FATMA ÖĞRETMEN
II. Dünya Savaşı Avrupa'da çağlar boyu süren antisemitizmin doruğa ulaştığı yıllardı...Tarih boyu bir çok kez pogromlara, katliamlara, sınır dışı edilmelere maruz kalan Avrupa Yahudileri bu kez olabilecek en kötü senaryoyu yaşıyorlardı.
1939-1945 yılları arasında Avrupa'da Yahudi nüfusunun üçte ikisinden fazlasi yok edilecekti.
Türk Yahudi cemaati yaşanan olaylardan haberdar olmasına ve savaşın kendi sınırlarına kadar dayanmasına rağmen çaresiz normal hayatını sürdürmeye gayret ediyordu.
Savaşın getirdiği ekonomik ve sosyal zorluklar da ayrıca toplumu eziyordu.. Karartma geceleri. karneye bağlanan ekmek ve zorla karnı doyan aileler coğunluktaydı. Yine de Türkiye'nin tarafsiz politikasi belki de Türk Yahudilerinin akibetini değiştiren tek şey olmuştu.
1923'te kurulan genç Türk Cumhuriyeti'nin savaş yıllarında Avrupa'daki Milliyetçilik akımlarının etkisi altında olduğu gerçeği de yadsınamazdı.
Atatürk'ün kurduğu yeni Türk Cumhuriyeti'nin temel beslendiği unsurlar, laiklik ve Türk nasyonalizmiydi; Osmanlının yıkıntıları içinden kurulan devletin ana temel ilkeleri bunlardı. Kendi içindeki etnik ve dini grupları da bu çerçevede bakan bu tek partili dönemin yöneticileri Türklük kavramını güçlendirmek, tek dil ve tek kültür içinde bir toplum yaratmanın hayaliyle hareket ediyordu.
işte tam da böyle hassas bir dönemde dünyaya gelen anne babamın zihninde yer eden yahudi imajı çok rahat ve huzurlu bir çocukluğun hatıralarını oluşturmamıştı. Herşeye rağmen Avrupa'da yaşananlarla mukayese edildiğinde cok şanslı sayılabilecek olan Türk Yahudi Cemaatinin diğer taraftan horgörünün hayatlarının bir parçası olduğu bu dönem içinde vuku bulan olayları zihinlerinden silmeleri mümkün olmadı.
Tarih boyu zorunlu bir göçebe hayatı yaşamak zorunda bırakılan yahudiler yerleştikleri yerlerde kendilerine kıyı, liman, hudut şehrin çıkışına yakın yerleri mekan olarak seçtiler, kimileri de mecburen seçmek durumunda kaldılar. Yıllar öncesi İstanbul'unda da durum böyleydi. Çoğu kıyı semtlerde yaşayan yahudiler buralarda adeta getolaşmışlardı. Kuzkuncuk, Balat, Hasköy, Galata, Ortaköy İstanbul'da yahudilerin yaşadıkları ana yerlerdi.
Benim annem de Ortaköy'de doğdu ve büyüdü. Bana ben boğaz çocuğuyum der. Boğazın, denizin sevdalısı insanlardır buralarda dünyaya gelenler. Bu başka bir bağdır.
1930'larda Ortaköy farklı etnik grupları, farklı dinleri ve aynı dinden gelen farklı sınıftaki insanları toplamış bir İstanbul semti idi.
Çoğu iki katıl tahta ya da cumbalı kargir evlerde yaşayan insanlar komşulukların akrabalığa dönüştüğü içiçe geçen hayatları paylaşırlardı..
Çarşı'da daha o zamanlar varlıklarını koruyan esnaf, manav, bakkal, eczane ve bilimum iş sahalarında çalışan yahudiler, ermeniler ve rumlar birlikte aynı köyün ahalisiydiler; çoğu birbirlerinin lisanlarını konuşmayı bilirdi, hatta sadece konuşmak değil benim dedem gibi bir çokları farklı lisanlarda okuyup yazacak kadar bilgeleşmişlerdi.
Ortaköy'de, Cami, Sinagog ve Kilise o zamanki Ortaköy mozaiğini en güzel aksettiren yakınlıktadır.
Ben ufakken, okul dönüşü mutfağımızdaki küçük masada annemden sıkça duyardım onun çocukluğuna ait hikayeleri..
"O yıllarda Yahudilerin başka vatanı yoktu; Türk topraklarında doğduğumuz için bu toprakları benimsemiştik. Zaman zaman bize karşı sarfedilen aşağılayıcı kelimelere rağmen İstiklâl Marşı söylendiğinde gözlerim yaşarırdı.
Türk'üm doğruyum çalışkanım andıyla başlayan her öğrenim gününde ağzından çıkan kelimelerde kimliğindeki farkı pek düşünmeden herkesle birlikte aynı coşkuyu hissetmekti belki de.. Aidiyet önemlidir insan için, bir toprağa, bir vatana bir halka bir millete bir topluma ait olmak, onun bir parçası hissetmek. Fakat zaman zaman ne kadar bütünün bir parçası olduğunuza inanmaya çalışsanız da, size bunun doğru olmadığını hatırlatan olaylar olur.
Tek dil, tek ulus, tek kültür fikrinin devlet büyüklerinin, düşünürlerin ve yazarların arasında gördüğü destekle birlikte tek partili dönemin diger azınlıklar ve yahudiler için hiç huzurlu sayılmayacak bir baskı dönemini işaret eden yıllardı .
Bir taraftan doğduğu toprağa karşı duyduğu bağlılık, sevgi, başka bir yer başka bir vatan tanımadığı bu yerlere hissettiği yakınlık annemin yaşadığı en derin hislerdi belki de.
Okul yolunda her sabah soket çorapları, üzerinde beyaz yakalı siyah önlüğüyle kocaman kurdeleli (!) başını geri geri çevirip arkasında kalan boğaz manzarasını içine sindirmeye doyamayan küçük bir kız; kışın karda beyaza bürünmüş ağaçların arasında giderken, yine baharda çiçeklenmiş Portakal yokuşunu çıkarken gittiği okulu aynı ikilemi yaşatmış her adımda; bir yanda okul sevgisi, bağlılık diğer yanda kuşku ve kimi zaman en derin korkuları..
Üçüncü sınıfa geldiğinde vatan dediği bu toprakta yaşadığı en zor yıllardan biriydi annem için.
O seneki sınıf öğretmenleri olan Hacer Ögretmeni ömrü boyunca unutamadı.
Ögretmenin dilinden düşürmediği " Pis yahudi kızı " cümlesiyle sadece kendi içindeki nefreti kusmakla kalmayıp öğrencilerine de bulaştırdığı kin ve ayırımcılık aynı sene annemin her firsatta yanlız hocasından değil, sınıfta kala kala bıyıkları terlemeye başlamış koca çocuklardan sıra dayağı yemesinin de önünü açmıştı. O güne dek özlem ve hevesle katettiği okul yolu adeta bir tuzağa dönüşmüştü.
Elinde çantası okula yaklaştığı zaman bir çok sabah bir iki çocuğun bir anda üzerine çullanıp onu yere iterek hakaretlerle karnına attıkları tekmelerin ağrısı bugüne dek yüreğindedir. O çocukların içlerindeki nefretin kaynağı neydi? Kendileri o küçük kıza neden vurduklarını biliyorlar mıydı? Sanırım hayır sadece nefret etmeleri gerektiğine inandırılmışlardı.
Annemin okulda tanıdığı bir başka Yahudi kız çocuğu daha tahminen onunla benzer bir kaderi paylaşıyordu. Her gün kızlar tuvaletinde rastladığı, zayıf uzun boylu, soluk yüzlü kız tenefüsün sonuna kadar saklandığı kapı arkasından çıkmazmış hiç. Sebebini annem bilmemiş fakat birinden bir şeylerden gizlendiği açıktı.
Bir gün bir olay olmuş sınıfta. Oturduğu yerde yanındaki çocuğun yanlışlıkla mürekkebi devirmesiyle öğretmeni çok hiddetlenmiş. Annemi yanına çağırırken ona her zamanki gibi bağırarak; " Buraya gel pis yahudi kızı" demiş. Yanındaki çocuk korkusundan sesini çıkarmayınca mürekkebin dökülmesine hiddetlenen öğretmen annemin sırtında bir metrelik tahta cetveli ikiye bölmüştü.
Ertesi gün okula konuşmaya gelmek isteyen annesi ve teyzesini de kılık kıyafetlerinden yahudi olduklarını anlamış olsa gereken koca koca çocuklar okulun kapısından içeri giremeden taşlayarak geri göndermişlerdi
Ödevlerini yapmadan sokağa inmeyen annem Hacer Öğretmen tarafından aynı yıl sınıfta bırakıldı.
Hayatında yaşadığı en büyük travmaydı Hacer öğretmen ve onunla gelen nefret dalgası. Bir anda doğup büyüdüğü topluma uzak kalmak ve nefretle itilmekti yaşadığı.
Sınıfta kaldığı senenin sonunda annemin tekrar etmesi gerektiği üçüncü sınıf öğretmeninin kim olacağına dair duyduğu isim annemi korku içinde titretmeye yetmişti. Fatma Öğretmen; okulun en korkulan hocasıydı. Yine elinde kocaman bir cetvelle dolaşan, uzun boylu iri yarı bir kadındı bu. Otoritesini sadece duruşunda bile hissetmek mümkün olan bu kadın okulun en azılı çocuklarını bile dize getiren bir kişiydi.
Korku ve hüzün dolu annem kendini yeni bir mücadeleye hazırlıyordu adeta.
Öğrenim yılının ilk günü gelip çattığında kalbi küt küt çarpan küçük kız sırasında korku içinde bekliyordu.
Fatma öğretmen simsiyah saçları yemyeşil gözlerindeki sert bakışlarıyla sınıfa girdiğinde onu bekleyen şeyin ne olduğunu annem hiç bilmiyordu.
Aslında Fatma Öğretmenin o sert duruşunun altında bambaşka bir kişilik yatıyordu.
Sınıfta verdiği problemleri bir çırpıda çözen annemin yanına yaklaşarak defterindeki sayılara bir göz attıktan sonra " Aferin çocuğum dedi" ve ardından Ismin ne? diye sordu ona. Annem ürkek; "Suzi" .. "Peki evladım matematikte olduğun kadar coğrafya'da ve diğer derslerde de iyimisin ? ".. Annem başını evet der gibi sallayınca, bir iki soru da diğer konulardan sorduktan sonra Öğretmen şaşkın " Allah Allah! " Evladım öğretmen seni neden sınıfta bıraktı?.. " Bilmiyorum.... Hacer Öğretmenmiydi hocan? .. Evet...
" Anladım..."
Aradan geçen günlerde Fatma Öğretmen çocuklardan bir tanesinin anneme " Pis Yahudi " dediğini duydu Işte o an o talebeyi yanına çağırdı : Aç elini " ; çocuğun iki eline de hızla cetveliyle vurduktan sonra, " Bu sınıfta bir daha bu lafı herhangi birinizin ağzından duyarsam bu gördüğünüz cetveli üzerinizde paramparça yaparım, bunu bilin, hepimiz bu milletin evladıyız, kimsenin kimseye böyle sözler söylemesine izin vermeyeceğim!
Fatma Öğretmen senenin ilk bir kaç gününün ardından annemin hangi sebeplerden sınıfta kaldığını anlamıştı ve yanına gelerek; " Evladım senin öcünü ben alacağım hiç merak etme " dedikten sonra ertesi gün sınıfa çağırdığı tüm öğretmenlerin önünde Hacer öğretmenin yaptığı ayırımcılığı ve derslerinde mükemmel bir talebe olan küçücük bir kızı salt yahudi olduğu için sınıfta bırakmış olduğunu herkesin önünde yüzüne karşı haykırmıştı. Kısa bir süre sonra da Hacer Öğretmenin okuldan uzaklaştırılmasını sağlamıştı.
Fatma Öğretmen tüm bunlarla birlikte anneme önemli görevler vermişti; sınıftaki kocaman oğlanlara tenefüslerde matematik öğretmek görevi artık annemindi. Kısa bir süre öncesine kadar annemi dövmek için önünü kesen o problemli çocukların küçük öğretmenleri olmuştu. Okuldan sonra yine öğretmenin evinde kendi kızkardeşiyle oynamaya dahi gitmeye başlamıştı.
Fatma Öğretmenin tek gayesi vardı annemin geçirdiği travmayı elinden geldiğince atlatmasına yardımcı olmak ve kaybettiği özgüvenini yeniden ona kazandırmak. Ve bunu başarmıştı. Annem yeniden doğmuş gibi mutluydu. Derslerinde daha da parlak bir talebe olmuş okula tekrar severek sevinerek gitmeğe başlamıştı.
Yıllardan sonra ben bir genc kızken bir gün annem okuduğu gazeteden büyük bir heyecanla başını kaldırarak bağırmıştı; İşte Fatma Öğretmen. " Nerede? dedim " Bak gazetede, bu o!. Fatma Öğretmen yıllar sonra bir gence böbreğini bağışladığı için gazeteye çıkmıştı.
Annem heyecandan ağlamaya başlamıştı. Ne mutlu ki haber içinde Fatma Öğretmenin oturduğu Öğretmenler Sitesinin telefon numarası da eklenmişti ve annem onu aramıştı. Yıllardan sonra o çok şey borçlu olduğu insanla konuşmak ve teşekkür etmek için. Fatma Öğretmen ise annemi hemen hatırlamıştı. Fatma Öğretmen kocaman bir nefretin ide varolmaya devam eden sevginin, umudun ve iyinin sembolüydü!
Batya R. Galanti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder