Rehberlik yaptığım günlerde Bursa turlarına giderdim zaman zaman. Üç buçuk saat süren bir yolculuğun ardından, feribotla geçtiğimiz Marmara Denizinin karşı yakasındaki, eski Osmanlı başkenti olan bu, İstanbul'a nazaran daha tutucu şehre vardığımızda iki güzel şey beklerdi turistleri. Birincisi, herkesin en sevdiklerinden olan "Kayak Merkezi, Uludağ'ın zirvesine çıkmak. Bir diğeri, Türk yemekleri içinde, özellikle Türk restoranlarında bir turistin en çok arayacağı şeylerin başında gelen, "İskender Kebabı" ' ydı.
Bursa Kebaplarıyla özellikle isim yapmış bir şehirdi. Geri kalansa, Yeşil Türbesi, Ulu Cami ve bana yeterince farklı gelen tutuculuğuyla birlikte İstanbul'dan çok daha küçük olan bu yerde var olan daha az kozmopolit, daha bir Anadolu şehri havasıydı. Belki de ben bu şehri çok daha az tanıyordum. Belki de İstanbul'a gelen turistler gibi şehrin sadece belli mahallelerini gördüğüm içindi bu hislerim.
Aslında ben bu şehri en çok Teleferik Maceralarımla anımsarım. Benim için her defasında bir dünya sonu gibiydi o aletin içine binip ağaçlık bölgeleri aşa aşa gittikçe en yükseklere tırmanırken havada sallanmaya devam eden, camdan bir kümes gibi bir şeyin içinde mahsur kalmış hissiyle beraber her an zirveye doğru bir adım daha yaklaşırken , son derece büyük bir tehlikenin, bir uçurumun kıyısına doğru yaklaşır gibi hissetmek...
Çocukluğumdan beri beni en çok korkutan şey "Yükseklik" ti.
Kaç kez turistlere bilet alıp onları tek başlarına yukarı gönderdiğimi anımsarım. Bir saat sonra sizi aşağıda bekliyorum diye sözleşir onları teleferiğe bindirirdim.
Ancak bir defasında grubumda olan turistlerle o derece samimi olmuştuk ki, yanımdaki Fransız çift ille ısrarla onlarla yukarı gelmemi istemişlerdi. Bana hiç bir şey olmayacağını garanti ederlerken, gülerek bundan emin olduğumu, sorunun kafamın içinde olduğunu söylüyordum. Sonunda onları kıramamış, teleferiğe binmiştim, ( uzun zamandan sonra ilk kez )
Ve teleferik yukarılara çıktıkça, benim kanım bacaklarımdan aşağıya çekilir gibi oluyor, başım dönüyordu adeta. Belli bir bölümü tamamen camdan bir şeyin içinde, en az bin metre yüksekten kuş bakışı bakarken, yemyeşil ağaçların üzerinden her an biraz daha yukarılara çıkarken ki o muazzam manzara iliklerime kadar işlerken olduğum yere mıhlanmıştım adeta.
Sonunda dizlerimi bükerek aşağıya çöktüğümü ve gözlerimi kapattığımı anımsıyorum. Bir taraftan da gülerek kendi kendimle dalga geçip, turistlerin de halime gülmelerine izin veriyordum aynı anlarda!!
Korkuların çoğu kez mantıklı açıklamaları yoktur.
Ancak teleferikle çıkarken o aletin havada geçirdiği tip sarsıntılarla, sallanışlar ve ufak tefek iniş çıkışlar bir çok insana gerçekten ürkütücü gelebilir bence.
.........................................
Geçtiğimiz Mayıs ayında, İtalya'da Alp Dağlarının Batısındaki Piemonte Bölgesinde bir kaza oldu.
Haberlere yansıyan ilk bilgiler, dağları aşan bir teleferiğin yol aldığı kabloların kopmasıyla birlikte ağaçlara doğru çakıldığıydı. Kazada teleferiğin içindeki yolculardan kurtulan olmadığı söyleniyordu.
14'ü de turist olan kazazedelerin akıllarına gelecek son şey, Maggiore Golü üzerinden geçerken seyretmeye doyulmaz bir manzaranın tam orta yerinde bulundukları teleferiğin kablolarının kopması olurdu sanırım.
Ve kazanın ardından geçen saatlerde yeni yeni bilgiler ulaşırken, ölen 14 kişinin yanında kazadan sağ kurtulan küçük bir çocuk olduğu ortaya çıktı.
Çocuğun adı Eitan Biran'dı. Beş buçuk yaşında olan bu minik yavruyu kurtaran şey, ona son anda sıkı sıkı sarılmış olan babasının bedeniymiş.
Mayıs ayı sonunda meydana gelen kazada, Alman Turistlerin yanında, üç jenerasyonun birlikte çıktıkları gezide biraraya gelen altı kişilik bir Israelli aile de vardı.
İtalya gibi bir ülke'de böylesi bir kazanın meydana gelmesi akıllara durgunluk veriyordu. Kaza'da açıkça insan hatası vardı. Teleferikteki acil fren bozuktu. Ve sorumluların ihmalkarlıklarının bedelini 14 kişi canıyla ödemişti.
Aylar sonra basına, kaza görüntüleri yansıtıldığında, teleferiğin istasyona varmasına çok kısa bir mesafe kala kablodan ayrılıp bir anda son hızla aşağıya sürüklenmesini seyretmek çok üzücüydü.
Bu insanların kaderini değiştirmek mümkün değil tabi. İtalya'da büyük bir sansasyon olan bu kazanın sorumluları bugün mahkeme önünde hesap verirlerken küçük Eitan'la ilgili olan yeni yeni gelişmeler çocuğun yaşadığı büyük trajedinin ortasında bir de iki aile arasında çocuğun vekaleti üzerine başlayan kavganın çocuk için hayati daha da karıştırdığını gösteriyor ne yazık ki!!!
Küçük Eitan'ın hikayesi kısaca şöyle... Son senelerde İtalya'da ikamet eden ve oradaki Yahudi Cemiyeti içinde doktorluk yapan genç bir Israelli, eşi. iki küçük çocuğu ve Israel'den onları ziyarete gelen büyük anne ve büyük baba bu son seyahatte birlikteydiler... Kazadan sonra, çekirdek ailesinden kalan tek kişi olan Eitan önce hastanede bakıma alındığında anne babası ve daha bebek olan küçük kardeşi Tom'la ilgili olanları bilmiyordu tabii. Hayatı tehlikeyi atlatana dek, çocuğu yanlız bırakmayan ve yine onlar gibi İtalya'da yaşayan halası yanından bir saniye bile ayrılmazken , İtalyan Mahkemesi aynı günlerde kadına çocuğun vekaletini vermiş.
Eitan, aylar sonra fiziksel olarak tamamen iyileşirken, İtalya'da yaşayan, babasının kızkardeşi ve eşi tarafından evlatlık olarak himaye edildi.
Çocuk psikolojik terapiler görmeye başlarken, orada onu himaye eden ve ona hastanede olduğu ilk günlerden beri annelik görevini üstlenen halasının yanında kendini toparlamaya çalışırken, geçtiğimiz günlerde Israel'de yaşayan dedesi İtalya'da çocuğu ziyarete gidiyor ve onu gezmeye götürmek için ( !) evden aldığı gibi, çocuğun Israelli pasaportunu kullanarak saatler içinde özel uçakla Eitan'ı Israel'e kaçırıyor.
İtalyan yasalarına göre apostropus yani vekillik verilen halasının elinden bu çocuğu pasaport kontrolüyle, yasal yollardan olsa da yurt dışına götürmesi dedesinin çocuğu kaçırması anlamına geliyor. Ve buna hakkı olmadığı, çocuğun yerinin İtalya olduğu söyleniyor. İtalya'nın önümüzdeki günlerde Israel resmi makamlarının çocuğu İtalya'ya geri iadesini beklediği söyleniyor.
Arada , İtalya'dan resmi makamlardan özel avukatlarla Israel'e gelen hala çocuğu dedesinden geri almak için işlemlere başlamış görünüyor.
Dedesine bakarsanız, zaten İtalya'dan bir süre sonra Israel 'e geri dönmeyi planlayan bu küçük aileden geri kalan ve Israel'de ailesinin büyük çoğunluğu bulunan bu küçük çocuğun yeri buradaki ailenin yanıdır.
Onun iyiliğini düşündüğünü söyleyen dedesi de eminim ki ölen kızının ardından yaşadıkları büyük acıdan sonra sahip olduğu tek varlığı kendince korumak istiyordur.
Sonuçta bir anda bütün ailesini yitiren küçücük bir çocuğun böylesi bir dramayı nasıl kaldıracağı ayrı bir sorudur.
Önümüzdeki günlerde resmi makamların diyeceklerine göre çıkacak kararla çocuğun kaderi belirlenecek.
Yaşanan büyük bir trajedinin iki aileyi birleştirmesi çok daha olumlu olabilirdi. Ancak iki ülkede ayrı ayrı ikamet eden insanların çocuk için uygun gördükleri sağlıklı ortam hakkında doğru kararı alabilmeleri sanırım kolay değil.
Bedelini bir defa daha çocuğun ödememesi dileğimle...
Hayatına zor bir noktadan başlayan küçük bir çocuğun geleceğinin bu günden sonra çok daha güzel olması dileklerimle...
Batya R. GALANTI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder