8 Mart 2022 Salı

 "Kadınlar Günü" üzerine

Bugün, "Dünya Kadınlar Günü". Batı'da, Doğu'da, modern ülkelerde, kimi çağ dışı zihniyetin yeterince ağır bastığı yerlerde dahi, kısmen de olsa bu konu üzerine iyi kötü bir kaç satır bir şeyler yazılıp çiziliyor.

Çoğu insanın "Kadın Hakları " hakkında genel bir bilgisi olsa da,  toplumun ileri gelen kişilerinin, halka dünden bugüne kadının, sosyal, ekonomik ve siyasi statüsü üzerine  vermeleri gereken çok fazla mesaj mevcut.

Uzun insanlık tarihinin bugünlere dek tam olarak aşmayı beceremediği problemlerden biri olan kadın erkek eşitliği konusu üzerine insanları çok daha fazla aydınlatmak önemlidir. Bu konuda dünya genelinde çok daha fazla çaba harcamak gerekmektedir. Bunu biz kadınlar kesinlikle biliyoruz. Belki de, biz, moden toplumlar içinde yaşamak şansına sahip olan kadınlar bu konu üzerine çok daha bilinçliyiz.

Sonuçta Kadın Haklarının en çok dile getirildiği yerler Batı ve Batı kültürüne yakın olan ülkelerdir.

Ancak Batıda bile Kadın Haklarının  yüzde yüz elde edilemediği biliniyor. 

Dünyanın en modern toplumlarında bile hala yaşanmaya devam edilen sorunlara ve eksiklerin mevcudiyetine karşılık Doğu'da, Afrika'da kadınların durumu çok çok daha zordur.

Bulundukları berbat şartları doğal gören kadınların yaşadığı bu toplumlar sorunun düşündüğümüzden daha karmaşık olduğunu da hatırlatıyorlar insana.

Bugüne dek  kadınlar içinde azımsanmayacak bir yüzde yaşadıkları ikinci sınıf hayatı, köle düzenini  doğal karşılayacak kadar bilinçsizler.

Ya da olaya farklı bir yönden baktığımızda, yeryüzünde hala daha bir çok toplumda, kadınlar sistematik olarak cahil bırakılarak, bilerek ve isteyerek sömürülmekteler.

Bir nesilden diğerine, anneden kıza, yaşadıkları şartları, olması gereken bir durum olarak düşünen o kadar çok kadın mevcut ki. Öncelikle birilerinin bu insanları uyandırması gerekiyor.

Ve bu şekilde, Kadınlar Günü'nün, kadın haklarının, yeterince konuşulmadığı, bu mevzunun kulak arkasına atıldığı, ataerkil düzenin mevcut düzenleri olduğu kimi toplumlarda sadece kimi kadınların tek başlarına bir şeyleri yıkıp, sahip olmak istedikleri eşitliği elde etmeleri çok zor olacak gibi görünüyor.

Kadınların köle zihniyeti içinde yaşatıldığı üçüncü dünya ülkeleri ve endüstrileşme yolundaki bir çok yerlerde, Batı'ya nazaran bu konu çok daha az konuşulmakta

Sorunda burada başlıyor. İnsanların konuşma özgürlüğü olduğu, kendi haklarını korumak için girişimlerde bulunabildikleri hukuk devletlerinde problemler ve konuyla ilgili yasalar gündeme getirebildiği oranda bir ilerleme sağlanabiliyor. Diğer ülkelerde bu mevzu çok basit bir bağlamda kaldığı sürece kadınların, toplumsal ve bireysel haklarını elde etmek etmeleri, sorunlarını aşmaları mutlaka çok daha zorlaşıyor.

Kadın erkek eşitliği için gereken anlayış toplumun temelinde hiç olmadığı sürece, sorunun birinci derecedeki tarafı olan erkekler ataerkil anlayışa sonuna kadar bağlı kalmaya devam ettikleri sürece, babadan oğula, erkeğin kadının üzerinde kurduğu patronluk anlayışı ve bu kültürün devamı söz konusu oldukça hiç bir şeyi değiştirmek mümkün olama. (Ki neden olmasın?? Bu toplumlarda bu anlayışla, toplumun belli bir bölümü istediğini yapmak ve yaptırmak şansına sahipler. Eşitlik veripte ne yapacaklar??

Erkek egemenliğini koruyan toplumsal kodların dışına çıkılmadığı sürece, bu toplumlardaki kadınların  bir şeyleri değiştirmeleri imkansız olacak. Binlerce yıldır devam eden toplumsal yapının değişmesi için çok köklü bir devrim gerekiyor. Bu devrimse kültürel bir ön değişim sonucu gelebilir ki şimdilik o değişimi gösteren işaretler belki sadece bazılarında, o da son derece minimal düzeydedir.

Kısaca bu bize özel günde her birimizin anlamlı mesajlarımızın  kendi çevremizde belli bir farkındalık getirebileceğini unutmamamız önemlidir.





7 Mart 2022 Pazartesi

Bırakın evreni kendi halinde daha güzel

Doktor ve asistan bir taraftan ağzımın içine gömülmüşler sanki. Adam kemiğime delik açmakla meşgul.  Ağzımın kenarından sarkan inceden bir hortum.  Ve asistan diğer taraftan doktorun direktiflerine göre çekmeceden bir şeyler verirken ikisi sürekli konuşuyorlar. Bense ne konuştuklarını kesinlikle anlamıyorum. Belki de, her dilde aşağı yukarı benzer olan kelimeler dışındakileri anlamıyorum diyeyim.

Dr. Andrei, Rus mu yoksa Ukraynalı mı en ufak bir fikrim yok. Yanındaki, uzun boylu sarışın bayan asistanın geldiği ülke ve şehrin neresi olduğunu da bilmiyorum. Prosedürün heyecanıyla, merak sorularımı o an için kendime sakladım.  Tek bildiğim, her defasında fonda hafif klasikler çalan minik klinikte bu kez sadece Rusça haberler var. Hayatlarına bir yerde her zamanki gibi devam etmeye çalışırlarken düşünceleri belli ki bu savaşla meşgul. Israel'in Rişon şehrindeki bu küçük iş yerinde para kazanmak için ter dökerlerken, bulunduğumuz yerden çok uzaklarda, kuzeyde bir yerlerdeki karmaşa belli ki onları da yeterince etkiliyor.

Son durumu aralarında tahlil ettikleri kesin. Yıllar evvel bıraktıkları bu bölgede bir anda çıkan çatışmalar sadece onları değil tüm dünyayı endişelendiriyor. Ancak onlar için geride canlarının bir bölümünün kaldığı bu topraklar başkalarından çok daha fazla şeyler ifade ediyor.

Onlar arkalarında sadece bir ülke, bir şehir değil belki de bir ev, bir yuva, bir aile bıraktılar. Belki kardeşleri bombardımandan kaçanlar arasındalar.

2014'te Ukrayna tarafından desteklenen ayrılıkçı milislerle Ukrayna ordusu arasındaki savaştan kaçanlar bu kez kuzeyde, bir ikinci kez bombardımanlar ve çatışmalara yakalanmışlar diye yazıyordu dün İngiliz sitesi BBC..Ukrayna'nın güneyindeki savaştan, bir kaç yıl evvel kaçarak geldikleri, Kiev yakınlarında kiraladıkları evin penceresinden çektikleri görüntülerden sonra yeniden yollara düşmek zorunda kalanlar...

Dün bu ülkeyi biraz daha fazla tanımak istedim birden. Ukrayna'nın savaş öncesini görmek, normal bir gününü yaşamak istedim görüntülerde. You Tube'da bundan bir kaç ay evvel çekilmiş gezi videoları izledim. Bundan bir iki sene evvel çekilmiş kimi video çekimleri aradım. Bugün bombardıman altında olan şehirleri huzur içindeyken görmek için.

............................

Bu sabah evden çıktığımda, her zamanki gibi kuşlar heryerde cıvıl cıvıl ötüşüyordu. Yeni bir günün sessizliğini hissedebilmek şansına sahip olduğumuz için bir kez olsun şükrettik mi acaba?

Barışın hayatın en doğal parçası olduğu şehirlerde yaşayan insanlar ne kadar şanslı olduklarını anımsatırlar mı hiç kendilerine? Kaç kez evlerinden çıkmaktan korkmak için bir sebepleri olmadığı için Tanrıya teşekkür ederler?

Yataklarında huzur içinde uyuyabildikleri için??.. Bombalardan kaçmak zorunda kalmadıkları için? Çadırlarda uyumadıkları için? Sakat, çocuk, hasta ya da güçsüz oldukları halde, bir yerden diğerine kilometrelerce yürümedikleri için?

Bir parça ekmeğe hasret kalmadıkları için?

Kendilerine ait bir sıcak bir yuvaları olduğu için?

Öldürülmekten korkmadıkları için?

Yeryüzünde, doğanın insanlara verdiği mükemmelliğin bozulmadığı şehirlerde doğup yaşayabilme şansına kaç insan sahip acaba?

Yolların kenarlarında açan çiçekler rengarenkti bu sabah.

İnsan elinin bozmadığı her yer çok güzel bu evrende. Dünya en yalın haline bırakılabilseydi keşke. Hiç dokunmamış olsaydık bu topraklara, ağaçlara, denizlere.

İnsan eli yapmaktan çok yıkıyor, bozuyor, yokediyor.

Ukrayna'da da düne kadar insanlar sabah işlerine gidiyorlardı.

Şimdi caddelerde cesetler var.

Yeniden bir ülkede,  bir nesil daha, bir yerlerde savaşı yaşıyor. Tek bir kişinin yıktığı barış köprüsü, iki milleti sonsuza dek ayırmaya yarıyor. Bir kez yıkılan dostluğu yeniden inşa etmekte zorlanacak o insanlar. Halbuki düne kadar sadece kardeştiler...komşuydular..benzerdiler birbirlerine.

Tarihse sanki bir anda sil baştan yazılıyor.

Soğuk Savaş çoktan bitti derken, sıcak, sıcacık bir savaş, dünyanın en olmayacak bir yerinde çıktı.

Üçüncü dünya savaşını görmeyiz derdik biz. ( Umarım yine görmeyeceğiz)

Nükleer tehlike 1945'te sonlanan o son büyük savaşın ardından bugünlere dek insanlığı bir delilik yapmaktan alıkoymuş gibiydi.

Şimdi birden bir kıvılcım çıktı.

Bu kıvılcımın bir anda yanlışlıkla  (!)  başka yerlere sıçraması demek evrenin sonunu getirmek demek olabilir mi?

Peki kimsenin bunu istememesi farkeder mi?

Bir deli yeter mi tüm evreni bir ateş topuna çevirmeye??!! Umarım yetmez!!!

6 Mart 2022 Pazar

Bugünlere dek mental sorunlar tabu olmaya devam ediyorlar

 Hiç kolunun yukarısında, tenine iliştirilmiş beyaz bir yapıştırma benzeri bir şeyle gezen birini gördünüz mü? Büyük ihtimalle görmüşsünüzdür. Son senelerde şeker hastalarının kanlarındaki insülini regüle etmek amacıyla bedenlerine koydukları kimi alet ya da etiketlerin hayatlarını kısmen güvence altına alan yollardan bir olduğunu biliyoruz. 

Böyle insanlar ailemizde ya da arkadaş çevremizdeler, bazen de yaşadığımız toplumda karşımıza çıkarlar. Ve çoğunluk kollarında taşıdıkları şeylerin ne olduğunu açmaktan çekinmezler. İnsanlar şeker hastası olduklarını söylemekten genelde utanmazlar. Çünkü şeker hastası olmak ayıp değildir. Bu rahatsızlık toplumda en sık karşımıza çıkan hastalıklardan biridir. İnsanları genelde tedirgin eden, çoğu zaman genetik, kronik, yıpratıcı ve günlük yaşamınızı etkileyebilen bir hastalıktır. Ancak yine de kimsenin sizi şeker hastası olduğunuz için yargılamayacağı bilinir.

Aynı şekilde gastrolojik problemleri olanlar, alerjik sorunlar yaşayanlar, kanlarında kolesterol, trigliserid ya da bilimum başka verilerin yüksek olduğu kişiler kullandıkları simvastatin cinsi ilaçların yan etkilerinden şikayet etmekten çekinmezler.  Çünkü kolesterolu yüksek olan birinin günahı yoktur. Sadece elinde olmayan sebepler yüzünden bedeninde bir şeyler yanlış gitmektedir ve bunu düzeltmek gerekir.

Çoğu kişinin, özellikle elli yaş sonrası insanların bir takım rahatsızlıkları olması, ilaç kullanmaları.. tansyon, şeker, kalp vs. sorunları hayatın normal bir parçasıdır ve bunlar herkes tarafından kanıksanmış bir mevzudur.

Bu tip hastalıkları olan insanların, kocaman iş yerlerini yönetmeleri, banka müdürü olmaları ya da bir ülkenin Cumhurbaşkanı seviyesine gelmelerinde bir sorun yoktur.

Kronik rahatsızlıklar toplum içinde sabahtan akşam sohbet mevzusu yapılacak kadar enteresan konular olmasalar da insanların tabu olarak karşılamadığı şeylerdir. Fiziksel sorunlar ve şikayetler,  bedensel hastalıklar dünyanın büyük bir bölümünde normal görülen şeylerdir.

Gelelim bir de mental sorunlar yaşayan insanların rahatsızlıklarına....

Fiziksel hastalıkların normal karşılandığı toplumlar bugünlere dek mental hastalıklara hala daha ön yargıyla bakmaya devam ediyor.

Bugüne dek, en basit psikolojik sorununun bile zayıflık göstergesi olarak algılanmasından korkan çok fazla insan psikolojik sorunlarını kendilerine saklamayı tercih ediyorlar.

Halbuki bedensel sorunlarda olduğu gibi mental problemler de kişilerin ellerinde olmayan şeylerdir.

Kimse bir şeyleri doğru yapmadığı için, kimse zayıf kişiliği olduğu için psikolojik sorunlar yaşamaz.

Bu tip şeyler de aslında beyinde oluşan kimi hatalar yüzündendir. Belki kimisi beynin anatomik yapısı, kimisi beyindeki elektriğin doğru işlememesi, belki kimi salgı miktarlarındaki sorunlar ve bazen yine insanların hayatlarının ilk etaplarında yaşadıkları  travmalar onların kimi mental sorunlar geliştirmelerine neden olmuş olabilirler.

Ancak ne yazık ki şeker hastası oldukları için hor görülmeyen küçük düşürülmek sorunlarıyla karşılaşmayan insanlara karşın mental sorunlar yaşayan insanlar  yaşadıkları problemlerin güçlükleri bir tarafa bir de toplumun kendilerini yargıladıkları durumları kaldırmak zorunda kalabilirler.

Bu yüzden çoğu kişiler ön yargılarla karşılaşmaktan korktukları için mental sorunlarını kendilerine saklamak zorunda kalırlar. Ve bu durum öncelikle onları yanlızlaştırır. Ve bir de adeta suçluluk geliştirmelerine neden olan ön yargılar, kendilerini ilk baştan yetersiz hissettiren ağır bir sorumluluk hissine girmelerine de neden olurlar. 

Hayatını birden bire diğerleri gibi götüremeyen bir ergen, birden kendisini toplumdan uzaklaşmış bulabilir. Ve çekindikleri yüzünden sustukça ya da çoğu zaman  toplumsal tabular yüzünden susturuldukça binlerce, milyonlarca insan arasında yaşayan tuhaf bir yaratıkmış gibi hissetmeye başlayan kişi sanki kocaman evrende kendisi gibi hisseden bir tek insan daha yokmuş gibi bir yanılıcı duyguya da kapılır bu kez.

Endişe sorunları ya da depresif bir dönemin getirdiği bazı zor etkileri yaşarken bireye aile yeterince destek verilmezse insan bu zor durumu aşmak için tamamen tek başına kalabilir. Ve o zaman yaşanılan sorunu altetmek neredeyse imkanszlıaşır.

Geçtiğimiz gün, Gal'in sınıf öğretmeninden tüm sınıfı kapsayan toplu bir mesaj aldık. Okulda, orta son sınıftan bir genç kız, daha 15 yaşında bir kız aniden ölmüş diyordu öğretmen.  Genç kızın ani ölümünün nedeninin şimdilik açıklanmadığı ve ayrıntılar önümüzdeki günlerde bildirilecek deniyordu.

Okulda çok büyük bir fırtına koparan bu durumu çocukların bizlerle paylaşmaları halinde onlarla konuşmamızı, gerekirse okul öğretmeni, müdür ya da okul psikoloğunun desteğini istememiz rica edildi

Bizim aklımıza önce bir kaza, ani bir kalp krizi gibi bir şeyler geldiyse de okuldan henüz açıklanmayan kimi ayrıntılara daha sonra internet sitelerinde ve gazetelerde rastladık.

Sonuçta, ergenlik çağında yaşanabilecek bir bunalım sonucu genç kızın kendi hayatına kendi elleriyle son verdiğini okuduk.

Gal, genç kızı tanımadığını, tek bildiğinin aniden öldüğü olduğunu söyledi. Kişisel hayatına özel bir dokunuşu olmayan insanlardan soyutlayan yapısı gereği bu olayın üzerinde çok durmadığını gördük yeniden.

Okul'un çocuğun yaşadıklarını farkedip durumun yeterince üzerinde durup durmadıklarını ya da ne derece yardım etmeye çalıştıklarını bilmiyorum.

Kızın vefatının arkasından, okulda anısına açılan köşede yakılan mumlar, edilen dualar, tuvaletlerde her an ağlayan kızlar 15 yaşındaki bu  çocuğu geri getirmeyecek. Ve şimdi bir de bu yaşta böylesi bir travma geçiren yakın arkadaşlarının yaşadıklarıyla mücadele etmeleri gerekecek.

Bu çocuk belki yanlızlığın, belki sorunlarını yeterince paylaşamamanın çaresizliğini yaşayanlardandı...

Belki gerçekten de söylenildiği gibi, sistemin yeterince el uzatamadığı,  mental sorunların yıktığı gençlerden sadece biri olmanın cezasını en ağır şekilde ödeyenlerden biri daha.

Tabuların hala daha bu konularda insanların yeterince rahat olmamalarında büyük etki yaptığı modern toplumlarda bile, mental sağlık insanların diğer sağlık sorunlarından çok daha büyük bir sorun olabilmektedir. Ve bazı şeylerin diğerlerinden daha iyi işlediği iddia edilen modern toplumlarda bile bazen insanlar hala yeterince yanlız kalabilmekteler.

4 Mart 2022 Cuma


Otizm'le kimi şeylerin zamanla değişmesini beklemek zor

Geçen senelerde bir arkadaşım; "Sanki siz pek öyle sosyal değilsiniz gibi geliyor bana?!"diye sormuştu.

Sosyal değilmiyiz? Mmmmm...Bu konu ince bir konu.

Önce  bu insanın bu soruyu sorma sebebi neydi? Birden durduk yerde nereden aklına gelmişti?

Kendisini gençlikten tanıdığım, çok tatlı, çok samimi bir bayan arkadaşım bu. Ancak birbirimize çok yakın oturmadığımız için genelde sosyal medya'dan kimileri yazışır, bazen telefondan konuşur, ender olarakta şahsen görüştüğümüz olabilir.

Bu insan benim sosyal medya'da çok fazla girip çıktığım ortamların resimlerini ve toplantı fotoğrafları paylaşmamamdan dolayı bu soruyu sormuştu telefonda.

Aslında her kişinin sosyal medya içinde ille de bulunduğu ortamların resimlerini paylaşması şartmıdır?

Galiba bu çok yaygın bir sosyal medya anlayışı bugün. Yani çoğu insan için sosyal medya gezdiği ve bulunduğu yerlerin resimlerini paylaşmak için bir fırsat alanı.

Benim içinse bundan daha çok, özellikle kimi akşamlar, aktüel konular ve genel olaylarla ilgili paylaşımlar yapmak ve mizahi dokunuşlarla biraz hayata gülebilmek için bir fırsattır sosyal medya. ( Bu konuda daha evvel de bir iki kez yazdım aslında ) Bu yönünü çok sevdiğimden herhalde, hala daha sosyal medya hesabımı kapatmadım ben. Çünkü bir çok kez bana başağrısı getiren insanlar oldu ve olmakta.

Peki insanlar böyle bir soruyu niye sorsunlar?

Birilerini neden sizin sosyal hayatınız bu kadar ilgilendirsin?

Sanırım, insan denen varlığın en bilinmiş özelliklerinden biri meraklılığıdır. Bazen sadece merak ederler.

Ve sorulan soru bir anlamda doğru, bir anlamda da çok kişisel bir alana dokunduğunda, ( soran kişiye bu böyle gelmemişse de) karşınızdakini kırmadan nasıl bir cevap yetiştirmeniz gerektiğiyle ilgili düşünmeye iter.

Her insanın sosyal hayattan ne anladığı değişirken, kişilerin hayattan beklentileri ve seçimleri diğerlerinden farklı da olabilir, bunu bilmeseler de.

Ve her insan kişisel kimi durumlara göre belli bir hayat çizgisi çizmek zorunda da kalabilir.

Gerçeklerse şudur ki, otist bir çocuğunuz olduğu gün hayatınızın akışı tamamen değişebilir.

.............................................

Daha önce bu ve benzeri konuları çok yazdıysam da bir kez daha yazmamda bir kusur yok sanırım.

Otistik bir çocuğun hayatınıza girdiği gün, sizin yaşam şekliniz, yaşam çizginiz tamamen değişmeye başlar. Normatif ailelerden, diğer insanlardan farklı bir hayata alışmak zorunda kalırsınız.

( Ve yeniden belirtmemde fayda olan bir şey daha var. Her otist, aynı değildir. Kimileriyle hayat daha zor, kimileriyle daha rahat olabilir. Her otistik insan kendine özgü özelliklere sahip olabilir. Bazıları diğerlerinin tamamen tersi özellikler gösterebilirler. )

Bu yüzden kendi otistik cocuklarıyla bir çok farklı faaliyetleri sorunsuz yaşayan bir aile, benim oğlumla yaşadığım şeyleri kesinlikle yaşamamış olabilir.

...........................

Otistik bir çocukla her kapıdan dışarı çıkışınız bir hikayeye, engelli bir yarışa dönebilirken..

Daha konuşmayı beceremediği zamanlarda, onu her giydirmek istediğinizde odasını yıkıp döken ve kendi kendini dövmeye başlayarak çığlıklar atan bir çocukla kapıdan dışarı çıkmanız gerektiğinde..

Her süper market alışverişinde, etraftaki meraklı bakışlara aldırmadan, çocuğunuzu yatıştırmakta uğraştığınızda...

Kimileri arabayı durdurup, onu sakinleştirmek için yeni yollar aradığınızda...

Çoğu kez, restoran, kulüp ve bilimum gezilerin orta yerinden çıkıp gitmek zorunda kaldığınızda..

Her arabayı park ettiğinizde, nedenini bilmediğiniz şekilde ağlamaya başlayan çocuğunuzun krizini yatıştırmak için neler yapmanız gerektiği üzerine düşünmek zorunda kaldığınızda, kendinizi hep aynı noktaya geri dönmüş olarak bulabiliyorsunuz...

EV!!

..............................

Ve çocuğunuz yavaş yavaş büyümeye başladığında, krizler kısmen hafifliyor.

Ve siz onunla yine de ve hala onun kaldırabileceği türde programlar yapmaya alışıyorsunuz.

Birlikte zevk alabileceğiniz, onun da sizinle olmaktan mutlu olacağı şeyler oluyor...

Ve yine de her gittiğiniz ortamdan sadece kısacık bir süre geçtiğinde, görev tamamlanmıştır komutanım moduna girip bundan sonraki hedef neresidir diye tutturan bu ergenin sadece yeni geldiğiniz o yerde sizi hiç durmadan sorularıyla ve neden buraya geldik aslında burada olmak istemiyordum ben deyişleriyle yormaya başladığında yeniden eve dönmek en iyi seçim gibi gelebilir.

Her defasında ve yine de ev sizin en için en sakin en ideal ortamdır...

................................

İki hafta evvel arabaya binip, müziği koyarak kendimizi yine yola attık ve Gal öğle olduğunda, "Nerede yemek yiyelim ?"sorusunu gündeme getirdi.

Ve son dönemde çok hoşlandığı Japon Lokantasını teklif etti yeniden.

Hepimizden çıkan; "Olur!"cevabıyla kendimizi bir defa daha Tel Aviv'in merkezindeki bu yerde bulduk.

Ancak ne görelim, restoran kapatılmış!!

Bizimkinin bütün planları suya düşünce bir anda huzursuzlaştığını farkettiysem de ilk anda görmezden geldim.

Hemen aynı sırada bir başka Japon Restoranı görünce, "Ne dersiniz, buraya girsek?" dediğimde hepimiz için sorun ortadan kalkmış gibiydi. Tamam, ne farkeder!!

Bizim için ne fark eder derken Gal için bu çok şeyi değiştiryordu. Bir anda çocuk öyle bir sıkıntı yaşamaya başladı ki.

Onun adeta bir panik atağa tutulduğunu gördüm. Nedenini anlamak zordu. Ama Gal ilk kez geldiği bu yerde birdenbire son derece sıkıntıya girmişti. Lütfen çıkalım, ben eve gitmek istiyorum derken neredeyse ağlıyordu.

Ve o an başka hiç bir çaremiz kalmamıştı....

..............................................

Yazılarımda her ne kadar Gal hakkında bir çok şeyleri anlatmışsam ve anlatsam da genelde hayatımda arkadaşlarımla bir araya geldiğimde, günlük yaşantım içinde yaşadığım güçlükleri, Gal'in kimsenin tanımadığı taraflarını pek dile getirmem.

Çünkü kimsenin bizim neler geçirdiğimizi pekte merak etmediğinin farkındayım. Herkes kendi problemleriyle yeterince meşgul ve bugünkü hayatın hızı içinde sizin kişisel sorunlarınızı dinlemeye hazır insanları bulmak eskisinden de zor.

Ve ben, her ne kadar başkaları hakkında çok şeyi dinlemekten hoşlansam da kendi hikayemin çok büyük bir bölümünü günlüğüme, yazılarıma ve kendime saklarım. Bir de oğlumun psikoloğuna!

Yazılarım bana, bir çok şeyleri tahlil etmek şansını verir. Yazdıkça rahatlarım. Yazdıkça geçirdiklerimizi daha iyi analiz edebilirim. Yazdıkça zorlukları, kalbimde yaşadığımı ağırlığı kısmen de olsa hafifletmeyi başarırım.

Sustuğumuz sürece göremediğimiz bir çok gerçekleri sadece bir yolunu bulup ifade ettiiğimizde fark ederiz.

Bu yüzden çoğu kez günlüklerimin sayfalarını doldurduğum kimi konuları zaman zaman yazılarıma da taşırken, benimle benzer durumları yaşayan insanlara belki bir örnek olabileceğimi de düşünürüm.

..................................................

Her daim, çocuğumun otist olduğunu bilen ve yeni teşhis konulmuş torunlarıyla, küçük çocuklarıyla yaşadıkları tecrübeleri benimle paylaşanlar, soru soranlar, bazen telefonda, bazen ayaküstü bu konuyu açanlar olur.

Gal'den örnekler versem de dediğim gibi aslında bu insanların her biri diğer insanlar gibi ayrı birer dünyadırlar.

Biri diğeri için her zaman kesin bir örnek olmasa da, sizinle benzer sorunlar yaşayanlara yine de normatif çocukları olan ailelerden çok daha fazla yardımcı olabileceğiniz açıktır.

Gal, son senelerde kendi kızgınlıklarına, hüsranlarına, ağladığı anlarda girdiği zor durumlara hakim olmak için büyük bir mücadele veriyor aslında.

Yaşadıklarının sadece kendisini değil hepimizi çok etkilediğini gayet iyi biliyor ancak bir çok durum ve girdiği sıkıntı, endişe ya da tahammül etmekte zorlandığı kızgınlık nöbetlerine hakim olmakta yine de zorlanıyor.

Ve onun kendisiyle verdiği mücadeleyi yakından tanıdığımız için ona kızmamız söz konusu değil hiç bir zaman.

Bazen onunla bir kaç adım daha ilerlediğimizi hissettiimiz olsa da  birden yeniden gerilediğimiz oluyor.

Ve bu her defasında hepimiz için yeni bir hayalkırıklığı olsa da ona bir kez daha başaracağını söylemekten başka çaremiz kalmıyor.

................................

Dün gece yatmadan evvel, köpeği benimle indirmek isteyip istemediğini sordum. Ve hava yeterince bulutluydu. Bütün gün serpiştiren yağmur bir kaç saattir ara verdiginden Gal bir iki dakikalık tereddütün ardından bana tamam seninle geliyorum dedi.

Ve birlikte dolaşırken, iyi ki gelmişim seninle gezmek keyifli anne!! derken mutluydu.

Ancak bir, bir buçuk kilometre mesafelik bir yürüyüşten sonra yağmur serpiştirmeye başladığında birden yeniden sıkıntıya girdi.

Son zamanlarda  yağmurdan korkar gibi oğlum. Onu yağmurda tedirgin eden şeyin ne olduğunu tam bilmiyorum.

Anne damlamaya başladı yeniden dediğinde, benim Pitzi'yi daha gezdirmem gerektiğini, isterse onun daha çabuk eve gidebileceğini söyledim.

Önce evet dedi sonra yeniden bir şey onu durdurdu.

Gök gürültüleri mi bilmiyorum onu tedirgin eden. Savaştan kalan bir korku mu bu? Gök gürültüleri atılan füzeleri mi anımsatıyor?

Ondan bazı şeylerin detaylarını öğrenmek zor. Beni susturuyor. Yeniden psikoloğuyla konuşmak gerekiyor.

................................

Ve hayat bir günden diğerine hep bir adım ileri iki adım geri devam ediyor...

Otizmin tedavisi var diyenlere gücüm ve tahammülüm, ne de sabrım hiç yok.

Otizm bir ömür devam eden bir sorundur.

Bu insanlar sorunlarını bilecek kadar akıllı olsalar da onları huzursuz eden hislerden kurtulmaları zordur.

Onları yeterince izole eden farklı yapıları, insanların temeldeki, göz rengi ya da iskelet yapısı gibi, onları diğerlerinden ayıran özellikleridir. Bu şeyleri  kökten değiştirmek mümkün değil.

Kısmen onunla yaşamayı öğrenmek mümkün. Ve bizlerin onlarla daha  rahat iletişim kurabilmeyi öğrenmemiz mümkün ancak onların da katıldığı yaşantınızın bir daha eskisi gibi olmasını beklemek zor!!



3 Mart 2022 Perşembe

Her millet kendi toprağında mutludur

İnsanlar misafir sever. Ama bir yere kadar !

Misafirlik bir yere kadar. belli bir süreliğine olduğu sürece hoştur.

Çoğu kişiler sevdikleri insanları evlerinde görmekten memnunluk duyarlar.

Bu arada bazen hiç beklenmedik ve hiç tanımadığımız bir misafiri de evimizde ağırlamamız mümkündür.

Öncelikle bize ihtiyaç duyan bir insanın yardımına yetişmek bize mutluluk verir.

Ve aynı şekilde çevremizde sevgiyle, anlayışla yardım etmeye hazır insanlar olduğunu bilmekte bize kesinlikle güven verir.

Zor zamanımızda bizi yanlız bırakmayacak insanların varlığı hayatı sevgiyle, güvenle karşılamamızın koşullarından biridir mutlaka.

Yeri geldiğinde birisini karşılayan insan siz olabilirsiniz yeri geldiğinde bir başkası size yardım elini uzatabilir ya da sizi memnuniyetle evinde misafir edebilir.

Herşey duruma ve koşullara bağlıdır.

Belli bir dönem kendi rahatınızdan, kendi lüksünüzden, odanızdan, kişisel alanınızdan fedakarlık yapmak, her ne kadar kimi kısıtlamalar getirse de bunu sevgiyle karşılamak zor değildir.

Uzun süren misafirliklerse bir süre sonra, iki taraf için de yorgunluğu, huzursuzluğu getirebilir.

Uzun dönemli misafirliklerin getireceği zorluklar, yaşadığınız alanın kaç kişiyi karşılamaya müsait olduğu, sizin maddi ve manevi gücünüzün hangi oranda  fedakarlıkları karşılayabileceğiyle orantılı olarak değişir.

On odalı, kocaman bahçesi olan bir villada, en iyi imkanlarla yaşadığınız bir eviniz varsa bir aileyi karşılamanız zor değildir. Eğer şartlarınız kısıtlı ise bunun için göstermek zorunda kalacağınız çaba ya da fedakarlık daha fazla olacaktır.

Misafir olan insan için de durum kolay değildir.  Yabancı bir evde, insanların kişisel alanlarını yeterinden fazla işgal ediyor olduğunuz hissiyle yaşamak belki bir kaç gün için çekilebilir. Fakat uzun bir dönem için, kendilerinin ve başkalarının rahatlarını bozduğunuz hissiyle barış içinde yaşamaya devam etmek hiç kolay değildir. ( Ortak bir tatil amaçlı  birlikteliklerden  bahsetmiyorum mutlaka.) 

Günlük hayat savaşı içinde mecburi beraberlikler iki tarafı da bir süre sonra yıpratmaya başlar.

Sonuçta gelmek istediğim nokta tanımadığınız bir insanın evinde mecburi misafirliğin getireceği zorluklar gibi mülteci durumuna düşen bir grubun başka bir ülkeye sığındığı gün yaşayacağı güçlüklerin getireceği sorunlardır.

Bireylerin misafirlikleri gibi mültecilerin kendi vatanlarını bırakıp komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldıkları zaman yaşadıkları ilk şok, ilk şaşkınlık bittiğinde kendi yuvalarına yeniden dönmeyi ne zaman hayal etmeye başlayacakları da bence bir merak sorusudur.

Bulunduğumuz bilgi ya da iletişim çağında bugünleri yaşayacağını hayal etmemişti belki de insanlık.

Gelişen teknolojiye yetişemeyen ülkeler, insanlar kısaca evrenin hala  büyük bir bölümünün bugüne dek sadece belli bir kısım insanın sahip olduğu değerlere yetişmek için nasıl bir kavga içinde olduklarını görüyoruz.

Bilgisayarın insan emeğinin yerini aldığı çağda da hala toplumlar bir yerden diğerine göç etmek zorundalar!

Aslında çoğu şey hala değişmedi.

Gücü elinden bırakmayan otoriter rejimler çoğu yerde insanları ezmeye devam ediyorlar.

Ve buna karşı her başkaldırı en zor şekilde bastırılıyor.

Türkiye'deki rejime karşı gelenleri tomalarla meydanlarda bastıran birisi var.

Başka bir yerde, kendi özgürlüğünü isteyen bir millete demir yumruğunu indiren bir başkası boyundurluğu altına aldıklarını cehennemin dibine kadar gönderiyor.

Bir yerde, insanlıktan, eşitlikten konuşanların kurduğu düzen, başka bir yerde ise yaşamın bir günde hiç edildiği,  aynı kıtanın bir başka yüzü, öbür ucu var. Hepsi aynı toprak parçası üzerinde yaşıyor. Birisinin bireysel haklarını savunan değerleri, diğerlerinin özgür olmak için bağıran seslerini bir tokatta susturan diktatörleri var.

Böylece, tarih boyu bitmeyen göçler iletişim çağının getirdiği büyük devrime rağmen hala devam ediyor.

Halbuki artık  adım adım politik dengelerin oturmaya başladığı yeni bir dünya hayal ediyorduk.

Avrupa Birliği uzun süren savaşların arkasından halkların yarınları için, insan gibi yaşamanın bir ortak yolunu bulmamışmıydı? Bu düzen, bu birlik, bu dayanışma örnek olabilirmiydi diğerlerine?

Ya da gerçekten birinin diğerine örnek olması mümkün mü?

Avrupa'da ortaya çıkan, insan haklarını temel alan, eşit ve demokratik toplumlar diğerlerine neden örnek olmadı?

Her toplumun yapısı buna uygun olmalı önce!

Birbirine karşı savaşmak yerine, birbiri için var olmak doğru olan yol olsa da bunu başarmak her zaman mümkün olmuyor.

Benzer kültürlerin ortak bir yaşam için el ele verdiği bir dünya  çok daha güvenli bir yer olabilirdi oysa.

Avrupa'da, iki dünya harbinin yıkımını yaşayan halklar savaşların kimse için avantaj sağlamadığını yaşayarak görmüşlerdi.

Yaşanan milyonlarca kayıp Batı için bugüne dek zihinlerde kalan bir çok dersler içeriyor.

Bu savaşlarsa sonunda demokrasiyi, insan haklarını savunan toplumları yaratan şey değil mi?

Peki bu ders herkese yeterli geldi mi?? Hayır!!!

Peki dünyanın bir kısmı refah toplumları iken diğerleri ikinci sınıf kalmaya mı mahkumlar?

Yöneten ve yönetilen ülkeler ve toplumlar mı var yoksa?

Son yıllarda artık kimi değişim rüzgarlarını ümit ettiğimiz ülkeler oldu.. Sadece bugün değil, daha önce, dünyanın farklı bölgelerinde de yaşadık bunları...

Arap Baharının arkasından çıkan huzursuzlukların yarattığı göç dalgaları son on senedir (11 senedir ) Batı'nın ellerini kollarını yeterince bağlamadı mı??

Batı'da  "İnsan Hakları" için yardım eli uzatmanın mecburiyetine inanan politikacılar, halklar olmadı mı??  Ve sonuçta bir taraftan evlerini farklı toplumlara açanlar var. Ancak devam eden uzun misafirliklerin getirdiği sorunlar da başlamadı mı bu yerlerde?

Ortadoğudan gelen misafirlerin, kültür yapılarını değiştirebilecekleri göçleri sindirmeye devam ederlerken,  Batı'da hala hümanizm diye bağıranların yanında bir diğerlerinin eleştirilerinin arkasında yatan rasist fikirlerin oluşumlarından korkanlar yok mu?

Artan işsizliğin getirdiği ekonomik zorluklardan mesul tutulacak insanları ülkelerinde istemeyecekler aşırı sağcı, radikal partileri besleyecekler .

Mecburiyetten geldikleri bu yerlerde yaşadıkları güçlükler, kimi anlamda çaresizliğin kurbanları olan bu insanların geçirdikleri bunalım ve hüsranla birlikte yepyeni toplumsal sorunların önünü açacak davranış bozukluklarını da yaşamalarına sebep olacaktır. Kimilerinin geçirdikleri post travma, bazılarının yaşadıkları depresif durumlar ve bir diğerlerinin adaptasyon sorunlarıyla birlikte suç oranlarında da aynı paralelde artış gösterdiğinde Ukrayna'daki savaş sadece o ülkede yaşanan binlerce insanın ölümüyle bitmeyecek.

Bu insanların misafir oldukları topraklarda kendileri ve yerel halk üzerine getirecekleri etki  dünyamızı değiştiren olayların başında gelecektir.

Her insan en çok kendi evinde mutludur. Her insan kendi yuvasında huzurludur. Insan yuvasında rahat ve özgürdür.  Bu yüzden bu evrendeki esas amaç her kişinin kendi yuvasını yaşanır kılmak olmalıdır!!!

Ve ideal yuva ya da ülke her vatandaşın hür ve eşit yaşadığı bir ortam demektir.

21. yüzyılda hala sorun da budur. Otoriter rejimlerin ellerinden kurtulamayan halkların çektiği sorun budur.

Despot yönetimlerin altında ezilen halkların, doğru ve eşit paylaşılmayan milli zenginliklerden mahrum bırakılan insanların bir de doğal kaynaklar ve stratejik hesaplar üzerine çıkan güç kavgaları yüzünden,  yerel, bölgesel ve bazen de küresel savaşların kurbanları olmalarıysa sonu gelmeyen bir evrensel dramdır.  

Otoriter rejimlerin yıktığı hayatlar yerine hep başka yerlere sığınmak zorunda kalınan bir dünyada insanlara  hiç bir zaman ideal bir hayat olmayacaktır.

2 Mart 2022 Çarşamba

Timna Park!

Hayatımda ilk kez Timna Park'a kuzenim ve ailesiyle gitmiştim. Sene 1995'ti. Onlarla birlikte ilk kez Eilat şehrine çok yakın olan bir kibutz'ta kalmıştık. Kibutz Eilot'ta.

Bir çok kibutzların geçim kaynaklarından biri de turizmdir. Bunlar iç ve tabi dış turizme hizmet ederler.

Bu kibutz'da kuzenim ve onun iki ufaklığıyla kaldığımız günlerde, Eilat Şehrini ve yunusları görmemin dışında bana en ilginç gelen şeylerden biri de, yine Eilat'ın yaklaşık 25 kilometre kuzeyindeki Timna Parktı.

Bugün sana Eilat yakınlarındaki en özel yerlerden birini göstermek istiyoruz dediğinde merak etmiştim, bu özel yer neresidir diye.

Timna Park dediğinde, aklıma yemyeşil bir alan gelmişti hemen. Bildiğim tek park yeşil alanlardı. Arabaya bindiğimizden sadece 10 dakika sonra, ana çevre yolundan  yeni bir başka yola girdiğimizde gözlerim farklı bir manzara aramaya başlamışken çevremde tek gördüğüm şey hala daha devam eden kupkuru topraklar, gözlerimin görebildiğince uzanmaya devam eden çöldü.

Kuzenimle çok samimi olmadığım için, çok fazla yorum yapmadan, kendi şaşkınlığımı kendime saklarken, bir süre sonra arabadan indiğimizde, aynı gün bizden başka kimsenin olmadığı açıklık bir alanda arabayı bırakarak yürümeye başlamıştık.

O dönem, daha tam olarak hiç bir şeyin belli bir insan eli değmislik hissi vermediği bu vahşi yerlerde yürürken, bir yerden sonra karşıma değişik bir manzara çıkmasını beklemiştim. Ve sonunda gözüme çarpan ilk farklı şey ufukta kızıl renkte kumların ortasında, cehennem sıcağının orta yerinde kocaman bir mantar şeklindeki kayaydı.  Yaklaşık 20 metre yüksekliğinde olduğunu tahmin ettiğim bu kaya, toprak kaymasının ortaya çıkardığı bir oluşumdu.

O an o yerlerde beynim,  dünyayı terk edip bambaşka boyutta, yepyeni bir gezegene iniş yaptığımı hayal ediyor gibiydi. Bana bildiğim tüm manzaraları  unutturan bir noktadaydım.

Çoğu zaman doğanın bize hediye etmiş olduğu farklı farklı güzellikleri gözlerimiz görmese de bu evrende insanların ağızlarını açık bırakacak öyle değerler var ki. İşte aslında Timna Parkta böyle bir doğal alan.

10 milyon yıl evvel, Suriye Afrika Vadisinin oluşum sürecinde ortaya çıkan bir doğal ortam burası.

Bu çevrede yapılan ilk kazılara göre, Yahudi Kralı Shlomo Ha Meleh yani Hz Süleiman döneminde bu alanda, kuyulardan çıkarılan bakırı erittikleri fırınların kurulduğu düşünülmüşse de daha sonra yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan kimi aletler, kap ve kumaş parçaları  buradaki ilk bakır işletmelerin  Shlomo Ha Meleh'ten daha önceye,  İÖ 1300 yıllarındaki Mısır Uygarlığı dönemine ait oldukları anlaşılmış. Mısır'da aşk ve bereket tanrısı olan Hathor'a ( Mehet-Uret) 'e adanmış olan kimi kalıntılara rastlanmış.

60 kilometre karelik bir alanı kapsayan Timna'da en çok ziyaret edilen şeylerden biri, Süleiman'ın Sütunları olarak tanınan, yaklaşık 40 metre yükşelikteki doğal oluşumlardır.

Milyonlarca yıllık toprak kaymaları sonucunda ortaya çıkmış olan bu doğal dikeç oluşumlar, sanki insan eliyle yapılmış kadar mükemmel bir güzellik sundukları için, bu tarihi değerlerin insan müdahalesiyle hiç karşılaşmamış eserler olduğuna inanmak kolay değildir.

Böylece Timna Parktaki kayaların ortasında bir de küçücük bir göl bulunur.  Evet, hani filmlerde, çöllerde saatlerce aç ve susuz yürümek zorunda kalan  insanların birdenbire gördükleri bir vaha gibi bir göl. Bir anda karşısınıza küçük bir su birikintisi çıkar karşınıza.

Tabii şimdiki zamanda o binlerce yıl evvelki yanlızlığından, terkedilmişliğinden çıkarılmış bu alanda, küçük bir restoran ve çocuklar için göl çevresinde bazı atraksyonlar mevcuttur.

Ayrıca Timna Parkta, Yahudilerin, Mısır'dan çıktıktan, Kenaan Topraklarına yani Israel'e vardıkları günlere dek çölde 40 yıl geçirdikleri macerayı anımsatacak, o dönem kullandıkları çadırları gösteren bir örnek çadır sergilenir bu alanda. Tora'da verilen ölçüler ve orjinaliyle eş bir çadırdır bu.

Israel'de yine, din ve kutsal kitap ağırlıklı ziyaretlerden bir tanesini doğayla bütünleştiren, dünyanın diğer köşelerinden bu anlamda biraz farklı bir ortamı size taşıyacak bir park alanıdır bu.

Herşey aradığınız, merak ettiğiniz şeyin ne olduğuna bağlı belki. Kimisine göre, kupkuru bir yer dahadır belki burası. Bir diğeri için kimi çöl bitkilerini, farklı türde, ender rastlayacağınız ağaç türlerini, farklı bir toprak yapısını size tanıtacak ve tüm medeniyetten bir an için sizi uzaklaştırıp gözünüzün görebildiği kocaman, bakır renkte bir toprak alanı içinize sindireceğiniz değişik bir macera olarak görülebilir Timna Park.



 

 

 

1 Mart 2022 Salı

Diş doktorundan hoşlanmasakta ona alışabilirmiyiz?


Dişçiden korkan ne kadar çok insan vardır değil mi??

En bilinen, ve bir yerde de en doğal karşılanan korkulardan biri de dişçi korkusudur. İnsanların tuhaf karşıladıkları, anlam veremedikleri bir sürü fobilerin yanında çoğu kişinin kendinden bir şeyler bulabileceği bir korkudur "dişçi fobisi". Bir çokları için bu korku ya da çekinge fobi boyutlarında olmasa da.

Sanırım bunun birinci sebebi dişlerimizin bedenimizdeki en hassas, en duyarlı bölgelerden biri oluşudur. Çünkü dişler bir çok sinir bitiminin birleştikleri yerdir.

Mesela yanınızda birisi sadece hafiften dişlerini gıcırdatsa bu bile insanın içinde tuhaf bir his yaratabilir. Ya ada çok soğuk ya da çok sıcak bir şey içtiğinizde dişlerinizde, türkçede kamaşma denen, sinir uçlarının uyarılması yüzünden bir hassasiyet oluşur.

Diş ağrısı en zor çekilen ağrıların başında gelir. Ve benim çocukluğumda, kök tedavisi olmadığı sürece herhangi bir diş dolgusu için doktorlar iğne yapmazlardı. Derken o küçük aletle önce dişinizdeki çürük bölgeyi temizlemeye başladıklarında, kimi dokunuşlarda, o delici aletin sinir uçlarına değdiği anlarda havaya uçmamak zordu.

O delici aletin çıkardığı ses, dişin oyulmasının çıkardığı tuhaf yanık benzeri kokunun etrafa yayılması bile nahoştur çokları için.

Acıya ve uyarılara tahammül edemeyenlerle, korkuya meyilli insanların en baş düşmanı olan dişçiler, ne kadar sempatik insanlar olsalar da koltuklarına mutlulukla oturmak zordur.

Benimse inadına bu konuda hiç şansım yoktu. Çok genç yaşta sürekli dolgularla uğraşmaya başladığımda anladım ki dişlerimle aramı iyi tutmak zorundayım.

Ancak bir anlamda tek şansım vardı ki, o da ilk dişçim kuzenimdi.

Daha lise çağlarımdayken Çapa Tıp Fakültesinin Dişçilik Bölümünü bitiren kuzenime dayım çocukluğumdan beri girip çıktığım evlerinin bir odasını kliniğe çevirtmişti. O oda onun ilk muayehanesiydi. Ve ben de tabi onun ilk müşterilerinden.

Dişçilerden çok hoşlanmasam da dişlerimi ihmal etmemeye gayret ettim.

Hayatımda dişçilerle yaşadığım en uç macera ise, 20 yaş yani akıl dişimin 40 yaşıma gelip hala bana sorun çıkardığında olmuştu.

Ezelden beri akıl dişimin bir gün bir ameliyat gerektireceğini söylemişlerdi. Ancak bu işin düşündüğümden zor olduğunu bilmiyordum.

Ağzımda birden korkunç enfeksyonlar yapmaya başladığında, yani ikinci korkunç ağrı atağının peşinden bu işin ustasına gitmek zorunda kalmıştım. Meğer bendeki durum daha bir komplike imiş. Gittiğim doktor bana, yapacağı müdahalenin ardından, ağzımın yarı felçli kalabileceğini bildiğime dair bir kağıt imzalattıktan sonra, çenemi yerinden söküp  atacağını sandığım, bir saatlik bir operasyonla, en dipte durduğundan emin olduğum dişi, yan taraftan yardığı etin altından parça parça sökerek çıkartabilmişti.

Neredeyse bir ay, adamın muayehanesine gidip gelmek zorunda kaldığım, ağrıların aklımı başımdan aldığı bir süreci geçirdiğimi düşündüğümde, insanın bazen çok basit sandığı bir şeyin, daha zor ameliyatlardan daha fazla canına okuyabileceğini de göstermişti.

Her 20 yaş dişi bu derece zorluk çıkarmaz mutlaka. Bir çok benzer operasyon bu derece komlikasyon yaratmaz. 

Dün doktor bana çok şaşırıdığım bir iddiada bulunarak dişlerimin iyi cins olduğunu iddia etti. Ben aslında dişlerimle uğraşmaktan, son senelerde şeker yemeyi neredeyse tamamen kestiğimden beri kurtuldum. Bir süredir artık dişçi koltuğuna oturduğumda mutlu kalkıyorum.

Ve bir kaç senedir beklettiğim iki diş emplantına dün büyük bir korkuyla başlarken. İlk aşamayı sağsalim atlattım.

Doktorun ön hazırlıklarını izlerken olacaklar bana bir an korkutucu gibi geldilerse de bir kaç iğnenin ardından hiç bir şey hissetmeden prosedürün bitimine kadar kendimi işin ehline sabırla teslim ettim.

Aslında ben bu tip şeylerde genelde iyi çocuğumdur. Çok zor geçen, kızımın doğumunda bile ağzımdan aaaa çıkmamıştı. Ben ne bağıracam, delimiyim ben mantalitesiyle, cesaret ve kahramanlık ünvanları verilmişti bana. Halbuki esas neden insanların önünde sesimi çıkarmayacak kadar çekingen oluşumdu.

Dünse, doktorun asistanına, bu alet nedir,  o ne işe yarıyor diye sorarken, kadına aletler hakkında yaptığım komik tahminler, onu bir hayli eğlendirdi.

Bir kenarda kurduğu makinenin,  kalp atışlarımı takip edecek bir monitör ve yanına koyduğu bir torba infuziya'nın da bir an için kendimi kaybedersem, damardan verecekleri sıvı olduğundan emin olduğumu zannettiğinde o ana kadar ciddi duran genç bayan kıkır kıkır gülüyordu. 

Dalga geçerken esasen kendi kendimi teskin eden benim söylediklerim ortamı yumuşatırken ben de rahatladım galiba.

Böylece,  biri bir tarafta, diğeri ağzımın karşı tarafındaki iki boş yeri doldurulmak için sonunda koltuğa oturmam bir zaferdi. ( emplant olması gerek yer arkalarda olunca  acele etmemem için bir sebep gibiydi bana  )

Annemi dişçiye getirip götürürken ayaklarım adamın kliniğine girip çıkmaya alışınca biden bana cesaret geldi.

Sonuçta, bir şeyden bir korkumuz varsa, onunla karşılaşmayı, yüzleşmeyi göze almak, adım adım kendimize yardım etmekle mümkün. İlk adımda o yere girip çıkmak, doktoru tanımak, onunla bu konuda konuşmak, kendisinden yeterli bilgi alıp, prosedürün sizin çekindiğiniz kadar zor olmadığını kavramak.

Bugün ağzımın bir tarafı biraz şiş olsa da, sonuçta gerçekten düşündüğümden çok daha kolaydı.

İnsan öncelikle gözlerini kapatıp kendini olaya teslim ettiğinde, hatta o an belki dişçi koltuğunda değil de salondaki koltuğunda ya da denizin kenarında bir şezlongta bulunduğunuzu hayal ettiğinizde, ya da belki, bir saat sonra herşeyin olup bitmiş olacağını hatırtlattığınızda kendinize, belki bir an sevdiğiniz şeyleri ve insanları düşündüğünüzde, kalbinizdeki o anki sıkışma yavaştan hafiflemeye başlıyor, çarpıntınız da yine yavaş yavaş düzene giriyor. Herşey belki ilk bir iki dakika için zor olsa da, daha sonra kendinizi çok daha iyi hissetmeye başlıyorsunuz.