14 Ekim 2021 Perşembe

Gözlük takmak

Kızım gözlük takmaktan nefret eder. O da benim gibi küçük yaşta başladı gözlük takmaya. Okulun ilk senesi, ilk günler, tahtaya yazılan şeyleri iyi göremiyordu. Ve böylece, kırmızı çerçeveli ilk gözlükleriyle tanışmak zorunda kalmıştı. Onlarla tanışmak, onları takmak zorunda olmak ilk günden zordu.  Ama Danduş yapısı gereği çok fazla şikayet edip sorun çıkarmazdı. Bu yüzden uzun bir zaman onun gözlük takmaktan bu derece nefret ettiğini bile bilmemiştim. Çok fazla konuşan, düşündüğünü çok anlatan biri değildir kızım. Onun iç dünyasına girmek için üzerinde taşıdığı bir kaç kat kabuğu soymak gerekebilir.  Ancak yaşı iyice büyüdüğünde bana bir gün, artık gözlük takmak istemediğini söyledi. Artık lens takabilecek yaşa gelmiş, meğer hangi yaştan sonra lens takabileceğini biliyormuş.

Bir de kendimi anımsıyorum ilkokulda. Benim ilk kez gözlük taktığım zamanları. Sanırım ikinci sınıfta çekilmiş bir sınıf resmimiz vardı. Gözlüklü ben!! Simsiyah önlüklerle hepimizi sıraya dizdikleri sınıf fotoğrafındaki halim komik gelir bana.  Yandan bakışlarım, başımın iki tarafından sarkmış iki örgüyle. kocaman açtığım gözlerim ve yüzümdeki o şaşımsı ve şaşkın halim...ve tabii bir de kocaman metal gözlüklerim!!  Resimde benim bakışlarım gibi gözlükler de yandan gitmiş gibidirler :))

Osmanbey'de Site Sinemasının biraz aşağısındaki gözlükçüyü anımsıyorum. Sanırım kızım gibi gözlük takmaktan nefret etmiyordum. Umurumda değildi pek. Öyle benimle gözlüklü olduğum için dalga geçtiklerini de hatırlamam. Hatta gözlük satın almaya gittiğimizde, bana dünyaları hediye edeceklermiş gibi sevinirdim. Babam bana bir şey satın alıyordu. Dükkanın içindeki çerçeveleri tek tek yüzüme yerleştirip, hangisinin benim için en iyisi olduğuna karar vermek.... Aslında o zaman gözlük takmak şimdiye göre çok daha zordu bir çocuk için. Gözlük camları şimdiki gibi hafif bir maddeden yapılmazlardı. Bildiğimiz camdan olan gözlükler daha ağırdılar ve bir de düştükleri gibi resmen kırılırlardı. Çok dikkat etmek gerekiyordu. Ve siz daha çocuk olduğunuzdan, ne kadar dikkat etsenizde sonunda mutlaka elinizden düşerlerdi bir gün!! Ve ben azar işitmekten bir hayli korkardım. Okulda ve her yerde taktığım gözlüklerden, bir zaman sonra yamulan  çerçevenin o çokta sevimli olmayan görüntüsüne rağmen şikayet etmezdim. Ancak evde yine de gözlüklerimi sık sık çıkardığımı anımsarım ve annem bu yüzden bana hep kızardı.

Herşeye rağmen bir zaman sonra, genç kız olduğumda modaya uygun gözlüklerimi çantama sokmayı tercih etmeye başlamıştım. Sadece sınıfta, derste, sinemada çıkarmasam da galiba gözlüksüz olmayı tercih ediyordum ben de!!

Bugün çok güzel gözlükler mevcut.  Ve ben büyüdükçe gözlük camları bir hayli hafiflerlerken,  çerçevesiz modeller ortaya çıktılar. Uzun bir dönem küçük gözlükler modaydı. Ve ben bu tip gözlükleri çok sevmiştim. İşin ilginç tarafı, hangi dönem moda nasılsa eskisi insana tuhaf gelmeye başlıyor.

Şimdi birden, Şişli'deki evde, kütüphanedeki albümlerin dışında bir torbada bulunan "tarihi"  fotoğrafların içinden bir genç kızın resmi geldi aklıma. Gözlüklü bir genç kızdı bu. 

Diğerlerinin arasından çıktıkça beni hiç tanımadığım dünyalara götürürdü bu fotoğraf.  Sanırım, büyükannemle büyükbabama dışarılardan bir yerlerden gönderilmiş bir resimdi bu. Ailenin kaybolan tarafına ait bir tarihi belge gibi. Sanırım ya Mexico City ya da Buenos Aires'ten postalanmıştı. Arkasında 1950'lerin başlarına ait bir tarih ve; "Mi querido primo!! " ( Sevgili Kuzenime.... ) diye başlayan bir kaç satır ilave edilmiş bir kadın fotoğrafı.. Birbirlerinden ayrılan aile bireylerinin hala daha aralarında belli bir yakınlığı sürdürmek için çaba harcadıkları zamanlardan kalmış bir anı. Ve daha sonra gelen nesillerin,  kimin nesi olduğunu bile bilmeyecekleri, kaybolan izlerle birbirinden kopan insanları temsil eden bir fotoğraf.  Çok güzel bir bayandı bu. Rita Hayworth'a benziyordu. Siyah beyaz fotoğraftaki bu genç kadının  eski zamanlarda takılan küçücük çerçeveli, yuvarlak gözlükleri vardı. Babamın ya da babasının bir kuziniymiş bu kadın. Bir taraftan çok beğenirdim bu fotoğrafı. Diğer taraftan, Charlie Chaplin'in dönemlerine götürürdü beni. O dönemin siyah beyaz dünyalarına giderdim ben.  Sanki, eski insanların dünyası resimlerdeki gibi, daha bir renksiz, daha matmış gibi canlanırdı benim kafamda... Resimlerdeki gibi siyah beyaz bir hayat düşünürdüm... Ve işte bir de o kadının yüzündeki gibi küçük demode gözlükleri olurdu o insanların...

Bir gün geldi  o tip, küçücük gözlükler bir kez daha moda oldular. Aklıma o kadın gelirdi o gözlükleri gördüğümde. Sanki ayrı bir klas hava vardı aslında bu tip gözlükler takan insanlarda. Belki de yazarları, bilim insanlarını, filozofları hatırlatıyordu bana. Ve  küçük gözlükler yeniden moda olduklarında, çocukluğumdaki minik yüzümde duran o kocaman gözlüklerle dalga geçmeye başlayacaktık bu kez.

Kızımsa artık senelerdir gözlük yerine lens takıyor. Hiç durmadan büyümeye devam eden miyobunu düzeltmek içinse bir gün ameliyat olmayı hayal ediyor.

Bense kuvvetli olan sol gözüme güvenerek çoğu zaman sokağa gözlüksüz çıkabiliyorum. Bu arada aklıma, çocukluğumuzda yanımızdaki dairede oturan komşumuz geldi bu kez. Kadın çok yüksek miyobu olmasına rağmen gözlük takmayı sevmediği için yarı kör dolaşmak pahasına gözlüksüz gezerdi. Bir gün ağbim daha küçük bir çocukken pencereyi açıp dışarı bakmak istemiş. O an kadıncağız hemen yanımızdaki camda duruyormuş. Ve birden ağbimin  dışarı çıkan gölgesini annem zannederek; "A Suzi nasılsın? diye sorunca ağbim ne yapacağını bilemeden içeri kaçmış...

Ve son zamanlarda benim bir multifokal gözlük maceram oldu. Bir taraftan görüşümde hafif bir azalma hissettiğim için diğer taraftan artık gözlük indir çıkar şeklinde okumaya çalışmaktan yorulduğum için kendime multifokal gözlükler yaptırmaya karar vermiştim. Genelde insanların multifokale alışmakta zorluk çektiğini çok duydum.

Böylece bundan bir kaç ay evvel girdiğim büyük bir mağazada, bin bir çeşit gözlüğün arasından bir tanesini seçerek,  optometristin bana önerdiği camlar içinden, tüm seçeneklerden en iyisinde (!!) karar vermiştim. Sonuçta göz sağlığınız söz konusu olduğunda en iyisi olsun istiyorsunuz. Ancak bir gözlük fiyatının böylesi rakkamlara ulaşacağını tahmin etmemiştim. ( Israel dünyanın en pahalı ülkelerinden biri olsa da bu fiyat biraz uçmuştu) Camların kalitesini, rahatlığını ve alışmanın çok daha kolay olacağını tekrar eden satıcının beni ikna eden sözlerinin ardından dükkandan gayet memnun çıkmıştım o gün.

Gözlüklerim hazır olduğunda, bu camlara alışmamın bir hafta on gün sürebileceğini söylediklerinde, sorun olmadığını düşündüm. Ve ilk anda gözlerime yeni gözlüklerim çok güzel göründüler. Hem güneş için de ayarlanmışlardı.

Ancak bu gözlüklerle alışmanın ötesinde başka sorunlar oldu!!!  Onlarla okumakta zorlandığımı farkettim. Numarada sanki bir problem vardı. Güneşte de rahat değildim.  

Bir hayal kırıklığı ben de!!..İnanılmaz!  Zaman geçiyor olmuyor. Dükkana geri gidiyorum, kadın şikayetimi dinliyor. Bir ara eline aldığı gözlükleri evirip çevirdikten sonra anlamadığım bir şekilde çerçeveyi elleriyle düzeltmeye kalkıyor. Merkez noktasıyla oynadığı içinmidir bilmem bu defa gözlükleri taktığımda başım dönmeye başlıyor.. Bir hafta sonra dükkana ikinci kez gidiyorum, artık pek sakin konuşamıyorum çünkü beni oyaladıkları hissine kapılıyorum. Yoksa çerçeveyi elleriyle yamultmak ciddi bir iş yerinin yapmaması gereken bir çalışma şekli olmalıydı diyorum. Bu kez yeniden muayene ediliyorum ve sözde yeni camlar yapılıyor. Ve sonuç değişmiyor. Zaman geçiyor. Olay alışmanın ötesinde bir durum.. Okuma için verdikleri numarada yine sorun var.  Gözlüğü çıkararak okuyabiliyorum. O zaman nasıl bir multifokal bu?

Üçüncü kez gittiğimde, multifokal istemiyorum ben vazgeçtim dedim.. Bana bunu normal gözlük yapın, Ben gözlüksüz daha iyi okuyorum dedim. Sözde verdiğim yüksek ücreti telafi etmek için elimize ekstradan bir güneş gözlüğü hediye ettiler.  Ancak bu gözlüklere verdiğim fiyata benim en az beş gözlük satın almam mümkündü. Yediğim kazıkla kaldım ama boş verdim. Bir daha aynı dükkana geri döneceğimi zannetmiyorum!

Gözlük takmak kimisi için bir güzellik, kimisi için bir cefa.. Aslında doğru seçildiğinde gerçek bir aksesuar bence! Çocukların ve genç kızların çoğu zaman nefret ettikleri gözlüğün aslında çok olumlu etki yarattığı durumlar var. Genelde gözlük takan insanın akıllı olduğuna dair bir intiba uyandırdığı bilinen bir psikolojik aldanmadır. Ya da ille de gözlük takan kişinin çok okuyan, çok çalışkan insanlar oldukları düşünülebilir. Ve aynı şekilde daha ciddi insan oldukları fikri de oluşabilir. 

Gözlüklerin bir diğer özellikleri de kişinin onları sürekli orada burada unutabilmeleri ve her an her yerde gözlük arama huyu geliştirebilmeleridir.  Gerçi onun da çaresi " Gözlükleri boynunuza bağlamak diyeceksiniz!!"


Batya R. Galanti

12 Ekim 2021 Salı

Ideal politikacı kimdir?

Bu kadına baktığımda, onun her yaptığını tasvip etmesekte ya da her düşündüğüyle bire bir aynı düşünmesekte diyorum ki keşke tüm politikacılar onun dürüstlüğüne sahip olsalardı..


Politikacıları genelde sevmem ben. Belki de politikacıları sevmeyen çoğunluktan biriyim aslında Bunu söylemek belki biraz tuhaf bir çıkış da olabilir çünkü ülkeleri, dünyayı, bizleri iyi kötü yönetenler politikacılardır. Ve onlarsız bu dünyanın dönmeyeceğini biliyor olmalıyım. Ama ya onların ellerinde dönen dünyamız ne durumda diye sorsam?

Peki, bu insanlara bulunduğumuz durumun hesabının tümünü yükleyebilirmiyiz?

Savaşlardan, barıştan, göçlerden, açlıktan, sağlık sisteminden, pandemiden, zenginlik ve fakirliklerden, yeryüzündeki eşitsizliklerden, değişen iklimden, savaşlardan ve barışlardan, kimi ekonomik krizlerden kimler sorumlu?

Görevine dün başlayan Amerikan Başkanı Biden bugün yaşanan tüm olaylardan sorumlu mu? Tamamından? Yok!! Ama belli bir payı var mı? Ne kadar?

Ya diğerlerinin?

Demokratik ülkelerde liderleri seçimek şansımız olsada dünya'da yığınla demokratik olmayan yönetim şekilleriyle yönetilen milyarlar var. Yani dünyanın bir kısmını halkları tarafından seçilmemişler yönetiyor. Kudreti eline geçiren  bu insanların birilerinin toptan kaderini belirlemesine ne demeli?

Seçim şansımız olduğunda peki, lider dediğimiz kişide ne gibi özellikler arıyoruz?

Aslında bizi yöneten politikacıların bir çok olumlu özelliğe sahip olması gerekir.

Bir liderde aradığımız en önemli özellik güvendir. Toplumu, kitleleri peşinden sürüklemeyi berecen insanlar liderliğe yükselenlerdir. Sahip oldukları en önemli seydir belkide karizmaları.  Güçlü kişilikleri, zekaları, problem çözmedeki hızları ve de  hitap yetenekleriyle birlikte gelen inandırıcılıkları toplumları yönetmek için onları ideal yapan özelliklerdir.

Çoğu kez yanıltan taraflarıysa göründükleri kadar dürüst olmadıkları gerçeğidir.

Tabi ki, aralarında kendilerine verilen desteği fazlasıyla hakkeden, ülkelerini en iyi şekilde yönetenler var. Bu insanlar gerçek liderler....Toplumları daha iyi yerlere taşımak için, değişim yapmak ve insanların yaşamlarında olumlu etki yaratmak için savaşanlar var.  Bazı liderler gerçekten kendi hayatlarından feragat ederek, ideallerinde kurdukları toplum için savaşırlar.

Bu tipler ya tarihe geçerler ya da bazen suikaste kurban giderler!!! Problemli yönetimlerdeki ülkelerin kaderini değiştirmek isteyen devrimci liderler hayatlarını her zaman tehlikeye atmakla karşı karşıyadırlar.

Örnek liderlerin genelde demokrasinin yürüdüğü ülkelerden çıkması pek şaşırtıcı olmasa gerek.

Yasaların denetim ve yürütme mekanizmalarıyla tam destek bulduğu demokrasilerde, yolsuzluğun önüne geçen Yüksek Mahkemelerin bağımsızlığının yüzde yüz garanti altında olduğu ülkelerde liderler halklarına hizmet vermek için görev başında olduklarını, herhangin bir devlet memuru gibi maaş aldıklarını bilirler. Her ne kadar güvenlikleri korumalarla garanti altına alınan, devletin en yüksek kademesindeki memurları olsalar da çoğu kez kendilerini başkalarının üzerinde görmeyecek kadar alçak gönüllüdürler.

Buna en iyi örneklerden biri dün, son kez Israel'e bir veda ziyareti için geldi.

2005'te, Almanya'nın başına geçen ilk bayan Hükümet Başkanı olan Angela Merkel'in 16 yıl görevine aralıksız devam ederek, en uzun görev yapacak şansöliyesi olacağına belki de kimse inanmazdı.

Avrupa'da bile bugüne dek erkeklerin ağırlığını sürdürdüğü politik hayatın içine sığan bir demir leydi oldu Merkel. Dediğim dedik olduğu konusunda hem fikir olan bir çok siyasetçi ve liderin hayranlık duyduğu bir insan o.

Son seçimlerde Almanya'da ortaya çıkan karmaşık tablo yüzünden yeni bir hükümet kurulana dek görevde kalmaya devam eden Merkel yakın bir zamanda emekliye ayrılacak.  Bu yüzden, dünyanın en güçlü ekonomilerinden biri olan Almanya'yı temsilen, resmi olmayan veda ziyaretlerinden birini de Israel'e yaptı dün.

Geçtiğimiz Ağustos ayında planlanan ziyareti, aynı dönemde Afganistan'ın Talibanın eline geçtiği olaylar yüzünden şimdiye ertelemişti.

Dün sabah Tel Aviv'e varan Şansöliye burada son derece sıcak bir şekilde karşılandı

Israel'le her zaman yakın ilişkilerini koruyan Merkel dün sekizinci ve son ziyaretini gerçekleştirdi.

Ve Israel hükümetinin yaptığı toplantıda bir kez daha Yahudi Ülkesinin güvenliğinin Almanya'nın öncelik verdiği dış politikalarından biri olduğunu ve bunun gelecek tüm yönetimlerce de devam edeceğini belirtti.

Kurulacak Filistin Devleti'yle,  iki ülkenin yan yana yaşayacağı bir barış planını desteklediğini biliyoruz. Merkel ayrıca Israel'in Yehuda ve Somron'da yeni yerleşim yerleri kurmasına karşı olduğu da açıktır.

Israel'le olduğu kadar Filistin Özerk Bölgesiyle ve Mahmud Abbas'la da yakın ilişkileri olan Almanya, Filistinlilere olan yardımlarını son senelerde kat kat artırmıştır.

İran'la yapılacak bir anlaşmanın bugünkü durumdan daha iyi olduğunu savunan Merkel'le bu konuda tamamen ayrı düşünen Israel, Avrupa ve bugünkü Amerikan Hükümetini İran'la masaya oturmamak için ikna etmeye çalışıyor.

Merkel'e, sadece son istatistiklere göre  % 74'lük bir desteğe sahip olduğu Alman halkı değil, tüm Avrupa ve bizler bile alışmıştık gibime geliyor.

Kararlılığıyla her zaman kendinden emin olan, Almanya'yı en zor ekonomik krizlerden en iyi durumda çıkarmayı başaran, pandemiyi yine en iyi şekilde yönetmeyi beceren bu güleç, sevimli kadın benim kalbimde gelmiş geçmiş dünya politikacıları arasında en çok sempati duyduğum kişi olarak kalacak.

Saygınlığından en ufak bir şey kaybetmeden, her lidere kendini adapte etmeyi beceren, yüzünden gülüşü eksik olayan, insancıllığıyla da her daim, mültecilere Almanya kapılarını açmaktan, ne pahasına olursa olsun çekinmemiş bir örnek olan bu kadın sadece politikacı değil, insan olduğunu da göstermiştir.

16 senedir, aynı kıyafetleri üzerinden çıkarmadan, aynı mütevazı yaşamını diğer herkes gibi sürdürmeye devam eden bu insanı sevmemek mümkün değil.

Bu kadına baktığımda, onun her yaptığı, ya da her düşündüğüyle bire bir aynı düşünmesekte diyorum ki keşke tüm politikacılar onun dürüstlüğüne sahip olsalardı..

 

Batya R. GALANTI

10 Ekim 2021 Pazar

Al Aksa'yı kim yıkacak???


Bazen düşünürüm,  Türk politikasını..  sürekli Israelle çatışmak için yer arayan, fanatizmin içinde, bir günden diğerine, radikelleşen doğduğum ülkeyi... Bir taraflardan, bir yerlerden yine sesler yükseliyor. Ne kadar Türk Medyasıyla ilgim olmasa da, her zaman oradan buradan kulaklarıma yetişiyor bir haberler. Yine ne oldu bu Türklere demek için??! Yine ne oldu ?

Halbuki buralarda  ortada şu an için, öyle dünyayı ayağa kaldıracak bir olay da yok.  Birisi geçtiğimiz günlerde bana mesaj attı; "Neler oluyormuş efendim yine İS-RA-İLLL'de ?

( Bu arada her dilin bir fonetik yapısı vardır tabi. Ve her dil özel isimler dahil olmak üzere, kendi dil kurallarına göre çeviri yapar. Türkçe'deki İsra-il kelimesineyse benim alerjim vardır.. sanırım çocukluğumdan beri, bu ismin ağızlarda kazandığı o kaba saba söyleniş şekliyle, Türklerin buraya duydukları nefret birleşmiş, kulağımda, bu şekliyle; İS-Ra-İL ....!!)

Neler oluyormuş?? Ben bilmiyorum valla!!!  Ama onlar kesin biliyorlardır. Vardır bir şey. Yoksa da, ya da önemsiz bir olaysa da yine önemlidir. Olmadı sansasyon yaratmak için yer aranır.

Buradaysa geçtiğimiz günlerde Erdoğan'ın sağlık durumunun iyi olmadığını gösteren kimi görüntüler yayınlandı. Geçmiş aylarda bir tören sırasında yürürken zorlandığını, merdivenlerden inerken eşinin onu kollarından zor tuttuğunu gösteren görüntülerdi. Ayrıca, yakın zamanda çekilen bir video bağlantısında konuşması esnasında uyuya kaldığı çekimler de var.  Bir çok spekülasyonlar mevcut. Ancak gerçekler belki daha ileride ortaya çıkar. 

Tabi Türkiye'de Erdoğan'ın sağlık durumunun iyi olmadığı hakkında yazmazlar. Bir yönetim boşluğu hissi yaratılmasına izin vermeyen AKP başka şeylerle oyalıyor olabilir Türkleri.

Neyse, Israel'le ilgili çıkarılan söylenti yeniden eski bir iddianın gündeme gelişidir sadece.

Israel'in El Aksa'yı yıkmak istediği,  atılan başlıkların altında yazılanlar, son günlerde tekrardan konuşulan, Yahudiler'in "Temple Mount " yani Türkçe'de söyledikleri şekliyle,  Kubbet-üs Sahra'da dua etmeleriyle ilgili şeyler.

Bilindiği gibi, Doğu Kudüs'te Yahudilere ait olan Batı Duvarı'nın hemen bitişiğinde, Müslümanlar tarafından 7. yüzyılda, II. Beit Ha Migdaş'ın kalıntılarının üzerine inşaa edilmiş olan altın kubbeli, bugünkü Yeruşalayim'in en göze çarpan simgelerinden biri haline gelmiş olan Al Aksa, Filistinlilere ait olan bir vakıf tarafından işletilmektedir. Ve genelde Al Aksa'nın bulunduğu yerde Yahudilerin dua etmesi yasaktır.

Zaten III. Mabed'in, Maşiah'ın ( Mesih'in )  gelişiyle, Tanrı tarafından inşa edileceği güne dek, Yahudiler için en kutsal sayılan bu yer bize esasen haramdır!!! ( Tabi ki inançlı Yahudilere göre! )

Bu yüzden de bu alan tamamen Müslümanların eline bırakılmıştır. Sadece güvenlik Israel polisinin yükümlülüğü altındadır. Al Aksa'nın içine ancak bir Müslüman girebilir. Burada dua etmek etmek için imamın size izin vermesi gerekir.

Yahudilerse burayı ( avluyu ), zaman zaman, sadece belli şartlarda, polis gözetiminde ve küçük gruplar hallinde, sessizden ziyaret ederler.

Bu arada,  Al Aksa'nın ve Batı duvarının hemen bitişiğinde,  Israelli Arkeologlar uzun süredir devam ettirdikleri kazılarda, bir çok eski tünellerle,  eski tapınağa ait kalıntılar ortaya çıkarmaya devam et etmekteler. Bu da Arapların, Israel'in Al Aksa'yı yıkmak istediği söylentilerini yaymalarına sebebiyet veriyor.

Şimdilik, 1967'den beri aynı Araplar, Al Aksa'nın içinde namazlarına devam ediyorlar.

Son çıkarılan gürültü ise, Doğu Yeruşalayim'li bir savcının, Arieh Lippo adlı bir Rav'ın polise karşı açtığı davayı kazanmasıyla ilgilidir.

29 Eylül'de  Rav Arieh Lippo, Al Aksa'nın avlusunda bir köşede, kendisiyle birlikte bir iki kişiyle, sessizce dua ederken Israel polisi tarafından tutuklanmış. Ve daha sonra kendisine Al Aksa'ya en az iki hafta boyunca yaklaşmaması için emir çıkartılmış

Bu olaydan sonra, Rav Lippo Israel Polisine karşı mahkeme açmış. Yargıç Bilha Yahalon, Israel'deki dini özgürlükler kanununun ışığında, Arieh Lippo'ya konulan, Al Aksa'da dua yasağını kaldırmış. Bu ülke'de , insanları rahatsız etmeyecek şekilde olduktan sonra, her insanın istediği yerde dua etme özgürlüğü olduğu açıklanmış.

1967'den beri devam eden Status quo'yu tehlikeye atabileceğinden korkan bir üst mahkeme ise,   polisin görevini yaptığını ve buradaki kuralların eskisi gebi devam etmesinin, Yerusalayim'de huzuru korumak açısından önemli olduğunu açıklayarak Savcı Bilha Yahalon'un kararını iptal ederek Arap ülkelerini yatıştırmıştır

Sonuç olarak bütün olay budur.

Geçen gün,  Türk Anadolu Ajansı'nın, otuz sene evvelki gibi  bir başlık altında hazırladığı bir habere rastladım. "İsrail, Al Aksa'yı yıkmak mı istiyor? " 

Sözde, Ağlama Duvarının, Al Aksa'ya ait olduğunu (?!) savunan AA muhabiri duvarın Yahudilerinse Eski Mabet'e ait bir kalıntı olduğunu "iddia ettiklerini" söylüyordu.

Yahudilerin tarihi bellidir. Ortaya çıkarılan eserler, kitaplar, eski paralar, kalıntılar ve yıkıntılarla gelen bilimsel bulgular buraların  Yahudilere ait olan tarihini açıkça belgelerle kanıtladıktan sonra, hangi akılla gelip, neye göre gerçekleri çarpıtmaya çalışıyor, bu yarım akıllı, sözde gazeteciler?????????????? Onlar kim oluyorlar?????   Kimse uydurma iddialarla, tarihi değiştiremez!!!!  Ancak, Türkiye'den buraya gönderilen, Erdoğan'ın medyası,  koyunları için  yeni, yepyeni bir tarih yazabilir. Ve bu yazdıkları masallara da ancak kendileri inanır.

Araplar gibi olmayacak şeylerden olay çıkarmak için provokasyon yapmaya devam eden bu radikaller.

Duvarın bulunduğu yerde sordukları sorulara Yahudiler  gereken cevabı vermişler. Yahudiler hiç bir şeyi yıkmak istemiyorlar çünkü inanışları bunu emretmiyor.  

Böyle bir amaçları olsaydı bunu şimdi değil daha 67 savaşında ya da hemen sonrasında yaparlardı.

Türkiye yeniden Arapları ayaklanmaya teşvik ediyor.  Şimdilik ortada buna sebebiyet verecek bir durum olmadığı halde.

Ancak şu bir gerçektir, Yahudiler, sessiz bir şekilde bu alana gelip Al Aksa'nın avlusunda dua etmeye devam ederlerse, Araplar kısa bir süre sonra bu yerlerde büyük olaylar çıkarmak için fazla beklemeyeceklerdir. Bugüne dek, bir arada yaşamayı öğrenememiş, ve her olaydan kavga çıkarmak için fırsat arayanların yarın öbür gün başlarının altından yeniden karmaşalar çıkması mümkündür. Bunu her zaman yaşadık ve yeniden yaşanmaması için pek bir sebep yoktur.

Hamas'ın yönetim bürosunu Ankara'da besleyen Erdoğan içinse, kendi iç meselelerine Filistin sorununu alet etmek her daim ilaç gibi gelmiştir. Sanırım, yön yine budur!! Yeterki buradaki zemin el versin!!


Batya Ruso Galanti



6 Ekim 2021 Çarşamba

Mahmud Abbas'la görüşmek!


Batı Şeria'da, =bir Filistinli,  Israel askeleriyle girdiği çatışma ya da molotov kokteyleri ve taşlar arasında, çıkan karmaşanın orta yerinde tek kurşunla yere serildiğinde, etraftan yetişenler,  çoğu genç, bir çoğu da çocuk olmak üzere, ölüyü kucaklarlar.

Bir anda etrafı bir kin ve öfke seli sararken, çoluk, çocuk toplanarak, Tanrının adını haykırmaya başladıları bir hengamenin içine giren kalabalık şehrin sokalarında, ellerindeki cesetle gezmeye başlarlar. Çocuklar taşıdıkları gencin kutsal bir yolda ölmüş,  ( Arapça'da söylenildiği şekilde; "Şahid! ") yani Şehit olduğuna inanırlarken. Ki tabii buna inanırlar çünkü onlar buna inandırılırlar.

Şehitlik mertebesinin Tanrı'ya ulaşmanın en kutsal yol olduğunda hem fikir bir ruh hali içinde yetişmişlerdir onlar. 

Sokaklarda, küçücük çocukların ellerinde bir cesetle gezmelerinde hiç bir kusur görmeyen bir kültürün içinde büyürken, Tanrının adıyla ölüme gitmenin ne kadar  büyük bir şans olduğunu düşünen bu çocuklar, her gün doğan güneşle, yepyeni bir hayat için, yaşam için, kendilerine daha iyi bir gelecek için hayal kurmayı öğrenmemişlerdir!! Bu yaşamın değeri yoktur. Esas olan gelecek hayattır. 

Ve bu şekilde bir nesilden diğerine artık  iyice yerleşmiş bir kültür yapısı vardır.

Batı Şeria'dan yola çıkıp, Israel sınırları içinde " masum " insanların canlarını alanlara da verilen Şehit unvanı,  hakkedenleri ödüllendiren bir de lider vardır.  Ramallah'ta yaşayan,  Arafat'ın 2005'te ölmesinden bugüne, 15 senedir Filistin'i yöneten Mahmud Abbas'ın medya'ya, zaman zaman Israel'de terör eylemleri düzenliyen teröristlerin ailelerini sarayında kabul ettiği anların  sıcak görüntüleri yansır.

Amerika'dan, Avrupa Birliğinden aldığı yardım paralarından ayrılan bütçeyle, Israel'de terör eylemleri gerçekleştiren aileleri beslemeye devam eden lider, Abbas!

Kravatıyla, babacan tavırları, daha ileri görüşlü olduğunu düşüneceğiniz kimi dostane halleri ve konuşmalarıyla insanları yeterince yanıltan bir ikilem adamıdır Abbas.

Israel'e karşı, Hamas ya da İslami Cihad gibi terörist Organizasyonların yanında mutlaka daha ılımlı olmasıyla tanıdığımız bu insan bile aslında Israelle barış için yeterli olamamıştır.

1935'te Israel'in kuzeyinde, Arap-Yahudi kimliğiyle bilinen, Safed şehrinde doğan  Abbas. ( İbranice'de Tsfat )  Bağımsızlık Savaşı sırasında ailesiyle birlikte Suriye'ye kaçmış.

1961'de Arafat'la birlikte Fatah Örgütünün temel kurucuları arasında yer alan bu adam, her daim Arafat'a nazaran daha ılımlı olmuş. İkinci İntifada'da Filistinli gençlerin Israel'e karşı şiddet yanlısı olmalarını desteklememiş ( en azından lafta!), 1993'te Oslo barış antlaşmasını imzalayan taraf olmuştu. Hoş, Oslo'nun Israel'e getirdiği tek şey daha fazla terör olmuştu!!!

Bütün bu özellikleriyle Mahmud Abbas,  hem Israel hem Amerika tarafından, diğer Filistinli liderlere göre, barış görüşmelerinde taraf olabilecek bir aday olarak kabul edildi. Ancak, esasa bakıldığında Mahmud Abbas sadece ılımlı gibi "görünen" ancak temelde diğerlerinden pek farklı olmayan biridir.

Bunu da tarihteki olaylar, barışı bir çırpıda reddettiği gerçekleri kanıtlar.  

..........................................

Israel'de kurulan son Hükümetimizin çok farklı akımların birleşmesinden oluştuğunu biliyoruz. Bir kısmı, aşırı (?) sağ kanadı temsil ederken, içinde yine sağ, orta ve radikal sol ve hatta  İslamcı bir partinin hayretlere düşüren birlikteliğiyle koalisyonumuz şimdilik yoluna devam ediyor.

Her adımda ufaktan yaşanan her krizi, Netanyahu'nun varlığını anımsayarak atlatmak için ellerinden geleni ardına koymayarak bu işi sürdürmeye devam ederken, arada,  kimi sağın kabul edemeyeceği kararlara imzalar atmaya da devam edebiliyor bu sağcı ve Mahmud Abbas'ı kendine taraf görmeyen (?) Başbakan!  

Geçtiğimiz Ağustos ayı sonunda,  Israel Savunma Bakanı Benny Gantz, Ramallah'a giderek, burada Mahmud Abbas'la görüştü.

Yeni Hükümetimiz, Amerika'da bugün görevde olan Demokratlarla arayı düzeltmek için elinden geleni yaparken, bu doğrultuda, Filistin Hükümeti'ne Trump'tan çok daha fazla şans tanımaya hazır olan Biden'a Israel'in bu yönde olumlu adımlar atmaya hazır olduğunu da ispatlamak istiyor mutlaka.

Teröre yaptığı yatırımlar yüzünden geçmiş hükümetin kestiği yardımlara dönmeyi vadeden yeni Hükümet, Abbas'a 500 milyon şekel kredi vermeye söz veriyor.

Yehuda ve Şomron'daki Yahudi ve Arapların ortak yaşadıkları  C Bölgesinde yeni Arap İnşaat Projeleri başlatmak için yeşil ışık yakacaklarını, binlerce Batı Şerialının Israel Devleti önündeki statülerinin değişebileceğini, 16.000 yeni Filistinli işçiye Israel'de çalışma hakkı verileceği vaadleri yerine gelecek mi bilmem.

Bunlar çok olumlu vaadlerdir. Ancak karşılığında  Mahmud Abbas ne verecek bunu bilmiyoruz?.

Trump yönetimi tarafından, Abbas'ın verilen yardımları teröristlere dağıttığı gerekçesiyle durdurmasının ardından, Fatah Örgütünün Batı Şeria'da iyice girdiği açmaz ve Hamas'ın gittikçe buralarda güçlendiğini bildiğimiz sürece sokaktaki Filistinlinin bu barışı ne kadar istediğini bilmiyoruz.

2008'de Ehud Olmert Hükümetinin kendisine Batı Şerianın neredeyse tümünü vermek ve Yeruşalayim'in bölünmesini kabul etmek dahil olmak üzere önlerine konulan mükemmel barış şartlarını elinin tersiyle geri çevirmiş olan, ve bugün sokaktaki adamının yüzde sekseninin istifasını beklediği Abbas Israel'le nasıl bir barış yapacaktır acaba?

Gün geçtikçe daha İslamcı, daha radikalize olan bir halkı 15 senedir oyalamaya devam ederken kendi cebine attığı milyonlarla saraylar inşaa etmekten başka bir şey yapmamış olan  bu adamla bir barış imzalanabileceğine inanmak zor. Geçtiğimiz hafta Hükümette oturan sol kanattan,  Sağlık Bakanı Nitzan Horowitz ve heyeti Abbas'a bir ziyaret daha gerçekleştirdiler.

Bu kez resmi olmadığı söylenen buluşmada yeniden Abbas'la birarada resim çektirirlerken barışa olan  özlemle birlikte, Araplarla her yumuşamada,  barışı konuştuğumuz taraftan yüzümüze inen terör şamarını düşünmemek elde değil!!


Batya R. Galanti

5 Ekim 2021 Salı

Dün geceki arıza!!


Geçtiğimiz sene kullandığımız İnternet Firmasından memnun olmadığımız için küfür ede ede bırakırken başka bir firmayla anlaşmıştık. Eve gelen işçilerin, sil baştan, optik tellerle yeniden  bağlantıyı halletmeleri saatler sürerken, o güne dek yaşadığımız hayal kırıklıklarının sonunda artık  daha rahat kullanabileceğimiz, daha hızlı bir internete kavuşmuş gibiydik. Israel'de senelerdir var olan optik bağlantının hala daha nasıl da yeterli kaliteye ulaşamadığını anlamamıştık.

Neyse geçen sene bağlandığımız firmadan son zamanlara kadar memnun sayılırdım. Son bir kaç haftadır. internetimde zaman zaman yeniden nedenini bilmediğim bir yavaşlama hissediyorum. Belki bilgisayara giren bir virüstür diye düşünüyordum, ancak telefonumda da aynı ağırlığı farkettim.

Dün akşamsa birden Facebook'a giremediğimi görünce, acaba bağlantımla ilgili bir sorun mu var diye düşündüm ilkte ve hemen  evdekilere facebook'a girip giremediklerini sordum. Kimsede Facebook bağlanmıyordu, Bir kaç gündür konuşmak istediğim arkadaşımı da Wattsap'tan aramak mümkün değildi. Bir anda herşey felç olmuşa benziyordu. Beklemek lazım herhalde derken, aynı anlarda haberlere yansıyan arızanın çokta çabuk geçmeyeceği belli oldu.

Danielle'in  arkadaşlarıyla her gece ( evde olduğu zaman tabii)  yaptığı saatler süren görüşmeleri tabii bir anda sekteye uğrarken, durum fena göründü gözüme. Şimdi insanlar ne yapacaklar? Sanki herkesin elleri kolları bağlandı birden. Dünyayla iletişim kesilmiş gibi bir duygu kapladı herkesin içini. Televizyon'da acil durum gibi, her yarım saatte bir arızanın hala giderilemediği anonsu yapılırken, insanların şu hallerine bak dedim.. Aslında bu bağlantılar bugün sadece kişisel değil, kesinlikle insanları iş sahasında da birbirine bağlayan, çok önemli bir iletişim ağı Wattsap, çok uzun zamandan beri!!

Aradan geçen iki saatin sonunda, Danielle ve arkadaşları her gün biraraya geldikleri konuşmalar olmadan yapamayacaklarını bildikleri için  o ana kadar, hiç ihtiyaç duymamış oldukları yeni, yepyeni bir yol bulmuşlar hemencecik, iletişimi yenileyebilmek için. Birbirlerine sms çekmeye başlamışlar.. Ve online olarak birbirlerini yatıştırıyorlar (!)  Ya Facebook, ya Instagram geri gelmezse diye senaryolar gündeme gelirken, ne yaparız diye çaresizce soran birilerine diğerleri cevap yetiştiriyormuş; " Merak etmeyin kızlar, arıza tabii ki bitecek!!" Önümüzdeki saatler herşey normale döner!

Evlerinde zaman harcamaya alışkın olanların da dünyayla iletişimleri kesildi birden. Bir diğerlerinin online yaptıkları kişisel görüşmeleri veya ticari randevuları iptal oldu. Gece işten döndüklerinde  tek avuntuları Instagram ya da diğer sosyal ortamlar olanlar adeta bağımlılık sendromuna girdiler bir anda; bir yerde duramıyorlar!   

Bundan kırk beş sene evvel Şişli'deki evimize ilk telefon geldiğinde küçük bir kızdım. Türkiye'ye böyle şeyler ne de olsa daha bir geç girmişti. Gençliğimde de Türkiye'de telefon görüşmeleri hala lükstü.  Telefonun sohbet aracı olmadığı söylenirdi. Her telefon görüşmesinin belli bir fiyatı vardı. Tabii her dakikanın kaç lira olduğunu anımsamıyorum. Ancak telefon faturası yüklü geldiğinde annemin öfkesiyle uğraşmak  hoş değildi. Hele arkadaşımı arayıpta evde olmadığında geveze  annesinin çenesine katlanmak zorunda kaldığım yetmezmiş gibi bir de annemin yan odadan, kapat artık şu telefonu diye bağırmasının yarattığı sinirse hiç unutulmazdı.

Ben genç kızken genelde yanımdaki arkadaşımla konuşur uzağımdakiyle en fazla telli telefonla  haberleşirdim. Şimdi, insanlar en uzaktaki dostundan en yakınındakine her an, her saniye online bağlantıdalar. Ve o bağlantı bir kaç saatliğine sekteye uğradığında insanlar korkunç bir strese giriyorlar.

Neyse biz yattıktan bir kaç saat sonra herşey düzelmiş. Sabah sosyal medya normale dönmüş insanlar sonunda rahat bir nefes almışlardı.

Bu yaşananın bir siber atak olmadığı söylendi. Sadece global bir arıza imiş. Eminim Zuckerberg her şey normale dönene dek diğerlerinden biraz daha çok terlemiştir!!

Batya

4 Ekim 2021 Pazartesi

Bu cinayetin birinci sorumlusu devletin kendisidir!


Geçtiğimiz akşam Israel'in kuzey şehri Kiriyat Motzkin'de bir cinayet oldu.

Şehrin açık alanlarından birinde vücudu yarı yarıya gömülü olarak bulunan genç bir kızın öldürülüşü ülkeyi yeniden sarstı.

Cumartesi gecesi olay  yerine gönderilen çok miktarda polisin yaptıkları aramaların ardından açılan soruşturmanın ışığı altında, genç kızın bir süredir tedavi görmekte olduğu psikiatri kliniğinde hemşirelik yapan,  49 yaşında ( kimliği henüz açıklanmamış ) bir adam aynı gece bu cinayetin zanlısı olarak tutuklandı.

Lital Yael Melnik sadece 17 yaşında bir genç kızdı.

Rusya'da yaşayan anne babasının belkide daha iyi bir gelecek için Israel'de ikamet eden babaannesinin yanına gönderdikleri iki kız kardeşten biriydi Lital.

Kızın ablası Ruth Melnik, kardeşinin iyiliğini anlatıyor. Gözyaşlarına hakim olamayan genç kız, ergenlik dönemiyle başlayan kimi sorunlarıyla, kardeşinin son dönemlerde baş kaldırma eğilimlerinden bahsetmiş. Normal bir ergenin yaşadığı kimi hafif sorunların, sadece yaşlı bir aile büyüğü tarafından büyütülen genç bir kızda çok daha yoğun yaşanması sanırım zor şartların getirebileceği kimi sonuçlardan  biri.

Ergenlik çağının getirdiği bir kimlik arayışı içindeki genç kızın, psikolojik ihtiyaçlarına yeterince cevap veremeyen yaşlı bir insanın yanında büyüyen, büyük ihtimalle kendisini bulunduğu durumda anne babası tarafından terk edilmiş hisseden  genç kızın açmaza sürüklenişiydi bu. ( Bunlar, genç kızın anlatılan hikayesinden benim çıkardığım genel bir sonuç sadece )

Gittikçe çözülmesi zor sorunların arkasında okuldan ve eğitim çerçevesinden uzaklaşmak zorunda kalan Lital'ın kendini bulma savaşı içinde onun sorumluluğunu alanların bulduğu en kolay çözüm yoluydu belki, onu psikiatrik ilaçlarla tedavi etmek!!  Ve belki de gerçekten başka çareleri kalmamıştı. Çocuğu bir kliniğe yatırarak bir dönem belli bir ilaç tedavisi uygulayarak toparlamasına yardımcı olmak.

Ancak, devletin sorumluluğuna girmiş olan bu genç kızın yattığı hastanedeki hemşirelerden biriyle kurduğu yakınlığın yetkililerin gözlerinden kaçmış olması inanılmaz.

Lital'ın babaannesinin yetkililere bu konuda bilgi vermesine ve bir zaman sonra polisten adamın genç kıza yaklaşmasını yasaklayan kağıda rağmen, adamın  genç kız için tehlike teşkil ettiğini  göz ardı eden yetkıliler  bu cinayetten en az cinayeti işleyen adam kadar sorumludurlar!!! ( bence!)  Psikolojik olarak son derece zayıf bir konumda olan,  himayeye muhtaç bir genç kızın, olgun yaşta bir insan tarafından, tedavi gördüğü hastanenin gözleri önünde sömürüye uğramış olması gerçekten inanılmazdır!!

Bir zaman devam eden bu yakınlığa son vermek istediği için kızı öldüren adam şimdi devlet önünde hesap verse ne çıkar?

Anne babası Israel'de olsalardı bütün bunlar bu genç kızın başına gelirmiydi peki? O da bilinmez.

Gençleri korumak devletin birinci görevidir. Ve burada genç bir kız, devletin himayesi altında olması gerektiği halde, direk hastane personeli içinden sapık ruhlu bir adamın kurbanı olmastur!!

Bu yüzden bu cinayette yargılanması gerek tek bir kişi o değildir!!!

Israel Kadın Organizasyonları tarafından bugün düzenlenen protestolarda, " Daha yetişkin sayılmayan  genç bir kızın psikiatri kliniğinde cinsel istismara uğraması affedilir bir şey değildir! " sözleri tekrarlandi. 

Devletin bu kusuru kapatması için yapılması gereken çok şey var gibi görünüyor!!!


Batya R. Galanti

3 Ekim 2021 Pazar

Otizm ve arkadaşlık!


Geçtiğimiz haftalarda bir Cumartesiydi... Kendimizce çıktığımız yollardan birindeydik yeniden.. Natanya sahiline doğru arabayla yol alırken arka koltukta oturan Gal'in telefonu çalmaya başladı. Oğlumu evde olduğu saatlerde arkadaşlarının aradığı olsa da bu çok sık bir durum değildir.  Gal her zamanki düz sesiyle cevap verdi.  "Alo ! Evde değilim, annemlerle çıktım ". Karşıdaki sesi tanıyordum.  Ron; "Ah! tamam, oldu o zaman ben eve gideyim !"diyordu.

Gal! Ron bize mi geldi? Evet!! Offff nasıl unuttun geleceğini?!!! Neden hatırlatmadın? Çok ayıp oldu!!

Aslında belki son bir senedir, beş yaşından beri tanıdığı arkadaşıyla sözleşip duruyorlardı. Her defasında bir sebep yüzünden iptal edilen buluşmaları artık kafamda hiç gerçekleşmeyecek bir  randevuya dönüşmüş gibiydi. Ama bu defa Ron gerçekten gelmişti ve Gal evde bile değildi. Ronsa gayet sakin evine dönmüş ve olay kapanmıştı.

Otist bir insan olmanın getirdiği algılayış tarzı çok kez yaşanan olayları basitleştirebiliyor. Otist insanlar bir çok durumda. hiç bir şey olmamış gibi davranabiliyorlar. Onların hayatındaki  kimi ayrıntılar büyük problemlere dönüşürken, normal insanların büyük tepkiler verebilecekleri durumlar  rahatlıkla kabul edilip  normal karşılanabiliyor...Bu kızın bizim evimize kadar gelip kapımızdan geri dönmeyi hiç sorunsuz kabullenmesi gibi.  "Gal hani sözleşmiştik ya??!"gibi normal bir soruyu bile sormadan aynı rahatlıkla gerisin geriye evinin yolunu tutması,  biz normatif sayılabilecek insanlar için şaşırtıcı olsa da onlarda durumlar ve olaylar  farklı algılanıp farklı yaşanıyor.


Ron Gal'le aynı yaşta olan bir genç kız. Yani 17 yaşını bitirmiş olan bir ergen Ron! Onunla ilk kez beş yaşında, evimize yakın olan yuva'da Gal'in ilk senesinde tanıştığı bir arkadaşı bu.

Bu yuva, genel anlamda, konuşmada gecikme yaşayan  çocukların devam ettiği, toplam beş çocuğun öğrenim gördüğü bir yuvaydı.

Bu yuvaya devam eden çocuklar  belli bir öğrenim güçlüğü ve gelişimde gecikme yaşasalar da ve aralarında en az bir iki tanesinin daha ilk günden otizm teşhisi konulmuş oldukları bilinse de bir diğerleri hala daha tam olarak ne tip sorunları olduğu belirlenmemiş çocuklardı. Bu çocukların da daha sonra teşhisleri gecikmiş olan yüksek fonksyonlu otistikler oldukları ortaya çıkacaktı. Gal gibi mesela!!

Öğleden sonra  Gal'i yuva'dan almaya gittiğimde Ron'un annesini görürdüm. Hayatı, olayları her zaman büyük bir rahatlıkla alan kişiliği çok yumuşak bir insandı bu. Yuva'ya her Gal'i almaya gelişimde, kızını bekleyen bu genç bayanla ayaküstü konuşan ben, ondan her daim olumlu bir enerji aldığımı hissederdim. Yüzünde hiç sönmeyen bir gülüşü vardı. Ses tonu hep yumuşaktı. Gayet mutlu görünen bu insan olayları, insanları ve dünyayı olduğu gibi seven biriydi. Ne azı ne de fazlası onu ilgilendirmez gibiydi. Pusette taşıdığı üçüncü çocuğuyla birlikte kızını yuvadan almaya geldiğinde o bir kaç dakika'da mutlaka uzun uzun sohbet ederdi benimle. Tam saati gelip,  Gal'le birlikte yüzünde aynı annesi gibi,  huzurlu bir ifadeyle çıkan, sapsarı saçları düzgün taranmış, kılık kıyafeti her zaman itinayla seçilmiş olan çocuk direk pusette oturan küçük kardeşinin yanaklarına bir öpücük kondurduktan sonra  annesinin elini tutardı. Birlikte aynı yönde yürüdüğümüzde otomatik bir makine, ya da bir robot gibi o gün kafasında neler varsa anlatırdı Ron. Gal'se yeterince sessizdi. Ama ikisi yine de iyi anlaşıyorlardı. Dış dünyaya karşı son derece mülayim olan iki küçük çocuktular onlar. Saf dünyalarında, arkadaşlığın kendilerinden neler beklediğini bilmeden, farkında olmadıkları bir dünyayı ister istemez olayların getirdiği bir akıntının peşinde paylaşmaya devam eden iki küçük melek ve iki farklı dünyaydılar onlar....

Ron'la bugüne dek aynı okula devam ederken Gal, okulda birlikte senelerdir aynı sıraları paylaşttiği hiç bir çocukla gerçek bir yakınlık kurabilmiş değil bugüne dek. Her biriyle iyi anlaşan, her bir çocuğu bir diğerinden ayırmayan ve onları eşit şekilde seven oğlum  aralarında özel bir iletişim kuramayan bu insanlarla, hep ilk günkü kadar "ayrı" bir yerden devam ediyor kendi yolunda. Onların yakınlaşması hep bir başkalarının rehbeliğine bağlı. Hep birileri onlar arasında bilinçli bir köprü kurmak için çaba harcamak zorunda.. Bunu kendi kendilerine başarmaları neredeyse imkansız.

Haftalardan sonra geçtiğimiz günlerde Ron, Gal'le bir kez daha sözleşti.

Bayram haftası evde olan çocukların ilk kez aralarında insiyatifi ellerine alarak sözleşebilmiş olmaları çok güzel bir girişimdi. Ve Ron bir öğleden sonra bize geldi. En son bize geldiğinde küçücük olan bu genç bayan, çok hoş bir genç kız olup çıkmış. Genelde evimize ilk gelen çoğu insan gibi o da ilk ilgisini köpeğe gösterirken, Pitzi onu hala hatılıyor olabilir mi diyorum. Köpekler bir kez gördüklerini bir daha unutmazlarmış. Ancak Pitzi'de olası bir demensia durumundan bahseder gibi olmuştu veterinerin biri.

Neyse, karşımızdaki koltuklardan birine otururken, konuşmasındaki olgunluğu ve bilinçliliğiyle beni büyüleyen bu çocuğun otist olduğunu bilmesem gayet normal bir genç kız zannedebileceğimi düşünmeye başladım bir süre sonra. Dakikalar geçtikçe gözlerime, kulaklarıma inanamıyordum. Seneler bu çocuğu normale o kadar yaklaştırmış ki.

Okulu bitirdikten sonra gönüllü olarak askeriyede hizmet vermek istediğini söylerken aklıma Gal ín korkuları geliyor. Bizimkisi hiç bir şeye hazır görünmüyor şimdilik.

Gönüllü hizmet demek, çok dindar ya da kimi bedensel ya da hafif mental sakatlıkları olan gençlerin normal askerlik yerine yine askeriye'nin denetiminde toplumsal hizmetler vererek, gönüllü olarak çalışmalarıdır. Askerlikten doğal olarak muaf olan gençlerin sadece kendi istekleri doğrultusunda, eğitim, hastane ya da  kimi yardım kuruluşlarında iki senelik bir çalışma programına katılmaları mümkün. Keşke Gal de böyle bir şeyi yapabileceğine inanabilseydi diye düşünüyorum. Ama korkuları ve güvensizliği şimdilik onun açısından bir engel teşkil ediyor gibi görünüyor.

Ve oğluma seçme şansı verdiğinizde onun kaçmayı tercih edeceğini biliyorum. O sadece mecbur kaldığında rahatlar gibi. O zaman kendini ister istemez parçası olduğu bir programın içinde buluyor!!

Annem Ron'un bize geldiğini duyduğunda nasıl da heyecanlandı. Keşke çıksalar. Keşke birlikte olsalar derken bu iki çocuğun şimdilik sadece bir defalık bir buluşmada birlikte zaman geçirmekten başka bir şey yapmadıklarını anlatırken o yine de onların da aşık olmayı hakkettiklerini söylemeye devam ediyordu. O da haklı biliyorum ama yine ufak şeylerden olmayacak hikayeler yazmaya gerek olmadığını da ben anlatamıyorum.

Otist insanlar da aşık olabilirler mi? Olurlar herhalde. Onların herşeyi yaşamak şekilleri genelde farklı olsa da ...

Şimdilik o gün bugündür bir daha telefonda bile görüşmeyen bu iki çocuğu dürtüklemek adına,  ben Gal'e her defasıda "Ron'a telefon etsene, onu bir kez daha çağırsana bize!!"dediğimde Gal iyice sinirleniyor bana...


Batya R. Galanti