8 Haziran 2021 Salı

 Karar sizin!


Gazze gibi sıkışık bir yerleşimin içinde bulunan terör yataklarını. terör yuvalarını, cephanelikleri ve Hamas bürolarını vuran uçakların tam noktayı hedef alsalar dahi, belli binları yıksalar da aynı çevrede bulunanların zarar görmelerini engellemeleri zordur. Hatta tahminimce imkansızdır.

Zaten sivil kayıplarını özellikle planlayan bir terör örgütü söz konusu olduktan sonra işiniz gerçekten imkansızdır.

Yıkılan binaların yanında yer alan diğer binaların patlamalardan çevreye yayılan, sıçrayan parçalardan zarar görmemeleri mümkün müdür? Hayır!

Basına yansıyan fotoğrafların çoğunda açıkça görülen şeyi bir çokları göz ardı etse de, vurulan hedeflerin çoğunun patlayıcı ve roket cephanelikleri, yanıcı maddelerin bulunduğu depolar olduğu resimlerde bile bellidir.

Hedeflerden yükselen simsiyah dumanlar ve bu dumanlardan çıkan alevler buralarda sadece insanların yaşamadıklarını ortaya koymaktadır.

Israel bu  cephaneleri ve tünelleri yok etmeğe çalışırken, açıkça Hamas'ın azılı liderlerini de yok etmek için savaştığı da biliniyor.

Bunların içinden bu savaşta Hamasın ileri gelenlerinden kişileri yok etmeyi başardıysa da yılanın başları hala hayattalar. 2004'te Israel'in Hamas'a karşı zafer elde edilebilmesinin  ana nedenlerinden biri, Ahmet Yasin'le Abdelaziz Rantissi'nin Israel'in havadan uçaklarla ortadan kaldırılmaları olmuştu.

Israel'in Gazze'deki halkı hedef almasının en ufak bir çıkar getirmeyeceği açıktır. Masum insanları bilerek hedef almak,  öldürmek  Israel'i her açıdan zora sokacak zalimce bir davranıştan ileri gitmez. Kimse bugünkü dünyada bu kadar gerizekalıca bir şeyi isteyerek yapmaz. Bunu anlamamak sadece ayrı bir önyargının sonucudur.

Israel'ín tüm dünyayı karşısına alacak şekilde çocukları öldürmesi kendi kendini sokacağı saçmasapan bir çıkmaz olmaz mı sizce?

Ancak sizi hedef alan kötülerle savaşırken karşınızdaki insanların sizi zora sokmak için sivilleri kullanmalarına ne diyeceksiniz?Çokkurnazca bir yol değil mi?

Düşmanın elini kolunu bağlayacak zalimce bir yöntem bu. Bir kaç (!) çocuğu kurban etmek..

Aşağıda, son Gazze Savaşından kimi resimler koymak istiyorum.

Vurulan hedeflerde patlayıcılar olduğunu açıkça gösteren resimler bunlar!!


 










Barış mı savaş mı; durumu belirleyecekler karşımızdaki İslamcı örgütler olacak.


Geçtiğimiz 10 Mayıs'ta Hamas'la son çatışma Yeruşalayim'deki olayların zirve yapmasıyla patlak vermişti. 1967'de Israel'in Doğu Kudüs'ü Ürdün'den almasının yıl dönümünde yer alacak bayrak törenleri üzerinden Hamas'ın yağdırdığı tehtidler ve sonunda Yeruşalayim'e attığı roketlerle başlayan çatışmaydı bu.

Hiç bir ülkenin kabul edemeyeceği koşullarda yaşamamızı bekleyen dünyaya karşı kendimizi savunmak için başlayan, kimsenin istemediği bir çatışma daha. Masum çocukların ödediği bedel ve tüm dünya'da büyüyen Israel ve Yahudi nefreti.

10 Mayıs'ta büyüyen olaylarla yapılamayan bayrak geçidinin bu perşembe günü düzenlenmesi bekleniyordu. Gençlerin ellerindeki bayraklarla, müzikle yapacakları  geçite karşı yeniden Hamas tehtidler savurmaya başladı.

Gazze'nin son sözünü söylemediğini belirten Sinwar, ellerinde daha fazlasıyla uzun menzilli roketler olduğunu, bunlarla Israel'in merkezini tekrardan vurmaya hazır olduklarını söyledi. Ellerinde  roketler ve yerin altında Israel tarafından yok edilememiş km'lerce uzunlukta tüneller olduğunu ve bu defa Israel'i pişman edeceklerini söyledi Sinwar.

Bir sonraki savaşta Ortadoğunun çehresinin değişeceğini iddia ediyor Hamas.

Dünya Gazzeye ağlıyor. ( Anlıyorum) . Ağlamasınlar demiyorum. Gazze'de yaşayan, ve bizim karşımızda, düşman safhında olmaktan başka hiç bir suçu olmayan hiç bir günahsıza karşı nefret duymak neden?  Gazze'de yaşayan,. sokaktaki insanla benim ya da bir başkasının arasında ne gibi bir sorun var?

Dünya ise Israel'den nefret ediyor. Ve her Israelliden! Kızımın arkadaşı, son Malta seyahatinde tanıştığı  gençten bir mesaj almış; "Siz Filistinlileri neden öldürüyorsunuz? "diye.

Kızımın arkadaşı, 22 yaşında. Müzik Akademisinde okuyan genç bir kız. Tek ideali müzik yapmak. Güler yüzlü, tatlı bir kız. Bir de onu sevecek genç bir erkek bulmak hayali de var tabi. Kızımla biraraya geldiklerinde en çok konuştukları şey yine müzik ve eğitimleridir. Tabi kimi çocuksu kahkahaları hiç eksik değildir ikisinin.

Oğlum gibi onun da adı Gal. Kimseye haksızlık yapmayı sevmeyen, dürüst bir genç bayan. Askerlikteki göreviyse , Israel Hastanelerinde tedavi görmeye geleceklere yardımcı olmaktı. Askeriye içinde mevcut bir bölük bu. Amaçları Filistinlilere yardım etmek. Bu çerçevede Gal hizmet süresi boyunca bir çok Arapla yakın ilişkide olmuş. Ve bu Filistinlilerden birinden askerliğini tamamladığınds kocaman bir hediye sepeti almış.  Halled beni çok seviyordu diyor Gal. Onunla her zaman iletişimde olduğum için artık iyice dost olmuştuk. Ona en pahalı parfümlerden biriyle birlikte bir sürü çikolatalar, şekerlemelerle dolu bir hediye sepeti yaptığında o görünmez dost Gali çok şaşırtmış ve Gal çok mutlu olmuş tabii. Hala Halled'ín adını andığında  bilemezsin ne tatlı bir insandır der durur. Sonuçta Gal Araplardan nefret etmek şöyle dursun, aralarından çok dost edinmiş bir genç bayan.

Şimdi, Malta'daki genç adamın ona; " "Siz" neden Filistinlileri öldürüyorsunuz ? " sorusunu cep telefonunda okuduğunda, kendi şahsına ne hissedebilir genç bir bayan. Birincisi Gal kimseyi öldürmedi, öldürmüyor. Bir gün öldüreceğini de hiç zannetmiyorum. Onun Filistinlilerden kesinlikle nefret etmediğini de biliyorum. İkincisi, insanların iki tarafın neler geçirdiğini bilmedikleri bir çatışmada size direk katil gibi yaklaştıkları bir soruya karşılık  ne hissedebilir herhangi, alelade, tek suçu Israelli olmak olan birisi.  Nasıl bir cevap vermesi gekir o genç adama ve karşısına geçen dünyaya!  Zaten içinden çıkılması zor bir sorunun direk tarafı olan bir insan olarak. Zaten, genç bir insan olarak, dünyanın her yerinde gezmeye gidilen  yaşta, kırk derece sıcakta, üzerinizde kalın üniformalarla devlete karşı zorunlu hizmet vermek zorunda olduğunuz bu bölgede yaşayan ve tüm güçlüklerin bedelini direk ödeyen biri olarak ne diebilirsiniz? İnsanlar ne bekliyorlar, küçük şahıslardan, sordukları böylesi suçlu yerine koyan sorulara karşılık!!? Malta'lı genç adamın sorusu karşısında üzüldüm ve kızgınım dedi. Ben kimseden nefret etmiyorum.  Tüm dünyaysa bana karşı gibi hissettim o an! Ama benim suçum ne?

Arada Hamas tehtidlerine devam ediyor.

Perşembe günü bu yürürüyüşün yapılması halinde tepemize yeniden roketler atacaklarmış.

Israel polisi ve iç güvenlik birimleri Hamas'ın bu tehtidlerini ciddiye alarak şimdilik bu geçit törenini ileri bir tarihe ertelediler.

Arada Katar'dan gelen para da var.  Israel bu paranın Hamas yoluyla Gazzelilere ulaşmasına bu kez karşı çıkıyor. Çünkü bu paraların ihtiyacı olanların ellerine geçmesini istiyor. Hamas ise arabulucuları reddediyor. Ve eğer para bir an önce eline geçmezse yine roketler atacaklarını iddia ediyor. Buyrun bir tehtid daha!

Dünya, direk ya da endirek olarak, Israel'e karşı Hamasa destek çıkıyor.

Bana sorarsanız Hamas deyince tüylerim ürperiyor. Hamas bana çok şeyi hatırlatıyor. Mesela II. İntifada'da, Israel'de yaşadığım ilk senelerimi.  Otobüslerin havaya uçtuğu zamanları hatırlatıyorlar bana. Çocukların, kadınların, sabah işlerine gidenlerin kafalarının, bacaklarının, kollarının koptuğu, ceset parçalarının binaların duvarlarından kazınmak zorunda kalındığı intihar saldırılarını yaşadığımız günleri hatırlatıyorlar bana. Kafelerde, restolarnlarda, okula gidenlerin beklediği otobüs duraklarında haftada bir ya da iki patlayan bombaları. Bir iki sene içinde 1000'den fazla sivilin acımasızca parça parça edildiği günler unutulur gibi değiller. Bu eylemlerin arkasında Hamas ve Islami Cihad vardı.

2006'daki son Gazze seçimlerinde (!) , Fatah'a karşı zaferle çıktıklarında Fatah'ın adamlarını binaların damlarından aşağıya atanlardan kurulu bir örgüt bu. 2014'teki Gazze-Israel çatışmasında ise Gazze'de Israel'in yararına ispiyonluk yaptıkları iddialarıyla yakaladıkları gençleri canlı canlı motosikletlerin arkasına bağlayarak en acımasız şekilde öldürüp, Gazze sokaklarında cesetleri örnek olsun diye sürenlerden meydana gelenler. Camilerin, hastanelerin, ambulansların cephanelikleri saklamak için kullandıklarını bildiğimiz insanlar bu insanlar.

Son günlerde, kuzeyden ve güneyden olan tehtidler hiç bitmiyor. Kuzey'de Hizbullah geçtiğimiz hafta son tehtidini savurdu; "Eğer Yerusalayim'de kırmızı çizgiyi aşarsa İsrael bu kez onlara süprizimiz var der gibiydi öksüre öksüre konuştuğu son tayında Nasrallah. Bu kez, Ortadoğunun çehresi değişecek diyorlar onlar da.

Hizbullah'ın elinde 150.000 roket var, Bu roketleri Hizbullah'a kim verdi sanıyorsunuz? Avrupa'nın Israel'e karşı desteklediği İran. Batının, medeniyetin ve insanlığın düşmanı olan radikalleri Israel'e tercih edenlerin destekledikleri terör devleti tarafından büyütülen radikal grup kendince Israel'e saldıracağı en uygun zamanı bekliyor.

Hamas, ise kendi halkının sefilliğinden istifade eden, bununla beslenen, bununla kendini ayakta tutan radikal bir örgüt. Dünya Israel'e karşı durdukça onlar daha da cesaret topluyor güçleniyorlar. Dünya Israel'in elini kolunu bağladıkça bu radikal örgüt ona verilen paraları direk cebine indirmeye kalanla da tüneller kazıyıp, roketler yapmaya devam ediyor. Halkı bastırırken, bir kısım insanın sefa sürdüğü bir yer olmaya devam ediyor Gazze.

II. Dünya savaşının ardından Birleşmiş Milletlerden aldıkları parayla bir teknoloji devi haline gelen Japonyaya karşılık, bugüne dek Japonların iki katı yardımla halkını süründürmeye devam edenlerin  Gazzelilere yaşattıklarının hesabınıysa kimse sormuyor.

Hamas, sefillikten besleniyor. Hamas bir yetmiş yıl daha geçse Israelí tanımayacaktır. Çünkü bu koşullar Hamas'ın işine geliyor. Şu an büyük bir kırılganlık içinde bulunduğumuz bu sözde ateşkes günlerinin hiç yoktan yeni bir çatışmaya yerini bırakması olası görünüyor. Herşey Hamas'a bağlı. 

Israel  bulunduğu koşulları belirleyenin karşısındaki terör örgütü olan tek demokratik ve sözde özgür ülkedir.


Batya R. Galanti


6 Haziran 2021 Pazar

Gal'le ilk konser..

 Uzun bir dönemin ardından Gal'le ilk kez konsere gitmek!


Gal dört beş yaşlarındayken onunla sinemada film izleme deneyimlerimden birini anımsıyorum. Böylesi problematik bir çocukla sinemaya gitmeyi denemenin başlı başına bir macera olduğunun farkındaydım. Her an her durumda nedenini bir türlü anlamadığım çığlıklarını göze alarak o güne dek onu pek fazla kalabalık ortamlara sokmanın zevkine varamamış bir anne olarak bu işin çok eğlenceli olmayacağından emindim. Ancak diğer taraftan başkaları gibi olabilmenin özlemiyleydim. Diğer anneler gibi çocuğunu son çıkan filmlere götürmek istiyordum ben de. Onunla en olağan şeyleri keyifle yaşamak istiyordum fakat Gal'le değil sinemaya gitmek aşağımızdaki parkta diğer çocuklar gibi oyun oynamayı dahi beceremiyorduk.

Sözün kısası, dört yaşında gittiği yuvada, diğer tüm çocuklarla birlikte ki zaten bu  "Konuşmada geciken çocuklar" için özel ve az sayıda öğrencinin eğitim gördüğü bir yuvaydı. Sonuçta o yuvada sanırım altı çocuktan biriydi Gal. Hep birlikte gittiğimiz bir filmdi bu.

Bendeki heyecan büyük, bakalım Gal nasıl davranacak. Biletler alındı..İçeri girildi, ışıklar söndü ve reklamlar başladı.. Bir kaç reklamın sonunda Gal, "Anne ne zaman bitecek? "diye sordu.

Filmin her bir kaç dakikasında beni tualete taşımasının dışında o gün ve her gün Gal sadece ve sürekli şikayet etti. Bu hiç bir dönem ne bitti ne de azaldı.

O ilk yuva yılları, okulda gürültülü geçen günler onun için hep eziyetti.Müzik olsun, müzikli aletlerin çalındığı herhangi bir faliyet olsun Gal hep krizler yaşıyordu.  Yuva Öğretmeni bana kulaklarını tıkamak için bir çift kulak tıkayıcı almamı önermişse de Gal onları da takamadı.

Geçen zamanla Gal müziği çok sevmeye başladı. Hatta bir ara bunun beni çok ümitlendirmesiyle onu piyano derslerine götürmeyi denemiştim.  Ve o derslere girmemek için çığlıklar attığında  sonunda bütün şevkim bir kez daha kırılmıştı.

İlk kez bu son senelerde arabada sevdiği şarkıları dinlediğimizde benden müziğin sesini daha ve daha çok açmamı ister oldu.

Ve Gal geçen senelerle bizimle sinemaya ya da konsere gitmeyi kabul etmese de okuldan onları götürdüklerinde çaresiz boyun eğer oldu..

Geçtiğimiz sene, neredeyse bir buçuk yıl ne sinema ne konser hiç birimiz için mümkün olmadı. Korona küçük mutluluklardan bile insanları bir dönem mahrum bıraktı.

Korona başlamadan gittiğim son bir kaç konserden ikisine çok büyük bir heyecanla bilet aldığımda zaten hayal kısıklığı yaşamıştım. Senelerce dinlediğim Amerikalı soul  sanatçısı Dionne Warwick'ín iki kerelik bir Konser için Tel Aviv'e geleceğini duyduğumda bu kadını mutlaka canlı dinlemek şansını kaçırmamam gerektiğini düşündüğümde konserden büyük bir hayal kırıklığıyla çıkacağımı tahmin etmemiştim. Sesi ve şarkıları bugüne kadar çok hoşuma giden bu eski dönem müzisyenlerinden olan şarkıcı sanırım yaşının yetmişi geçmesi yüzünden eski performansını kaybetmişti. Çok durgun, çok soğuk, seyirciyle çok fazla iletişim kurma çabası olmayan bir sanatçı çıkmıştı karşma..

Ve Korona'dan çok kısa bir süre evvel  bu kez Lara Fabian denememiz de öyle çok tatminkar bir geceyle sonlanmadı. Dinlemekten çok hoşlandığım bir yığın şarkısı yerine çoğu tanımadığım şeyleri seslendirmesinin dışında sahneye büyük bir orkestra yerine çok basit bir grupla çıkınca, performansı da yine çok yüksek gelmemişti bana.

Geçtiğimiz ay ilk kez artık neredeyse bir buçuk seneden sonra konserlerin başlayacağını açıkladıklarında Danielle bize Israelli popüler bir sanatçıya bilet almayı önerince ben hemen ,"Neden olmasın!" dedim. Danielle kendi arkadaşlarıyla gidecekti. Bize de Gal'le birlikte ayrıca yer ayırınca Gal' e İvri Lider'i sen de seversin dedim. Gal karşı çıkmadı. Ancak her gittiğimiz yerde hayatından şikayet eden oğlumla uzun zamandan sonra gideceğimiz konserin nasıl olacağını tahmin etmek zordu.

Dün Tel Avivín en büyük parklarından birinde, Park Leumi'de küçük sayılacak bir Amfideydi konser. Ve Gal'e  ilk dakikalarda hayatından memnun olup olmadığını sorduğumda, şimdi evde olsak daha iyi olurdu dedi ilkte. Onun genelde evde de pek memnun olmadığını hatırlattım önce . Ve sonra konser başladı. Hoparlörlerin hemen yanında olduğumuzu farkettiğimde bunun iyi bir fikir olmadığını düşündüm önce . Ama sanatçı müziğine başladığında öylesi  bir enerjiyle seyirciyi bir neşe çemberinin içine soktu ki baktım oğlum bile şikayet etmiyor. Müziğin temposu hepimizin içindeki o monotoniyi bertaraf etti birden. Yaş ortalamasını yükseltenler arasında olmamı önemsememeye çalışarak ellerimi çırpıp, en önde dans edenlerin arasına karıştım. Genç kızlığım aklıma geldi bir an. Dans ve müzik kadar beni mutlu eden bir başka şey yoktu sanırım. Bugün de bu böyledir. Bir yerde tempolu bir şeyler çalmaya başlasa yerimde duramam ben. Kimse dansetmese bile umurumda olmaz. İçimdeki tüm olumsuzlukları, üzüntüleri bir çırpıda unutmanın en kısa yolu, güzel tempolu bir müziktir.. Latin, rock and roll, disco vs... farketmez.

Ve Gal o gürültünün içinde anne Danielle'e söyle gelecek sefer bize bir bilet daha alsın dediğinde benden mutlusu yoktu!


Batya R. Galanti


5 Haziran 2021 Cumartesi

Her dinde, her inanışta yapılan adaklar, edilen dualar...

Boğazın en az hoşlandığım semtlerinden biriydi çocukluğumdaki Sarıyer. Nedendir bilinmez. Sanırım Boğaz'ın diğer köşelerine göre daha  kalabalık ve karmaşık bir yerdi diye. Yine diğer boğaz semtlerine göre belki de daha az güzeldi.  Belki de sadece bana göre öyleydi.. En azından benim çocukluğumda öyle algılamıştım buraları.  Çarşıya doğru gidilen dağınık bir meydanda kimi dükkanlar, dolmuşlar, minibüsler ve yine çokça insan vardı Sarıyer'de... Ha bir de börekçi. O meşhur Sarıyer Börekçisi vardı tam dolmuşlara gelmeden. Sarıyer'de tek sevdiğim şeydi, oralara bir şekilde yolumuz düştüğünde vitrinde dizili kocaman tepsilerden seçtiğimiz böreklerden birer porsyon alarak ikinci kata çıkıp  atıştırmak ve sonra yeniden yolumuza devam etmek. Ve hayatımda ilk kez Sariye'de liseden bir arkadaşımın evine davetli olduğumuz günü hatırladım. Geçen günkü Lag Ba'Omer faciası sonrası. Nereden nereye mi?

Şöyle anlatayım. Hani Lag Ba'Omer bayramının  bir dilek tutma,  adak adama gibi bir şey olduğunu anlatmıştım ya daha dün.  Ölmüş büyük bir Rav'ın mezarının olduğu yere giden inançlı Yahudilerin her sene burada kendileri ve  dünya için dua ettiklerini anlattım; tıkış tıkış..hatta ölümüne!!!  Kısaca Türkçe'de, orasının Yahudi bir Mistik'e ait bir Türbe olduğu şeklinde de açıklanabilir bu . .

O gün Sarıyer'de davetli olduğum arkadaşımın evinde biraraya geldiğimiz sofrada da tutulan bir dileğin Tanrı tarafından kabul edilmesinin ardından yapılan bir şükran duası mevzubahisti.  Arkadaşımın önemli bir dileği vardı mutlaka ve bu dilek yerine geldiğinde sınıfından o zamanlar kendisine yakın gördüğü kimi dostlarını, bir çok çeşit yemeklerle donattığı o masada ağırlayarak teşekkür ediyordu Tanrıya. Ona bu şekilde şükranlarını sunmak istemişti. Sanırım Müslümanlıkta bilinen bir gelenek olsa gerekti bu.

Bense o sofrada arkadaşlarımın ne yaptıklarını anlamaya çalışıyordum. Çünkü ilk anda böylesi bir ritüel için orada bulunduğumu bilmiyordum. Sadece davetliydik işte. Bir baktım sofrada elimize içinde şeker bulunan bir şey vermişti. Şu an  ne olduğunu tam olarak hatırlamıyorum. Önce dua edilecekti sonra da o şeker yenecekti galiba. Baktım bütün kızlar okulda din dersinde öğrendikleri bir duayı ezberden okumaya başlamışlar. Bense hiç bir dua bilmiyorum. Benim için dua serbest bir şeydi genelde, kafama göre, içimden geldiği gibi ( ki bu bugüne dek böyledir ) hissettiğim şeyleri Tanrı'ya iletmekti.  Bir an tereddüt ettikten sonra; "Ama ben dua bilmiyorum ! " dedim. Onlar da kafandan bir şeyler söyle dediler. Sanırım Shemayı söyledim hahaha tek bildiğim o vardı. Onları ilk kez kıskanmıştım çünkü dilek onların dilemek için bildikleri ciddi bir duaları vardı. Bense havada kalmıştım sanki. Birden bire Tanrının dileklerimi kabul edip etmeyeceğinden emin bile değildim. Eğer bildiğim tek dua buna uygun değilseydi  Tanrı beni duyarmıydı? Aynen böyle fikirlerin aklımdan geçtiğini anımsıyorum. Ama sadece bir an.  

Sonuçta, Yahudilik Müslümanlık ve diğerleri....birbirimizden son derece farklı da olsak aramızda yine de hep kimi benzerlikler vardır. İnsanlar en azından temel olarak kendileri için daha iyi bir hayat arzu etmekten başka bir amaca sahip değiller çoğu zaman.  İnsanların kutsal kabul ettikleri kimi kişiliklerin mezarlarına gidip dua etmeleri çok tanıdık bir davranıştır. Her dinde bu tip şeyler vardır.  Ve bazıları sadece kendi inançlarına ait mekanlara, türbelere gitmeyi kabul etselerde, bir diğerleri eğer başkası için geçerliyse aynı kutsal mekanda neden ben de sorunuma cevap arayamayayım felsefesiyle de hareket ederek, türbe kilise ya da Kotel'e gidip rahatça kendini Tanrının ellerine teslim edebileceklerine inanırlar. Sanırım eğer Tanrı inancı olan biriyseniz, o koca gücün sadece belli bir yerde olmadığını da bilirsiniz.  Tanrının yeryüzünün heryerde ve hep yanımızda olduğunu unutmazsınız. Ancak belki bir çok insan için ona ulaşmanın yolu önemlidir. Hangi duayla, hangi yoldan ona ulaşacağımızın hesapları sanırım bizi birbirimizden ayıran tek şey. Bense galiba buna bu kadar katı bakmayanlardanım.

Kanımca, İtalya'daki ünlü dilek çeşmesinden tutun Fransa'nın güneyindeki Lourdes şehrinde her sene düzenlenen dini törenlere katılan insanlara, Yeruşalayim'de Kotele gelen ziyaretçiler ya da Eyüp Sultan'daki türbe'de dua edenlere dek tutulan dileklerle aslında hep aynı şeyleri arıyor insanlar.. çoğu kez sağlık, kimi huzur, bazen para, kimileri de kaybedilen aşkı!

Üniversite yıllarımda da, Taksime yakın sayılan izbe binadan arkadaşlarımla çıktığımızda Beyoğlunda sık sık birlikte zaman geçirmek için oturacak bir yer aradığımız aksamlar olurdu. Bir çok defa, yürüye yürüye taşlarını eskittiğimiz İstiklal caddesinin üzerinde peşi sıra yer alan Kiliselere girip mum yakardık.

Saint-Antoine Kilisesine ilk kez girdiğimde şaşırmıştım. Hayatımda ilk kez bir insanın bir heykelin önünde diz çökmüş vaziyette dua ettiğine yakından tanık oluyordum, İçerideki o mistik ortam, yoğun tütsü kokuları, beni çok farklı bir dünyanın içine çekerken, orada bulunan o apayrı atmosfer hoşuma giderken, insanların neden Tanrı'ya dua etmediklerini düşünmüştüm.  Eğer onlar da bizim gibi tek Tanrılı bir din idiyseler neden heykele dua diyorlardı ? Hemen girişin yanına iliştirilen mumlar ve kimi kitapçıklara bakmıştım. Kitaplar Hıristiyanlığın temel felsefesini anlatan bilgiler veriyordu. Bu da Hıristiyanlığı diğer insanlara anlatmanın bir yoluydu. Sağ tarafta farklı farklı boylardaki mumlardan birer tane alırken hepimiz mum yakılan bölmelere gidip yanan mumlardan kendi mumuzu ateşleyerek kuma batırıp kafamızda, yüreğimizde olan arzuların gerçekleşmesi için dua etmiştik. Tabii benim merak ettiğim şeyleri düşünmekten duaya ne kadar kendimi verip veremediğimi bir kenara bırakırsam.

Bir defasnda bu kez Saint Antoine'ın tam karşı sokaklarından yine içerilerde bir Ortodoks Kilisesi keşfetmiştik. Hayatımda ilk kez bu kadar süslü bir mabetle karşılaşıyordum.  İçeri girer girmez gözleri dolduran yoğun bir kalabalık hissi uyandıran ikonlar tüm duvarlardaydılar.. İsa'nın hikayesi resimlerle gümüş rengi kaplamalarla ışıl ışıldı her yerde.  Daha önce gezdiğim kiliselere göre çok daha şatafatlı daha gösterişli, daha çok işlenmişti bu kilise. Şeklen de diğer kiliselerden epey farklıydı. Küçücük bir bizans kilisesi örneğiydi bu sanırım. İçerisi çok karanlık olan kilisenin hemen orta yerindeydi sanki altar ve çevresinde iki sıra oturacak yerler vardı. Ağzımız açık etrafa şaşkın bakarken birden içeriye elindeki tütsüsüyle papaz girmişti. Direk okumaya başlayarak orta alanı elindeki tütsüyle kutsarken biz ortalıkta olmaktan utanmıştık birden. Yapacak tek şey vardı, oturup adamın duasına saygı göstermek. Mahçubiyetten gelen gülümsemelerimiz arasında, birbirimize bakıp karşımıza ilk çıkan oturma yerlerine kendimizi bırakırken  Yunanca söylediği duayı anlamadan dinlemeye başlamıştık. Adamın aslında o an etrafında neler olduğu çok umurunda değilmiş gibiydi. Sadece ayin saati geldiğinde görevini yerine getiriyordu. Sanki otomatik bir şekilde hareket ediyor gibiydi. O gün orada dua edip etmediğimi anımsamıyorum. Ama bir Ortodoks Kilisesindeki ilk anımdı bu. İlginçti. Birbirimizi ne kadar tanırsak birbirimizden o kadar daha az çekiniriz diye düşünürüm hep. 

Başka bir seferinde yine Üniversite'den  arkadaşlarımla bu kezde Eyüp Sultan'a gitmiştik. Bu kez de  Türbenin önünde dua ettiğimizi hatırlıyorum. Caminin avlusundaki koca çınar ağaçlarının gölgesinde durup içeri bakıyorduk. Avluda bulunan, içi mavi çinilerle bezeli duvarlarının orta yerinde, o klasik yeşil örtüyle örtülü tabut şeklindeki mezar taşlarına, avludaki parmaklıklı pencerelerin arasından bakan inananlar adak adıyorlardı. Tarihi 15. yüzyıla uzanan türbeye zaman zaman kimi turistlerle gittiğim de olmuştu.  Bu türbenin hemen yanlarından bir yerlerden  bir yokuşla çıkılan Pierre Loti kahvesini de ayrıca anımsadım şimdi. İstanbul'u İstanbul yapan o eski şehir manzarasını tamamen içine alan, Haliç koyunun ortasında zaman zaman oluşan adacıklara, kimi mezarlıklara, irili ufaklı camilerin minarelerine tam tepeden bakan Pierre Lotinin kahvesi.. Minicik bir oda, ortada semaver ve cam kenarılarını çevreleyen sedirle klasik bir Osmanlı evi havasındaki o yerin duvarlarında Pierre Loti'nin resimleri vardı. Kahvehanenin dışarısında tepenin kenarında, ağaçlar arasında  dizili olan kırmızı ekose örtülerle örtülü masalarda  oturup bir çay içerek sizi adeta tarihin sayfalarına taşıyan o egzotik manzarayı da birlikte yudumlayacağınız o mekan da o türbe'den sonra devam edilecek ikinci bir durak olmalıydı mutlaka.

Ve bir kez bizim Şişli'deki sinagogun önünden geçtiğimizde, yine  yanımda olan iki arkadaşıma cesaret göstererek, bu kez de bir sinagog görmek isterseniz işte şimdi fırsat demiş ve onlardan adeta cevap beklemeden ilerideki kapıyı vurarak bizi içeriye almaları için rica etmiştim. Ama sanki onlar bu kez donakalmış gibi gelmişlerdi bana. Sanki bu defa diğer yerlerde hissetmedikleri bir soğukluk vardı onlarda. Bir çekimserlik.... Hayatlarında büyük ihtimalle ilk kez girdikleri sinagoga kendilerini yakın hissetmedikleri açıktı. Ben  Aron Ha-Kodesh'in bulunduğu yere çıkıp, Tora rulolarının örtüsüne başımı dayayarak küçücük bir dua yapmıştım. Arkamda hareketsiz kalan arkadaşlarımsa benim duamı bitirmemi bekledikten sonra birlikte hemen dışarı çıkmıştık. Sanırım bu insanları sinagoga karşı bu derece çekimser yapan şey Yahudiliği kesinlikle tanımıyor olmalarıydı. Kapılarını herkese açık tutan ( bizde korku vardı, terörü yaşamıştık), Noel'de kendi inanlarının dışında herkesin girip ayine katıldığı Hıristiyanlık onlara daha bir tanıdıkken Yahudilik daha kapalı, daha kendi içine dönük bir inanç olduğu için, her yerde sinagog görmeğe alışkın olmadıkları için,  Amerikan filmlerinden Hıristiyanlığa daha aşina oldukları içindi belki.  Buna benzer bir çok sebep elit Türk insanını bu dine daha bir açmıştı. Onlardan biri olmak isteyecek kadar yakın olmasalar da, kapısından girdikleri Kilise'de mum yakmayı benimseyebilecek kadar bir yakınlık söz konusuydu.

Derken yıllar evvel, Israel'de İbranice kursununu son sınıfında okuduğum zamanlar bize öğretmenlik yapmış bir bayanı anımsıyorum. Çok hastaydı. Kanseri iyice ilerlediği halde hala her gün okula gelmeye devam ediyordu.  Kemoterapi yüzünden yaralar oluşan dudaklarına rağmen hala daha bize ve hayata gülümsemek için gayret gösteriyordu. Bir gün derste o kimi büyük Ravların mezarlarına gitmenin anlamsızlığını söylemiştim ben. Kadın öyle çok fazla inanan bir insan olmadığı halde bana insanların zor zamanlarında bir şeylere tutunmak istemelerini doğal karşılamak gerektiğini söylemişti. O an o kadının bulunduğu durumu düşünerek çok üzülmüştüm. Belki de konuştuklarımda bir çeşit duyarsızlık bile varmıydı diyorum.

Derken insanların Tanrıya kendilerini yakın buldukları mekanları ziyaret ederek. içlerindeki problemleri o yüce güçle paylaşmaları aslında son derece doğal. Öncelikle biz insanlar zayıf düştüğümüz zamanlarda çok daha fazla sığınmak ihtiyacı duyuyoruz. Ne yazık ki hayat yolunda gittiği sürece, genç ya da güçlü olduğumuz sürece çoğu kez manevi şeyler, Tanrı kavramı insanlara boş geliyor. Sadece düştükleri zaman ağlayan çocuğun annesinin kucağına koşması gibi bir şey bu da zor zamanda Tanri'nın ellerine kendini teslim etmek.

Ve size, sorununuza cevap olabileceğine sizi inandıran herşeye bir an ümit bağlayabiliyorsunuz. Gideceğiniz herhangi bir mekanda edeceğiniz dualardan sonra tüm dileklerinizin gerçek olacağına inanırıyorsunuz birden.  Çaresizlik anında insanlar bir kurtarıcının arayışına giriyorlar. Bir türbe, bir duvar, kocaman bir mabet, belki de bir ağaç..  .

Seneler evvel İstanbul'dan gelen kuzinimi Kotel' e yani Ağlama duvarına götürdüğümüzde yolda Tanrı'ya tek bir dilek değil, upuzun bir mektup yazmıştı. Elimizden gelmeyenleri değiştirebilecek o Yüce Güçten bize el uzatmasını bekliyoruz. Belki de işin sırrı bir şeyin gerçekten olacağına inanmakta.

Geçen hafta Israel'de itiş kakış birbirlerini ezen  insanlar da Tanrıya dua etmeye dilekler dilemeye gelmişlerdi. İçlerindeki inançsa onları ölümüne bir huşu içine sokarken, aklı ve mantığı tamamen yerle bir eden toplu bir trans yaşayacak kadar kendilerinden geçebilmişlerdi.

Evimizin yanında baharla birlikte mor pembe çiçekler açan ağaca baktığımdaysa ben tuttuğum dileği düşünüyorum, Tanrının mucizelerinin orta yerindeyken gitmem gereken başka bir yer yok gibi, bu mucizelerin devamını dilemek için.


Batya R. Galanti

4 Haziran 2021 Cuma

Korona Krizi ve yeni bir Gazze Savaşı ve ardından kurulmaya yakın olan yeni hükümetin getirdiği hisler....

Yeni bir hükümete doğru gidildiği bu günlerde Israel'de hayat...


2020 başlarında Korona'yla gelen belirsizlikleri hatırladım geçtiğimiz haftalarda. Görünmeyen bir düşmana karşı duyduğumuz tedirginliği yazmıştım o günlerde. Savaşın bile bundan daha az korkutucu olabileceğini. Karşınızda gördüğünüz somut bir düşmana karşı strateji geliştirmenin kimi anlamda daha kolay olabileceğini. Elle tutulan bir düşmanla ateşkesin mümkün olduğunu. Covid-19 sa bilinmezlikleriyle ürkütüyordu. Kimsenin size net ve somut ve kesin cevaplar veremediği çok şey vardı. Ve ilk günler hijyene ve sosyal kurallara yeterince dikkat edilmediği takdirde bu küçücük ülkede bir kaç hafta içinde binlerce insanın ölebilmesinin olası olduğunu söylemişlerdi.

Geçtiğimiz haftalarda Yeruşalayim'de Araplarla başlayan çatışmaların ardından Hamas'ın Batı Şeria'daki kardeşlerine  destek mesajı olarak buraya füzeler atmasıyla bu kez Gazze'yle başlayan şiddetli çarpışmalarda ilk aklıma gelen şey yeniden  hangisinin gerçekten daha korkutucu olduğuydu. Korona mı yoksa Hamas'ın  dakikalar içinde üzerimize attığı onlarca füzenin tepemizde patladığı anlar hissettiklerim mi? Bitmeyen patlamalar esnasında hangilerinin demir kubbenin yok ettiği füzelerhangilerinin olası bir düşüş olduğunu anlayamadan daracık merdivenlerde, korunmasız oturduğumuz anlarda binayı yerinde titreten imha sesleriyle Gal'in geçirdiği strese karşı o anlar hiç bir şey yapamamanın çaresizliği mi daha zordu?

Aşkalon ve Sderot şehirlerinde günlerce çocuklar sığınaklardan hiç çıkmadılar. Günlerce bitmeyen alarmlar ve patlamalar sonunda, iki hafta evvel okullarına, sıralararına geri döndüler. Öğretmenler bu savaş öncesindeki çocuklarla, Gazze çatışmaları sonrası okula dönen öğrencilerin aymı olmadıklarını söylüyorlar. Psikolojik olarak bir çok çocuğun gerçek anlamda desteğe ihtiyaçları var.

Alarmların son bulduğu günlerden bugüne benim bile hala kulağımda kalan sirenlerin hatırasıdır sanırım..bir motosikletin ya da uzayan bir sesin başlayan sirenler olduğunu zannetmek.

Dün mutfakta bir şeyleri halletmek için uğrayan marangozun kapının rüzgardan aniden çarpmasıyla öyle bir havaya sıçrayışı vardı ki! Adam, patlama oldu zanettim derken ben  bir kez daha insanların hala daha son yaşananların tesirinde olduklarını düşündüm. Danielle de ateşkesin ardından, gece arkadaşıyla çıktığında, ya aniden bir şeyler olursa diye korktuğunu söylüyordu..

Sanırım travmatik, ekstrem olan her olayın insan üzerinde bıraktığı etkiler ayrı ayrı.. Ve hiç biri hoş değil. Ne Korona yüzünden sosyal ortamlara girmekten korkacak durumlara gelen insanlarla karşılaştığınız bir dünya hoş ne de her kapı vuruluşunda bir yerlerde patlama olduğunu zannedenlerden meydana gelen bir toplumun yaşadığı hayat idealdir..

Son bir senede psikiatrik ilaç tüketiminde yüzde otuzlara varan artışa, Israel'de son on günde yaşananların da eklenmesiyle birlikte görülen rekor ilaç satışları toplumsal sağlığımızı normale geri döndürmenin ne kadar zor olabileceğini gösteriyor.

Bir şeyi bozmak çok kolay. Düzeltmekse yıllar alabiliyor. Son haftalarda Gazze çevresinde yaşayan çocuklarda, konuşma ve uyku bozukluklarında büyük bir artış gözlenirken, kendilerine ve çevrelerine olan güvenlerinde görülen düşüşü düzeltebilmek için devlete çok fazla şey düşecek gibi görünüyor.

Bizler Israel'de Koronayı geride bırakana dek güvenliğimizi  başka yönden tehtid edenlerin hiç bitmeyecek savaşıyla karşı karşıya olduğumuzu bir defa daha anımsadık.

Dün kurulma yolunda ilk açıklamalarla bize yeni başlangıçlar için umut vermek isteyen yeni hükümetse bir anlamda başka türlü bir korkuyu getiriyor bir çoğumuz için.

Farklı ideallerin, farlı görüşlerin biraraya gelebilmesi kadar umut verici bir şey yoktur aslında. Bu bizim için söylenenlerin tam tersini başarabileceğimizi de ispatlıyor belki de. Eğer gerçekten başarabilirlerse.

Fakat her tür politik görüşe açık olmakla beraber, bu hükümete sokulan Israel düşmanı bir partinin ülkemiz için gerçekten bir tehdit olmayacağının güvencesini kim verecek?

Teröristlere destek veren, bu ülkede yaşayan Arapların sorunlarıyla ilgilenmenin çok ötesinde bir ajandaya sahip oldukları herkes tarafından bilinen, temeli Israel'e karşıt olan, antisiyonist bir partiyi devlet yönetimi içinde görmekten mutluluk duyduğumu, bunun içimi rahatlattığını söylemem yalan olur. Teror destekçisi, İslamist, radikal bir ortakla ülkeyi yönetmek fikriyle kendi sonumuzu kendi ellerimizle hazırlıyor olmadığımızı umut ediyorum..

Dilerim sözde aşırı milliyetçi diye adlandırılan Bennett'in de desteğiyle kurulan bu hükümet, her iki tarafın haklarını eşit derecede koruyabilecek bir orta yolu bulmayı başarabilir.

Aslında, temelleri tamamen farklı olan bu kadar çok fikrin birlikte kararnamelere imza atabilmeyi başarabileceklerine inanmakta çok zorlanıyorum.

Sanırım Netanyahu'yu düşürmekten başka birleştirici hiç bir ortak yönleri olmayan bu bir kaç partinin kurduğu hükümet gerçekten sonunda başa geçmeyi barabilirse yapması gereken ilk şey seçim sistemini değiştirmek olmalı. Bu hükümet dağılmadan evvel eğer bunu başarabilirlerse belki farklı  sonuç alabileceğimiz bir seçime gitme şansını kazanırız. ( Bu da tamamen benim görüşüm )


Batya R. Galanti




3 Haziran 2021 Perşembe

Israel Yüksek Mahkemesinin bu dört aileyi ırkçı, politik görüşleri yüzünden evlerinden çıkarmış olabilecekleri iddiaları doğru olamaz. Sonuçta kararın mahkemeye sunulan belgelere göre verildiği açıktır.

 Şeyh Jarra


Şeyh Jarra, Yeruşalayim'in doğusunda, eski şehre çok yakın bir semt. Bugünkü nüfusunun çoğunluğu arap. 1948'de Israel'in kuruluş ilanının hemen arkasından başlayan Arap-Israel Savaşı'nda Ürdünün ilhak ettiği Ürdün vadisi ve Yeruşalayim'le birlikte o tarihlere kadar bu yerlerde yaşayan Yahudiler Ürdün tarafından kovulmuşlardı. Araplara göre bu topraklarda Yahudilerin yaşamaya hakları yoktu.  1948'de Ürdün tarafından Yeruşalayimin ilhakını BM  tanımamıştı. Buralarda yaşayan Yahudilerse Yeruşalayim'in Batısına çekilmişlerdi.

Ürdün'ün bu yerleri ellerinde tuttukları dönemlerde Israellilerin Ağlama Duvarına yaklaşmaları yasaktı. Ve ilginç olan bugün Uluslararası sahnede sözde 1967 toprakları diyenlere karşılık Arafat 1964'te Filistin Kurtuluş Örgütünü kurmuştu bile. Yani, 1967 iddialarına karşılık Araplar 1964'ten bu yana bir yerleri kurtarmaktan bahsediyorlardı. 1967 Savaşı çıktığında Israel Ürdün Vadisini ve Yeruşalayimi Ürdün'den geri aldı.

Şeyh Jarra'da bugün yaşanan olay ilkte politik olmaktan çok özel bir davaydı.  1948'de Ürdün'ün burayı aldığı dönemde buralarda oturan Yahudilerin ellerindeki tapularla açtıkları mahkemeyi kazanmaları üzerine dört ailenin evden çıkmaları gerektiğine dair çıkan bir karar söz konusuydu. Buralarda senelerce geçerli bir belgeye sahip olmayıp kira vermeden  oturan dört aileye karşı evlerin tapularını gösterenlerin başlattıkları bir davanın sonuçlanmasıyla ortaya çıkan politik çalkantılar Israelli Arapları dış destekli koca bir ayaklanmaya kadar getirdi.

Yıllarca yaşadıkları evlerden,   Yüksek Mahkeme kararıyla çıkan boşaltma kararına karşı çıkmaları durumu iyice gerdi.


Israel Yüksek Mahkemesinin seneler süren davanın sonunda bu evlerin Yahudilere ait olduğunun ispatlanmasıyla Yahudilerin lehine tamamlanan kararı bütün dünyada büyük tepkilere yol açtı.  

Israel Yüksek Mahkeme Yargıçlar tarafıkndan desteklenen kararın arkasında politik bir çizgi olmadığı bilinmelidir. Çünkü Israel Yüksek Mahkeme Yargıçları tamamen Israel politik çizgisinden ayrı yürüyen özgür bir kuruldur.

 Israel Yüksek Mahkemesi Knesete halkın oylarıyla seçilen Milletvekillerinin ve Israel Sağının en çok eleştirdiği kurumlardan biridir. Neden mi? Çünkü bu kurul ilk baştan beri yanlış bir yasa tasarısı üzerinden kendini yenilemeye devam eden bir sistem kurmuştur. Israel'deki Yüksek Mahkeme Kurulu kendi içinde kendisini seçer. Yani ilk kurulduğu günden bugüne radikal sol görüşlü yargıçların ellerinden çıkan kararlarla yürütülen Israel Yüksek Mahkemesi bugüne dek farklı görüşleri kendi içine almaz. Yani Israel'de halk ne kadar sağ kanata oy verse de. Israel'de her ne kadar sağ hükümetler göreve gelse de, Yüksek Mahkemeden çıkan kararlar hep radikal solun kararlarıdır. Bu yüzden eğer Israel Yüksek Mahkemesi herhangi bir kararda Arapların yanında yer almamışsa burada ayırımcı bir idealizm peşinde politik hamleler aramak doğru olamaz. Çünkü karar radikal solun elinden çıkan imzayla verilmiştir.

Halbuki yargı ne bir tarafı ne de diğerrini kayıramaz. Yargı adil olmalıdır. Yargı terörü destekleyenlere arka çıkıyorsa bu yargıda sorun vardır.

Sonuçta liberal görüşlü kişiler tarafından monopolize edilen Israel Yüksek Mahkeme Kurulu bir taraftan Israel demokrasisini korumakla yükümlü olduğunu iddia ederken diğer taraftan sağ görüşlü hiç bir yargıcı seçmeyerek kendilerine kapalı bir kulüp kurmak üzere oluşturdukları  sistemle sadece kendi istediklerine açık tutarak demokrasinin kabul edemeyeceği bir eyleme senelerdir devam etmekteler.

Yani Israel Yüksek Mahkemesinin bu dört aileyi ırkçı, politik görüşleri yüzünden evlerinden çıkarmış olabilecekleri iddiaları doğru olamaz. Sonuçta kararın mahkemeye sunulan belgelere göre verildiği açıktır.

Yahudileri bıçaklayan, arabayla ezen Arapları affedebilen, teröristlerin kendilerini ve karılarını senelerce  besleyen, Yahudi çocuklarını boğazlarını kesmek üzere yataklarında öldüren teröristlerin Israel Hapishanelerinde en rahat şekilde yaşatan Israel Mahkemesinin  Yahudilere ait olan bu tapuları görmezden gelemeyerek kararı bu dört aile için evlerini boşatlamaları gerektiği şekilde vermeleri, sonuçta 1948'de burada yaşayan gerçek sahiplerinin haklarına karşı çıkamamalarıdır.

Israel Yargısı gibi Israel Medyası da Israel Parlamentosunda kimin görevde olduğu farketmeksizin çoğu radikal sol olan kişilerin elindedir. Israel Basınında Arapların hakları Yahudilerinkinden fazla korunmaya çalışılırken hala daha Apartheid suçlamalarıyla karşı karşıya kalmamız gülünçtür.

Bu sabahsa yeni bir döneme gözlerimizi açtık. İki senenin sonunda kurulan Değişim Hükümetiyle, yeni bir hükümetle yolumuza devam edeceğiz. Değişim hükümetinin neleri değişitireceğini göreceğiz.  2009'dan beri başbakanlığı elinde tutan Netanyahu'ya karşı hiç biri çoğunluk olmayan, toplama oylarla biraraya gelmiş  plüralist bir hükümetle yola devam edeceğiz. Orta sağ, orta sol, radikal sol,  milliyetçiler  ve  "Israel düşmanı (!) bir Arap Partisinin birlikteliğiyle kurulmuş bu yeni hükümet  umarım herkes için olumlu şeyler getirir. ( Ama hala kimi dış basında hükümete katılan Milliyetçi partiyi konuşuyorlar.  İçimizde bizi yok etmek isteyenlerin hükümete girmesine bir yorumları yok.. )

Bugünkü Israel'i en iyi tarif eden bu hükümetle yola devam etmek nasıl olacak göreceğiz. Her birinin yüzde beş,  yüzde altılık oylarla toparladığı iki başbakanla yani birinin ardından bir diğeriyle yola devam edeceğiz. Milliyetçi akımı temsil ettiği halde sonunda Araplarla el sıkışan Naftali Bennett Netanyahu'dan görevi ilk teslim alacak kişi olacak. Bu kadar farklı fikirlerin ne derece birlikte bu işi götürebileceklerini yaşayıp göreceğiz. Dilerim çok kısa zamanda beşinci bir seçime gitmek zorunda kalmayız.



Batya R. Galanti

2 Haziran 2021 Çarşamba

Cephede kaybetseler de diplomaside kazanıyorlar

Cephede kaybetseler de diplomaside kazanıyorlar.


Uzun bir 10 günün ardından yazacak  çok şey var. Benimse kafam biraz yorgun, biraz karışık, biraz belirsizliklerin getirdiği soru işaretleriyle dolu.. Mısır ín aracı olduğu barış görüşmeleri Hamasín kimi olumlu açıklamalarına rağmen nereye gidildiği belli olmayan bir tonda devam ediyor. Karşılıklı beklentiler cevap bulabilirlerse eğer neredeyse iki hafta evvel yürürlüğe giren ateşkesi uzun vadeli bir antlaşmayla onaylamak mümkün olacak.

Bu arada bu son çatışmanın yankıları içeride ve dışarıda devam ediyor. Israel'de, Hamas'a indirilen darbe açısından başarılı olduğu söylenen operasyonun Israelín gün geçtikçe uluslararası sahnedeki desteğini  azalttığı biliniyor. Hamas ise tüm kayıplarına rağmen uluslararası medyadaki başarısıyla Israel'e karşı büyük bir galibiyet içinde. Sivillerin içinden sivilleri vurmak kadar etkili  bir silah yok sanırım.

Geçen hafta Fransız Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, Israel'ín bu yolda devam etmesinin bu ülkenin hızla Apartheid olma yolunda olduğunu gösterdiğini söylemiş. Ve tabi Netanyahu buna hiddetle karşı çıkarak, Fransız Dışişleri Bakanını kınamıştır.

Her ülke kendi iç ve dış politik hesaplarına göre bir diğer ülkeyle olan ilişkilerine ayar verir. Fransanın Ortadoğudaki aktif politiklari, Israelín  çekişmede olduğu Lubanan'la olan yakın ilişkileri. kendi içinde yaşayan milyonlarca müslümana karşı hissettiği sorumluluk uzun senelerden beri Israel'le olan ilişkilerini doğal olarak bu çıkarlar çerçevesinde etkilemiştir mutlaka. İki ülkenin bir çok konuda ortak noktaları olmasıyla birlikte Fransa'nın Araplarla olan çekişmesinde Israelí desteklemesi düşünülemez.

Ve Fransız Dışişleri Bakanı her ne kadar Israelín bulunduğu zor durumu bilse de Filistinín haklarının arkasında olduğunu göstermek zorunluluğu onu Israel'e karşı konuşturmaktadır.

Bir taraftan Apartheid ülke olduğumuz açıklamalarını okurken, diğer tarafta, telefonda aradığım şirketin otomatik sekreteri , Arapça için ikiye basın diyordu!

Israel'de, kurulma aşamasındaki yeni Değişim Hükümetinden bahsetmeden geçmek mümkün değil. "Siyonizm karşıtı", İslamist Ra'am Partisi Mansur Abbas Koalisyon görüşmelerinin en çok konuşulan taraflarından biri. Bu Koalisyonun kurulabilmesinin şartlarından biri de Mansur Abbas'ın  ( Israel ín varlığına karşı olan bir partinin ) desteğidir. Ama Fransız Dış İşleri Bakanına bakarsanız Israel Apartheid. İnsanlara Apartheid'ın ne demek olduğunu bir daha hatırlatmak lazım.

Benim ülkemde yaşayan Arap kadınlarının hiç bir bölge ülkesi kadınlarının sahip olmadıkları hakları var. İyi ki de buradalar. Seslerini çıkarabildikleri tek ülke Israel. Bağırıp çağırabildikleri tek sokaklar Israel sokakları. Polise küfür edip, el kol hareketleriyle hakaret edebildikleri tek bölge ülkesi İsrael. 

Büyüdüğü Lod Şehrinin orta yerinde yakalandığı Arap göstericiler tarafından linç edilen Yahudiler, yine çok kızdıkları için ellerine geçen ilk Yahudiyi sokak ortasında döve döve öldürebilen arapların yaşadığı bir ülke Israel.  Lod şehrinde bir camide, "Elinize alın bıçağı ve çıkın Yahudilerin boğazını kesin!"diyen imam bir hafta sonra hala tutuklanmamışt aynı Israel'de.

Avrupa'da, Israel sokaklarında bu ülke bir gün bizim olacak diye bağırıp çağırarak pankartlar taşıyan Araplara  duydukları sempatiyi  anlıyorum. Hepinizin tek ortak noktanız Israel nefretiniz.

Geçtiğimiz hafta, İngilltere'de yayınlanan, ve yüksek ratinge sahip gece programı  Last Week Tonight With John Oliver " da  satirik monologlarıyla tanınan komedyen John Oliver'in Israel'i hedef aldığı  on dakikalık monoloğu epey yankı yaptı.

Israel'i proporsyonel olmayan saldırılarıyla eleştiren komedyene göre iki tarafın da çektiği bu saldırılar da açıkça bir taraf çok daha büyük bir bedel ödemekte.  Israel'in kendini savunabildiğini ancak karşı taraftaki sivillerin acımasız bombalardan kaçabilmelerinin mümkün olmadığını hatırlattığı monologta, Israel'i tüm olanlaradan sorumlu tutarken, bir tarafta ölenlerin hesabını hep aynı kişiye çıkarmış. Hamas teröristlerini militan olarak nitelerken bir kez olsun yaşanılanlarda "terörist"grubun adını ağzına almamış. Hamas'ın acımasızlığını bile bile örtpas etmeye çalışırken ne yaptığının eminim ki farkındaydı Oliver.  

Bir tarafın kendisini korumak için savaşmabilmesi diğer tarafa saldırmak lüksünü vermez. Bir tarafta daha az ölümler olması seni bu kadar sinirlendiriyorsa, senin üzerine bir haftada 4500 füzenin atıldığı bir yerde kalıp karşılığında nasıl davranacağını görmek istediğimi söylemek isterdim ben de!

Israel'deki ölümlerin çok daha az olması onu açıkça sinirlendirmiş görünüyordu. 

Ve en önemlisi de Hamasín Israel'e yönlendirdiği roketlerden bazılarının Israel tarafına ulaşamadan Gazze'de düştüğü için yaşanan ölümlerin bir çoğunun Hamas'ın kendi silahlarından çıktığını da biliyor mu acaba Oliver??!!!

Ölen hiç bir çocuğun acısını azaltmayacak açıklamalara gerek bile yok aslında. Kimse hiç bir çocuğun ölümüne sevinemez. Ve sevinmiyor!!

Fakat, bu bölgede yaşananların hangi koşullarının sonuçları olduğunu kaç kez yazmak mümkün? Kaç kez, insanlara sivillerin nasıl kullanıldığını anlatabilirsiniz?

Onlar zaten sadece kendi inanmak istediklerine inanıyorlar

Hamas ta bunu biliyor ve kullanıyor. Cephede kaybetseler bu savaşı medya yoluyla diplomasi de kazanıyorlar.


Batya R. Galanti