeksiyonla sisen lenf bezlerim ve uzun araştırmalarla devam eden haftalar... Kanser şüphesinin getirdiği korkulu geceler ve sonuçta ortaya konulan basit bir teşhis. Sadece bir iki kutu penisilinle dinen endişeler... Ve aynı günlerin ardından, 70'li yıllardan o 12 Eylül sabahına, hayatımızın bir parçası haline gelen sokak çatışmalarının zirveye çıktığı bir kışın ardından yazın son günlerini yaşadığımız, yeni gelen mevsimde bir anda kapımızı vuran ihtilal...
Sabah sabah hoparlörlerden yapılan anonsları unutmuyorum. "Ordu asayişe el koymuştur!" Kenan Evren ve ordusunun, askeri diktasının başladığı sabah sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Bense daha çocuk olduğum için yine de evin merdivenlerini inerek sokağın köşesine kadar, yaklaşık üç beş metre giderek vardığım noktadan, ana caddede duran askerleri gördüğümü hatırlıyorum. Ve o an koşarak yeniden eve girdiğimi.
Ve o dönemin ardından İstanbul'da, çok sık görmeğe alışkın olduğumuz polislerin dışında bir de askerler belirmişti etrafta. Eskisinden çok daha fazla askerler vardı artık sokaklarda.
Asayişi sağlamakta zorlanan, dengelerin bir türlü oturmadığı, sağ sol sürtüşmeleriyle, irtica ve islam korkusunun bekçiliği görevini silah zoruyla sağlamaya çalışan bir ülkenin kaderinin içindeki küçük piyonlar da sokaklarda polisler, askerler ve çatışmalar görmeğe alışık bir zihniyet içinde büyürler.
Bizim için bu gibi şeyler hayatımızın monoton ve doğal bir parçasıydı o zamanlar...
Savaşları uzun zaman geride bırakmış bir ülkeden sizi görmeğe gelen bir dostunuz size, "Burada neden bu kadar asker var? " şeklinde bir soru yönelttiği ana kadar, her sokak ve her cadde başında bulunan askerlerin varlığı size hayatın doğal bir parçası gibi görünür. Birden o an uyanıverirsiniz, olağanüstü bir durumun içinde yaşadığınız gerçeğine.
O dönem gençlerinin, üniversite öğrencilerinin, hak ve özgürlük için savaşanların, sadece düşündükleri ya da yazdıkları fikirleri yüzünden yargı önüne çıkarılan, hapise atılan hatta bazen asılan insanların yaşadığı bir ülkeye gelen bir yabancıya asker gördüğünde neler hissettiğini sorduğunuzda cevabı oradakilerden farklı olacaktır tabii.
Türkiye'de asker birinci viteste giden demokrasinin freni gibiydi.
...................................................
Almanya'da yaşayan bir çocukluk arkadaşıma Israel'de, her yerde rastladığı askerler tuhaf hisler yaratıyordu. Biz Almanya'da asker görmeğe alışkın değiliz demişti bana. Haklıydı!!!
Yeniden aynı noktaya döndüğümüz an, sokaklarda askerler gördükleri yıllardan bugünlere çok uzun bir zaman geçen ülkelerde, II. Dünya Savaşının yıkıntılarını hatırlatan bir kavramdır herhalde sokaklarda askerlerle iç içe bir hayat....
Tel Aviv merkezinde, özellikle hafta başında evlerinden üstlerine dönmek üzere yola çıkan yirmili yaşlardaki Israelli gençleri, kendilerinden büyük sırt çantaları, bir çoklarının omuzlarında asılı kocaman silahlarıyla tek tek ya da gruplar halinde otobüslere, trene binerken gördüklerinde, kimileri için, bu görüntülerin zihinlerinde canlandırdıkları, alışık oldukları yaşantılarıyla büyük bir tezat teşkil edebilir.
Bu ülke içinse yaşamı özgür kılan, insanların hayatlarına devam edebilmelerinin ne yazık ki tek teminatı dır asker gençlerin varlıkları.
Günlük hayatın içinde her tarafta karşınıza çıkışlarının bir yabancıya hatırlattıklarıyla sizde uyandırdığı hisler arasında dağlar kadar fark vardır. Bu çocuları yakından tanıdığınız için, daha dün başladıkları askeri eğitim içinde, ailenizin ya da bütün bir ülkenin güvenliğini teslim ettikleriniz olduklarını bildiğiniz için sizin onlara bakışınız bir yabancıdan farklı olacaktır.
Onları gördüğünüzde tek dileğiniz vardır, evlerine sağsalım dönmeleri.
Doğru, asker çok kez hayatı, insanı yok eden savaşın aracı olabilir. Hiç olmaması gereken savaşların dünyasında, kimi zaman masum insanların da ölümüne neden olan çatışmaların silahından çıkan kurşunları ateşleyenler olabilir aralarından bazıları. İstemeden!!!
Yaşadığınız koşullar sizi kendinizi korumaya zorladığında, bunun için elinizden gelen bir başka seçenek kalmadığında, her çocuğun 18 yaşına geldiğinde üzerine o üniformayı giymek zorunda olduğunda, kimi şeylere bakışınız da değişiyor.
Askeri hizmetin çoktan zorunluluktan çıkarılmış olduğu, dünyanın belli başlı ülkeleri için savaşlar ve ölümler, hep uzaklarda bir yerlerdedir. Ve onlar bu savaşlara karşıdan bakanlardır. Hükümetlerinin çoğu zaman dünyanın bir çok yerindeki savaşlarda çıkar payları unutulur.
Mesela, Ortadoğu'da bir çok terörist organizasyonların sömürdükleri ülkeler batmanın eşiğindeyken, ( Lübnan gibi ) milyarlarca dolarlık servete sahip terörist gruplar bu devletlerin kaderinde büyük rol oynayanlardır. Hizbullah ya da Al Qaida gibi grupların ellerinde dönen kara paralar, bu bölgede çok fazla çocuğun yaşamını kurtarabilirdi oysa. Bu gruplara silah satmayı kesmeyenler Birleşmiş Milletlerde Israeli kınayan ülkeler arasındadırlar.
Ancak, radikal akımların artık bölgeden dışarıya taştıklarını biliyoruz. Göçlerle, ilticalarla, binler ve yüzbinlerle vardıkları toplumlar içinde tutunamayanlardan hep çıkacaktır, kimi radikal insanlar.
....................................
6 Eylül 1986 Cumartesi sabahı Filistinli terör grubu Abu Nidal'ın Neve Şalom'a saldırısınının ardından geçen senelerde. elinde silah bizi korumak için kapıda bekleyen askere karşı hissettiğimiz şey korku değil bir güven duygusuydu.
Askere ve polise, ya da elinde silah taşıyan insana karşı hissettiklerimizi belirleyen o askerin hangi amaca hizmet ettiğiyle ilgilidir. Bir askerin sizi, hedeflerine alacaklara karşı korumak için görevli olduğu bilgisi siz rahatatacaktır. Buna karşın sakin ve huzur içinde, güvende olduğunuz bir mekanda durup dururken elinde makineli tüfek taşıyan bir asker görürseniz korkmanız olasıdır. Hisleriniz, tepkileriniz ve duygularınız bulunduğunuz şartlara göre değişiyor.
Amerika'da son bir kaç yıldır, eskiden alışkın oldukları gibi sakin bir hayat yaşamaya çalışan Amerikan Yahudi Cemaati, yakın zamana dek, Ortadoğu'da görmeğe alışkın oldukları terörü artık belli aralıklarla kendi içlerinde yaşamaya başlamış gibiler.
Otuz sene evvel Bağdad'ta bir bomba patladığında, normaldir denirdi. 1986'da bizi hedef aldıklarında da aynı şeyi düşünmüşlerdi mutlaka.
Son bir kaç senedir, Avrupa'nın farklı yerlerinde ve Amerika'da tekrarlayan Antisemitik saldırıların çoğunun arkasında radikal dinciler yatıyor.
Geçtiğimiz Cumartesi günü, Dallas Kenti Batısında, Colleyville'deki Beit Israel Sinagogunu kendine hedef seçen Pakistan asıllı Muhammad Siddiqui, içeride Sabat duası için bulunan kişileri rehin aldı.
Bu olayın sonunda öleceğini bildiğini söyleyen Muhammad Siddiqui Amerikan Hapishanesinde tutuklu bulunan kız kardeşi Aafia Siddiqui'nin özgür bırakılmasını istediğini yetkililere iletti. Üzerinde taşıdığı silahıyla içerideki kişilere 11 saatlik bir cehennem yaşatmayı başaran adam, Amerika'da Mimarlık okumuş bir Müslüman.
Sonuçta, tüm zekası, bilgisi ve sahip olduğu bir çok özelliklerin bir adım önüne geçen radikalizm onu da kız kardeşi gibi esir almış bir insandı bu.
Aafia Siddiqui en çok aranan terör zanlıları içinde olup, 2003'te Amerika tarafından Pakistan'da ele geçirilmiş. Al Qaida Terör örgütüne para toplamak ve Amerikan Ordusu askerlerine saldırı girişiminden 86 yıl mühebbet hapis cezasıyla tutuklu, Aafia Siddiqui yine Amerikadaki en prestijli Üniversitelerden biyoloji, teknoloji ve beyin bilimi üzerine diplomala almış, bir kadın. Fakat yine de insanlara için iyi işler yerine zarar vermeyi seçmiş olması üzücü.
Aafia Siddiqui'nin serbest bırakılmasını talep eden ve 11 saatlik eyleminin sonunda bir anlık boşluğundan faydalanarak dışarı kaçmayı başaran 2 rehinenin ardından, olay yerinde bulunan FBI'a ait güvenlik birimleri tarafından öldürülerek ele geçirilen Muhammad'ın eylemi için bir sinagog seçmesi nedense şaşırtmıyor.
Bir çok defa bu tip saldırıları klasik bir terörist hareket olarak nitelemek yoluna gidenler, Amerika'da ve dünyada herkesten fazla saldırıya uğrayanların hep Yahudiler olduğu gerçeğini zaman zaman kabul etseler de bir çok kez, bu tip olayların arkasındaki gerekçeklerin üstleri örtülür gibi.
Hedefte çoğu zaman Yahudilerin olması kimilerince tesadüf ya da önemsiz bir olay gibi karşılanması kendimizi diğer insanlar kadar rahat ve diğerleri kadar güvende hissedemememize fayda etmiyor sanırım.
Paris'te dövüldükten sonra balkondan aşağı atılan Yahudi kadının katiline verilen cezanın yetersizliği, zanlının olay anında uyuşturucu etkisi altında olduğu gerekçesiydi. Paris Mahkemesi tarafından cezada yapılan indirimde, zanlının, daha evvel kadını bir çok defalar Yahudi olduğu için rahatsız etmiş olması yeterli bir suç kanıtı olarak kabul edilmemiş olması üzücüdür.
Batıda çoğu İslamcı, kimi faşist insanların dinimize ait yerleri, Yahudi sembolleri taşıyan insanları hedef seçmeleri artık sık rastlanan bir durum olmaya başlarken tek tek insanları korumak zor olabilir ancak cemaatler daha fazla korunabilirler. İstedikleri her sinagoga ellerini kollarını sallayarak girecek teröristleri durduracak önlemlerin arttırılmasının zamanıdır şimdi.
Kimilerini ürküten askerleri bazı yerlerde görmekten memnuniyet duyacak insanlar vardır eminim. Eğer o askerler yerine sizi silahlarıyla hedef alacak düşmanların kurbanları olmak istemiyorsanız!!!!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder