22 Eylül 2021 Çarşamba

 Bağımlılık yapan ilaçlar 


Gal'le yeni bir eğitim dönemi daha. Bir yeni başlangıç daha. Ve her sene bize verilen yeni, yepyeni terapilerle çıktığımız yeni bir sene daha.  Ve tekrarlayan ilk görüşmeler. Yeniden ve bir defa daha, "Çocuğunuzu bana anlatın..benden beklentileriniz nelerdir? sorularıyla başlayan görüşmeler!

Onlardan beklediklerimiz neler mi????

Esas beklentilerim belliydi. Bazı şeylerin sürekli değişmemesiydi. Ve işinin ehli terapistlerle, çocuğuma gerçekten bir şeyler verildiği hissini yaşamaktı mesela!!  Lafta kalmayan terapiler!! Ve zamanla biraz olsun bazı şeylerde ilerleme kaydettiğimizi hissetmek gibi.  Çocuğu gerçekten tanıyan ve anlayan işinin ehli bir terapist bekledim hep.   Şimdiye dek bazı şeyler sadece "var" ama yeterlilik açısından hiç bir zaman hiç bir şeyden emin olamadım bugüne dek..

Gal'le çoğu kez yaşadığım, zamanın ona yardımcı olmasıdır belki. Ancak korkularımız ve endişelerimiz bir seneden diğerine arttı, Geçen okul dönemi, bir anda başlayan savaştaysa okulun desteğini çok geç hissettik.  Sanki hiç bir şeye hazır değillerdi. Aynı günlerde, online  terapilerin daha hız kazanması gerekirken biz terapilere ara vermek durumunda kaldık. Birileri yanımızda olacaklarına, kimseler yoktu! Konuşacak insanlar etrafta değillerdi!  Bir yerde "zoom"da yapılabilecek görüşmeler olmadı!!  Sadece herşey bittikten sonra yardım önerileri sunuldu. Arada Gal gerçek bir travmanın içindeydi. Ve ben bununla tek başıma kalmıştım.

Dün görüştüğüm yeni terapist'in işinde ne kadar usta, ne kadar tecrübeli olduğunu bilmiyorum. Gal'in korkularından bahsettiğimde ilk sorduğu soru hemen onun ilaç kullanıp kullanmadığıydı.

İlaçlarla pek olumlu olmayan tecrübeler yaşadığımız için bunu şimdilik kendimize bir çözüm olarak görmediğimi söylediğimde, ne gibi olumsuz etkiler yaşamış olup olmadığımızı bilmek istedi "terapist".

Sonuçta kendisi doktor olmayan bu insanın ilaçların yan etkilerinden ne kadar anladığını bilmiyorum. Fakat çoğu kez insanların ilaçları gerçekten bir çözüm olarak sunduklarını görüyorum. Bu da modern toplumun bugünkü içler acısı durumlarından bir tanesimidir acaba?

Oysa, geçtiğimiz senelerde, oğlumun sınıfında okuyan en az iki talebenin anne babalarıyla bu konu  açıldığında, ilaçları çocuklarına bıraktırmak aşamasına geldiklerini ve bunun ne kadar zor bir süreç olduğunu anlattıklarında, sizin oğlunuza ilaç vermemek için neden direndiğinizi bugün çok daha iyi anlıyoruz dediklerini unutmuyorum.

İlaçların tedavi etmediklerini bilmeyen insanlar çok.  İlaçlara başladığınızda size zamanla önerilecek şey verilen mg'larda bir kaç ayda en fazla senede bir yapılacak artıştır. Ve birinden diğerine yapılan geçişler ve bir süre sonra bir yerine iki ilaç kullanmak zorunda kalmaktır. Ve yan etkilerdir, ve sonunda, otizm problemini çözemeden bir de madde bağımlılığı sorunuyla uğraşmaktır.

Bunca problem yetmemiş gibi bir de yasal yollardan çocuğunuzu uyuşturucu bağımlısı yapmalarına izin vermektir!

Kadın ilaçlara karşı olduğumu duyduğunda bir an şaşırdı diyebilirim.

Ve ben bunu sık yaşıyorum. Çünkü, normal toplumun yüzde yirmi (?) kadarı psikiatrik ilaç kullanıyorsa, otizm spektrumu içinde olan insanların sanırım en az yarısı bu tip ilaçlarla uyuşturulmak üzere, daha da sersemleştiriliyorlar. Zaten toplumsal becerileri yüksek olmayan bir insanı ilaçlarla uyuşturduğunuzda onlardan nasıl bir sosyal performans beklemeniz mümkün acaba?

Evet, bu insanlar çoğu zaman büyük bir sinir harbi içinde yaşamak durumundalar. Ve günün her saati kendileriyle ve içlerinde sürdürdükleri büyük streslerle mücadele etmek zorundalar.  Onlar ve çevrelerindeki insanlar için hayat gerçek anlamda zor. Bunu reddetmiyorum. Ancak zaten ilaçlar çözüm sunmuyorlar ki. Belki çok kısa bir dönem insan bu ilaçların yardımcı olduğunu hissedebilir. Gerçekten kısa bir dönemlik bir rahatlamadır bu. Arkasından gelecek çok daha büyük zorluklara değer mi acaba?

Kimi stres, kaygu hatta kimi panik ataklarla mücadele etmeyi öğrenmemiz galiba daha önemli. Kendi beynimizin, kendi düşüncelerimizin kendi korkularımızla baş etme becerisini kazanmalarını sağlamak.

Geçtiğiiz günlerde kızımın bir arkadaşının başladığı ilaç terapilerinin nasıl gittiğini sorduğumda, ona ek olarak bir uyku ılacı verdiklerini söyleyince şok oldum. Daha 23 yaşında bir genç kızın uyku hapları kullanmasının yolunu açan doktorlara lanet ediyorum.

Bir bardak su ve küçücük bir hap. Yutulması en fazla saniyeleri alan bir zehir bu. Ve sadece günler içinde alışkanlık yapması mümkün olan böyle bir ilacı kullanmaya başlamak çok kolay. Daha sonra aynı insanı bekleyecek tek şeyse bağımlı geceler. İlaçsız uykusunu alamayan bir insan. Ve daha hayatın başından bir şeyleri tamamen bozmak. Karar belki de zor!!!

Bana ise sadece ufaktan bir uyarı yapmanın ötesi söyleyecek bir şey düşmez. "Dikkat et, bir defa başladın mı sonu gelmeyebilir!"Ama sen bilirsin mutlaka!!!

Her gün ettiğim dualarım, çocuğumun, onu bağımlı yapacak ilaçlar  kullanmak zoruda kalmamasıdır.


Batya R. Galanti

Papa Francis'in sözleri!


Kendi kendime, inançlı bir Yahudi olup olmadığımı sorsam, sanırım vereceğim cevap, körü körüne inanan bir insan olmadığımdır. Galiba din kavramının çok katı görüşlerle, çok kesin çizgilerle ifade bulmadığı bir aile hayatım olduğu için ben de her zaman daha ılımlı bir anlayışla baktım din kavramına. Katı kurallar, kesin uygulamalar benim düşünce dünyama yakın olmadılar hiç bir zaman.  Din benim için insanlara binlerce yıl evvel birlikte yaşamayı öğretmek için konulmuş kurallardı.

O zamanki şartlara ve düşünüş tarzına uygun kurallardı çoğu.

Peki bugün bu kuralları canlı tutmanın manası nedir? diye sorsa bana birisi. Sanırım yüzlerce yıl bir topluma kimi etik kurallar oğretmiş olan, aile bağlarını canlı tutmanın en güzel yollarından biri olan, toplumsal yaşamamıza belli bir anlam katan kimi dini gelenekleri "bugünkü yaşama adapte etmek" suretiyle canlı tutmanın insan için hala daha önemli olduğuna inanmamdır sanırım.

Her ne kadar bayramlardan, geleneklerden hiç durmadan bahseden bir insan olsam ki bu bayramlar bana belli bir "inançtan" çok bir geçmişi, bir toplum adına bir birliktelik ve en sonunda da aile kavramını hatırlattıkları için vardırlar.  Çoğu " gelenekler " adları üzerinde, kendi adıma "sadece" hayata kattıkları bir anlam açısından canlı tutulan yaşam kurallarının bir bölümüdür. Sonuçta hiç biri insanları sık boğaz etmek ve hükümleri altına alıp yaşamlarını kontrol etmek için konulmuş kurallar olmamalıdırlar. Tabi ben  kendi yaşam görüşümü aktarıyorum sadece. Ben bunu böyle hissedebilirim ancak bugüne dek bir çok Yahudi için, attıkları her adım ve her nefeste kutsal kitabın ne dediğinin büyük önemi vardır.

Bilgisayar çağını yaşadığımız bu  son dönemlerde hala daha bin yıl öncesini yaşamak için direnen insanlar olabilir. Bunun yanında benim görüşlerimi bile çok gerici bulacak insanların da olduğunu bildiğim çok çelişkili bir toplum içinde yaşadığımın da farkındayım. Kimileri total bir bağnazlık içindelerken bir digeleri ateist görüşün dışındaki her tür yaklaşımı kendilerine çok ters görebilirler.

Bense ne biriyim ne öteki. Bazen galiba ben bir agnostiğim diyorum.

Onca sene içim içim konuştuğum o büyük kuvvete sitem ettiğim anlar oluyor. Kendime ve doğaya soruyorum, nerede o diye?

Ancak bir çok kez de içten çıkan dualarımla yine de ona ulaşmaya çalışıyorum bir defa daha!! Bütün benliğimle yeniden bir kuvvete doğru yaklaşıyorum. Ondan merhamet diliyorum. Yardıma ihtiyacım olduğunu hissediyorum.

Katı kurallarla bakan insanları ben pek sevmiyorum. Hiç bir dinin katı görüşlerine sempatim olmadı. İnsanların kendi inançlarına körü körüne bağlılık duyup başkalarına müsamaha gösterememelerine karşı büyük bir kızgınlığım vardır. Doğru ve gerçek bir inananın böyle olmaması gerektiğini düşünüyorum. Katılığın ve fanatizmin insanlığın en büyük düşmanı olduğuna inanıyorum. Ve aynı şekilde ateist fanatizme de kızıyorum. Her insan diğerinin insanca, nasıl hissediyorsa o şekilde yaşamasına saygı duyabilecek kadar olgun olabilmelidir bence!!

Karşımda kendi inançlarının ışığında başkalarını da sevebilenleri gördüğümde onlara karşı çok olumlu hisler duyuyorum.

Ben sadece İslam'da değil, kendi dinimde ve diğerlerinde de var olabilen fanatizmi reddediyorum. Kendi içimdeki fanatizmi hep Yahudilerin en çok yine kendi içlerinde yaşadıklarını biliyorum. Çünkü bizim din diğerlerini zaten kabul etmemiş. Uç büyük tek Tanrılı dinin birincisi olması yüzünden biz genelde kendi içimizdeki bölünmelerle meşguluzdur. İnanlar ve inanmayanlarla birbirimize yetiyoruz. İslamsa bildim bileli bize en karşı monoteist din olmuştu. Çocukluğumdan beri, bir yandan bizi tanıyan bir dinken diğer taraftan bizi şeytanla mukayese ettiklerini duyardım. 

Biliyormusunuz en azından Yahudilikte eğer birisi  iyi bir insansa, dini ne olursa olsun cennete gideceğine inanılır!! İşte bu çok olumlu!!!

Çocukluğumda, okulumdaki soeur'ler bana gülümseyip benim bayramımı hatırlayıp, bana "Bonne Fete mon enfant!"dediklerinde , onlar hakkında çok olumlu hisler duyduğumu anımsıyorum. Onların bana gösterdikleri nezaketleriyle sempatileri onlara büyük bir yakınlık duymamı sağlamıştı.

Ancak daha sonraları Hıristiyanlığın özünde bize pek düşündüğüm kadar olumlu bakılmadığını anlayacaktım.

Avrupa'daki  o çok köklü antisemitizmin  Hıristiyanlık inancının temellerinden geldiğini öğrendiğimde şaşırmıştım. Peki onlar hani bizim kitabımızı temel almışlardı?  Hani Yeşuha Yahudiydi ? Onların Tanrısı değil miydi Yeşuha?

Çocuk aklımda kafamı karıştırmıştı bu. Yahudileri sevmezler dediklerinde, ama neden demiştim? Bana haksızlık gelmişti! Birilerinin sadece ismim Batya dediğim için beni sevmemesi gibi bir şeydi bu. Sadece bir topluluğun üyesi olmanız, o çok sevgiyle dünyayı kucaklayan dinden gelen insanları bana karşı olabilmeleri için yetebiliyordu demek?

Ne tuhaftı, Yahudileri,  Yeşu'nun katilleri olarak gören milyonlar ve milyarlarca inanan vardı.

Senede bir Kippur'da oruç tuttuğum için, Pesah'ta çölden çıkıp Kenaan topraklarına halkını götüren Moshe Rabbeinu'yu anımsadığımız Hagaddah'yı okuduğumuz için bizler, iki bin yıl önce çarmıha gerilen Tanrılarının katilimiydik? Neden ?

Halbuki ben onun hakkında daha yeni yeni bir şeyler öğreniyordum!! Tarih'te yaşamış olan bir Rav'ın yaşamını 15 ya da 16 yaşıma geldiğimde ilk kez okuyordum. Derme çatma satırlar arasında... Ve Romalılara onu şikayet eden Yehuda, ona ihanet eden havarisini. Aman Tanrım, şimdi ben bir Hıristiyan'a benim babamın adı da Yehuda ( Yuda ) desem tam yandım. Adam tam mühürlü!!

Geçtiğimiz senelerde annem bir Hıristiyan kanalı bulmuş uydudan izliyordu devamlı. Ne güzel bir din bu!! deyip duruyordu!! Sevgi dolu.. Hep insanlara güzel örnekler veriyorlar. Doğru yolu anlatıyorlar diyordu. Bu kanalda yayınlanan, din icerikli filmler izliyordu. Ta ki bir gün Yahudiler hakkında son derece olumsuz yorumlar duyduğu ana kadar çok mutluydu. O gün onlara cok kızdı. O gün hayal kırıklığı yaşadı. O ana kadar söylenilen sevgi sözleri bir anda silinip gitmislerdi sanki.  

Halbuki Yeşuha tam inançlı bir Yahudiydi. Yahudiliği uygulayan kimi insanların, kimi davranışlarını eleştirmiş olmasıyla birlikte son gününe dek kendi dininin dışına çıkmamış bir inançlıydı o.

Benim anlamadığım şey onun ölümünden yüzlerce yıl sonra, Yahudilikten tamamen kopmuş olan ve kendine yepyeni bir yol çizen bu dini kabul eden halk ya da toplulukların, bizim kendi içimizden çıkmış olan bir insan üzerinden bize duyduklarI düşmanlık. Nasıl olur? Halbuki biz Yeşu'yla kardeşiz. O bizden biriydi. Siz nasıl birden çıkıp bizden nefret edesiniz? Biz sizin özünüz değilmiyiz?  Hele sevgi, merhamet ve af duygularını temel alan bir dinse Hıristiyanlık, bu kendi özüne karşı olmak değilmidir?


Neyse, yüzyıllardan sonra ilk kez 1965'te biraraya gelen Vatikan Konsil'i, Yahudilerin Yeşu'nun ölümünden sorumlu tutulmalarının yanlış olduğunu açıklamıştı. Tarihte ilk kez, Yahudiler aktif olarak suçlanmaktan arındırılmışlardı.

Ve ilk defa o tarihten itibaren Vatikan Yahudilere olan karşıtlığı sona erdirmek ve arada daha dostane daha olumlu bir iletişim yolunu açmak için girişimlerde bulunmaya başlamıştı.

Bazıları ancak bugüne dek bu önyargılı fikirlerden pek kurtulamamıştır. Bazıları bugüne dek Yahudilere çok farklı gözlerle bakmaktan vazgeçmemişlerdir. Kimileri Yahudileri " Nos frères aînés" diye nitelerlerken. Hala bizleri sindiremeyen çok fazla insan  var. Kimi nefretler bir günde silinmiyor. İnsanlar, kendi aile ortamlarında nasıl yetiştirildiklerine göre de daha ılımlı ya da daha katı görüşlere sahip olabiliyorlar.

Bugün, Papa Francis, Yahudi ya da Müslüman olsun herkesle çok yakın bir ilişki içinde, dostluk içinde yaşamak taraftarı olan çok olumlu bir dini liderdir.  Fakat sanırım Katolik Kilisesi içinde çok fazla taraftarı olmakla beraber ona karşı olan çok daha tutucu akımlar da var.

Papa Francis, Vatikan'da,  Ağustos ayında, kendi inananlarına verdiği haftalık mesajında, Tora'dan bahsetmiş. Tora'nın, o zamanın şartlarında Yahudilere verilmiş olan bu yasanın çok değerli olduğunu ama bu kitabın Tanrıya ulaşmak için yeterli olmadığını, Tora'nın bugüne uygun olmadığını ve Tora'daki inancın bugünkü insana hayat veremeyeceğini söylemiş...

Tora Hıristiyanlık için tamamlayıcı bir yasa değildir. Çünkü Tora onlar için yarım kalan bir şeyleri içeriyor. Yeşu'ya ulaşmayı arayan bir din olan Hıristiyanlığın Tora'yı tamamlayıcı bulmaması doğaldır!

Bizimkiler açıklama istemişler. Ne demek istemiş Papa hazretleri?  Tora hayat vermiyor derken?!

Bir şey demek istemedi! Papa sadece kendi inancının ışığında konuştu o kadar!  Bunda şaşıracak bir şey pek yok aslında!  Papa, Tora tamdır. Tora tamamlayıcıdır. Bugüne uygundur derse, o zaman Yeşu neden gedi? Hıristiyanlık neden var diye sormazlarmıydı adama kendi inananları?

Bir Hıristiyanın, Yahudiliği tamamlayıcı görmemesi kadar doğal bir şey var mı?

Papa, Yahudilere açıklamada bulunmuş. Amacının Yahudiliği yermek olmadığını söylemiş.

Francis'in gelmiş geçmiş en olumlu Papalardan biri olduğunu kabul ediyoruz. Israel'de, Vatikan'la olan Ilişkilerden mesul, Rabbi Ratzon Arusi; Katolik Kilisesiyle artık aramızda çok daha dost bir ortam olduğunu ve Papa'nın olumsuz bir ifadede bulunmak niyetinde olmadığından emin olduklarını söyledi. Sadece Papa değil, Vatikan'daki bir çok Kardinelle çok olumlu dostluklar paylaşıldığını da belirtti. Tek istedikleri şeyin, Papanın söylediklerine bir açıklık getirmesi olduğu üzerinde durdu, Arusi.

Hiç bir din yüzde yüz diğerinin dediklerini kabul etmez, ancak saygı gösterebilir, çünkü yüzde yüz kabul ederlerse, kendilerini reddetmiş olurlar. Aradaki farklılıkları anlayışla kabul edip saygıyla yaşayamaya devam etmemiz, Tanrının insanlardan tek beklentisidir eminim.

Böylece, benim kişisel felsefem hem kendi içimizde hem diğer dinlerle daha uyumlu, daha mülayim bir ortam içinde yaşamayı öğrenmemizin gerekli olduğudur. Belki de bu yüzden herkese eşit mesafede bakmaya çalışıyorum. Daha güzel bir dünyanın daha ılımlı bir inanç temelinde mümkün olduğuna inanıyorum. Yaşa ve diğerlerinin yaşamalarına izin ver!! Hayat böyle daha güzel. Bu dünyada madem farklı renkler var. Demek ki Tanrı bunun böyle olmasını istemiş. Farklı, renkler, farklı diller, farklı inanışlar.


Batya R. Galanti




20 Eylül 2021 Pazartesi

Bir kazanın getirdiği aile dramı



Rehberlik yaptığım günlerde Bursa turlarına giderdim zaman zaman. Üç buçuk saat süren bir yolculuğun ardından, feribotla geçtiğimiz Marmara Denizinin karşı yakasındaki, eski Osmanlı başkenti olan bu, İstanbul'a nazaran daha tutucu şehre vardığımızda iki güzel şey beklerdi turistleri. Birincisi, herkesin en sevdiklerinden olan "Kayak Merkezi, Uludağ'ın zirvesine çıkmak. Bir diğeri, Türk yemekleri içinde, özellikle Türk restoranlarında bir turistin en çok arayacağı şeylerin başında gelen, "İskender Kebabı" ' ydı.

Bursa Kebaplarıyla özellikle isim yapmış bir şehirdi. Geri kalansa, Yeşil Türbesi, Ulu Cami ve bana yeterince farklı gelen tutuculuğuyla birlikte İstanbul'dan çok daha küçük olan bu yerde var olan daha az kozmopolit, daha bir Anadolu şehri havasıydı. Belki de ben bu şehri çok daha az tanıyordum. Belki de İstanbul'a gelen turistler gibi şehrin sadece belli mahallelerini gördüğüm içindi bu hislerim.
Aslında ben  bu şehri en çok Teleferik Maceralarımla anımsarım. Benim için her defasında bir dünya sonu gibiydi o aletin içine binip ağaçlık bölgeleri aşa aşa gittikçe en yükseklere tırmanırken havada sallanmaya devam eden, camdan bir kümes gibi bir şeyin içinde mahsur kalmış hissiyle beraber her an zirveye doğru bir adım daha yaklaşırken , son derece büyük bir tehlikenin, bir uçurumun kıyısına doğru yaklaşır gibi hissetmek...

Çocukluğumdan beri beni en çok korkutan şey "Yükseklik" ti.
Kaç kez turistlere bilet alıp onları tek başlarına yukarı gönderdiğimi anımsarım. Bir saat sonra sizi aşağıda bekliyorum diye sözleşir onları teleferiğe bindirirdim.
Ancak bir defasında grubumda olan turistlerle o derece samimi olmuştuk ki, yanımdaki Fransız çift ille ısrarla onlarla yukarı gelmemi istemişlerdi. Bana hiç bir şey olmayacağını garanti ederlerken, gülerek bundan emin olduğumu, sorunun kafamın içinde olduğunu söylüyordum. Sonunda onları kıramamış, teleferiğe binmiştim,  ( uzun zamandan sonra ilk kez )

Ve teleferik yukarılara çıktıkça, benim kanım bacaklarımdan aşağıya çekilir gibi oluyor, başım dönüyordu adeta. Belli bir bölümü tamamen camdan bir şeyin içinde, en az bin metre yüksekten kuş bakışı bakarken, yemyeşil ağaçların üzerinden her an biraz daha yukarılara çıkarken ki o muazzam manzara iliklerime kadar işlerken olduğum yere mıhlanmıştım adeta.

Sonunda dizlerimi bükerek aşağıya çöktüğümü ve gözlerimi kapattığımı anımsıyorum. Bir taraftan da gülerek kendi kendimle dalga geçip, turistlerin de halime gülmelerine izin veriyordum aynı anlarda!!

Korkuların çoğu kez mantıklı açıklamaları yoktur.

Ancak teleferikle çıkarken o aletin havada geçirdiği tip sarsıntılarla, sallanışlar ve ufak tefek iniş çıkışlar bir çok insana gerçekten ürkütücü gelebilir bence.

.........................................


Geçtiğimiz Mayıs ayında, İtalya'da Alp Dağlarının Batısındaki Piemonte Bölgesinde bir kaza oldu.

Haberlere yansıyan ilk bilgiler, dağları aşan bir teleferiğin yol aldığı kabloların kopmasıyla birlikte ağaçlara doğru çakıldığıydı.  Kazada teleferiğin içindeki yolculardan kurtulan olmadığı söyleniyordu.

14'ü de turist olan kazazedelerin akıllarına gelecek son şey,  Maggiore Golü üzerinden geçerken seyretmeye doyulmaz bir manzaranın tam orta yerinde bulundukları teleferiğin kablolarının kopması olurdu sanırım.

Ve kazanın ardından geçen saatlerde yeni yeni bilgiler ulaşırken, ölen 14 kişinin yanında kazadan sağ kurtulan küçük bir çocuk olduğu ortaya çıktı.

Çocuğun adı Eitan Biran'dı. Beş buçuk yaşında olan bu minik yavruyu kurtaran şey, ona son anda sıkı sıkı sarılmış olan babasının bedeniymiş.

Mayıs ayı sonunda meydana gelen kazada, Alman Turistlerin yanında, üç jenerasyonun birlikte çıktıkları gezide biraraya gelen altı kişilik bir Israelli aile de vardı.

İtalya gibi bir ülke'de böylesi bir kazanın meydana gelmesi akıllara durgunluk veriyordu. Kaza'da açıkça insan hatası vardı. Teleferikteki acil fren bozuktu. Ve sorumluların ihmalkarlıklarının bedelini 14 kişi canıyla ödemişti.

Aylar sonra basına, kaza görüntüleri yansıtıldığında, teleferiğin istasyona varmasına çok kısa bir mesafe kala kablodan ayrılıp bir anda son hızla aşağıya sürüklenmesini seyretmek çok üzücüydü.

Bu insanların kaderini değiştirmek mümkün değil tabi. İtalya'da büyük bir sansasyon olan bu kazanın sorumluları bugün mahkeme önünde hesap verirlerken küçük Eitan'la ilgili olan yeni yeni gelişmeler çocuğun yaşadığı büyük trajedinin ortasında bir de iki aile arasında çocuğun vekaleti üzerine başlayan kavganın çocuk için hayati daha da karıştırdığını gösteriyor ne yazık ki!!!

Küçük Eitan'ın hikayesi kısaca şöyle... Son senelerde İtalya'da ikamet eden ve oradaki Yahudi Cemiyeti içinde doktorluk yapan genç bir Israelli, eşi. iki küçük çocuğu ve Israel'den onları ziyarete gelen büyük anne ve büyük baba bu son seyahatte birlikteydiler... Kazadan sonra, çekirdek ailesinden kalan tek kişi olan Eitan önce hastanede bakıma alındığında anne babası ve daha bebek olan  küçük kardeşi Tom'la ilgili olanları  bilmiyordu tabii. Hayatı tehlikeyi atlatana dek, çocuğu yanlız bırakmayan  ve yine onlar gibi İtalya'da yaşayan halası yanından bir saniye bile ayrılmazken , İtalyan Mahkemesi aynı günlerde kadına çocuğun vekaletini vermiş.

Eitan, aylar sonra fiziksel olarak tamamen iyileşirken, İtalya'da yaşayan, babasının kızkardeşi ve eşi tarafından evlatlık olarak himaye edildi.

Çocuk psikolojik terapiler görmeye başlarken, orada onu himaye eden ve ona hastanede olduğu ilk günlerden beri annelik görevini üstlenen halasının yanında kendini toparlamaya çalışırken, geçtiğimiz günlerde Israel'de yaşayan dedesi İtalya'da çocuğu ziyarete gidiyor ve onu gezmeye götürmek için ( !) evden aldığı gibi, çocuğun Israelli pasaportunu kullanarak saatler içinde özel uçakla  Eitan'ı Israel'e kaçırıyor.

İtalyan yasalarına göre apostropus yani vekillik verilen halasının elinden bu çocuğu pasaport kontrolüyle, yasal yollardan olsa da yurt dışına götürmesi dedesinin çocuğu kaçırması anlamına geliyor. Ve buna hakkı olmadığı, çocuğun yerinin İtalya olduğu söyleniyor. İtalya'nın önümüzdeki günlerde Israel resmi makamlarının çocuğu İtalya'ya geri iadesini beklediği söyleniyor.

Arada , İtalya'dan resmi makamlardan özel avukatlarla Israel'e gelen hala çocuğu dedesinden geri almak için işlemlere başlamış görünüyor.

Dedesine bakarsanız, zaten İtalya'dan bir süre sonra Israel 'e geri dönmeyi planlayan bu küçük aileden geri kalan ve Israel'de ailesinin büyük çoğunluğu bulunan bu küçük çocuğun yeri buradaki ailenin yanıdır.

Onun iyiliğini düşündüğünü söyleyen dedesi de eminim ki ölen kızının ardından yaşadıkları büyük acıdan sonra sahip olduğu tek varlığı kendince korumak istiyordur.

Sonuçta bir anda bütün ailesini yitiren küçücük bir çocuğun böylesi bir dramayı nasıl kaldıracağı ayrı bir sorudur.

Önümüzdeki günlerde resmi makamların diyeceklerine göre çıkacak kararla çocuğun kaderi belirlenecek.

Yaşanan büyük bir trajedinin iki aileyi birleştirmesi çok daha olumlu olabilirdi. Ancak iki ülkede ayrı ayrı ikamet eden insanların çocuk için uygun gördükleri sağlıklı ortam hakkında doğru kararı alabilmeleri sanırım kolay değil.

Bedelini bir defa daha çocuğun ödememesi dileğimle...

Hayatına zor bir noktadan başlayan küçük bir çocuğun geleceğinin bu günden sonra çok daha güzel olması dileklerimle...


Batya R. GALANTI



19 Eylül 2021 Pazar

SUKKOT


Çocuklara çadırda yaşam hayalinden bahsetseniz nasıl da mutlu olurlar değil mi?  Çadır kurmak, çadırın içinde girmek ve çadırda uyumak.. Küçücük bir çocuktan kocaman insanlara kadar çadır bir maceradır.. Doğayla iç içe olmayı hatırlatır. Dışarıda kaldığınız bir akşamda sizi soğuktan koruyacak olan bir sığınaktır çadır .. Sıcakta, yorgun düştüğünüz bir anda, güneşi geçirmeyecek bir gölgeliktir... Ve çadır herşeyden evvel bir korunaktır.

Daha çok küçükken sanırım çoğumuz yatağımıza girdiğimizde bir anda aklımıza gelen bir şeyi yapardık....yorganın altında bacaklarımızı havaya dikerek bir anda kendimize özel, tek kişilik bir çadır kurardık. Ve bu şekilde yine bir anda yorganımızın altındaki kendi sığınağımızda belki de hayallere bile dalardık. Hele bir de elimizde bir el feneri olsaydı yorganın altında aydınlanmayı denerdik.


Kuzenlerimiz ya da en samimi arkadaşlarımızla birbirimizin evlerinde kaldığımızda kimi seferler çarşafları, örtüleri, bir yerlerden bulduğumuz uzun kumaşları alarak sephaların üzerini örtüp masanın altında kamp kurardık. Peluş bebekleri de içeriye doldurmayı ihmal etmezdik mutlaka..

Nedir bizi bu çadır mevhumuna bu derece yaklaştıran? Neden çocuk yaştan bir şeyin içine girip kapanmaktan böylesi mutluluk duyarız biz? Sanki kendimizi dış dünyadan koruyacak bir sığınak aramak olgusu gibi bir şey değil midir bu?

Belki de annemizin karnına bir geri dönüşün hayalidir bu çok sevdiğimiz çadırcılık oyunlarımız da?

Büyük serüvenlerden, deniz kenarında kurulan günlük küçük çadırların içinde uyunulan o bir iki saatlik uykuya kadar, insanların çadır maceraları da çeşitlidir...Ve en sevilen şeylerdendir çadır kurmak!!!

...............................

Kippur çıkışı sonrası,     Sukka'ların ilk temelleri Israel'in dört yanında,  evlerin girişlerinde, bahçelerde yerlerini almaya başlamışlardı bile...

Sukkah dediğimiz, dört tarafı çoğu zaman kumaştan , tepesiyse yeşilliklerden olan çardaklar, Sukkot Bayramının habercileridir...

Ne yani, yeniden mi bayram?

Evet!!

Çocukların çok sevdiği Bayramlardan biri dahageldi yine. Sukkot! Çadırları neden anlattım sandınız ki?  Çünkü çadıra benzer bir yapının inşaasıyla başlayan bir bayram var önümüzde! Yeniden aileleri, dostları biraraya getirmenin güzelliğini yaşatan bir bayram daha kapımızda.

Dört köşesi bezden, kumaştan duvarlarla oluşturulmuş çadırın tepesini süslemek kadar zevkli bir şey olabilir mi bir çocuk için? Ve çardak denen, çadır benzeri  şeyin içinde geceleri oturabilmek için küçük ampullerle burayı süslemek!! Ve akşam en sevdiğiniz insanlarla aynı çadırda birlikte en güzel yemekleri yemek ??

Bayramların her birinin ayrı bir anlamı vardır..

Bizde, Yahudilerin Mısırdaki esaretten,  özgürlüğe, katettikleri  kırk senelik yolculuğun anısıyla ilişkilidir bir çok bayram...

Tanrının Yahudileri, kırk yıl çöllerden geçirdiği zamanlarda, çardaklar altında yaşamalarının anısına yedi gün Sukkah'ların altında yenilen yemekler, geçirilen gecelerdir Sukkot bayramı..

Çöl sıcaklarında geçen zor yılları anımsamaktır Sukkot.. Yıllarca tepeleri aşarak katettikleri uzun yollarda, gündüz kavuran gece dinduran soğuklarda geçen senelerde, kuraklığın getirdiği  yokluğu Tanrının mucizeleriyle aşabilen bir kavimin, esaretten özgürlüğe hangi şartlarda ve nasıl kavuştuklarını insanlara bir kez daha hatırlatmak için kurulan  Sukka'lardır Sukkot.

Yarın akşam başlayacak bayramın hatırası kısaca şöyledir.

Moşe Rabbeinu'nun Yahudileri Mısırdaki esaretten çıkararak Kızıl Denizi aşıp kırk yıl çöllerde gezindiklerini anımsıyoruz bu bayram. 

Moshe,  Kenaan topraklarındaki şartları öğrenmeleri için bu topraklara 12 casus göndermiş. Ve bu 12 casus'tan sadece 2 tanesi geri döndüklerinde,  Süt ve Bal ülkesinin güzelliklerini anlata anlata bitirememişler.  12 casustan sadece Yeşuah Ben Nun ve Khalev Ben Yefune  buraların Tanrının Yahudilere vadettiği ideal topraklar olduklarını söylemişler. Geri kalan diğer casuslar ya buraların kuraklığından, ya da buralarda yaşayan başka halkların varlığından bahsederek Yahudilere uygun olmadığını iddia etmişler.  Bu yüzden de, Tanrının Avraam'a söz verdiği bu yerlere sadece Yeşuah ve Kalev'le birlikte olanlar girebilmişler, Eski Ahit'te yazan, yani Tora'da anlatılan hikayeye göre, diğerleri çölde telef olmuşlar!!

Moshe Rabbeinu ise Ürdün'de,  Moav'daki Har Nivo ya da başka bir telafuzla Nebo Tepesine son kez çıkıp Vadedilen toprakları yukarıdan izlediğinde yaşı 120'di ve Israel topraklarına giremeden çölde vefaat etmişti.

İki bin yıl sonunda, Israel'de Tora'da geçen bu hikayeleri yeniden hatırlamanın tek bir anlamı vardır. Yahudilere verilen özgürlüğün değeri!!

Ailece Sukkah'da yenilecek.. Evde ağırlanacak diğer sevdiklerimizle yeniden biraraya geleceğimiz yemeklerde, manevi bütünlüğü kaybetmemenin değerini de bir kez daha hatırlamak bizim için önemlidir!!

Ve her Sabbat masasında olduğu gibi, çardağın altında misafir ağırlaryarak, Mitzva kazanmanın güzelliğini de hatırlamak bir kez daha önemlidir!!

Evinizi böyle günlerde ne kadar çok yanlız insana açarsanız o kadar büyük bir sevap kazanacağınızı hatırlayın lütfen! Kimsesiz insanları, yaşlı karı kocaları, tek başına yaşayan genç bir askeri evinizde misafir ederek  bayram gecesinde onlara yanlız olmadıkları hissini yaşatmak kadar büyük bir sevap olabilir mi?

Bayramlar, dini günler ve kimi ritüeller gittikçe modern insanların yaşamlarındaki yerlerini kaybediyorlar. Modern hayat insanlara bambaşka bir yaşamı öğretiyor. Daha endividualist, daha kendi başına buyruk, daha özgür!! Bunlar kısmen olumlu şeyler. Kişinin kendi adına istediği gibi yaşayabilmesi güzel. Fakat modernizmin getirdiği yabancılaşmayı sınırlamakta biraz fayda yok mu acaba? Kimi değerleri, kimi kendimizden vereceklerimiz adına korumak önemli değil mi? Liberal bir hayatın arkasında kaybettiklerimiz aslında düşündüğümüzden değerli değiller mi acaba?!!

Tanrıya inanmak zorunda değilsiniz bazen, senede bir gün oruç tutmak için, senenin kimi günleri aileyi hatırlamak için! 

Tanrı sizin için bir hiç olabilir, ya da doğanın bize bahşettiği tüm herşey olabilir. Bu inancı kabul edip etmediğimiz çok ta önemli değildir. Tanrı heryerde olabilir. Hiç bir yerde olmayabilir. Tanrı benim, bizim içimizde yaşayan  ve doğanın bir parçası olan o anlatılması zor olan kuvvet te olabilir!!

Önemli olan belli düzeyde bir manevi yönünüzün olmasıdır. Kendinize ve çevrenize karşı geliştireceğiniz bir merhamet duygusuna sahip olamanızdır.  Başkalarını oldukları gibi kabul edebileceğiniz derecede bir merhamet olmalıdır insanda. Ve bu "merhamet"duygusu herşeyin üstünde gelir.

Bize bu duyguyu öğreten şey de çoğu kez, aileden gördüğümüz o birlikteliktir. Beraber paylaşılan değerlerdir. Bu değerler paranın ya da elle tutabileceğiniz şeylerin çok üstünde şeylerdir. Birisine açacağınız sevgi dolu kucağınızdır.

Çocuklarını manevi değerlerden tamamen uzak yetiştiren çok fazla insan var bugün. Dindarlıkla, kimi gelenekleri ve kimi güzel alışkanlıkları karıştıran insanlar var!!! Ailevi bağları güçlendiren bir çok şeyi hayatlarına sokmazlarken bu insanlar kendileri için tercih ettikleri kimi maddi değerler, ve anlık mutlulukların arkasında koşarlarken, kendilerinden başka hiç bir şeye önem vermeyen bireyler haline geldiklerinin bile farkında değiller. Ve böylece, bu görüşlerle yetiştirilen yeni nesil insanlarının unuttuğu şey kimi belli gelenekleri hatırlamanın hiç kimse için dünya sonu olmadığıdır.

"Belli" gelenekleri ( tolerans çerçevesinde!! )  yaşatmayı başaran insanların aslında çok daha mutlu olduklarını gözlemleyemeyenler, modern toplumda sadece anı yaşamakla meşgul, maneviyattan yüzde yüz üzaklaşmış bazı bireylerin kendi egoizmleri içinde boğulurlarken tatminsizliklerinin arkasında her gün yeni zevkler peşinde koşan yeni devrin insanları belki de acınacak bir ruh halindeler...

Dilerim, her toplum bir diğerini tolere edecek değerlere sahip olsun. Her toplum, başkalarının güzelliklerini de farkedebilecek kadar farkındalıkla yaşasın kendi güzelliklerini ve bayramlarını.. Hayat her farklı olanla birlikte başkalarına da kalbini açabilecek uzaklatikta durabildikçe güzel. Hayat, size verilenleri ve verenleri unutmadığınız sürece güzel. Hayat başkaları için bir şeyler yapabildiğiniz sürece güzel.

Sukka'daki masada çocukluğunuzu size hediye eden büyüklerinizle hazırladığınız lezzetlerin tadına varabildiğiniz derece insan olacaksınız!! Sizlere kimi değerleri verenleri unutmadığınız sürece mutlu olacaksınız.

Bazı şeyleri unuttuğunuz sürece tüm geriye kalan anlık tutkular sadece boş bir koşturma ve yarıştan öteye gitmeyecektir.. Mutluluk bir anlık tutkulardan daha derin sindirilmiş şeylerin arkasındadır!!!

16 Eylül 2021 Perşembe

En este dia de hoy!


De la demaniana me esperti kon las orasiones de los que se fueron a la keila, a lado de muestra kaza. Las bozes de los ombres estaban saliendo fuerte. Eyos quieren  que el Dio que les oyga mas y mas. Un dia que va pasar solo en orando. Con este virus que estamos guerriando hay mas de un anio y medio no hay mas la possibilidad de reunir  aryento de la keila. Por esto estan todos afuerra. Los grittos estan alevantando al rededor...

El calor siempre como en verano... Ayer la noche sale a caminar un poco con mi ijo. El fue el unico que querria salir para ver como los chicos de la ciudad suven a sus bisikletas.

Hay tres anios que el tanid no me pasa como antes. No como ma debo beber una o doz cupas de agua para pueder pasar el dia. Por que me siento muy mal.

Mismo cuando hera chica pasava mal el tanid. Para mi nunca fue fasil. Me dava mal a la cabesa. Me consintia batimientos de corason. Ma siempre me resistia a todo al mal que me dava, el no comer o no beber. De pensar solo, que una vez en el anio mi alma se ajustaba con los cielos. Una vez en el anio aser una cosa solo para el Dio me dava un sentimiento de completo. 

Un dia en el anio de consintir como la cente que no tienen nada de comer era una cosa importante por mi. Y ya se que no eran pocos.

Fista hoy mismo,hay tantos que suffren de mal nutrition, de la mancura de comer y de beber. Es que estamos bibiendo en  un mondo de desequilibro. En una parte la cente biven con  munchas rikezas, y hay tantos munchos otros que bushkan en la basura cualo de comer. Esto me hace mal. Me iniervan muncho estos  que no entienden el suffrimiento de los pobres. Que no les emporta nada mas que sus almas. Todo pedia ser diffrente si los rikos no buscaban a tomar todo solo por eyos.  

Por mi, Kippur siempre fue el dia. de consintir lo que es estar sin una cupa de agua. Sin un pedaso de pan. Dia entero de soniar a meter en mi boca un pedaso de carne.. Y de decir que debo asperar el fin del dia para gozar de todo el bien que el Dio mos da a profitar.

Kippur fue una occasion muy muy chika para demandar pardon por mis culpas. Ma ya se que tengo unas culpas que sin quierrer cada vez los hago de muevo. Me iniervo con unas sitationes mas de su grado. Me iniervo con unos estados de la vida. Como persona normal. Ma siempre despues digo: "Perdoname Dio!" "Yo demando pardon sin asperar el Yom Kippur!"

Ya se que el Dio sabe como es difficil por mi....

De la ventana abierta esto oyendo cada  Amen de la cente orando en las cailles en este dia de Kipur que la Corona no mos desho ni por un dia. Y la casa esta cayada . Cada uno esta espandido en su camareta. Y yo esto escribiendo..

Dainda hay munchas horas para el fin del tanid. La semana que viene tienemos el Sukkot.

Mi ija me dice que es una suerte ( MAZAL)  que semos Djudios que tienemos tantas fiestas para celebrar.

Solo que seya siempre con paz y con salud!


AMEN

15 Eylül 2021 Çarşamba

Kefaret Günü

 Her sene olduğu gibi bir kez daha Tishrei Bayramları kutluyoruz burada.. Birbirleri ardına gelen bayramlar.... Yeni Yıl, Kipur, Sukkot.....

Roş Ha Şana'nın ardından geçen Slihot'larla, af dualarının ardından gelen Kefaret Günü bu akşam başlayacak.

Ne ilginçtir ki, Türkçe'de Kefaret Günü olarak adlandırılan Ke-fa-Ret, "af " anlamını taşıyan Arapça bir kelime olarak gerçekten K-i-P-u-R'la aynı kökten geliyor.. Ka-Pa-Ra, Yon Ha Kipurim ( Çoğul ) .... Tanrıdan özür dilediğimiz günler en sonunda yeniden dualar ve oruçla sonlanacak .

Kol Nidre duasıyla başlayacak bugünde, inanan Yahudiler sadece Tanrıya karşı geldikleri için ondan diledikleri özürlere odaklanarak, onu düşünecekler. Şabat günü, Yahudilikte hala daha Kipur'dan da büyük bir öneme sahıpken, af dilenildiği bugün de çok kutsaldır.

Bembeyaz tallitleri omuzlarında sinagoglara en saygın halleriyle gidecek erkekler gibi kadınların ellerinden bütün gün dua kitapları eksik olmayacak.

Mısır'dan çıkışın aylar sonrasında, Tanrı'nın sözünün dışına çıkmakta zaman kaybetmeyen.  onun kutsallığını çiğneyerek inşa ettikleri altından bir buzağına taptıkları, bir putu kutsal saymakta geç kalmadıkları olgusunun karşısında girdikleri günahın  affedilişinin anısının hatırlanıldığı bir gündür.. Kipur!

Roş Ha Şana ile Kipur arası günler bir hesaplaşma dönemidir.

Kipur Günüyse, kendi nefsimize hakim olamadığımız anlar için, insan olan her varlığın zaman zaman düştüğü kimi hataları istemeden yaşadığımız için, kimi zaman istemeden birilerini kırabildiğimiz için, kimi zamansa bize yakışmayan "kin" 'e yenik düşebildiğimiz için, hesaplaşma zamanıdır. Zor anlarımızda kaybetmeğe daha çok meyilli olduğumuz zayıf yönlerimizin içimizdeki şeytani tarafları uyandırmaya çalıştığını farkettiğimiz anlar için, kendimizle düştüğümüz mücadelede, bize öğretilen değerlerin çoğu zaman yolumuzu aydınlatmasına izin verdiğimiz halde kimi anlar düştüğümüz bazı hataların bize ve çevremize yeterli zararlarından bir an evvel kurtulmanın bir yolu olduğu için. af dilemeyi unutmamalıyız, Tanrı'dan ve öncelikle çevremizden af dilemeliyiz. Ağzımızdan istemeden çıkmış kelimeleri düzeltmeliyiz bir an önce. Tanrının ışığıyla yeniden aydınlanmak için dua etmeliyiz. Sadece içimizde bizi korumak için, bize iyilik yolunu gösteren Tanrıyı unutmamalıyız. Bizim için doğru yolu kulağımıza fısıldamasına izin vermeliyiz.

Ve ihtiyacı olan insanlara elimizi uzatmalıyız.

Bence herşeyden önemlisi, hasta ve zor durumda olan insanları unutmamak, onları yanlız bırakmamak. Güzel sözlerimizi bize ihtiyacı olanlardan eksik etmemek. O insanlara desteğimizle güç vermek.

Bu akşam yeniden insanlar yiyecekleri aile yemeğinin ardından 25 saat sürecek bir oruç tutacaklar. Gün batımından evvel başlayıp, ertesi gün gökyüzünde üç yıldız belirene dek devam eden bu oruç Şofar'ların çalmasının ardından sonlanacak.

Kimileri oruç tutacak!  Israel'de insanların yüzde yetmişinin Kipur'da oruç tuttukları söylenir!

Çocuklar bisikletlere binecekler. Ülke bir an için sükut içinde bir güne dalacak. Her yerden dua eden insanların sesleri duyulacak. Sinagoglar bütün sene dolmadıkları kadar dolacaklar...

Kimileri de evlerinde her günden daha fazla yemek yiyecekler. Yapacak şey bulamayan kimi laik insanların bir bölümü zaman geçirmek için çocuklarıyla bisiklete binecekler.

Önemli olan sadece Israel'de rastlanacak türden bir Kipur, yeniden yaşanacak.

Dilerim sessizliği bozacaklar olmasın. Dilerim karşı taraf bu günde bizim dualarımıza saygı göstersinler.

Bu Kipur da her Kipur gibi, ailem için, sevdiklerim ve dünya için daha dost, daha iyi bir gelecek diliyorum.  Amen


Batya R, GALANTI

14 Eylül 2021 Salı

 Ya barış ya savaş!!


İç İşleri Bakanlığında yeni göçmen statümü elde ettiğim gün bana Israel'de bulunan beş sağlık kuruluşundan birine hemen gidip kayıt yaptırmamı söylemişlerdi. Daha bu ülkedeki ilk günlerimdi ancak kimi sağlık kurumlarının isimlerini oradan buradan sık sık duyuyordum. Sadece kulağıma sürekli çalınan bir isim olduğu için Maccabi'ye gitmiştim. İlk işlemleri yaptırdığım  gün elime bir sağlık kartı vermişlerdi. Bu benim kimliğimdi.

İlk Aile doktoru randevumu hangi sebeplerle aldığımı tabi ki hatırlamıyorum. Ancak tek bildiğim Israel'de neredeyse hangi ilacı istiyorsanız reçetesiz elde etmeniz mümkün değildi. Yani bazen en küçük bir sebep yüzünden bile kendinizi aile doktorunuzda bulmanız mümkündü. Örneğin hafif bir ateşle başlayan boğaz ağrınıza tek başınıza çözüm bulmanız zordu.

O dönemler Bat Yam şehrinde, genç bir adamdan kiraladığım küçücük bir odada kendi kendime yaşıyordum.

Ve günlerden bir gün aile doktoruna randevu almıştım.

Karşımda bulduğum çok genç olan doktor ona ilk kez gelişimin şerefine tüm geçmişimi bilgisayara kaydetmeye başlamıştı. Adı Dr. Avi Ronen'di. Son derece ilgili, son derece samimi olan bu insan bende öylesi bir güven uyandırmıştı ki adamı adeta psikolog  zannetmiştim. O soruyor ben anlatıyordum. Herşey doktorun ilgisiyle başlıyor ve orada bitiyordu. Belki adam benim yeni geldiğim ülkede ne kadar desteğe ihtiyacım olduğunu farketmişti. Dışarıda bekleyen olmadığı sürece beni bazen en az yarım saat dinler, her konuda yardımcı olmaya çalışırdı. Mesleğinin insancıl yönüne son derece yakın olan bu adam gerçekten doktor olmak için yaratılmış biriydi. Sayemde önce en samimi arkadaşım, daha sonraları ailem, eşim hepimiz onun hastası olmuştuk.

Ta ki adres değiştirdiğimiz güne dek.

Doktor olan insan mutlaka önce mesleğinin ehli olmalı. Teşhisi ve tedavisiyle size çözüm olmalı. Ancak doktorun insanı tarafı da fikrimce bir o kadar önemlidir. Bir doktor hastasına güven vermelidir. Onun sorularına, kaygılarına kulak vermeyi de bilmelidir...

Doktorluk sanırım bugüne dek en saygın meslek sayılır. Öncelikle yüksek zeka ve insan sevgisi gerektirir.

Kendinden en çok özveri gerektiren meslek hangisidir diye sorulduğunda da ilk akla gelen mesleklerin başındadır doktorluk..

Kendinizi hayat kurtamaya adamaktır doktorluk. Bir yemindir. Bir tutkudur çoğu zaman.

Kimsenin kolay kolay başaramayacağı bir çok özellikleri gerektirir bu meslek...


............................................


Geçtiğimiz Cumartesi Yeruşalayim'de eski şehrin güvenlik kameralarına yansıyan görüntüler vardı..

Çarşının orta yerinde, kimi çocukların, dükkan sahiplerinin hemen bulundukları yerde, tam bir köşe başında  bekleyen güvenlik görevlilerine doğru elini kolunu savura savura yaklaşan bir adam bir an saldırıya geçiyor.

Elindeki kocaman bıçağıyla görevliyi yaralamaya ya da bir şekilde öldürmeye çalışan, her an bir adım daha ilerlerken polisi hedef alan  el kol savurmalarının, ardından görevli ona ateş ediyor. Adam yere seriliyor..

Yaralı teorist daha sonra Yeruşalayim Mount Scopus'taki hastaneye kaldırılıyor ancak kurtarılamıyor.

Bir Cumartesi öğlen, hayatında hiç bir gayesi olmayan bir serseri gibi eski şehire elinde bıçakla inen bu adam bir  doktor" du.

Öldürmek yerine hayat kurtarmak için yemin etmiş olması beklenen bir doktor. Alelade 17 yaşlarında, daha akılları bir karış havada, kendilerini hiç yoktan kahraman sayacak, cahil insanlardan biri olmamalıydı bu adam.

Belli bir zeka seviyesi, belli bir insanlık noktasına gelmiş olmalıydı. İnsanlara sağlık vermek için çalışan gerçek bir kahraman olmalıydı.

Onun yerine bir Cumartesi sabahı bir polisi yaralaman pahasına canını verdi.

Onun gibileri de hala Şehitlik mertebesine yükseldiklerine mi inanıyorlar dersiniz?

Galiba öyle. Yani sonuçta kaş sene mürekkep yaladıkları bile bir anlam taşımıyor. Doktorluk gibi bir mesleğin içinden çıkıp katil olmayı tercih ediyor adam..

Aklım  karıştı yine, nasıl bir mantalite ile burun buruna yaşıyoruz?

Nasıl insanlar bunlar??

Yazık!! Şimdi bir doktorları eksildi!!

Neden bunca sene okula gitti ki en baştan bıçaklasaymış!! Zahmet etmiş, onca tıp kitaplarını ezberlemek için...

Yair Lapid, Gazze'deki insanların yaşam kalitelerinin yükseltilmesi için elektrik, gaz...tüm altyapıyı geliştirecek öneriler ortaya attı. Yeni, yepyeni. bir Barış planı gündeme yerleşiyor!!!

Ya Barış geliyor ya da toptan bir savaş!!!

Göreceğiz!

Dün Naftali Bennett Mısır'da El-Sisi'yle biraraya geldi. Israel yepyeni bir adım atmak istiyor. Senelerdir tekleyen, öldüğü yerde kalan düşmanlığı aşmanın yeni yolları aranıyor.

İnsanların kaybedecekleri bir şeyleri olursa savaşlar azalır mı? . İnsanların yaşam kaliteleri yükseltilirse insanlar kolay kolay savaşmayı istemeyebilirler mi? Gerçekten?  İşleri olursa, yemekleri olursa..

Bu kadarla bitmez demeyecekler mi? Hepsiniz isteriz!!!!

Olur mu acaba?

Şimdilik bu kalkınma planının karşılığında beklenilen Hamas'ın gerçek bir ateşkesi kabul etmesi.

Gerçek bir ateşkes!! (?)

Ama Hamas, savaş ve yıkım olmadan nasıl beslenecek? Hamas Gazze'de insanların işleri olursa nasıl kin tohumları atacak? Birilerini birilerine karşı düşürürken gelen yardımları ceplerine indirenler olan durumdan gayet memnunlar halbuki.

Şimdi nereden çıktı öyle adil, eşit bir yaşam ??

Durum çok gergin.. Etraf yine gelecek günlerde bir patlayışa gebe.. Her gün bir yerlerde bir olay oluyor. Ufaktan başlayan bıçaklı saldırılarsa devam ediyor. Birileri birilerini kışkırtıyor yine

Her olan olay bir diğerinin tetikçisi niteliği taşıyor.

Kaybedecek bir şeyleri olursa barış mümkün olur derken Cumartesi günkü o doktor aklıma geliyor. Kendini toplumuna hizmete adamak yerine bir çöp değeri taşıyan canını bir bıçak darbesi fiyatına sattı..

Gel de bu mantaliteye inan!!!!


Batya R. GALANTI