"Murphy Kanunları!" diye bir kavram vardır.. Bu kavrama göre, eğer bir işin ters gideceği varsa, sonuçta mutlaka ters gidecektir.
Bu kanunları ortaya atan insan, 1919-1990 yılları arasında yaşamış olan Edward Murphy, güvenlik açısından kritik sistemler üzerinde çalışmış bir Amerikan Uzay adamıymış.
Murphy Kanunlarına göre, oturduğunuz binanın ikinci katında yaşayan komşunuzun balkonunun kenarına koyduğu saksı ilk fırtınada, sabah altıda, tam kapıdan çıktığınızda ille de sizin kafanıza düşecektir.
Ya da dün buradaki fırtınada Netanya şehrinde devrilen dört ağaçtan birinin oradan geçmekte olan bir adamın üzerine düşmesi de verilebilecek en talihsiz Murphy örneklerden olabilir herhalde.
Sabah birinci saatte yapılacak sınava yetişmek için acele eden öğrencinin, bindiği otobüsün güzergahında meydana gelen kazanın ardından caddenin en az yarım saat sekteye uğraması yüzünden okula geç kalması da bir Murphy kanunudur.
Ya da annemin düğünümden tam bir gün evvel düşüp ayağını kırmasıyla hastanenin acil servisinde geçirmek zorunda kaldığımız saatlerde, yetişmem gereken mikve ritüeli için girdiğim streste herhalde bir Murphy kanunuydu. ( Yahudilikte, dini tören öncesi yapılması şart olan "mikve" bir yıkanma ritüelidir)
Eşim bana; alacağın ilacın yan etkilerini okumaya hiç kalkma sonra en ender yan etkiler mutlaka sende çıkacatır der
Sürekli gözünüzün önünde olan, ikide bir karşınıza çıkan bir eşya, birden bire ihtiyacınız olduğunda kafanızı ne kadar kırsanız bulunmaz olur. Sanırım bu da bir Murphy kanunudur.
Benimse bunlardan değişik kanunlarım vardır. Bu farklı kanunlara ben Batya Kanunları diyorum...
Bunlar, Murphy kanunları gibi olumsuz kanunlar değildirler. Sadece birer kanuna dönüşmüş ilginç tesadüf ya da tekrar serileri gibidirler. Ve sık sık başıma geldikleri için bende değişik bir bilinç yarattılar.
Bu ya da benzer şeylerin başkalarının da başlarına geldiklerine eminim aslında.
Batya Kanunlarına bir iki örnek vermek istersem:
Her gün yaptığım yaklaşık 5 kilometrelik yürüyüş parkurumda bazı simaları görmeye alışkınımdır. İlginç olansa, kimi belli kişilere hep aynı noktalarda rastlamamdır. Yürüyüşe her gün aynı saatte çıkmış olsam o insanlara aynı noktada rastlamam normaldir. Benim yürüyüş saatlerimse çok değişkenlik gösterdiği halde yine de aynı insanlara hep aynı noktalarda rastladığıma dikkat ederim.
Ya da yaklaşık 2000 metre karelik süpermarkette, o an alışveriş yapmakta olan yüzlerce insan içinden, örneğin bir anneyle çocuğunun dikkatimi çekmelerinin ardından yarım saat sonra vardığım, yan yana dizili olan 15 kasadan hangisinin önünde sıraya girmişsem, o anne ve çocuğunu ya önümde ya da yanımdaki sırada beklerken bulurum. Bu bazen bir anne ve çocuğu olur, başka sefer yaşlı bir kadın olur.. Bir çok defalar yaşadığım şeylerdir bunlar....
Evdekilerle de başıma en çok gelen şeylerden biri, ne zaman birisini merak etmeye başlayıp tam nerede kaldı dersem, telefonuma cevap veren mutlaka o an apartmanda arabayı park ediyordur. Ille de o an el attiğim telefona evin aşağısından cevap veren kızım. pencereyi açarsan beni görürsün der. Sanki ben telefonu elime almışsam o kişi zaten eve varmıştır.
Gelelim yine gerisin geriye Murphy kanunlarına.. Geçen günlerde Danielle'in anlattığı bir şey bana, genç kızlığımda yaşadığım bir olayı anımsattı. O gün başımdan geçenlerin sonunda annemin tepkisi bana kesin bir Murphy kanunu gibi gelmişti.
Danielle geçtiğimiz akşamlardan birinde iki çift arkadaşıyla bir gece yemeğinde, kendini arkadaşlarının yanında, çocuklarıymış gibi hissettiğini söylediğinde ben ne demek istediğini pek anlayamadım. Neden onların çocukları gibi hissettin ki? Anne, ikisi de çifttiler ve ben tek olunca fazlalık hissettim. Oh okay!! Doğrudur!! Özellikle yeni flörtlerle tek olarak çıkmak hiç ideal değildir. Birbirlerinden başka hiç bir şeyi gözleri görmeyen yeni aşıkların yanında mutlaka ki fazlalıksınızdır.
Bu da bana, daha 14 yaşımda geçirdiğim bir tecrübemi anımsattı.
Sıcacık bir yaz günüydü yeniden. Adanın Maden tarafındaki meydanında arkadaşlarımla sözleşmiştik. Musevi Lisesinde aynı sınıfta okuyan bu dört arkadaşım benden iki yaş daha büyüklerdi. İki erkek ve iki kızdılar...iki çift ve ben... Onların flört olduklarını biliyordum. Buluşur buluşmaz, normal herkesin gittiği kulüp yerine adanın en arkalarında bir koya gitmeye karar vermişlerdi. Yürüyerek en az bir saat sürecek bu yer, hafta içi hiç kimsenin pek aklına gelmeyecek çok sessiz bir köşeydi. Sanırım onlardan küçük olmama rağmen kendilerine bu kadar kuytu bir yeri seçmelerinin nedenini anlamıştım. İnsanlardan uzak olmak istiyorlardı. Bense onların planlarını duyunca, direk siz gidin demiştim. Aralarından samimi olduğum oğlanlardan birinin bana ilginç bir şekilde ısrar etmeye başladığını anımsıyorum. Ama ben ne yapacağım orda derken, gel işte, lütfen sen de gel...
Hayatımda uzun bir zaman kendimi kurtarmaya çalıştığım bir huyum, insanları kıramamaktı. İnsanlara..daha doğrusu yakın olduklarıma, dostlarım ya da sevdiklerime yok demekte zorlanan, bir insan olmuştum hep. O gün hiç istemediğim halde sonunda onlarla o koya yürüdüğümüzü anımsıyorum.
Adanın en güzel yerleriydi aslında buraları. Yemyeşil çamların ortasından geçen incecik bir yol ve aşağılarda gözünüzün önünde masmavi bir deniz ve karşınıza düşen bir başka adacık daha.. Heybeliada.. İnanılmaz güzellikte bir manzaraydı bu.. O yolu yürüyüp kayalıklardan aşağıda kalan plaja indiğimizde geldiğimiz küçük koyda bulunanlar sadece bizlerdik. Denizin kenarındaki kayaların üzerinde oturduğumuzda, bir çift hemen kendilerine arkalarda, daha uzak bir noktada yer bulurlarken diğeri, hemen dibimde uzanmıştı. Arkadaşımla yanında yeni yeni yakınlaştığı kız arkadaşının ya da diğer ikisinin ilk andan itibaren oraya yüzmeye ya da sohbet etmeye gelmedikleri belliydi. Güneşin altında parlayan tertemiz denize bakıp kendimce hayaller kurmaya çalışsam da hemen yanımda öpüşmeye başlayan çifte gözüm kayıyordu.
Cinsel dürtülerinin peşinde sevişecek yer arayan iki çiftin arkasından bu kuytu yerlere geldiğim için ne kadar aptal olduğumu bilsem ne yazardı??
O zaman cep telefonları da yoktu. Bir taraftan manzaraya bakarken bir yandan da kızın vücudunu öpücüklere boğan arkadaşımı seyrederken, içim içim ettiğim küfürler ve kızgınlığım unutulur gibi değildi. Arkadaşım beni cinsel eğitim amaçlı bir geziye mi çıkarmak istemişti yoksa bir seyirciye mi ihtiyaçları vardı??!!
Tepem attıkça atıyor, sıkıntıdan patlıyordum. Ve kendimi son derece gereksiz hissediyordum. Beni neden ille de yanlarında istemişlerdi??
Ve biz orada saatlerce kalmıştık ki..eve döndüğümde sanırım öğleden sonra dört gibiydi.
Annem, eve girer girmez, sabahtan beri neredesin sen? diye bütün hışmıyla üzerime saldırdığındaysa, bir sen eksiktin demek istemiştim. İlginç olan, çoğu şeylere müsamaha göstermekte zorlanan, ve genelde sert olan annem arkadaşlarımla çıkmama karışmazdı ancak o gün herşeye inat bana son derece kızmıştı.
Ve ben ona detayları anlatmaktan çekinince üzerime aldığım azarla kalmıştım.
Hem saatlerce can sıkıntısı içinde olup sonun da bir de azar da işitmiştim.
Bu da bence bir Murphy Kanunu gibiydi.
Derken kimileri ilginç, kimileri gülünç, kimileri stresli, bir çokları da yaşamın içinden ille de herşeye ve herkese inat olaylarla dolu bir hayattır bu!!
Anlatılacak ille de bir şeyler vardır değil mi?!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder