7 Aralık 2020 Pazartesi

  Bir profesör'ün anısına!



Aylardan sonra, yaptırmam gereken Görme Alanı ve OCT testleri için randevu aldım sonunda.. Korona bahanesiyle hep ertelediğim randevularım..

Babam beni ilk göz doktoruna götürdüğünde altı yaşımdaydım. O zaman kırk yaşlarında olan Dr. David Kohen'in muayehanesinden içeri girdiğimizi hala hatırlarım. Osmanbey'de büyük bir apartman dairesindeki bu yer gayet güzel döşenmişti. Doktorun kendisi de yine çok bakımlı ve şıktı. Ama pek öyle güler yüzlü, sempatik bir insan değildi. Mesleğinde de ne kadar usta olduğundan emin değilim
Ancak o zaman sıradan kontroller için gittiğimiz bir doktordu bu adam.

Muayeneye başlamadan söndürdüğü ışıkla kararan odada küçük bir taburenin önüne yerleştirilmiş makineye çenemi koyup, merceğe baktığımda gördüğüm renkli ev çok hoşuma gitmişti O zaman tabi bilgisayar oyunları falan olmadığı için, kapkaranlık bir odada minik bir ekranda rengarenk şekiller görmek enteresan geliyordu küçük bir çocuğa.

Daha ilk muayenesinde, yerinden bile kalkmadan aceleyle ağzından çıkıvermişti adamın ;" Senin bir gözün anana biz gözün de babana benzemiş!" diye... Bir gözümün anama diğerinin babama benzemesi neydi bilmiyordum tabi.

Geçenlerde yaptırdığım son muayenemde doktoruma sordum. Bunca seneden sonra ilk kez.." Bir gözümün miyop diğerinin hipermetrop olması çok mu ender görülen bir durumdur?" diye!
Çok sık rastlanan bir şey değildir ama korkma sen dedi..

Ona seneler evvel, Profesör Merin'in bana yaptığı uyarılarından bahsettim.Bugün hayatta olmayan profesör, seneler evvel annemin gözlerini kurtaran doktordu.

Profesör Saul Merin 2012'de vefaat etti.

Israel'in gelmiş geçmiş en iyi göz doktorlarından, dünya çapında saygın bir yere sahip bir profesördü o. .
Yıllarca annemi götürdüğüm bu adamın ilk kez beni muayene ettiğindeki sözleri epey korkutucuydu aslında . Göz sinirlerin her daim takipte olmanı gerektiriyor demişti.

Geçenlerde Profesör Merin'in kısa hayat hikayesini okudum bir yerlerde.
Yine adı geçince makalenin birinde. Wikipedia'da ve kimi yerlerde hakkında yazılanları araştırdım.
Öncelikle onun bir Holocaust kurtulanı olduğunu hatırladım. Bu adamın hayatının ilk yılları tam bir drama olarak başlamıştı. 
Bizse onu yıllarca annemin kahraman doktoru olarak tanımıştık.

Hadassah Ein Karem Hastanesi'ndeki küçücük muayehanesine gittiğimizde dünyanın değişik ülkelerinden insanlar beklerlerdi hep. Aralarında bir çok Filistinli de olurdu.. Onun muayehanesinde Osmanbey'de çocukken gittiğim muayehanenin şıklığından eser yoktu belki ama bu yer anneme tek şifa veren yer olmuştu. Profesör Merin son derece mütevaziydi fakat işini titizlikle yapan bir insanın ciddiyeti onda  fazlasıyla vardı.

1933 yılında Polonya'da, Almanya sınırına yakın olan Bedzin Şehrinde dünyaya gelmiş Merin..
3 Ağustos 1943'te Almanların şehirdeki Yahudileri Auschwitz Toplama Kampına götürmek üzere tren istasyonunda topladıklarında 10 yaşında olan Saul, meydanda bekleşirlerken sonu ölümle bitecek yolculuktan kaçması gerektiğini anlamış ki, bir an topladığı cesaretle, annesi, babası ve ailesinin geri kalan tüm büyüklerinin hep birlikte olduğu o kalabalığın içinden sıyrılarak kız kardeşiyle birlikte el ele koşarak kurtulmayı başarmışlar . İki küçük çocuk bir mucizeyle, eli silahlı adamlardan kaçarak, büyük ihtimalle oradan çok uzakta olmayan, en yakın tanıdıkları Polonyalı ailenin evlerine sığınmışlar.
Saul ve kız kardeşi o güne dek ailesinin yanında çalışan Polonyalı kadının evine koşmuşlar o gün.
Aniela (Zawadzka) Szwajce adındaki Polonyalı bu bayan, yıllarca yanlarında çalıştığı ailenin iki çocuğunu, II. Dünya Savaşının sonuna kadar gizlemeyi başarmış.. Profesör Merin 1948'de Israel'in kuruluşuyla birlikte buraya göç etmiş. 
IDF'te asker olan bu genç adam daha sonra Hebrew University ( İbrani Üniversitesi'nde doktorluk okumuş. Ölene kadar mesleğini büyük bir aşkla yapan bu doktor belki tanıdığım en cana yakın insan değildi. Ama bunun çok ta önemi yoktu.

Annemi her ona götürdüğümde dışarıda saatlerce bekledikten sonra, bizi içeriye aldığında, uzun süren muayenesinin sonunda, kağıtlara renkli kalemlerle çizdiği göz haritalarında sadece kendisinin anlayabildiği notlar alırdı. Bu her defasında böyleydi. Aldığı notlar ona annemin göz durumunu anlatıyordu.. Her tarih, her randevuda yeniden boyuyordu kağıtlarda. Annemi iki kez ameliyat etmişti bu insan.

2001'den itibaren, Ein Karem'deki hastanedeki saatlerinden ayrı başka hastanelerde de Filistinli çocukları tedavi etmişti.. Yeruşalayim'de çalıştığı Hadassah Hastanesi dışında, şehrin doğusunda olan ve Filistin Bölgesine ait bir hastane olarak bilinen St-John's Göz hastanesi'nde, haftada iki kez Filistinli Doktorları eğitmesinin dışında Gazze'den Nablus'tan gelen on binlerce hastanın gözleri için savaşanların başındaydı Prof. Merin.  Kanada ve Amerika'daki hastanelerde de kürsü sahibi olan Merin bir çok uluslararası ödüle layik görülmüş. 

Bu insan mesleğinde iz bırakmış bir eğitmen, bir yol gösterici olmuştu mutlaka. İki oğlu da kendisi gibi profesör olan Merin'i çocukluğunda Nazi'lerin ellerinden kurtaran ve savaşın son gününe kadar kendi hayatını tehlikeye atmak pahasına onu ve kız kardeşini saklayan Polonyalı kadınsa'gercek bir kahramandi mutlaka. 

Yad Vashem Holocaust Müzesi'nde yıllar evvel o aileye verilmiş  "The Righteous Among the Nations Ödülü" ( Milletler içinde en dürüstleri )   töreninden basına yansıyan kimi fotoğrafları hatırladım.

O fotoğrafara baktığımda  aklımdan tek bir şey geçmişti; " Altı Milyon kurban arasında katledilen bir buçuk milyon çocuk içerisinden acaba daha kaç Profesör Merin çıkabilirdi? .Acaba, daha kaç doktor, kaç müzisyen, düşünür ve bilim insanı yetişecekti bunca yok edilmiş çocuğun arasından?"

Bir ulusu kökünden yok etmek için ayaklananlar aslında tüm insanlığı silmeye yeltenen şeytanlardır!!



Batya R. GALANTI





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder