25 Ocak 2022 Salı
İsraelli bir İnovasyon Firmasının, erkek civcivlerin kitleler halinde imhasına son getireceğini söylediği yenilik!
24 Ocak 2022 Pazartesi
Hayatlarının orta yerinde, birden durup dururken isimlerini değiştiren insanlar tanıdınız mı hiç? Evlenip kocalarının soyadlarını alan kadınlardan değil kendi özel isimlerini değiştiren insanlardan bahsediyorum.
Çocukluğumda ismimi hiç sevmezdim nedense. Hayatımda duyduğum tek Batya idi diye mi yoksa çoğu kez insanların ismimi söylerken, ağızlarından çıkan bu adın kulağıma çalınışının yeterince kaba oluşumuydu bilmiyorum. Hayal meyal, cemiyetimizin bir yerlerinde, benimle aynı ismi taşıyan biri daha olduğunu bilmemin dışında, yine de bu koca evrende sanki bir Batya bendim. Ancak, adımın anlamını bildiğimden, böyle bir ismi başka bir şeyle değiştirmek Tanrı'ya ihanet gibi gelmişti bana. "Tanrının kızı!"anlamında bir ismi değiştirmek, kafamdaki inanışa göre, doğru bir hareket olmazdı. Bunun özel bir değeri olmalıydı mutlaka.
İsim değişikliği yapmak aslında her yerde duyulmuş bir şeydir. İnsanların, anne babaları tarafından, kendilerini çağırdıkları ada sempati duymamaları her yerde olabilecek bir şeydir. Ve bu anlamda dünyanın heryerinde, belli bir yaşa gelen bir insanın adını değiştirmeye karar vermesi olasıdır.
Israel'de, adını beğenmemenin dışında, isim değişikliğine sebep başka bir yaygın neden daha vardır. O da Yahudilikte, her adın bir enerjisi olduğuna ait olan inançtır. Her ismin taşıdığı anlamın etkisinin dışında, örneğin, fırtına, yağmur, güneş.. tüm bu isimlerin anlamlarının kişiliğinizin oluşumunda, hayatınızda belli bir etkisi olduğuna inanılır. Ayrıca, her insanın isim ve soyadına göre bir de kabalistik sayısı vardır. İbrani alfabesindeki harfler, aleften başlayarak 1'den 400 sayısına kadar numaralanmıştır. Ve böylece her kişinin isminin, bir de doğum tarihinin hesabı yapılır. Doğduğunuz tarihi değiştiremezsiniz. Ancak, bazen, bazı şartlarda, isimde yapılacak ufak tefek değişiklikler, adınızdaki bir harf değişimi bazense tamamen farklı bir isim almanın yaratacağı farklı enerjinin insanın kendi enerjisini de değiştirebileceğine inanılır. Kimi zaman insanların hayatında bir anda herşey ters gitmeye başladığı olur. Üst üste kimi olumsuzluklar yaşayanlar bazen isimlerinde söylediğim şekilde bir değişikliğe giderler.
İnsanın kimi şeyleri değiştirmesi mümkün değildir mutlaka. Belli bir rahatsızlıkla dünyaya gelen çocuğunuzun ismini değiştirdiğiniz için onun normal olmasını beklemezsiniz. Ancak daha olumlu bir enerji yaratmak her zaman mümkündür.
Yahudilikte kelimelerin özellikle hayatımızı şekillendirebildiklerine inanılır. Ağzınızdan çıkan sözlerin direk etkileri vardır. Söylediklerinizin hayatınızı şekillendirdiklerine inanılır. Bu yüzden olumsuz sözler söylemek sizi olumsuz etkileyecektir. İyi dileklerde bulunmak her zaman en doğrusudur.
Kabbala'ya göre, sayıların, harflerin ve kelimelerin insan hayatında yarattıkları bir enerji vardır.
Bu yüzden tüm söylediklerinizi nasıl ifade ettiğinizin önemi sandığınızdan daha büyüktür.
Annem geçenlerde, bana "Allah daha kötü şeylerden korusun!!"dediğinde. Söylediğinin iyi dilekten çok bir tehtidi andırdığının farkındamısın ? diye sordum gülerek. Türkçe'de bu tip, sözde iyi dilekler çoktur.
Facebook'taki, Türkiyeli arkadaşlarımın paylaşımlarından zaman zaman rastladığım bu tip, tuhaf tonlardaki iyi dilekler, o toplumda yetişen insanlar için çok normal karşılanır.
"Tanrı hiç kimseyi evlatlarıyla sınamasın!"
"Tanrı beterinden korusun"
"Tanrı hiç bir anneye evlat acısı yaşatmasın!"
"Tanrı kimseye böyle hastalık vermesin"
Halbuki, aynı iyi niyet sözlerini, pozitif bir tarzda söylemek mümkün değil mi?
"Tanrı size çocuklarınız bağışlasın!"( Sonuçta bu dilek türkçe lügatta mevcut olan bir dilektir)
"Tanrı beterinden korusun yerine, Tanrı her zaman iyilikler ya da esenlik getirsin!" gibi
"Tanrı böyle hastalık vermesin yerine, size sağlık versin"... gibi.....
İstediğiniz mesajı, acı, hastalık, beter ve vermemek, sınamak gibi negatif kelimeler dizdiğiniz cümleler yerine, tamamen olumlu kelimeler, kulağa daha iyi, çok daha pozitif gelecek sözlerle değiştirmeniz kesinlikle önemlidir. Bu şekilde, doğa da sizin ondan ne beklediğinizi daha iyi anlar bence. Dramatik türden iyi dilekler dileyip iyi şeyler beklemek daha zor. Cümlelerinizde, hastalık ayrılık acı, ölüm ve beter gibi kelimler kullanmayın lütfen. Madem melekler sizi duyacak, onlara olumlu mesajları direk olumlu cümleler kurarak verin.
Kendi kulaklarınızı dramatik sözlerle, ruhunuzu tehtid gibi cümleler kurarak deprese etmeyin daha iyi Olumlu sözlerin gücünü kullanın !!
Aynı şekilde, hayatımızı değiştirebilen şeylerden biri, kendimiz, çevremiz ve yaşadıklarımızla ilgili ağzımızdan çıkan sözlerdir.
Olumlu yorumlar, positif mesajlar, yaşantımıza yine aynı şekilde yansırlar.
Bir çok defa, çocukların, okuldaki başarısızlıklarının, anne babalarının positif sözlerle, yaklaşımlarıyla değişebildiklerini görürsünüz. Bazen bir çiçeğe bile, sürekli güzel sözler söylediğinizde, çiçeğin canlandığına tanık olabilirsiniz.
Bu şekilde hastalıkları aşmayı başaran insanlar vardır!!
Kendiniz, aileniz ve çocuklarınıza söylediğiniz sözlerin düşündüğünüzden çok daha büyük bir enerji yarattığını unutmamak lazım. Ne verirsek onu alırız!!
Geçtiğimiz günlerde aniden hastalanan arkadaşım için de aynı şeyi yapıyorum.
Meditasyon, reiki, olumlu enerji gönderimine çok inandığını bildiğim, 35 senelik arkadaşım için dua etmek yerine ben ( ki bunu şu an yapan çok insan olduğunu biliyorum) ona direk konuşuyorum.
Her gün, her hatırıma geldiği an, ona sesleniyorum. Onun beynine olumlu mesajlar göndermeye çalışıyorum. Dışarıda yeniden parlayan güneşi anlatıyorum, onu hepimizin beklediğini, onu sevdiğimizi söylüyorum. O an sadece onun beynine kanalize olarak. Yanındayken konuştuğumda, elini kımıldattığını gördüm. Bizi duyduğuna eminim. Tüm kuvvetimle ona olumlu enerji gönderiyorum. Biliyorum, onun şu an en çok ihtiyacı olduğu şeylerden biri bu.
21 Ocak 2022 Cuma
Başlamadan biten bir hayat hikayesi
Çocukluğumda bir Ahmet Amca vardı. Kimdi bu Ahmet Amca anlatacağım. 6 yaşımdan 11 yaşıma, beş sene boyunca, sabah akşam beni Şişli On Dokuz Mayıs İlkokulu'yla evim arası taşıyan servis şoförüydü Ahmet Amca.
Beyaz sakallarıyla, yine kır saçları olan hafif tombulca yüzlü, orta yaşlı bir adamdı bu. Hep gri, bej kıyafetler giyer, yine bej rengi Peugeot minibüsüyle bizleri getirir götürüdü. Türkçe'de o çok kullanılan terimlerden biri ona gerçekten yakışacak türden bir insandı Ahmet Amca; kısaca "nur yüzlü" bir adamdı o.
Gülümsemesi eksik olmayan, hep yumuşacık bir tonda konuşan tatlı bir insandı. Her gün arabaya bizzat benim, bedenimi eelleriyle kavradığı gibi, hoop diyerek minibüsün içine bindirirdi. Her defasında. nasılsın küçük kız diye sormadan da olmazdı. Çok dostane bir çevrede büyümediğinizde, size gülen insanlar sizi bir kat daha etkiler. Onlara bağlanırsınız adeta. Ben çekingen bir çocuktum. Belki de bu yüzden büyükler beni daha da çok severlerdi. Ahmet Amca da öyle.
O dönem, çocukların seyahat güvenliğinin çok düşünülmeden ayarlandığı servislerden biriydi bu da. Ben severdim yine de :). Bir de her servise binişimden evvel, kıpkırmızı kalem şekerlerden almayı hayal ederdim ilk önce. O şekerlerden kaç kez satın aldığımı bilmiyorum ancak bugüne kadar bende yarattıkları cazibeleri zihnimde yer etmişlerdir.
Ahmet Amcayla gidip geldiğim serviste benimle birlikte seyahat eden çocukları pek anımsamam. Sadece Y'yi unutmam.
Sanırım 10 çocuktan fazlaydık. Yan yan seyahat etmek benim için tam bir cefa olsa da, ki arabayla gitmek midemi bulandırırdı çoğu zaman. Neyseki yolumuz kısaydı. Y dışındaki hiç bir çocuğun simasını bile hatırlamam bugün.
Y kimdi peki? Y Şişli pasajının hemen ilk girişindeki sokakta otururdu. Kocamansur Sokakta. O ve ailesi bizim aile dostlarımızdılar. Yani kısaca Y sadece, okula beraber gittiğim diğer çocuklardan biri değildi. Benden iki yaş küçüktü. Ve onların evlerine zaman zaman gittğimizi anımsarım. Annemlerle birlikte sık sık bulunduğum evlerden biriydi, Y'nin evi. Onu, ablasını ve annelerini çok beğendiğimi anımsarım. Y'nin uzun saçları kulaklarının arkasına düşerdi, ve hep gülen gözleri vardı. Muzur, yaramaz bir çocuktu. Sanırım o yaştaki bir çok erkek çocuğu gibiydi o da. Annesi ve ablasınin, hepsinin güzel yüzleri ve özellikle çok güzel saçları olduğunu hatırlarım. Bazen onlar bize gelirler bazen biz onlara giderdik. Kısaca annelerimiz arkadaştılar, babalarımız da tabii.
Kısaca, Y'ler ve ailesiyle çok yakındık biz. Babamla o aile arasında, maddi, manevi bir güven olacak kadar, yardımlaşmaya varacak kadar büyük bir yakınlıktı bu oluşan. Gerçek bir dostluktu onların aralarındaki.
Ondan bana yadigar en büyük hatıraysa, Büyükada'da ağaçlıklı bir mekanda, bir bahçede, piknik yaptığımız bir gündü. Tam olarak yaşımızı anımsamıyorum. Sanırım ben yine 6 yaşlarımdaysam o da bu hesaba göre daha da küçüktü. Zihnimde kalan tek sahne, toprak zemindeki bir taşa attığım tekmeydi. Karşımda duran Y ona doğru gelen taşı yerden aldığı gibi, bana doğru fırlatmıştı. Alnıma gelen taşın acısını anmsamasam da, o sayniyelerde yüzümden aşağı akan şeyi hatırlıyorum. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Alnıma gelen taştan açılan yaradan kanlar akıyordu ve elimi yüzüme koyup şöyle bir baktığımda elimin kıpkırmızı olduğunu görmüştüm. Birden çığlıklar atmaya başlamıştım. Annemlerin yanına koştuktan sonrası hayal meyal aklımda. Adadaki tek Sağlık Kurumu olan dispansere gitmiştik. Bu yerde sanırım bir tek pansıman yaptırmak mümkündü. Eğer yanlışlıkla kalp krizi geçiren biri olursa adada, ölürdü. Orada başıma pens koymuşlardı.
Y ne yaptığını bilmeyecek kadar küçüktü. Ve tabi kimse ona kızmamıştı. Tahminim, sadece yaptığı şeyin getirdiği zararı anlatmışlardı o zaman.
Ve Y Ahmet Amca'nın servisinin maskotuydu. Hem yaramaz, hem de sevimliydi. Ona lakap bile taktıklarını anımsıyorum. Tom ve Jerry'deki tiplemelerden biriydi ismi, şimdi hangisi olduğunu bilmiyorum.
Bir sabah servisle evlerine geldiğimizde, Y'nin ateşi olduğunu söylemişlerdi. O gün okula gitmemişti Y. Ve ertesi gün yine ateşliydi. Ve günler günleri takip ederken Y okula gitmez olmuştu.
Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum. Annemden Y'nin hastalığının ciddi olduğunu duymuştum. Annesiyle birlikte Israel'e gidiyordu.
Bir yıl sonra, Israel'e uçtuğumuzda, onu göreceğimizi duyduğumda çok sevinmiştim. Annesiyle birlikte teyzemin evine geldikleri akşam Y'nin elinde hediyeler vardı. Kuzinime güzel bir paketin içindeki kalem kutusunu verirken, " en güzelini senin için seçtim "dediğini anımsıyorum. Daha küçücük bir çocuk olarak, ona özel duygular besliyordu.
Güzel saçları tamamen dökülmüş, yüzü aldığı kortizonlardan şişmişti.
Bu onu son görüşümüzdü.
Y daha sonraki aylarda, belki bir sene sonra, bundan emin değilim Lösemi yüzünden hayata gözlerini yumduğunda, bizim için çok yakın bir arkadaşımızın ölümünü anlamak ne derece kolay olmuştu bilmiyorum.
Y'nin rahatsızlığı için geldikleri ülkeden bir daha dönmeyen aile, burada kendilerine iş kurmuş, ilerlemişlerdi. Çok zeki ve atılgan bir kadın olan annesi, kurduğu şirkette hayatını sadece işine adamıştı. Çocuğunun ölümüyle sanırım bir daha hiç aynı insan olmamıştı o.
Seneler sonra, genç bir kız olarak karşısına çıktığımda, ilk aradığı şey, Y'nin attığı taştan alnımda kalan izdi. O izi öpmüştü...
.........................................
Ben. çocukluğumda büyükanne, büyükbaba gibi kavramlarla iç içe büyümedim. Hiç birini tanımadım. Ne bir taraftan ne de diğer. Bu yüzden o insanların sevgisinin tadını da tatmamıştım.
O yüzden bir aile büyüğünün vefaatinin getirdiği üzüntüyü bilmedim çocukken.
Y'nin zamansız ölümüyse, bir çocuğun bile bu dünyadan bir anda göçüp gidebileceğinin göstergesiydi.
Daha ölüm kavramının tam olarak ne olduğunu bile bilmeyen bir çocuğun başlamadan biten hikayesiydi bu.
19 Ocak 2022 Çarşamba
Yeniden yaşanan kayıpların ardından
Aşağıda paylaştığım şarkı, Şehitler Gününde radio'larda dinletilen şarkılar arasındadır. Bu tip şarkılar her zaman bestelenir Israel'de. Kaybedilen bir kardeşin, çocukluk ya da yuva arkadaşının ardından yazılmış notalar, kimi çatışmaların içinden yasanilanlari en yalın şekilde ifade eden sözler. Uzun savaş gecelerinin karanlığında, top atışlarına karışan yaralı bir arkadaşın inlemelerini, kollarında son nefesini veren komutanının arkasından, unutulmayan anları melodilere dökmeyi tercih eden sanatçılar, müzisyenler çoktur.
Her savaşın, her çatışmanın sonrasında, hassas kişilikler bir daha aynı insanlar olamazlar. Geçen her savaşın ardında, bedensel sakatlıkların yanında, manen değişenler belki de en büyük zararı görenlerdir. 17 yaşımda, teyzemin Holon'daki evinde kalmaya geldiğimde, bana verdiği küçük odada kuzinimle birlikte yatacaktık. Karşılıklı iki yatak ve duvardaki resimde, annemlerin 13 yaşında ölen kardeşlerinin yemyeşil gözleri sanki bize bakıyordu. Karşı taraftaysa kim olduğunu bilmediğim bir gencin fotoğrafı asılıydı. Onun kim olduğunu sorduğumda, Eli'nin en yakın sınıf arkadaşıydı dedi teyzem. I. Lübnan Savaşında ölmüştü. Bu olaydan sonra, Eli aylarca odasına kapanmış.
Eşimin bir amcası Post Trauma yaşamış biriydi. Ve yine aileden bir başkasında daha, asker sonrası aynı ruhsal durum ortaya çıktı. Ve böyle insanlar çok fazla. Savaşı, çatışmaları, ölümü ve vurulan insan manzaralarını kaldıramayacak kişiler az değiller.
Yazılan şiirler, şarkılar nereye kadar ifade edebilirler sakat kalmış, bir anlamda bırakılmış ruhları?
Bir ülkenin daha yaşanır bir yer olması için huzura, barışa ihtiyacı vardır.
Bugünkü çocuk 20 yaşına geldiğinde, silah, barut ve tank görmek zorunda olmamalı. İnsanlar daha adil, daha güzel, daha huzurlu bir dünya yaratabilecek kadar akıllı ve duyarlı olabilmeliydiler. Küçücük bir toprağın arkasından ölenlerin canları bir hiçmiş gibi geliyor insana, Geçtiğimiz hafta Israel de iki trajik olay yaşandı. İki ayrı kaza. İki ayrı felakette, dört genç insan hayatlarının daha en başlarındayken öldüler. Biri, askeri talim sırasında, gece yarısı, Israel'in en seçkin komando birliklerinden birinde bir askerin, karanlıkta karşı taraftan gelen askerleri terörist zannederek ateş açmasıyla meydana geldi. O korkunç anlarda, iki genç olay yerinde vurularak öldüler. Onları yanlışlıkla öldüren askerin bir daha kendini toparlayıp toparlayamayacağını kim bilebilir. Bir anlık bir yanlış anlama ya da algılama, belki bir anlık bir panik haliyle bir tüfekten çıkan kurşunlar yanlız o iki askeri değil, geride kalan bir gencin de yaşamını bitirmedi mi?? Bir anlık bir hatanın yükünü üzerinden bir gün, biraz olsun atabilecek mi acaba?
Diğer olaysa, Haifa kıyılarında, teknik bir arıza yüzünden düşen helikopterdeki dört askerden ikisinin ölümüydü... Melodiler yeter mi, geride kalan ailenin, dost ve yakınların acısını ifade etmeye. Kimi bölüklerden çıkan askerlerin manen bir daha hiç bir zaman aynı insanlar olmadıkları bir ülkede her gün, artık bu savaşlar bitse deseniz de sabahın ilk ışıklarıyla gözlerinizi açtığınızda, yaşadığınız koşullarda bu barışın nasıl geleceğini bilmezsiniz.
Şay Gabso söylüyor... Başımı kaldıracağım....
Sözlerin tercümesi... Şimdiki zamanda yürüyorum Kaybolmuş bir çocuk gibi.... Avuçlarım uzanıyor, yardım istiyorlar, seninle bu yolculuğa devam edebilmek için Ama yolun kenarındaki çiçekler benliklerini kaybetmiş gibiler Işığı, güneşi arıyorlar, yardım etsin diye Bilgelik pınarından, umudu yeşertecek bir damla su istiyorlar, Başımı, gözlerimi uzaklardaki dağlara kaldırıp bağırmak istiyorum..
Sesim bir insanın duasına dönsün, bir çığlık gibi duyulsun diye!
Ya kalbim haykırdığında, yardım nereden gelecek? ......................... Yeni yollardan, manzaralardan geçerken Birden adımlarım yavaşlıyor.... Orada olup burada bulunmayan ne var? diye soruyor bir geçen Kalbinde sakladığın nedir? Bütün geçmişini sırtında taşıyan bir yaşlı gibi Dönüp, arıyorum, Bugün böylesine zorken Susup başımı kaldırarak Uzaktaki dağlara bağırmak istiyorum.. Sesim bir dua gibi duyulsun diye.. Yardım nereden gelecek bilmiyorum....
17 Ocak 2022 Pazartesi
Askerden korkmak ya da askere güvenmek, yaşadığınız yer ve yaşatıldıklarınıza göre değişen hisler...
Yıl 1980, 12 Eylül sabahı, uzun ve farklı bir yazı arkamızda bırakmıştık. Benim, o yıl bir yerlerden kaptığım tuhaf bir viral enfeksiyonla sisen lenf bezlerim ve uzun araştırmalarla devam eden haftalar... Kanser şüphesinin getirdiği korkulu geceler ve sonuçta ortaya konulan basit bir teşhis. Sadece bir iki kutu penisilinle dinen endişeler... Ve aynı günlerin ardından, 70'li yıllardan o 12 Eylül sabahına, hayatımızın bir parçası haline gelen sokak çatışmalarının zirveye çıktığı bir kışın ardından yazın son günlerini yaşadığımız, yeni gelen mevsimde bir anda kapımızı vuran ihtilal...
Sabah sabah hoparlörlerden yapılan anonsları unutmuyorum. "Ordu asayişe el koymuştur!" Kenan Evren ve ordusunun, askeri diktasının başladığı sabah sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Bense daha çocuk olduğum için yine de evin merdivenlerini inerek sokağın köşesine kadar, yaklaşık üç beş metre giderek vardığım noktadan, ana caddede duran askerleri gördüğümü hatırlıyorum. Ve o an koşarak yeniden eve girdiğimi.
Ve o dönemin ardından İstanbul'da, çok sık görmeğe alışkın olduğumuz polislerin dışında bir de askerler belirmişti etrafta. Eskisinden çok daha fazla askerler vardı artık sokaklarda.
Asayişi sağlamakta zorlanan, dengelerin bir türlü oturmadığı, sağ sol sürtüşmeleriyle, irtica ve islam korkusunun bekçiliği görevini silah zoruyla sağlamaya çalışan bir ülkenin kaderinin içindeki küçük piyonlar da sokaklarda polisler, askerler ve çatışmalar görmeğe alışık bir zihniyet içinde büyürler.
Bizim için bu gibi şeyler hayatımızın monoton ve doğal bir parçasıydı o zamanlar...
Savaşları uzun zaman geride bırakmış bir ülkeden sizi görmeğe gelen bir dostunuz size, "Burada neden bu kadar asker var? " şeklinde bir soru yönelttiği ana kadar, her sokak ve her cadde başında bulunan askerlerin varlığı size hayatın doğal bir parçası gibi görünür. Birden o an uyanıverirsiniz, olağanüstü bir durumun içinde yaşadığınız gerçeğine.
O dönem gençlerinin, üniversite öğrencilerinin, hak ve özgürlük için savaşanların, sadece düşündükleri ya da yazdıkları fikirleri yüzünden yargı önüne çıkarılan, hapise atılan hatta bazen asılan insanların yaşadığı bir ülkeye gelen bir yabancıya asker gördüğünde neler hissettiğini sorduğunuzda cevabı oradakilerden farklı olacaktır tabii.
Türkiye'de asker birinci viteste giden demokrasinin freni gibiydi.
...................................................
Almanya'da yaşayan bir çocukluk arkadaşıma Israel'de, her yerde rastladığı askerler tuhaf hisler yaratıyordu. Biz Almanya'da asker görmeğe alışkın değiliz demişti bana. Haklıydı!!!
Yeniden aynı noktaya döndüğümüz an, sokaklarda askerler gördükleri yıllardan bugünlere çok uzun bir zaman geçen ülkelerde, II. Dünya Savaşının yıkıntılarını hatırlatan bir kavramdır herhalde sokaklarda askerlerle iç içe bir hayat....
Tel Aviv merkezinde, özellikle hafta başında evlerinden üstlerine dönmek üzere yola çıkan yirmili yaşlardaki Israelli gençleri, kendilerinden büyük sırt çantaları, bir çoklarının omuzlarında asılı kocaman silahlarıyla tek tek ya da gruplar halinde otobüslere, trene binerken gördüklerinde, kimileri için, bu görüntülerin zihinlerinde canlandırdıkları, alışık oldukları yaşantılarıyla büyük bir tezat teşkil edebilir.
Bu ülke içinse yaşamı özgür kılan, insanların hayatlarına devam edebilmelerinin ne yazık ki tek teminatı dır asker gençlerin varlıkları.
Günlük hayatın içinde her tarafta karşınıza çıkışlarının bir yabancıya hatırlattıklarıyla sizde uyandırdığı hisler arasında dağlar kadar fark vardır. Bu çocuları yakından tanıdığınız için, daha dün başladıkları askeri eğitim içinde, ailenizin ya da bütün bir ülkenin güvenliğini teslim ettikleriniz olduklarını bildiğiniz için sizin onlara bakışınız bir yabancıdan farklı olacaktır.
Onları gördüğünüzde tek dileğiniz vardır, evlerine sağsalım dönmeleri.
Doğru, asker çok kez hayatı, insanı yok eden savaşın aracı olabilir. Hiç olmaması gereken savaşların dünyasında, kimi zaman masum insanların da ölümüne neden olan çatışmaların silahından çıkan kurşunları ateşleyenler olabilir aralarından bazıları. İstemeden!!!
Yaşadığınız koşullar sizi kendinizi korumaya zorladığında, bunun için elinizden gelen bir başka seçenek kalmadığında, her çocuğun 18 yaşına geldiğinde üzerine o üniformayı giymek zorunda olduğunda, kimi şeylere bakışınız da değişiyor.
Askeri hizmetin çoktan zorunluluktan çıkarılmış olduğu, dünyanın belli başlı ülkeleri için savaşlar ve ölümler, hep uzaklarda bir yerlerdedir. Ve onlar bu savaşlara karşıdan bakanlardır. Hükümetlerinin çoğu zaman dünyanın bir çok yerindeki savaşlarda çıkar payları unutulur.
Mesela, Ortadoğu'da bir çok terörist organizasyonların sömürdükleri ülkeler batmanın eşiğindeyken, ( Lübnan gibi ) milyarlarca dolarlık servete sahip terörist gruplar bu devletlerin kaderinde büyük rol oynayanlardır. Hizbullah ya da Al Qaida gibi grupların ellerinde dönen kara paralar, bu bölgede çok fazla çocuğun yaşamını kurtarabilirdi oysa. Bu gruplara silah satmayı kesmeyenler Birleşmiş Milletlerde Israeli kınayan ülkeler arasındadırlar.
Ancak, radikal akımların artık bölgeden dışarıya taştıklarını biliyoruz. Göçlerle, ilticalarla, binler ve yüzbinlerle vardıkları toplumlar içinde tutunamayanlardan hep çıkacaktır, kimi radikal insanlar.
....................................
6 Eylül 1986 Cumartesi sabahı Filistinli terör grubu Abu Nidal'ın Neve Şalom'a saldırısınının ardından geçen senelerde. elinde silah bizi korumak için kapıda bekleyen askere karşı hissettiğimiz şey korku değil bir güven duygusuydu.
Askere ve polise, ya da elinde silah taşıyan insana karşı hissettiklerimizi belirleyen o askerin hangi amaca hizmet ettiğiyle ilgilidir. Bir askerin sizi, hedeflerine alacaklara karşı korumak için görevli olduğu bilgisi siz rahatatacaktır. Buna karşın sakin ve huzur içinde, güvende olduğunuz bir mekanda durup dururken elinde makineli tüfek taşıyan bir asker görürseniz korkmanız olasıdır. Hisleriniz, tepkileriniz ve duygularınız bulunduğunuz şartlara göre değişiyor.
Amerika'da son bir kaç yıldır, eskiden alışkın oldukları gibi sakin bir hayat yaşamaya çalışan Amerikan Yahudi Cemaati, yakın zamana dek, Ortadoğu'da görmeğe alışkın oldukları terörü artık belli aralıklarla kendi içlerinde yaşamaya başlamış gibiler.
Otuz sene evvel Bağdad'ta bir bomba patladığında, normaldir denirdi. 1986'da bizi hedef aldıklarında da aynı şeyi düşünmüşlerdi mutlaka.
Son bir kaç senedir, Avrupa'nın farklı yerlerinde ve Amerika'da tekrarlayan Antisemitik saldırıların çoğunun arkasında radikal dinciler yatıyor.
Geçtiğimiz Cumartesi günü, Dallas Kenti Batısında, Colleyville'deki Beit Israel Sinagogunu kendine hedef seçen Pakistan asıllı Muhammad Siddiqui, içeride Sabat duası için bulunan kişileri rehin aldı.
Bu olayın sonunda öleceğini bildiğini söyleyen Muhammad Siddiqui Amerikan Hapishanesinde tutuklu bulunan kız kardeşi Aafia Siddiqui'nin özgür bırakılmasını istediğini yetkililere iletti. Üzerinde taşıdığı silahıyla içerideki kişilere 11 saatlik bir cehennem yaşatmayı başaran adam, Amerika'da Mimarlık okumuş bir Müslüman.
Sonuçta, tüm zekası, bilgisi ve sahip olduğu bir çok özelliklerin bir adım önüne geçen radikalizm onu da kız kardeşi gibi esir almış bir insandı bu.
Aafia Siddiqui en çok aranan terör zanlıları içinde olup, 2003'te Amerika tarafından Pakistan'da ele geçirilmiş. Al Qaida Terör örgütüne para toplamak ve Amerikan Ordusu askerlerine saldırı girişiminden 86 yıl mühebbet hapis cezasıyla tutuklu, Aafia Siddiqui yine Amerikadaki en prestijli Üniversitelerden biyoloji, teknoloji ve beyin bilimi üzerine diplomala almış, bir kadın. Fakat yine de insanlara için iyi işler yerine zarar vermeyi seçmiş olması üzücü.
Aafia Siddiqui'nin serbest bırakılmasını talep eden ve 11 saatlik eyleminin sonunda bir anlık boşluğundan faydalanarak dışarı kaçmayı başaran 2 rehinenin ardından, olay yerinde bulunan FBI'a ait güvenlik birimleri tarafından öldürülerek ele geçirilen Muhammad'ın eylemi için bir sinagog seçmesi nedense şaşırtmıyor.
Bir çok defa bu tip saldırıları klasik bir terörist hareket olarak nitelemek yoluna gidenler, Amerika'da ve dünyada herkesten fazla saldırıya uğrayanların hep Yahudiler olduğu gerçeğini zaman zaman kabul etseler de bir çok kez, bu tip olayların arkasındaki gerekçeklerin üstleri örtülür gibi.
Hedefte çoğu zaman Yahudilerin olması kimilerince tesadüf ya da önemsiz bir olay gibi karşılanması kendimizi diğer insanlar kadar rahat ve diğerleri kadar güvende hissedemememize fayda etmiyor sanırım.
Paris'te dövüldükten sonra balkondan aşağı atılan Yahudi kadının katiline verilen cezanın yetersizliği, zanlının olay anında uyuşturucu etkisi altında olduğu gerekçesiydi. Paris Mahkemesi tarafından cezada yapılan indirimde, zanlının, daha evvel kadını bir çok defalar Yahudi olduğu için rahatsız etmiş olması yeterli bir suç kanıtı olarak kabul edilmemiş olması üzücüdür.
Batıda çoğu İslamcı, kimi faşist insanların dinimize ait yerleri, Yahudi sembolleri taşıyan insanları hedef seçmeleri artık sık rastlanan bir durum olmaya başlarken tek tek insanları korumak zor olabilir ancak cemaatler daha fazla korunabilirler. İstedikleri her sinagoga ellerini kollarını sallayarak girecek teröristleri durduracak önlemlerin arttırılmasının zamanıdır şimdi.
Kimilerini ürküten askerleri bazı yerlerde görmekten memnuniyet duyacak insanlar vardır eminim. Eğer o askerler yerine sizi silahlarıyla hedef alacak düşmanların kurbanları olmak istemiyorsanız!!!!!
16 Ocak 2022 Pazar
Beşinci dalganın ortasından haberler
Son günlerde buralarda sessizden bir fırtına kopar gibi. Pandeminin ilk günlerinde insanları alan korkuya rağmen çoğunluğun hasta olmadan yakalarını sıyırdığı salgın, başlayan beşinci dalgayla bir anda bir tufana dönüşmüş gibi. Kimseden çok ses çıkmasa da, virüs aldı başını gitti. Ne tarafa dönseniz birilerinin artık Omikrona yakalandığını duyuyorsunuz. Okula gidemeyenler ya da işinden olanlar bir tarafa sokaklar, caddeler ilk defa tamamen insanlardan boşaldı. Geçtiğimiz günlerde Tel Aviv'de bir haftasonu havası hakimdi. Sanki insanların işi yokmuş gibi bir durum var. Tabi ki insanların işi var da bir sürü insan ya hasta, ya da bir sürü insan bir hastanın yanında bulundukları için evlerinde kapalı kalmak zorundalar.
Kısacası bugünleri Omikron Bayramı ilan etmek mümkün!!!
Pcr ya da antigen yaptıranlar kuyruklarda. Eczanelerde bazen test bulmakta bile zorlandığınız saatler, günler var.
Ve bizde de durum farklı değil. Geçen salı akşamı eve girdiğimde Israel'in de ateşi çıkmıştı birden. Gece 11'de ailece test yaptırmak için yola çıktık. Pcr'in cevabı gelene kadar gece ilk yaptığımız hızlı antigen testler negatif çıktı. Ancak ertesi gün, benim dışımda evde herkesin positif olduğu belli oldu.
O gün bugündür bizimkiler karantinadalar. Yeni kurallara gore ben pozitif çıkmadığım için dışarı çıkmamda bir sorun yok. Birisinin kalanlara bakması lazım tabi :). Alışveriş, yemek, ve alınacak şeyler. Soranlara, köpeği birinin indirmesi gerekiyordu diyorum. Dün gece eve kuriyenin getirdiği bir şeyi kapıya bırakıp gitmesini söylediğimde, gözetleme deliğinden genç çocuğun hala kapının biraz ilerisinde beklediğini görünce ağzımı kapatarak kapıyı hafiften açtım, gidebilirsin demek için. Benden en az iki metre uzakta duran çocuk bir hayli panik oldu, dur orda bana yaklaşma derken bana. Yaklaşmayı düşünmüyordum zaten. Hem ben hasta değilim ki!! Söylemeye fırsatım olmadan koşarak gitti. Hahahaa onu da anlıyorum.
Bir çokları bu virüsü artık gayet hafife alırlarken bazıları hala korku içindeler. Ancak bugünleri omikrona yapışmadan atlatmak pek mümkün görünmüyor. Benim nasıl yapışmadığım üzerinde yürüttüğümüz ihtimallerin hangisi doğru bilinmez. Demek ya hala daha bedenimde yeterince antikor taşıyorum ya da kimi insanlar bazı sebeplerden bu virüse yapışmayabiliyorlar.
Çocukluğumdan beri geçirdiğim grip sayısı azdır. ( Bu bildiğimiz griplerden farklı biliyorum ) Yatak döşek yattığım çok olmadı. Genç kızlığımda sadece bir defa çok kuvvetli geçirdiğim bir grip olmuştu. Bir kaç gün ağrılardan inlediğimi, ateşimin 39'lara çıktığını anımsıyorum ama o şekilde bir grip bir daha hiç olmadım gibi. Hafif üşütmeler, kimi halsizlikler dışında.
Annemi daha eşim rahatsızlanmadan bir gün evvel dördüncü aşıya götürmüştük. Bu yüzden annemden Israel'in ve çocukların Korona olduklarını düne kadar sakladım panik olmasın diye ve dua ettim.
Bir taraftan 60 yaş üstü insanlar geçtiğimiz hafta aşı oldular hep ancak aynı günlerde basında Pfizer'in önümüzdeki mart ayında yeniden aşı çıkaracağı haberi yayınlandı. Peki dördüncü aşıyı yaptıkları 60 yaş üstü nüfusa, Pfızer İlaç Firmasının Omikron'a uygun ürettiği aşıyı da mı verecekler??? Dördüncü aşıyı laf olsun diye mi atıyorlar anlıyamadım ben???!!! Bu aşının Omikron'a karşı çok etkili olmadığı biliniyor. Ancak aşılar başladıktan sonra gelen bu açıklamalarla şimdi ne yapmamız bekleniyor?
Ve bütün ülke bir salgının peşinde hasta yatarken, Israel'deki hükümetin kararsızlıkları kafaları o kadar karıştırmış bir durumdaki artık herkes biraz da kendi kafalarına göre davranmaya başlamış gibi.
Zaten ekonomiyi kurtarmak adına hiç bir kısıtlamaya gitmemeyi tercih eden Hazine Bakanı, ülkenin iflas etmemesinin öncelikli olduğunun altını çizdiği günden beri, insanların virüsü toplu olarak yapışarak geçirmelerinin yolunu açmıştı. Bu karar, Omikron'un hızlı yapıştığı kadar hafif geçirilen bir variant olduğu kesinleştiğinden beri gündemededir.
Şu an için burada okullar açık oldukları halde yarı kapalı gibiler. İş yerleri yarı yarıya hizmet eder durumdalar. Üç kişinin yaptığı görevi şu an bir kişi yapıyor. Sokaklar insanlardan boşaldı.
Belki bu son dalga gerçekten salgının sonunu getirir. Ama bunun için çok yüksek bir yüzdenin salgına karşı yeterli antikor geliştirmiş olması gerekiyor. Ve arada bu gece Ağaç Bayramı Tu Bişvat. Bu defa çok fazla geziler organize edilebildi mi bilmem. Bizimkiler zoom'dan öğreniyorlar bu iki gün.
Ağaçların hayata uyanışlarını hatırlatan, Israel'de Toprağın Yeni Yılı olarak kabul edilen Tu Bişvat ağaç dikimiyle sembolleşmiş bir gün. 1908 tarihinden bugüne Israel için resmi bir önem taşıyan bu bayram ve bu ülkenin ağaca verdiği önem sayesinde KKL (Keren Kayemet LeY'israel ) tarafından 230 milyon ağaç dikilmiş.
Hayatı temsil eden ağacı, yeşertmeye devam ettiğimiz sürece bu dünyayı yok olmaktan kurtaracak en önemli görevlerimizden birini yerine getirmiş oluruz. Atmosferdeki zehirleri toplayarak, oksijen sağlayan ağaçları koruyarak ve yenilerini dikerek, kaybolan doğal dengeyi yeniden sağlamamız mümkündür.
Daha temiz bir hava solumak, hayvanları korumak, yeni hastalıkların, virüslerin önünü kapatmak adına iklimi koruyan en önemli faktörlerden biri üzerinde çok daha fazla durmamız önemlidir.
Böyle bir salgının ortasında bulunduğumuz günlerde kaç çocuk, kaç genç ağaç dikmiştir bilinmez bu Tu Bişvat?! Dilerim gelecek seneye kadar insanlıkta kendini yenilemiş, zor dönemleri aşmış olur.
Herkese daha çok sağlık diliyorum.
13 Ocak 2022 Perşembe
İsrael adına çalışan yunusların tehtid ettiği Hamas
İnsanlarda paranoya, bilinen en kötü mental hastalıklardan biridir. Kişinin hayatını yeterince etkileyen bu psikiatrik bozukluk, sadece kendisinin değil yakın çevresinin de yaşam kalitesini yeterince düşürür. Psikolog ya da psikiatr olmadan da konu üzerinde genel olarak bilgi sahibi olduğumuz, insanların çevrelerine ve arkadaşlarına güven duymalarını engelleyen normal dışı korkular ve şüphecilikle kendini gösteren bir şeydir paranoya.
Çevremizde bu tip insanlar tanımış olsakta olmasakta toplumda en sık kullanılan terimlerden biridir, Paranoyak olmak... "Paranoyaklaşmak.... gibi kelimeler her zaman duyarız insanlardan..Gereğinden fazla şüpheci olanlar için kullanılan bir sıfata dönüşmüştür bu kelime.
Paranoya, zannederim, insan beyninde bir şeylerin doğru çalışmamasıyla alakalıdır. Genetik bir sorun olduğu söylenir. Ancak kimi psikolojik travmalar da bazen kişinin bu tip bir mental rahatsızlık geliştirmesine sebebiyet verebilir. Fakat yine de genetik bir eğilim söz konusu olmalıdır diye tahmin ediyorum.
Ve, toplumda da kitle halinde mantığın yitirilmiş olduğu durumlar vardır. Yani insanlarda olan paranoyanın toplumsal bir problem olarak görülmesi de mümkün. Toplumsal paranoya, toplumun bünyesinde yaşayan azınlıklara, ya da kimi gruplara karşı mantıklı, mantıksız şüpheci tavırlar geliştirmeye başlamasıdır. Örneğin Türklerin, Anadolu'da yaşayan Ermenilerin, Kürtlerin, Alevi, Rum ya da Yahudilerin kendilerine karşı faaliyet içinde olduklarını ortaya atmak huyları ezelden beri bilinir. Herhangi bir azınlık grubuna devamlı şüpheyle bakmak, onlar hakkında mantıksız iddialar üretmek, ya da komşu ülkelerin size karşı komplo üzerinde olduklarına inanarak mantık dışı korkular geliştirmek toplumsal bir paranoyadır.
Bazı grupların toplum üzerinde denetimlerini kolaylaştırmak adına, insanları hayali korkularla yöneten elit kesimlerin, bilinçli olarak, yönetilen tabakaların beyinlerini yıkamalarıyla alakalı bir şeydir bu söylediğim. Mesela benim gençliğimden beri, zaman zaman Türk gazetelerinde atılan iddialar olurdu. Bu olay Mossad'ın bir oyunu...Ya da; "Mossad'ın başının altından çıkan son şey!! "gibi başlıklarla gündeme getirilen sansasyonel haberler olurdu.
Burada birinci şey, gazetenin tirajını yükseltmek için aradığı göze batan haber yapmak arayışıdır. İkincisi ülkede meydana gelen faili meçhul kimi olayların, kimi cinayetlerin, insanları hayal kırıklığına uğratmayacak şekilde, zaten düşman olarak bellenmiş bir grubun üzerine atarak bir rahatlama sağlamak kaygısıdır. Ve, böylece bir ülkede kendi içinde dönen kimi dolapların, kimi hesapların faturasını kolayca yabancı birgruba, kuruma veya ülkeye atarak soruşturmalardan, açıklamalardan, sorumluluklardan kurtularak gerçek hesap vermesi gerekenler, rahatça, istedikleri gibi hareket etmeye devam ederek, sömürdükleri toplumu kullanmaya, ya da ayakta uyutmaya ve serbest olmaya devam edebilirler. Anti demokratik ve totaliter rejimlerde bu yüzden, hayali dış güçlerle uğraşmak, çok daha yaygın bir yoldur.
Ülkeyi yöneten kişi ya da grubun elinde olan medya sürekli olarak o hayali düşmanı öne sürerek, insanları belli şeylere inandırmaya, beyinlerini yıkamaya devam ederler.
Türkiye'de en olmadık şeylerin altında Mossad'ı arayarak, Israel'i suçlayarak Türk halkının topunu bir paranoya içine sokmayı becermişlerdir. Bu insanlar artık her taşın altında belli adresleri arar duruma getirilmişlerdir. Tabi bu sadece Türkiye'de değil, bu çevredeki tüm Müslüman ülkelerde işe yarayan bir ikna aracıdır.
İnsanlar bir süre sonra, sel olsa, deprem sallasa, fırtına çıksa Israel'i ya da kimi başka "düşman"ları suçlayacak psikoloji içindedirler. Bunun pek sağlıklı bir toplum yapısı olmadığını anlamayanlar içinde gayet okumuş, gayet aklı başında görünen yığınla insan da göze çarpmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde, Hamas, Gazze şeridi kıyılarında şüpheli "Yunus Balıkları"na rastladıklarını iddia etti.
Hamas'ın iddialarına göre, Gazze deniz şeridinde, Hamas'ın özel "Kurbağa Biriminin" ( !) talimlerini, üzerlerine monte edilen kameralarla takip eden ve gerekirse karşı tarafa saldırı yapabilecek şekilde silahlandırılmış yunuslar Israel tarafından bölgede görevlendirilmişler.
Doğal ortamlarından çıkarılılarak, birer katil adayına dönüştürülen bu sevimli hayvanların, Hamas'ın faaliyetlerini yerinde incelemekle görevlendirilmişler.
Hamas ve İslami Cihad son günlerde, Israel'e karşı yeni bir saldırı için hazırlıklarını hızlandırdıklarını da özellikle belirtmeden geçmediler.
Benimse aklıma Tora'da anlatılan hikayelerden biri geldi şimdi. Tanrının, kötülüğe giden insanlığı yeryüzünden silmek için getirdiği tufandan sadece Noah (Nuh) ve ailesini kurtarma sözü sonrası, Noah inşa ettiği gemiye her canlıdan bir çift alarak yola çıkmış. Ve Noah'nin gönderdiği beyaz güvercin ağzında yeşil bir şeytin dalı olmak üzere döndüğü an, tufanın artık sona erdiğinin işaretiymiş.
Tanrı tüm insanlar içinden seçtiği Noah'ya bir daha böyle bir tufan olmayacağı sözünü vermiş.
O zamanlardan bugünlere, ağzında zeytin dalı taşıyan beyaz güvercin "Barış"sembolü oldu.
Araplara sorarsanız Israel hayvanlari hep onlara karşı kullanıyor. Mossad, geçen yıllarda, Suudi Arabistan'da yakalanan Akbabanın üzerine alıcılar koymakla suçlandı. Türkler yine bir kaç yıl evvel sınırlarında yakaladıkları kuşun üzerindeki kameraların Mossad'ın işi olduğunu iddia ettiler.
Ancak, Yunusların üzerine silahlar yüklenip Hamas'ı hedep aldıkları hikayesi bu kez fazla uçuk bir senaryo. Ancak, Türkleri ve Arapları Mossad'la ilgili söylentilere ikna etmek için çok fazla ter dökmenize gerek yok.
Bu kez seneler önce bir Türk şarkıcının evde grup seks yaparken yakalanmasının ardından: "Tüm bunlar bana Mossad'ın bir komplosu "dediği haberi anımsadım 😂.

-
Un an après le pogrom du Hamas ! En tant qu'Israélienne et juive d'origine turque, on m'a souvent posé des questions sur le c...
-
Israel'i acımasızlıkla suçlayan Papa'nın göreceli insanlığına karşı durarak onun bu ikiyüzlü tavrına karşılık gerçek insanlığın ne o...
-
Ortadoğu'da gelişen en son olaylar, İran'daki molla rejiminin zayıfladığını, Humeyninin başa geldiği 1979 yılından bugüne devam eden...