5 Mayıs 2020 Salı

                                   


                                             Yedinci koğuşta mucize



Bu son senelerde Israel'deki Soap Opera (Pembe Dizi )  kanallarından birinde Türk dizileri modası çıktı. Toplumun her kesiminden kadınlar gün sonunda biraz eğlenmek, biraz kendilerini unutmak için işlerini güçlerini bırakıp akşam saatlerini bu tip dizilere ayırıyorlar.

Günün belli bir saatinde kişinin psikolojisine iyi gelecek herhangi bir şeyle uğraşması iyi bir fikir. Sonuçta bu bir arkadaşınızla oturup bir kahve içerek sohbet etmek şeklinde olabilir , spor yapmak olabilir ya da aklınızı tüm karmaşık şeylerden uzaklaştıracak kadar basit bir konu üzerinde dönen bir aile dizisi seyretmek şeklinde de olabilir...

Geçtiğimiz günlerde televizyonda Türkiye'nin , dünya'da son senelerde Soap Opera dizileri üretiminde liste başı olduğunu duydum. Türkiye'de dizi üretimi resmen bir sanayiye dönüşmüş. İşte bu yüzden eskiden Amerikan, Brezilya ve Arjantin dizileri gündemdeyken , son bir kaç yıldır bu ülkelerin yanında Türkiye'den de bir çok diziler insanları ekrana çekmeye başladı Israel'de..

Türklerin o çok iyi bildikleri zenginlik ve ihtişamı ortaya koymakta gösterdikleri hüner ve tabii boğazın eşsiz manzaralarıyla bütünleşen güzelim yalılarda geçen dramatik aşk hikayeleri ve  tabii ki bu dizileri kadınlara iyice cazip hale getiren yakışıklı erkekler ve alımlı bayanlarla çevrilen romantik sahneler gün boyu başlarını ağrıtan  sorunlardan yarım saatliğine de olsa uzaklaşmaları için yeterli geliyor insanlara.. Bense çocukken izlediğim Türk filmlerinin her zaman klasik mevzularından artık sıkılmış olduğum içinmidir bilmem bu dizileri izlemek için pek heveslenmedim.  Halbuki Israelliler ne zaman Türk kökenli olduğumu duysalar hemen bana bir iki dizi ismi sayarlar ...Ve izlemediğimi duyunca inanamazlar, nasıl olur Türkiye'de doğdun izlemiyormusun diye?

.Bundan bir ay evvelse birden bire çok kişiden  bir Türk Filminin adını duymaya başladım; " Yedinci koğuşta mucize!" adında bir film.. Bir iki gün içinde bir kaç kişi bana harika bir film, mutlaka izle dediler. . Ama çok ağlatıyor diye de eklediler her seferinde. Bilemedim bir an. Ben zaten reklamdan bile ağlayabilen biriyimdir ve şu son korona günleri zaten iyice bunaltımışken insanı diye düşünürken sonunda yine de  bir Cumartesi sabahı eşimle beraber oturdum Netflix'in başına.

Beni en çok çeken şey filmin " Otist " bir genç adamın üzerine atılan bir iftira yüzünden hapis cezası alması ile başlayan senaryosu oldu.

Çocukken haftada bir kez tv'de oynardı saçma sapan Türk filmleri. Hep aynı mevzu , aynı senaryo üzerine çevrilmiş aşk filmleriydi bunlar. Tabii ben daha küçük bir kız çocuğu olduğum için bu saçma aşk konuları bile beni büyüleyebiliyordu. Ama sonunda bazen bana bile sonu gelmeyen dramalardan fenalık gelebiliyordu.. .

Sanırım kız çocuğu olmak ilginç bir şey. Daha küçücükken bile , romantizm, aşk meşk gibi şeyler ilginizi çekiyor. Daha hayata üç gün evvel başlamanız bir şeyi değiştirmiyor. Öyle bir içgüdüki bu sanki bir erkeğe eş olmak, anne olmak bir kadının doğduğu günden beri genlerinde yazılı bir olgu sanki. Tarık Akan'ın güzelliğine de ayrıca hayrandım daha on yaşımdayken . Bir insan nasıl bu kadar güzel olabilir diye düşünürdüm  çocuk halimle.  ( Ama çok kısa bir zaman sonra, bıraktığı bıyıklarıyla çok değişmiş hayal kırıklığına uğratmıştı beni )

Çocukluğumdaki Türk filmleri beni daha çok uzun yıllar götüremeyecek şekilde bıktırmıştı bir süre sonra. Sanırım sadece beni değil, bu filmlerdeki saçmalıklar öyle boyutlardaydı ki Yeşilçam'ın kendisi bile bir zaman sonra kendilerine gülmeye, başlayacaklardı. Sonunda kendi yaptıkları filmlerle dalga geçen, " Arabesk"  çok büyük bir başarıya imza atmıştı. Gerçekten de son derece yerinde bir mizahla çevrilmiş, çok komik bir yapımdı bu...

Türkiye'de Yol ve Sürü gibi, Uluslararası Cannes ve Berlin Film Festivallerinde ödüllere layik görülmüş filmler de yapıldı. Yılmaz Güney bu tip yapımlarda Türkiye'nin Güney doğusundaki yaşam şartlarını ortaya koymuştu.. Kürtlerin zor yaşamlarını , aşiret kavgalarını gözler önüne seren , Türkiye'nin imajını yerle bir eden filmler olduğu için bunlar Türkiye'de uzun bir dönem  yasaklanmış filmlerdi.

Geçtiğimiz ay izlediğim film bugün Türk Sinemasının artık bambaşka bir  yerde olduğunu gösteriyor bence.  Geçmişten bugüne Türk sineması'nda bir şeyler değişmiş dedirten bir film karşıma çıktı.. Tam bir sanat gösterisi sunan, oyunculuğu ve çekilen sahnelerin profesyonelliğiyle bence çok etkileyiciydi bu film.

Türkiye'nin batı kıyılarında, bir Ege kasabası'nda geçen film insanı , 80 sonrası Askeri cunta zamanlarına taşıyor. Kasabada ailesiyle yaşayan Sıkı Yönetim Komutanının kızının bir kaza sonrası ölümünden sorumlu tuttuğu Otist  genç adamdan  intikam almak için elinde geleni ardına koymaması kimilerince abartılı görülmüşse de o zamanın Türkiyesini ve şartlarını tanıyanlar için tüm bunların olası olduğu bilinir.

Bir Kore filminden Türk sinemasına uyarlanan "Yedinci Koğuşta Mucize " 'nin Kore versyonu sanırım daha nükteli işlenmiş. Türklerse aynı senaryoyu bir drama olarak Türk sinemasına uyarlamışlar.

Filmi canlandırılan karakterin geri zekalı olduğu söylense de ben genç adamın hareketlerine baktığımda geri zekalı bir adamdan öte otistik bir insanın tipik özelliklerini buldum. Tekrarlayan stereotip hareketlerinde yüzde yüz otizmi gördüm..  Sevgi dolu saf kalbinde de insanın içini ısıtan o otistik güzel insanları hissettirdi bana yine başarılı genç oyuncu Aras Bulut İynemli..


Hayatımda en çok ağladığım filmdi belki de bu. Kendimi çaresiz hissettim bir çok an; otistik , günahsız bir gencin askerler tarafından dövülerek, zulümle sorguya çekilirken izlerken.. Kendini ifade etmek yetisine sahip olmayan bir insana yüklenilen bir cinayeti işlemediğini kimseye anlatamayan o insanın sözde işlediği suçu yüzünden idama mahkum edilişinde çaresiz kaldım. O kadar ağladım ki o an!  Bir çocuk saflığındaki bir insanın koğuştaki mahkumlar tarafından ilk karşılaşmalarında , küçük bir kızın katili olduğu gerekçesiyle dövülmek üzere kemiklerinin kırılması...bunlar hepsi, hapishanelerde olan , bilinen gerçekler...

Hapishanelerin içinde kurulmuş; adaletin içinde ayrı bir adaleti de anlatıyor bu film insana..

80'lerde T(ve bugün ) askerin eline düşen mahkumların nasıl bir muameleyele karşı karşıya kalacakları ise komutanın keyfine kalmıştı. Bunu da burada çok iyi göstermiş yönetmen Mehmet Ada Öztekin.

Diğer babalardan çok farklı olmasına rağmen, hatta belki de farklı olduğu için, yaşıtı gibi davrandığı kızıyla kurduğu istisnai derinlikteki ilişkiyi, büyük sevgiyi öylesine güzel yaşatıyorlar ki oyunlarında...

Genç adamın idamını beklerken girdiğiniz hüzünlü bekleyiş, filmin sonunda dilediğiniz mucize sizi hiç bitmeyen bir göz yaşı seline sokuyor...

Kimilerine göre fazla dramatik gelse de bu film , bilen bilir ki Türkiye'de drama hayatın normal akışı içindeki bir klasiktir.  Çocukluğumdaki abartılmış sahte dramaları hatırladığımda bu filmin içinde yaşatılan Türkiye'nin gerçek kültür yapısıdır.




Batya R. Galanti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder