3 Aralık 2021 Cuma

Sizleri yok etmekten bahsetmeyen insanlar geleceği aydınlatabilirler ancak

Çocukluğumdaki İstanbul geldi dün yine aklıma. Neden geldiğini daha sonra anlatacağım....

Ben çocukken, Siracevizler caddesinden, Hasat yokuşunu çıkıp Şişli' deki Caminin karşısındaki pasajın içinden meydana vardığımda, kaldırımda sadaka bekleyen insanlar olurdu.. Kışın yağmurlu, çamurlu günlerinde, ben kaldırımda mokasenlerim ıslanmasın, kirlenmesinler diye taştan taşa atlarken, genelde erkeklerden kurulu bir banda kaldırımda dizili otururdu. Birinin kolu, diğerinin bacağı, kimisinin ne biri ne de öteki yerinde olurdu. Bize göre son derece zavallı hallerdeki bu insanların zaman zaman sadece dilenmek için rol yapan, her gün ondan bundan topladıkları paralarla ev mülk sahibi olacak kadar paraları bulunan insanlar oldukları da söylenirdi. Ama kendini yoldan geçenlerin ayaklarının dibine atacak kadar düşmüş  bir insan yine de zavallıdır herhalde.

İstanbul o zamanlar dilenciler şehri gibiydi. Onlara heryerde rastlamaya alışıktık biz.

Israel' de yerlerde dilenen insanlara rastlamak daha enderdir. Ancak, Tel Aviv' in güney mahallelerinde  vardır dilenciler. Özellikle trafik ışıklarında duran arabalara yaklaştıklarında, bazıları, Romanya'dan gelmiş işçiler, kimileri Rus, bazıları da buranın yerlileridirler bunlar. Erkek mi kadın mı ne ise belli olmayanlar vardır aralarında. Bir çoğu ya alkolik ya narkomandır. Devletin himayesindeki sığınma kurumlarında verilen yatak ve bir kap yemek yerine sokakları tercih edenlerler. Çünkü istedikleri, aradıkları esas şey,  toplayacakları paralarla her defasında yeniden uyuşturucu satın almaktır. Bu insanlara para vermekse sevaptan çok bir günah gibidir sanki....

Çok büyük fakirlikler gördüğünüz bir şehirde büyüdüğünüzde, aynı fakirliklere oranla Tanrı insanlara sevap yapmak şansı tanır gibi oluyor. Kendinizi bir tatmin olarak niteleyebileceğiniz fırsatları Tanrı sürekli ayağınıza getirir gibi böyle yerlerde. İstanbul gibi bir şehirde her gün bir fakire el uzatmak şansını yakalamak mümkündü.

Hep hatırladığım. en klasik örnekse, apartmanımızın bakımından sorumlu olan kişiydi.   ( o zaman kapıcı derdik biz o insanlara, bu zamanlarda bu kelimenin kullanılmadığını, artık kapıcı kelimesinin kırıcı kabul edilerek saygı görmediğini söyledi bir dostum geçenlerde.Simdi hangi kelime kullanılıyor pek hatırlayamadım şu an...  )  O kişinin yaşadığı koşullar bile tek başına, gözünüzün önünde bir insanlık dramı gibiydi adeta. Bu adamların durumunu iyice düşüren, gerçek dram ise, binada oturan sakinlerin genelde bu tip insanlara, görevlerini hiç bir karşılık yapmadan yerine getirmek zorunda olan kişiler olarak bakmalarıydı. Onlara,  verilen bir hiç değerindeki maaş, ve köpeklerin bile yaşamak istemeyeceği delik yeterliydi.

Ben annem ve babamdan  bir şey öğrenmiştim. Bu insanlardan bana hizmet etmelerini beklemek için hiç bir nedenimiz yoktu. Bizim kendi işimizi kendimiz yapacak ellerimiz ve ayaklarımız vardı. Gerekirse de onlardan hiç bir şeyi karşılıksız beklemezdik. Onların  size verebildikleri  tek şeyleri vardı; " Saygı!! "

Yahudiliğin temel kurallarından biri Tsedaka vermektir. Tsedaka. tukçedeki sadaka'yla aynı kökten geldiği açıkça belli olan  bir kelime.  Sanırım Türkçe'ye arapçadan giren kelimelerden biri bu... Dinlerde hayır yapmak alışkanlıkları olduğuna göre, bu kelimenin, Müslüman bir ülkenin lügatına, o dinin ana lisanından girmesi doğal tabi.

İnsan yaşamına en çok değer katan şeylerden biri, birilerine yardım edebilmektir. Kendinizden birilerine verdiğiniz sürece hayat her zaman daha anlamlıdır.  İnsanın elinde iki sandwich varsa, ve karşıdaki kişi de açsa ikisinden birini ona vermek en doğal harekettir,  Başka bir seçenek yoktur.

Dün akşam hava karardıktan sonra ille aklıma geldi. Çoktan beri satın almak istediğim kanvas tuval, ve resim yapmak için kimi boyalar.. Vaktim olduğunda, salondaki duvara kendi yapacağım bir resmi asmak istiyordum. Ama bir türlü atılım yapmadım.   Bizim eve üç beş kilometre uzakta, çok büyük bir dükkan açıldı. Orada herşey var.  Yanılmıyorsam, 2.000 metre karelik bir dükkan bu. Burada bir insanın günlük yaşamında ihtiyacı olan her tür ıvır zıvır satılıyor. Ve her yerde örneğin 20 şekel olan bir şey burada 10 ya da 15 şekel. Tamamen aynı mal, aynı marka çok daha ucuz fiyatlara satılıyor. Tabii çok kalabalık oluyor burası hep...

Akşam hava karardıktan sonra bana birden estiler..Tuval' i çoktan satın almıştım. Bu kez boyalara, kalemlere bakarım dedim. Aslında maksat biraz da yürüyüştü. Kulaklıklarımı taktım, lastik ayakkabılarımı ayaklarıma geçirdim ve yola çıktım.

Bir kaç kilometre yürümüş, kulağımdaki müzikle yeterince etraftan kopuk bir halde giderken, tam karanlık bir dönemece vardığımda, bir inşaatın hemen bitişiğindeki kaldırımdan karşı tarafa geçmek için nereye gideceğime bakınırken, yarı karanlığın içinden bir adam bana doğru yaklaşırken bir şey sorar gibiydi. O an kulaklıklarımı çıkardığımda adamın, maskesinin altından;  "Pardon !" dediğini duydum. Giyimi düzgün, görünüşü gayet derli toplu olan, otuz yaşlarındaki adam bana" Karnım aç, evde çocuklarımın yiyecek bir şeyleri yok!" dediğini duyar gibi oldum. İlk anda kulağımdaki kulaklıklar daha sonra caddeden gelen araba sesleri ve adamın yüzündeki maske, herşey onu duymakta zorlanmama nedendi. Ağır bir arap aksanıyla konuştuğunu farkettiğimdeyse birden heyecanlandım. Saniyeler içinde  tek düşündüğüm şey. " Ya beni bıçaklarsa!" fikriydi. Ya bu kuytu köşede birden aklına esip üzerime atlayıp bana bir şey yapmaya kalkarsa!" gibi düşünceler beni saniyeler içinde etkilerine aldılar.  Diğer taraftan, karanlıkta her yanına yaklaşan arap terörist mi olmak zorunda derken,  bana saldırmak isteyecek kişinin  sözüne pardon diyerek başlamayacağını söylüyorum kendime. Ancak son günlerde kimi artan saldırı olayları insanı paranoyak yapmaya yetiyor.  Omzumda asılı olan küçücük çantama elimi sokarak ona;  Bak ! dedim çantama elimi sokuyorum, avucuma ne gelirse senin tamam mı?  O da bana; " Tamam! " diyor.  Çantamdan elime gelen tüm bozuk paraları avuçlayıp onun eline bırakıyorum... Dudaklarının arasından; " Tanrı seni korusun!" kelimesi çıkıyor. Tanrı seni ve çocuklarını korusun. Bir Müslümanın duasına benden otomatik bir Amen geliyor. Kalp atışlarım yeniden yavaş yavaş düzene girerlerken, içimde adama karşı sıcak bir his beliriyor. Kendime, bak akşam akşam küçücük bir dua aldın. Aynı anda, beni saniyeler içinde arkada bırakan adama, " Tanrı seni de korusun !" diye sesleniyorum...

Neden bir anda bu kadar korktum ki bu adamdan. Son haftalarda birden artış gösterdi ya, bıçaklı saldırılar. Artan gerilim, bir şekilde geriyor herkesi...

Ve geçen akşam yine büyük bir olayın köşesinden zor dönüldü.  II. İntifada' nin başlangıç günlerini hatırlatan bir olay yaşandı geçtiğimiz gün Ramallah' ta. İki Hassedik Yahudi, arabalarıyla kendilerini Ramallah' in orta yerinde bulunca, bizim kuzenler ( Araplar )  tarafından çiğ çiğ yenmek üzerelerken son anda kurtarıldılar.

Öncelikle bir hatırlatma yapayım. Ramallah, tamamen Abu Mazen' in kontrolündeki Arap topraklarıdır. Orada asayişi sağlayan Filistin Özerk Bölgesi polisidir.

Bu iki " salak " oralara nasıl girmişlerse, Ramallah' in ana caddesinde bulduklarında kendilerini, vahşi bir ormandaki aç ayılarla karşı karşıya kalmış gibi,  birer yem gibi, ne yapacaklarını bilememişler.

Arabalarının etrafına bir anda doluşan arap gençler onların Yahudi olduklarını farkettikleri gibi saldırıya geçerlerken, bunlar cep telefonundan Israel acil güvenlik numarasını çevirmeyi becermişler.  Israel güvenlik birimleri, Filistin polisiyle anında irtibata geçince sayılı dakikalar içinde, Ramallah Polisi bu iki Ortodoks Yahudiyi, etrafta toplanan yüzlerce fanatiğin ellerinden son anda kurtarmayı başarmışlar. Arabalarını ateşe veren kalabalığın içinden Arap güvenlik ekiplerinin sayesinde hafif yaralarla çıkarılırlarken, Israel tarafındaki askerlere teslim edildiler.

Bu olay 2002' deki vahşetin aynısının bir tekrarı gibiydi. Eğer güvenlik birimleri hemen harekete geçmeselerdi, olacak buydu. Görüntüler korkutucuydular. O iki kişiyi oradan çıkardıktan sonra hala daha yangına verdikleri arabadan yükselen alevleri filme alanlar bundan bile zevk duyuyorlardı.  Onlar için büyük bir heyecandı bu.

Bunlar, iki sivil insanı, iki dindar yahudiyi, sadece kimlikleri yüzünden linç etmek istediler. Polisin yardımlarına yetişmeden suratlarına isabet eden yumrukların onları ne hale getirdiklerini gördüğünüzde bir adım ötesini hayal bile etmek istemiyorsunuz.

Bizi her an, her fırsatta eleştiren dünyanın,  bu insanların ellerine düşen Yahudilere neler yapabildiklerini bir kez gösteren yok. Israel'de yaşanan bu ve benzeri olaylar  dış basında hiç bir şekilde yer almıyor.

Filistinlilerse Apartheid ülkede, heryerde serbest geziyorlar ( normal olarak!!)

Neden onlar bizi gördükleri yerde, silahsız insanlara, gençlere, çocuklara ve kadınlara saldırabiliyorlar. Neden biz onlardan korkuyoruz?

Dün akşam yanıma gelen adam hepimiz gibi bir insandı. Onun hiç bir olandan suçu yok.  Tek suçu dilenmekti. Benden istediği paraya gerçekten muhtaç olup olmadığını bilmiyorum.

Bu bayram günlerinde parası olmayan, fakir olan insanlara. Size elini uzatanlara sırtınızı dönemezsiniz. Bayramları anlamlı kılan şey birileriyle paylaşmaktır. Sahip olduğunuz azıcık bir şeyse o azı paylaşmakta vardır bunun içinde.

Annemin çocukluğunda, mahallelerinde  çok dindar ve çok çocuklu ve de bir o kadar fakir bir Yahudi aile varmış. Annemin, çocuklarıyla sokakta oynadığı bu insanlar, fakirliklerine rağmen yine de çok neşeli kişilermiş. Baba ve anne evde dikiş dikerek geçimlerini sağlamaya çalışırlarken, gün gelir yemek yiyecek paraları bile olmazken zaman gelir eve giren bir kazançla sofralarını krallar gibi donatırlarmış. Ve ellerinde olan azıcık bir şeyi bile  paylaşmak bu insanlar için bir hayat felsefesiydi der annem. Her onların evlerine gittiğimde beni de sofraya oturturlardı. Tabaktaki fasulyeler çoğu su olan kabın içinde sayılı miktarda olsalar da ne farkederdi.. bir kase de anneme verirlermiş. Ve her  yemeğin ardından Tora' dan hikayeler anlatan babanın çevresinde toplanan çocukların yüzünde o loş odayı aydınlatan bir gülüş vardı der yine annem.

1948' de bu aile de Israel' e göç edenler arasındaydı. Yokluklarını birileriyle paylaşmaya hazır bir çok diğer fakirler gibi. Ellerinden varlıkları alınan bir başkaları gibi. En az yüz bin kişinin Israel' e göç ettiği zamanlardı o zamanlar.

Geride bıraktıkları ülkelerde varlık vergisini, pogromları, holocaustu yaşamış insanlar çok bu ülkede. Tek dilenen şey bizi yine başkalarına muhtaç bırakmayacak bir dünya. Az olsun ama bizim olsun.  Tek beklentimiz, terörden, savaştan, tehlikelerden uzak bir yuva!!

Ve bu ülkede, yanımızda bizimle bir toprak paylaşmak isteyenlerle bu yeri paylaşmaya hazır bir çok insan var. Yeter ki onlar bizim varlığımızı reddetmesinler. Yeterki bizi yok etmek sözünden dönsünler.

Tek bir hayal var ki, sizi ancak bu hayal daha cömert yapabilir. Gelecekte artık savaş olmaması için, silahları bırakabilmek için tek sihirli çözüm onların ellerine düştüğümüzde bizi parçalara ayıracakları korkusundan kurtulmak.

Sizleri yok etmekten bahsetmeyen insanlar geleceği aydınlatabilirler ancak!!








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder