5 Haziran 2021 Cumartesi

Her dinde, her inanışta yapılan adaklar, edilen dualar...

Boğazın en az hoşlandığım semtlerinden biriydi çocukluğumdaki Sarıyer. Nedendir bilinmez. Sanırım Boğaz'ın diğer köşelerine göre daha  kalabalık ve karmaşık bir yerdi diye. Yine diğer boğaz semtlerine göre belki de daha az güzeldi.  Belki de sadece bana göre öyleydi.. En azından benim çocukluğumda öyle algılamıştım buraları.  Çarşıya doğru gidilen dağınık bir meydanda kimi dükkanlar, dolmuşlar, minibüsler ve yine çokça insan vardı Sarıyer'de... Ha bir de börekçi. O meşhur Sarıyer Börekçisi vardı tam dolmuşlara gelmeden. Sarıyer'de tek sevdiğim şeydi, oralara bir şekilde yolumuz düştüğünde vitrinde dizili kocaman tepsilerden seçtiğimiz böreklerden birer porsyon alarak ikinci kata çıkıp  atıştırmak ve sonra yeniden yolumuza devam etmek. Ve hayatımda ilk kez Sariye'de liseden bir arkadaşımın evine davetli olduğumuz günü hatırladım. Geçen günkü Lag Ba'Omer faciası sonrası. Nereden nereye mi?

Şöyle anlatayım. Hani Lag Ba'Omer bayramının  bir dilek tutma,  adak adama gibi bir şey olduğunu anlatmıştım ya daha dün.  Ölmüş büyük bir Rav'ın mezarının olduğu yere giden inançlı Yahudilerin her sene burada kendileri ve  dünya için dua ettiklerini anlattım; tıkış tıkış..hatta ölümüne!!!  Kısaca Türkçe'de, orasının Yahudi bir Mistik'e ait bir Türbe olduğu şeklinde de açıklanabilir bu . .

O gün Sarıyer'de davetli olduğum arkadaşımın evinde biraraya geldiğimiz sofrada da tutulan bir dileğin Tanrı tarafından kabul edilmesinin ardından yapılan bir şükran duası mevzubahisti.  Arkadaşımın önemli bir dileği vardı mutlaka ve bu dilek yerine geldiğinde sınıfından o zamanlar kendisine yakın gördüğü kimi dostlarını, bir çok çeşit yemeklerle donattığı o masada ağırlayarak teşekkür ediyordu Tanrıya. Ona bu şekilde şükranlarını sunmak istemişti. Sanırım Müslümanlıkta bilinen bir gelenek olsa gerekti bu.

Bense o sofrada arkadaşlarımın ne yaptıklarını anlamaya çalışıyordum. Çünkü ilk anda böylesi bir ritüel için orada bulunduğumu bilmiyordum. Sadece davetliydik işte. Bir baktım sofrada elimize içinde şeker bulunan bir şey vermişti. Şu an  ne olduğunu tam olarak hatırlamıyorum. Önce dua edilecekti sonra da o şeker yenecekti galiba. Baktım bütün kızlar okulda din dersinde öğrendikleri bir duayı ezberden okumaya başlamışlar. Bense hiç bir dua bilmiyorum. Benim için dua serbest bir şeydi genelde, kafama göre, içimden geldiği gibi ( ki bu bugüne dek böyledir ) hissettiğim şeyleri Tanrı'ya iletmekti.  Bir an tereddüt ettikten sonra; "Ama ben dua bilmiyorum ! " dedim. Onlar da kafandan bir şeyler söyle dediler. Sanırım Shemayı söyledim hahaha tek bildiğim o vardı. Onları ilk kez kıskanmıştım çünkü dilek onların dilemek için bildikleri ciddi bir duaları vardı. Bense havada kalmıştım sanki. Birden bire Tanrının dileklerimi kabul edip etmeyeceğinden emin bile değildim. Eğer bildiğim tek dua buna uygun değilseydi  Tanrı beni duyarmıydı? Aynen böyle fikirlerin aklımdan geçtiğini anımsıyorum. Ama sadece bir an.  

Sonuçta, Yahudilik Müslümanlık ve diğerleri....birbirimizden son derece farklı da olsak aramızda yine de hep kimi benzerlikler vardır. İnsanlar en azından temel olarak kendileri için daha iyi bir hayat arzu etmekten başka bir amaca sahip değiller çoğu zaman.  İnsanların kutsal kabul ettikleri kimi kişiliklerin mezarlarına gidip dua etmeleri çok tanıdık bir davranıştır. Her dinde bu tip şeyler vardır.  Ve bazıları sadece kendi inançlarına ait mekanlara, türbelere gitmeyi kabul etselerde, bir diğerleri eğer başkası için geçerliyse aynı kutsal mekanda neden ben de sorunuma cevap arayamayayım felsefesiyle de hareket ederek, türbe kilise ya da Kotel'e gidip rahatça kendini Tanrının ellerine teslim edebileceklerine inanırlar. Sanırım eğer Tanrı inancı olan biriyseniz, o koca gücün sadece belli bir yerde olmadığını da bilirsiniz.  Tanrının yeryüzünün heryerde ve hep yanımızda olduğunu unutmazsınız. Ancak belki bir çok insan için ona ulaşmanın yolu önemlidir. Hangi duayla, hangi yoldan ona ulaşacağımızın hesapları sanırım bizi birbirimizden ayıran tek şey. Bense galiba buna bu kadar katı bakmayanlardanım.

Kanımca, İtalya'daki ünlü dilek çeşmesinden tutun Fransa'nın güneyindeki Lourdes şehrinde her sene düzenlenen dini törenlere katılan insanlara, Yeruşalayim'de Kotele gelen ziyaretçiler ya da Eyüp Sultan'daki türbe'de dua edenlere dek tutulan dileklerle aslında hep aynı şeyleri arıyor insanlar.. çoğu kez sağlık, kimi huzur, bazen para, kimileri de kaybedilen aşkı!

Üniversite yıllarımda da, Taksime yakın sayılan izbe binadan arkadaşlarımla çıktığımızda Beyoğlunda sık sık birlikte zaman geçirmek için oturacak bir yer aradığımız aksamlar olurdu. Bir çok defa, yürüye yürüye taşlarını eskittiğimiz İstiklal caddesinin üzerinde peşi sıra yer alan Kiliselere girip mum yakardık.

Saint-Antoine Kilisesine ilk kez girdiğimde şaşırmıştım. Hayatımda ilk kez bir insanın bir heykelin önünde diz çökmüş vaziyette dua ettiğine yakından tanık oluyordum, İçerideki o mistik ortam, yoğun tütsü kokuları, beni çok farklı bir dünyanın içine çekerken, orada bulunan o apayrı atmosfer hoşuma giderken, insanların neden Tanrı'ya dua etmediklerini düşünmüştüm.  Eğer onlar da bizim gibi tek Tanrılı bir din idiyseler neden heykele dua diyorlardı ? Hemen girişin yanına iliştirilen mumlar ve kimi kitapçıklara bakmıştım. Kitaplar Hıristiyanlığın temel felsefesini anlatan bilgiler veriyordu. Bu da Hıristiyanlığı diğer insanlara anlatmanın bir yoluydu. Sağ tarafta farklı farklı boylardaki mumlardan birer tane alırken hepimiz mum yakılan bölmelere gidip yanan mumlardan kendi mumuzu ateşleyerek kuma batırıp kafamızda, yüreğimizde olan arzuların gerçekleşmesi için dua etmiştik. Tabii benim merak ettiğim şeyleri düşünmekten duaya ne kadar kendimi verip veremediğimi bir kenara bırakırsam.

Bir defasnda bu kez Saint Antoine'ın tam karşı sokaklarından yine içerilerde bir Ortodoks Kilisesi keşfetmiştik. Hayatımda ilk kez bu kadar süslü bir mabetle karşılaşıyordum.  İçeri girer girmez gözleri dolduran yoğun bir kalabalık hissi uyandıran ikonlar tüm duvarlardaydılar.. İsa'nın hikayesi resimlerle gümüş rengi kaplamalarla ışıl ışıldı her yerde.  Daha önce gezdiğim kiliselere göre çok daha şatafatlı daha gösterişli, daha çok işlenmişti bu kilise. Şeklen de diğer kiliselerden epey farklıydı. Küçücük bir bizans kilisesi örneğiydi bu sanırım. İçerisi çok karanlık olan kilisenin hemen orta yerindeydi sanki altar ve çevresinde iki sıra oturacak yerler vardı. Ağzımız açık etrafa şaşkın bakarken birden içeriye elindeki tütsüsüyle papaz girmişti. Direk okumaya başlayarak orta alanı elindeki tütsüyle kutsarken biz ortalıkta olmaktan utanmıştık birden. Yapacak tek şey vardı, oturup adamın duasına saygı göstermek. Mahçubiyetten gelen gülümsemelerimiz arasında, birbirimize bakıp karşımıza ilk çıkan oturma yerlerine kendimizi bırakırken  Yunanca söylediği duayı anlamadan dinlemeye başlamıştık. Adamın aslında o an etrafında neler olduğu çok umurunda değilmiş gibiydi. Sadece ayin saati geldiğinde görevini yerine getiriyordu. Sanki otomatik bir şekilde hareket ediyor gibiydi. O gün orada dua edip etmediğimi anımsamıyorum. Ama bir Ortodoks Kilisesindeki ilk anımdı bu. İlginçti. Birbirimizi ne kadar tanırsak birbirimizden o kadar daha az çekiniriz diye düşünürüm hep. 

Başka bir seferinde yine Üniversite'den  arkadaşlarımla bu kezde Eyüp Sultan'a gitmiştik. Bu kez de  Türbenin önünde dua ettiğimizi hatırlıyorum. Caminin avlusundaki koca çınar ağaçlarının gölgesinde durup içeri bakıyorduk. Avluda bulunan, içi mavi çinilerle bezeli duvarlarının orta yerinde, o klasik yeşil örtüyle örtülü tabut şeklindeki mezar taşlarına, avludaki parmaklıklı pencerelerin arasından bakan inananlar adak adıyorlardı. Tarihi 15. yüzyıla uzanan türbeye zaman zaman kimi turistlerle gittiğim de olmuştu.  Bu türbenin hemen yanlarından bir yerlerden  bir yokuşla çıkılan Pierre Loti kahvesini de ayrıca anımsadım şimdi. İstanbul'u İstanbul yapan o eski şehir manzarasını tamamen içine alan, Haliç koyunun ortasında zaman zaman oluşan adacıklara, kimi mezarlıklara, irili ufaklı camilerin minarelerine tam tepeden bakan Pierre Lotinin kahvesi.. Minicik bir oda, ortada semaver ve cam kenarılarını çevreleyen sedirle klasik bir Osmanlı evi havasındaki o yerin duvarlarında Pierre Loti'nin resimleri vardı. Kahvehanenin dışarısında tepenin kenarında, ağaçlar arasında  dizili olan kırmızı ekose örtülerle örtülü masalarda  oturup bir çay içerek sizi adeta tarihin sayfalarına taşıyan o egzotik manzarayı da birlikte yudumlayacağınız o mekan da o türbe'den sonra devam edilecek ikinci bir durak olmalıydı mutlaka.

Ve bir kez bizim Şişli'deki sinagogun önünden geçtiğimizde, yine  yanımda olan iki arkadaşıma cesaret göstererek, bu kez de bir sinagog görmek isterseniz işte şimdi fırsat demiş ve onlardan adeta cevap beklemeden ilerideki kapıyı vurarak bizi içeriye almaları için rica etmiştim. Ama sanki onlar bu kez donakalmış gibi gelmişlerdi bana. Sanki bu defa diğer yerlerde hissetmedikleri bir soğukluk vardı onlarda. Bir çekimserlik.... Hayatlarında büyük ihtimalle ilk kez girdikleri sinagoga kendilerini yakın hissetmedikleri açıktı. Ben  Aron Ha-Kodesh'in bulunduğu yere çıkıp, Tora rulolarının örtüsüne başımı dayayarak küçücük bir dua yapmıştım. Arkamda hareketsiz kalan arkadaşlarımsa benim duamı bitirmemi bekledikten sonra birlikte hemen dışarı çıkmıştık. Sanırım bu insanları sinagoga karşı bu derece çekimser yapan şey Yahudiliği kesinlikle tanımıyor olmalarıydı. Kapılarını herkese açık tutan ( bizde korku vardı, terörü yaşamıştık), Noel'de kendi inanlarının dışında herkesin girip ayine katıldığı Hıristiyanlık onlara daha bir tanıdıkken Yahudilik daha kapalı, daha kendi içine dönük bir inanç olduğu için, her yerde sinagog görmeğe alışkın olmadıkları için,  Amerikan filmlerinden Hıristiyanlığa daha aşina oldukları içindi belki.  Buna benzer bir çok sebep elit Türk insanını bu dine daha bir açmıştı. Onlardan biri olmak isteyecek kadar yakın olmasalar da, kapısından girdikleri Kilise'de mum yakmayı benimseyebilecek kadar bir yakınlık söz konusuydu.

Derken yıllar evvel, Israel'de İbranice kursununu son sınıfında okuduğum zamanlar bize öğretmenlik yapmış bir bayanı anımsıyorum. Çok hastaydı. Kanseri iyice ilerlediği halde hala her gün okula gelmeye devam ediyordu.  Kemoterapi yüzünden yaralar oluşan dudaklarına rağmen hala daha bize ve hayata gülümsemek için gayret gösteriyordu. Bir gün derste o kimi büyük Ravların mezarlarına gitmenin anlamsızlığını söylemiştim ben. Kadın öyle çok fazla inanan bir insan olmadığı halde bana insanların zor zamanlarında bir şeylere tutunmak istemelerini doğal karşılamak gerektiğini söylemişti. O an o kadının bulunduğu durumu düşünerek çok üzülmüştüm. Belki de konuştuklarımda bir çeşit duyarsızlık bile varmıydı diyorum.

Derken insanların Tanrıya kendilerini yakın buldukları mekanları ziyaret ederek. içlerindeki problemleri o yüce güçle paylaşmaları aslında son derece doğal. Öncelikle biz insanlar zayıf düştüğümüz zamanlarda çok daha fazla sığınmak ihtiyacı duyuyoruz. Ne yazık ki hayat yolunda gittiği sürece, genç ya da güçlü olduğumuz sürece çoğu kez manevi şeyler, Tanrı kavramı insanlara boş geliyor. Sadece düştükleri zaman ağlayan çocuğun annesinin kucağına koşması gibi bir şey bu da zor zamanda Tanri'nın ellerine kendini teslim etmek.

Ve size, sorununuza cevap olabileceğine sizi inandıran herşeye bir an ümit bağlayabiliyorsunuz. Gideceğiniz herhangi bir mekanda edeceğiniz dualardan sonra tüm dileklerinizin gerçek olacağına inanırıyorsunuz birden.  Çaresizlik anında insanlar bir kurtarıcının arayışına giriyorlar. Bir türbe, bir duvar, kocaman bir mabet, belki de bir ağaç..  .

Seneler evvel İstanbul'dan gelen kuzinimi Kotel' e yani Ağlama duvarına götürdüğümüzde yolda Tanrı'ya tek bir dilek değil, upuzun bir mektup yazmıştı. Elimizden gelmeyenleri değiştirebilecek o Yüce Güçten bize el uzatmasını bekliyoruz. Belki de işin sırrı bir şeyin gerçekten olacağına inanmakta.

Geçen hafta Israel'de itiş kakış birbirlerini ezen  insanlar da Tanrıya dua etmeye dilekler dilemeye gelmişlerdi. İçlerindeki inançsa onları ölümüne bir huşu içine sokarken, aklı ve mantığı tamamen yerle bir eden toplu bir trans yaşayacak kadar kendilerinden geçebilmişlerdi.

Evimizin yanında baharla birlikte mor pembe çiçekler açan ağaca baktığımdaysa ben tuttuğum dileği düşünüyorum, Tanrının mucizelerinin orta yerindeyken gitmem gereken başka bir yer yok gibi, bu mucizelerin devamını dilemek için.


Batya R. Galanti

4 Haziran 2021 Cuma

Korona Krizi ve yeni bir Gazze Savaşı ve ardından kurulmaya yakın olan yeni hükümetin getirdiği hisler....

Yeni bir hükümete doğru gidildiği bu günlerde Israel'de hayat...


2020 başlarında Korona'yla gelen belirsizlikleri hatırladım geçtiğimiz haftalarda. Görünmeyen bir düşmana karşı duyduğumuz tedirginliği yazmıştım o günlerde. Savaşın bile bundan daha az korkutucu olabileceğini. Karşınızda gördüğünüz somut bir düşmana karşı strateji geliştirmenin kimi anlamda daha kolay olabileceğini. Elle tutulan bir düşmanla ateşkesin mümkün olduğunu. Covid-19 sa bilinmezlikleriyle ürkütüyordu. Kimsenin size net ve somut ve kesin cevaplar veremediği çok şey vardı. Ve ilk günler hijyene ve sosyal kurallara yeterince dikkat edilmediği takdirde bu küçücük ülkede bir kaç hafta içinde binlerce insanın ölebilmesinin olası olduğunu söylemişlerdi.

Geçtiğimiz haftalarda Yeruşalayim'de Araplarla başlayan çatışmaların ardından Hamas'ın Batı Şeria'daki kardeşlerine  destek mesajı olarak buraya füzeler atmasıyla bu kez Gazze'yle başlayan şiddetli çarpışmalarda ilk aklıma gelen şey yeniden  hangisinin gerçekten daha korkutucu olduğuydu. Korona mı yoksa Hamas'ın  dakikalar içinde üzerimize attığı onlarca füzenin tepemizde patladığı anlar hissettiklerim mi? Bitmeyen patlamalar esnasında hangilerinin demir kubbenin yok ettiği füzelerhangilerinin olası bir düşüş olduğunu anlayamadan daracık merdivenlerde, korunmasız oturduğumuz anlarda binayı yerinde titreten imha sesleriyle Gal'in geçirdiği strese karşı o anlar hiç bir şey yapamamanın çaresizliği mi daha zordu?

Aşkalon ve Sderot şehirlerinde günlerce çocuklar sığınaklardan hiç çıkmadılar. Günlerce bitmeyen alarmlar ve patlamalar sonunda, iki hafta evvel okullarına, sıralararına geri döndüler. Öğretmenler bu savaş öncesindeki çocuklarla, Gazze çatışmaları sonrası okula dönen öğrencilerin aymı olmadıklarını söylüyorlar. Psikolojik olarak bir çok çocuğun gerçek anlamda desteğe ihtiyaçları var.

Alarmların son bulduğu günlerden bugüne benim bile hala kulağımda kalan sirenlerin hatırasıdır sanırım..bir motosikletin ya da uzayan bir sesin başlayan sirenler olduğunu zannetmek.

Dün mutfakta bir şeyleri halletmek için uğrayan marangozun kapının rüzgardan aniden çarpmasıyla öyle bir havaya sıçrayışı vardı ki! Adam, patlama oldu zanettim derken ben  bir kez daha insanların hala daha son yaşananların tesirinde olduklarını düşündüm. Danielle de ateşkesin ardından, gece arkadaşıyla çıktığında, ya aniden bir şeyler olursa diye korktuğunu söylüyordu..

Sanırım travmatik, ekstrem olan her olayın insan üzerinde bıraktığı etkiler ayrı ayrı.. Ve hiç biri hoş değil. Ne Korona yüzünden sosyal ortamlara girmekten korkacak durumlara gelen insanlarla karşılaştığınız bir dünya hoş ne de her kapı vuruluşunda bir yerlerde patlama olduğunu zannedenlerden meydana gelen bir toplumun yaşadığı hayat idealdir..

Son bir senede psikiatrik ilaç tüketiminde yüzde otuzlara varan artışa, Israel'de son on günde yaşananların da eklenmesiyle birlikte görülen rekor ilaç satışları toplumsal sağlığımızı normale geri döndürmenin ne kadar zor olabileceğini gösteriyor.

Bir şeyi bozmak çok kolay. Düzeltmekse yıllar alabiliyor. Son haftalarda Gazze çevresinde yaşayan çocuklarda, konuşma ve uyku bozukluklarında büyük bir artış gözlenirken, kendilerine ve çevrelerine olan güvenlerinde görülen düşüşü düzeltebilmek için devlete çok fazla şey düşecek gibi görünüyor.

Bizler Israel'de Koronayı geride bırakana dek güvenliğimizi  başka yönden tehtid edenlerin hiç bitmeyecek savaşıyla karşı karşıya olduğumuzu bir defa daha anımsadık.

Dün kurulma yolunda ilk açıklamalarla bize yeni başlangıçlar için umut vermek isteyen yeni hükümetse bir anlamda başka türlü bir korkuyu getiriyor bir çoğumuz için.

Farklı ideallerin, farlı görüşlerin biraraya gelebilmesi kadar umut verici bir şey yoktur aslında. Bu bizim için söylenenlerin tam tersini başarabileceğimizi de ispatlıyor belki de. Eğer gerçekten başarabilirlerse.

Fakat her tür politik görüşe açık olmakla beraber, bu hükümete sokulan Israel düşmanı bir partinin ülkemiz için gerçekten bir tehdit olmayacağının güvencesini kim verecek?

Teröristlere destek veren, bu ülkede yaşayan Arapların sorunlarıyla ilgilenmenin çok ötesinde bir ajandaya sahip oldukları herkes tarafından bilinen, temeli Israel'e karşıt olan, antisiyonist bir partiyi devlet yönetimi içinde görmekten mutluluk duyduğumu, bunun içimi rahatlattığını söylemem yalan olur. Teror destekçisi, İslamist, radikal bir ortakla ülkeyi yönetmek fikriyle kendi sonumuzu kendi ellerimizle hazırlıyor olmadığımızı umut ediyorum..

Dilerim sözde aşırı milliyetçi diye adlandırılan Bennett'in de desteğiyle kurulan bu hükümet, her iki tarafın haklarını eşit derecede koruyabilecek bir orta yolu bulmayı başarabilir.

Aslında, temelleri tamamen farklı olan bu kadar çok fikrin birlikte kararnamelere imza atabilmeyi başarabileceklerine inanmakta çok zorlanıyorum.

Sanırım Netanyahu'yu düşürmekten başka birleştirici hiç bir ortak yönleri olmayan bu bir kaç partinin kurduğu hükümet gerçekten sonunda başa geçmeyi barabilirse yapması gereken ilk şey seçim sistemini değiştirmek olmalı. Bu hükümet dağılmadan evvel eğer bunu başarabilirlerse belki farklı  sonuç alabileceğimiz bir seçime gitme şansını kazanırız. ( Bu da tamamen benim görüşüm )


Batya R. Galanti




3 Haziran 2021 Perşembe

Israel Yüksek Mahkemesinin bu dört aileyi ırkçı, politik görüşleri yüzünden evlerinden çıkarmış olabilecekleri iddiaları doğru olamaz. Sonuçta kararın mahkemeye sunulan belgelere göre verildiği açıktır.

 Şeyh Jarra


Şeyh Jarra, Yeruşalayim'in doğusunda, eski şehre çok yakın bir semt. Bugünkü nüfusunun çoğunluğu arap. 1948'de Israel'in kuruluş ilanının hemen arkasından başlayan Arap-Israel Savaşı'nda Ürdünün ilhak ettiği Ürdün vadisi ve Yeruşalayim'le birlikte o tarihlere kadar bu yerlerde yaşayan Yahudiler Ürdün tarafından kovulmuşlardı. Araplara göre bu topraklarda Yahudilerin yaşamaya hakları yoktu.  1948'de Ürdün tarafından Yeruşalayimin ilhakını BM  tanımamıştı. Buralarda yaşayan Yahudilerse Yeruşalayim'in Batısına çekilmişlerdi.

Ürdün'ün bu yerleri ellerinde tuttukları dönemlerde Israellilerin Ağlama Duvarına yaklaşmaları yasaktı. Ve ilginç olan bugün Uluslararası sahnede sözde 1967 toprakları diyenlere karşılık Arafat 1964'te Filistin Kurtuluş Örgütünü kurmuştu bile. Yani, 1967 iddialarına karşılık Araplar 1964'ten bu yana bir yerleri kurtarmaktan bahsediyorlardı. 1967 Savaşı çıktığında Israel Ürdün Vadisini ve Yeruşalayimi Ürdün'den geri aldı.

Şeyh Jarra'da bugün yaşanan olay ilkte politik olmaktan çok özel bir davaydı.  1948'de Ürdün'ün burayı aldığı dönemde buralarda oturan Yahudilerin ellerindeki tapularla açtıkları mahkemeyi kazanmaları üzerine dört ailenin evden çıkmaları gerektiğine dair çıkan bir karar söz konusuydu. Buralarda senelerce geçerli bir belgeye sahip olmayıp kira vermeden  oturan dört aileye karşı evlerin tapularını gösterenlerin başlattıkları bir davanın sonuçlanmasıyla ortaya çıkan politik çalkantılar Israelli Arapları dış destekli koca bir ayaklanmaya kadar getirdi.

Yıllarca yaşadıkları evlerden,   Yüksek Mahkeme kararıyla çıkan boşaltma kararına karşı çıkmaları durumu iyice gerdi.


Israel Yüksek Mahkemesinin seneler süren davanın sonunda bu evlerin Yahudilere ait olduğunun ispatlanmasıyla Yahudilerin lehine tamamlanan kararı bütün dünyada büyük tepkilere yol açtı.  

Israel Yüksek Mahkeme Yargıçlar tarafıkndan desteklenen kararın arkasında politik bir çizgi olmadığı bilinmelidir. Çünkü Israel Yüksek Mahkeme Yargıçları tamamen Israel politik çizgisinden ayrı yürüyen özgür bir kuruldur.

 Israel Yüksek Mahkemesi Knesete halkın oylarıyla seçilen Milletvekillerinin ve Israel Sağının en çok eleştirdiği kurumlardan biridir. Neden mi? Çünkü bu kurul ilk baştan beri yanlış bir yasa tasarısı üzerinden kendini yenilemeye devam eden bir sistem kurmuştur. Israel'deki Yüksek Mahkeme Kurulu kendi içinde kendisini seçer. Yani ilk kurulduğu günden bugüne radikal sol görüşlü yargıçların ellerinden çıkan kararlarla yürütülen Israel Yüksek Mahkemesi bugüne dek farklı görüşleri kendi içine almaz. Yani Israel'de halk ne kadar sağ kanata oy verse de. Israel'de her ne kadar sağ hükümetler göreve gelse de, Yüksek Mahkemeden çıkan kararlar hep radikal solun kararlarıdır. Bu yüzden eğer Israel Yüksek Mahkemesi herhangi bir kararda Arapların yanında yer almamışsa burada ayırımcı bir idealizm peşinde politik hamleler aramak doğru olamaz. Çünkü karar radikal solun elinden çıkan imzayla verilmiştir.

Halbuki yargı ne bir tarafı ne de diğerrini kayıramaz. Yargı adil olmalıdır. Yargı terörü destekleyenlere arka çıkıyorsa bu yargıda sorun vardır.

Sonuçta liberal görüşlü kişiler tarafından monopolize edilen Israel Yüksek Mahkeme Kurulu bir taraftan Israel demokrasisini korumakla yükümlü olduğunu iddia ederken diğer taraftan sağ görüşlü hiç bir yargıcı seçmeyerek kendilerine kapalı bir kulüp kurmak üzere oluşturdukları  sistemle sadece kendi istediklerine açık tutarak demokrasinin kabul edemeyeceği bir eyleme senelerdir devam etmekteler.

Yani Israel Yüksek Mahkemesinin bu dört aileyi ırkçı, politik görüşleri yüzünden evlerinden çıkarmış olabilecekleri iddiaları doğru olamaz. Sonuçta kararın mahkemeye sunulan belgelere göre verildiği açıktır.

Yahudileri bıçaklayan, arabayla ezen Arapları affedebilen, teröristlerin kendilerini ve karılarını senelerce  besleyen, Yahudi çocuklarını boğazlarını kesmek üzere yataklarında öldüren teröristlerin Israel Hapishanelerinde en rahat şekilde yaşatan Israel Mahkemesinin  Yahudilere ait olan bu tapuları görmezden gelemeyerek kararı bu dört aile için evlerini boşatlamaları gerektiği şekilde vermeleri, sonuçta 1948'de burada yaşayan gerçek sahiplerinin haklarına karşı çıkamamalarıdır.

Israel Yargısı gibi Israel Medyası da Israel Parlamentosunda kimin görevde olduğu farketmeksizin çoğu radikal sol olan kişilerin elindedir. Israel Basınında Arapların hakları Yahudilerinkinden fazla korunmaya çalışılırken hala daha Apartheid suçlamalarıyla karşı karşıya kalmamız gülünçtür.

Bu sabahsa yeni bir döneme gözlerimizi açtık. İki senenin sonunda kurulan Değişim Hükümetiyle, yeni bir hükümetle yolumuza devam edeceğiz. Değişim hükümetinin neleri değişitireceğini göreceğiz.  2009'dan beri başbakanlığı elinde tutan Netanyahu'ya karşı hiç biri çoğunluk olmayan, toplama oylarla biraraya gelmiş  plüralist bir hükümetle yola devam edeceğiz. Orta sağ, orta sol, radikal sol,  milliyetçiler  ve  "Israel düşmanı (!) bir Arap Partisinin birlikteliğiyle kurulmuş bu yeni hükümet  umarım herkes için olumlu şeyler getirir. ( Ama hala kimi dış basında hükümete katılan Milliyetçi partiyi konuşuyorlar.  İçimizde bizi yok etmek isteyenlerin hükümete girmesine bir yorumları yok.. )

Bugünkü Israel'i en iyi tarif eden bu hükümetle yola devam etmek nasıl olacak göreceğiz. Her birinin yüzde beş,  yüzde altılık oylarla toparladığı iki başbakanla yani birinin ardından bir diğeriyle yola devam edeceğiz. Milliyetçi akımı temsil ettiği halde sonunda Araplarla el sıkışan Naftali Bennett Netanyahu'dan görevi ilk teslim alacak kişi olacak. Bu kadar farklı fikirlerin ne derece birlikte bu işi götürebileceklerini yaşayıp göreceğiz. Dilerim çok kısa zamanda beşinci bir seçime gitmek zorunda kalmayız.



Batya R. Galanti

2 Haziran 2021 Çarşamba

Cephede kaybetseler de diplomaside kazanıyorlar

Cephede kaybetseler de diplomaside kazanıyorlar.


Uzun bir 10 günün ardından yazacak  çok şey var. Benimse kafam biraz yorgun, biraz karışık, biraz belirsizliklerin getirdiği soru işaretleriyle dolu.. Mısır ín aracı olduğu barış görüşmeleri Hamasín kimi olumlu açıklamalarına rağmen nereye gidildiği belli olmayan bir tonda devam ediyor. Karşılıklı beklentiler cevap bulabilirlerse eğer neredeyse iki hafta evvel yürürlüğe giren ateşkesi uzun vadeli bir antlaşmayla onaylamak mümkün olacak.

Bu arada bu son çatışmanın yankıları içeride ve dışarıda devam ediyor. Israel'de, Hamas'a indirilen darbe açısından başarılı olduğu söylenen operasyonun Israelín gün geçtikçe uluslararası sahnedeki desteğini  azalttığı biliniyor. Hamas ise tüm kayıplarına rağmen uluslararası medyadaki başarısıyla Israel'e karşı büyük bir galibiyet içinde. Sivillerin içinden sivilleri vurmak kadar etkili  bir silah yok sanırım.

Geçen hafta Fransız Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian, Israel'ín bu yolda devam etmesinin bu ülkenin hızla Apartheid olma yolunda olduğunu gösterdiğini söylemiş. Ve tabi Netanyahu buna hiddetle karşı çıkarak, Fransız Dışişleri Bakanını kınamıştır.

Her ülke kendi iç ve dış politik hesaplarına göre bir diğer ülkeyle olan ilişkilerine ayar verir. Fransanın Ortadoğudaki aktif politiklari, Israelín  çekişmede olduğu Lubanan'la olan yakın ilişkileri. kendi içinde yaşayan milyonlarca müslümana karşı hissettiği sorumluluk uzun senelerden beri Israel'le olan ilişkilerini doğal olarak bu çıkarlar çerçevesinde etkilemiştir mutlaka. İki ülkenin bir çok konuda ortak noktaları olmasıyla birlikte Fransa'nın Araplarla olan çekişmesinde Israelí desteklemesi düşünülemez.

Ve Fransız Dışişleri Bakanı her ne kadar Israelín bulunduğu zor durumu bilse de Filistinín haklarının arkasında olduğunu göstermek zorunluluğu onu Israel'e karşı konuşturmaktadır.

Bir taraftan Apartheid ülke olduğumuz açıklamalarını okurken, diğer tarafta, telefonda aradığım şirketin otomatik sekreteri , Arapça için ikiye basın diyordu!

Israel'de, kurulma aşamasındaki yeni Değişim Hükümetinden bahsetmeden geçmek mümkün değil. "Siyonizm karşıtı", İslamist Ra'am Partisi Mansur Abbas Koalisyon görüşmelerinin en çok konuşulan taraflarından biri. Bu Koalisyonun kurulabilmesinin şartlarından biri de Mansur Abbas'ın  ( Israel ín varlığına karşı olan bir partinin ) desteğidir. Ama Fransız Dış İşleri Bakanına bakarsanız Israel Apartheid. İnsanlara Apartheid'ın ne demek olduğunu bir daha hatırlatmak lazım.

Benim ülkemde yaşayan Arap kadınlarının hiç bir bölge ülkesi kadınlarının sahip olmadıkları hakları var. İyi ki de buradalar. Seslerini çıkarabildikleri tek ülke Israel. Bağırıp çağırabildikleri tek sokaklar Israel sokakları. Polise küfür edip, el kol hareketleriyle hakaret edebildikleri tek bölge ülkesi İsrael. 

Büyüdüğü Lod Şehrinin orta yerinde yakalandığı Arap göstericiler tarafından linç edilen Yahudiler, yine çok kızdıkları için ellerine geçen ilk Yahudiyi sokak ortasında döve döve öldürebilen arapların yaşadığı bir ülke Israel.  Lod şehrinde bir camide, "Elinize alın bıçağı ve çıkın Yahudilerin boğazını kesin!"diyen imam bir hafta sonra hala tutuklanmamışt aynı Israel'de.

Avrupa'da, Israel sokaklarında bu ülke bir gün bizim olacak diye bağırıp çağırarak pankartlar taşıyan Araplara  duydukları sempatiyi  anlıyorum. Hepinizin tek ortak noktanız Israel nefretiniz.

Geçtiğimiz hafta, İngilltere'de yayınlanan, ve yüksek ratinge sahip gece programı  Last Week Tonight With John Oliver " da  satirik monologlarıyla tanınan komedyen John Oliver'in Israel'i hedef aldığı  on dakikalık monoloğu epey yankı yaptı.

Israel'i proporsyonel olmayan saldırılarıyla eleştiren komedyene göre iki tarafın da çektiği bu saldırılar da açıkça bir taraf çok daha büyük bir bedel ödemekte.  Israel'in kendini savunabildiğini ancak karşı taraftaki sivillerin acımasız bombalardan kaçabilmelerinin mümkün olmadığını hatırlattığı monologta, Israel'i tüm olanlaradan sorumlu tutarken, bir tarafta ölenlerin hesabını hep aynı kişiye çıkarmış. Hamas teröristlerini militan olarak nitelerken bir kez olsun yaşanılanlarda "terörist"grubun adını ağzına almamış. Hamas'ın acımasızlığını bile bile örtpas etmeye çalışırken ne yaptığının eminim ki farkındaydı Oliver.  

Bir tarafın kendisini korumak için savaşmabilmesi diğer tarafa saldırmak lüksünü vermez. Bir tarafta daha az ölümler olması seni bu kadar sinirlendiriyorsa, senin üzerine bir haftada 4500 füzenin atıldığı bir yerde kalıp karşılığında nasıl davranacağını görmek istediğimi söylemek isterdim ben de!

Israel'deki ölümlerin çok daha az olması onu açıkça sinirlendirmiş görünüyordu. 

Ve en önemlisi de Hamasín Israel'e yönlendirdiği roketlerden bazılarının Israel tarafına ulaşamadan Gazze'de düştüğü için yaşanan ölümlerin bir çoğunun Hamas'ın kendi silahlarından çıktığını da biliyor mu acaba Oliver??!!!

Ölen hiç bir çocuğun acısını azaltmayacak açıklamalara gerek bile yok aslında. Kimse hiç bir çocuğun ölümüne sevinemez. Ve sevinmiyor!!

Fakat, bu bölgede yaşananların hangi koşullarının sonuçları olduğunu kaç kez yazmak mümkün? Kaç kez, insanlara sivillerin nasıl kullanıldığını anlatabilirsiniz?

Onlar zaten sadece kendi inanmak istediklerine inanıyorlar

Hamas ta bunu biliyor ve kullanıyor. Cephede kaybetseler bu savaşı medya yoluyla diplomasi de kazanıyorlar.


Batya R. Galanti


23 Mayıs 2021 Pazar

 Bir ateşkesin ardından 


Geçen Cuma. saatler gece yarısı ikiyi gösterdiğinde Gazze'yle Israel arasında ateşkes yürürlüğe girdi. Bütün akşam ille de beklediğimiz son atışlar olmadı. Hamas ilk kez son showu kendine saklayarak sessizden durumu kabullenmiş gibi göründüyse de Israel ordusunun daha sonraki açıklamalarında Hamas'ın  sınıra bir grup komandosunu Israel askerlerine saldırmak için gönderdiği ortaya çıktı. Israel'in  bu teroristleri uydudan takip ederek yok etmeyi başarması, Hamas' in ateşkesin yürürlüğe girmesinden iki saat evvel hazırladığı süprizin başarıya ulaşamaması belki de Israel'in daha büyük bir tepkisini de engellemiş oldu. Ve iki taraf arasındaki bu çatışma şimdilik sonlanmış oldu.

Bir gece ansızın başlayan patlamalar on gün sonra yerini sükunete bıraktı. Arkasında küçücük çocuklardan, genç kızlara ve hatta hayvanlara kadar olan karmaşadan travma yaşayanlarla birlikte... Şimdi yaraları sarma zamanı. Şimdi kimi sorulara cevap bulmak zamanı. Şimdi yanlışları düzeltme zamanı. Şimdi elimizi başımıza koyup üzerimize düşen seyleri daha iyi kavramak için yeniden düşünme zamanı.

Israel Medyasında geçen son günlerin ardından bu savaşın analizleri başladı . Nedenleri , niçinleri..bir sürü açık görüşler..doğrular, hatalar, yanlışlar, kusurlar, olası herşey masaya yatırılıyor.. Hamasa verilen zarardan da bahsediliyor.

Kilometrelerce uzunlukta tünellerin imha edildiği konuşuluyor. Her yıl milyonlarca dolar harcanan tüneller. Tam teşkilatlı, havalamdırma dahil, hiç bir şeyin eksik olmadığı tüneller.. Hamas'ın yeraltı dünyası. Toprağın üzerindeki sefalete karşın , toprağın altında yatan milyonlarca dolar. İçlerindeki cephanelerle birlikte.. Israel'in yok ettiklerinden daha geride ne kadarı kaldı bilmiyorum.

Ateşkesin daha ertesi gününe Hamas'ın  buraları yeniden inşa etmeye başladığı, bunca bütçenin harcandığı roketlerin yerine yenilerinin geleceği şüphesiz.

Ateşkes gecesi  Gazze'de zaferi kutlamışlar.  Havai fişeklerle Gazze sokaklarında sevinç gösterileri olmuş. Israel tarafındaysa gece sessizdi. Sabahına da hayat olduğu yerden yeniden devam etti buralarda . Sevinilecek bir şey yok.  Belki sadece çatışmanın bitişi insanı rahatlatıyordu o kadar!!


Peki Gazzelilerin zaferi neydi? Kaybettikleri 60 çocuğa mı sevindiler?  Belki de Hamas'ın zorlamasıdır o gösteriler de. Bunu bilmiyorum.

Bundan sonra savaş olmaz artık diyemiyoruz. Birincisi aramızdaki hesap bitmedi. Ateşkes bile kağıt üzerinde imzaya geçmedi. Sadece lafta olan ve bir zaman için devam edecek bir sessizlik bu. Şu an için her ne kadar Hamas'a büyük bir darbe indirilmişse de . Bizim tarafımızda da ölenler oldu. Oradan çok daha az olsa da. Bir sürü ev yıkıldı. İnsanlar büyük bir travma yaşadılar.

Peki Araplar neyi kutluyorlar hala? Bu kadar sevindikleri nedir?  Neden karşı tarafta insanlar hatta çocuklar ölünce kendilerinden geçercesine mutlu oluyorlar? Neden yaşama değil ölüme değer veriyor bu insanlar? Nereden geliyor bu anlayış?

11 Eylül'de New York'taki Kuleler  yerle bir olduğunda Gazze'te sokaklara çıkıp baklava dağıtan insanların bundan çıkarları neydi? Sevinçlerinin anlamı neydi? Onlara hiç bir zararı olmayan öylesine insanların ölümüne neden seviniyorlardı?

.............................

Bu seferki çatışma Hamas'ın kendini gösterme savaşıydı bence. Eskisinden çok daha kuvvetli olduğunu. Eskisinden çok daha iyi hedef alabildiğini. Bir defada çok daha fazla hedefi vurabildiğini. Çok daha yoğun saldırılara hazır olduğunu gösterdi Hamas.

İlk gece bizim küçük evde bulunduğumuz anlarda yaşadıklarımız daha önce yaşananlara göre daha korkutucuydu. Saat sekizi gösterdiğinde birden başlayan roket saldırıları yarım saat hiç durmadan devam ederken, patlamaların ardı arkası kesilmemişti. Ev olduğu yerde sallanırken merdiven boşluğunda basamaklara oturan bizlerin bir yandan dua ederken diğer taraftan Demir Kubbenin gerektiği gibi işini tamamlamasını umut etmekten başka elimizde hiç bir şey yoktu.

Aslında her ne kadar Hamas'ın savaş kapasitesini geliştirdiği gerçekse de , 2014'te de attıkları roketlerden biri iki sokak ilerimizde bir eve isabet ettiğinde bütün bir kat yerle bir olmuştu. Ve dairedeki sığınak odasında saklanan aileye hiç bir şey olmamıştı.

Ve dün televizyonlarda dünyanın bir çok köşesinde , New York, Paris, London gibi şehirlerde yapılan Filistin yanlısı gösterilerde, göstericilerin zaman zaman  Yahudileri nasıl hedef aldıklarını, saldırıp dövdüklerini gösterdiler. Yahudiler, Yahudi Devletinin geçirdiği zor günlerde, dünyada daha da zor zamanlar geçiriyorlar. Sadece Yahudi oldukları için. Kimi Israel Bayraklarıyla gösteri yapanlara da şiddetle tepki veren çoğu Müslüman oldukları belli olan göstericilerin saldırgan tutumlarını gördüğüm de kiminle muhatap olmak durumunda olduğumuzu daha iyi anlıyorum, Sanırım Amerika'daydı, kadın göstericilerin ağızlarından şu sözler çıkıyordu, haykırarak;  We want 48!"  48'i istiyoruz!! İşte sorun da bu. Ve hala dünya kiminle muhatap olduğumuzu görmek istemiyor!!

Onlar ekstrem fikirleriyle, bugüne dek Israel'i tanımıyorlar. Bir 73 sene daha geçse tanımayacaklar. Bu insanların amaçları huzur ve barış değil. Sokaklarda kendileri gibi fikirleri savunmayanları linç etmeye hazırlar. Bir lokantada yemek yiyenlerin Yahudi olduklarını anladıkları an üzerlerine saldıracak kadar gözleri dönmüş bunlar. Hiç bir sınırları yok. Ancak dünya hala onlara daha ılımlı, daha sıcak bakıyor.

Bu bölgede Batının gerçek güveneceği tek ülkeyse Israel. Onların çıkarlarıyla aynı çıkarları paylaşan. Radikal İslama karşı savaşan ülke Israel. Biz Batıya karşı olan gruplara karşı mücadele ediyoruz halbuki. İran ya da Da'ash ya da Hamas, bu grupların tek hedefleri, dünyada kendilerinden görmedikleri herşeyi yok etmek ve ilginç olan Avrupa medyası barışa karşı tek suçluyu Israel olarak parmakla göstermeye devam ediyor. Bile bile, kendileriyle aynı değerlere sahip olanlara karşı Cihad için ölmeye hazır ektrem grupları destekliyorlar. Savaştığımız şeyin arkasında bunlar olduğunu görmemek için inat ediyorlar!

Bu savaş biterken son saatlerde Lübnan'dan bir diğer Filistinli Fraksyondan bu defa kuzeye de roketler atıldı. Son yılların en çok konuşulan senaryosu sanki gerçeğe dönüşür gibiydi ilk anlar. Hem güneyde hem Kuzeyde çalan sirenlerle belki de çok cepheli bir savaşa  sürükleniyorduk belki?

Ancak bu seferlik bu senaryo sadece Hamas'ın bir final oyunuydu.

Şu bir gerçek ki. Demir Kubbe buradaki insan kayıplarını çok büyük oranda azlatıyor. Demir Kubbe üzerimize atılan roketlerden yüzde doksanını havada imha etmek kapasitesine sahip. Ancak karşımızdaki düşmanın bir anda yüz roket atma kapasitesine eriştiği bu durumda 10 roketin sivillerin üzerine düşeceği gerçeğini unutamayız. İlerideki olası Hizbullah-Hamas-Israel Savaşında binlerce roketin üzerimize atılacağı senaryolarına göre, yüzlerce roket aynı anda sivilleri hedef alacak demektir.

Israel son yıllarda Demir Kubbe AntiMisil silahı Lazer'le değiştirmek için çalışmalar yapıyor. Ancak son dönemde Lazer sistemiyle yürüyecek olan bu silah için ayrılan bütçe yeterli gelmeyince bu konudaki çalışmalar bir dönem için askıya alındı. İlk etapta pahalı olan ancak ilerisi için çok daha ideal ve etkili olan bu Demir Kubbe'yi Israel'in tamamlaması bir zorunluluktur.

Ve keşke bunlara hiç gerek olmasaydı diyoruz. Keşke, diplomasiyle, konuşmalarla bir yere varılsaydı.

67 topraklarıyla bitecek bir barışa çoğunluğun yok demiyeceğinden emindim. EĞER karşımızda vereceğimiz topraklarda bizimle huzur içinde yaşamaya evet diyecek insanlar olsaydı!!!


Batya R. GALANTI

20 Mayıs 2021 Perşembe

Ateşkese ve ateşkesten yeniden çıkacağımız güne dek. 


Sanırım artık ateşkese iyice yaklaştık. Çocuklar hala  okullara dönemeseler de bu sabah ilk kez  cıvıl cıvıl öten kuşların sesleriyle başlayan bir gün oldu.. Bu sessizliğin ateşkesin yürürlüğe girmesinden evvel görmeye alışkın olduğumuz o son perdeden evvelki sessizlik olduğu tahminleri yapılıyor.  Hamas'ın son sözü hep ben söylerim kompleksinden gelen o son atışları bekliyoruz yine... Tel Aviv'e kadar atacakları son roketleri... Belki debu sefer gerçekten de hemen susar otururlar artık.   Gal dün bütün gün bana ateşkesi sordu. Onu ikna etmeye çalışırken, sözlerimi devamlı tekrar ediyordu arkamdan. Öyle olacak değil mi anne?! Bu son günlerde yemeği de iyice kesti. Zaten küçücük listesindeki istisna ve faydasız yemeklerin çoğunu da reddetti bu on günde... sıkıntısından, korkudan.. Bumlardan, sirenlerden çok korkuyor oğlum. Sirenlerden normal insanlar, olgun kişiler bile korkmuyorlar mı? İnsanın bütün sinirlerini kaldıran, bir felaket habercisi gibi benliğinize saldıran çığlıklar gibiler.  . Dün gece Gal ilk kez  salon yerine kendi odasında yatmayı göze aldı. Orada burada uyumaya çalışmaktan iyice hırpalanmış görünüyor.

Bir kaç gün evveline kadar odalarda uyumak zaten mümkün değildi. Evin altı üstündeydi. Her biten işin arkasından bir köşeyi toparlamaya çalışıyoruz. Kendimize evin belirli yerlerinde yaşanası köşeler yarattık. En büyük sorunumuz, banyolara takılı olan duşlardan başka bir su kaynağının olmaması. Çeşmeler yok. O yüzden çoğu tek kullanımlı şeylerle idare etmeye çalışırken yıkanacak bir şey olduğunda duşun altında yıkamaya çalışıyorum. O zaman da oldu olacak her seferinde ben de yıkansam diyorum, ayaklarım ve paçalarım islanırken gülüyorum o anki lüks sayılabilcek imkansızlığıma. Yarın banyo dolabımızla çeşmeler takılacak banyolara ve kısmen rahatlayacağız. Önümüzdeki hafta da mutfak bitecek ve biz şu girdiğimiz evin  içindeki kamp şartları dönemini arkada bırakmış olacağız. Ya Gal ne desin en küçük değişikliklerden rahatsızlık duyan bu varlığın hayatı bir anda ters düz oldu.

En üzücü olansa bu savaşın sonunda da hiç bir şeyin aslında çözülmemiş olduğunu bilmek. Dün öğleden sonra Lübnan'dan Israelín kuzeyine roketler atıldı. Dört roket, kuzeyi hedef aldı, Haifa ve Akko şehirlerini. Ve bir anda kendimizi bir sürü sorunun içinde bulduk. Yoksa bize karşı yeni bir cephe mi açılıyor? Bu bölgede aklı başında insanlar yok ki! Bu bölge'de Daásh var, selefiler, Hizbullah var. Müslüman Kardeşler var!! Acımasız insanların acımasız sistemlerle bir diğerlerinin kafalarını kesebildikleri bir bölgede problemli sınırlarımız var! Ve bu sınırları birilerine devretmenizi bekleyen dünyalılar var!! O sınırlarda gezen eli silahlılar, roketatarları sivillerin arasından ateşleyenler her yerdeler. Siviller ölüyor diyorlar BBC'de!! Allah Kahretsin sizi Yahudiler.. Katilsiniz!! 

Siz bizim yerimizde değilsiniz! Konuşabildiğiniz kadar! Kimseye beddua etmek istemiyorum. Kızgınım. Bizi böyle şartlarda yaşamaya mecbur edenlere, şartlara, koşullara, insanlara, dünyaya!

Yerushalayimi hedef alarak başlattıkları bu savaş şimdilik dün kuzeyi de hedef almalarıyla noktalanmış gibi. Ateşkes bu saldırının ardından geldi. Hamas iyice köşeye sıkışınca son kozunu kullandı.

Peki Hamas neden o ilk gün Yerushalayimi vurdu. Neydi onu sinirlendiren?

Burada bir çok faktör var bence. Ben savaş uzmanı değilim ancak, okuduklarım, duyduklarım yaşadıklarım, gördüklerim ve kendi şahsi değerlendirmelerim mevcut tabi. Biz küçük insanların da şahsımıza ait fikirlerimiz var mutlaka. Strateji uzmanları olmasak ta.

Israel'in son dönemlerde İran'a karşı yürüttüğü derin bir savaş var. Nükleer güce sahip olmamasını istediği İran'ın tehtidleri hiç durmadan devam ederken, İran'ın açıkça Israel'e karşı savaşn tüm grupları desteklediği açık. Aramızda ufaktan ya da kimi zaman genişten devam eden savaşın birinci uzantılarından biri  Hamas. İran'ın Hamas'a verdiği silah ve lojistik destek biliniyor. İran'ın Hamasi maddi ve manevi desteklediğini bilmeyen yok.   Kuzeyimizde  Hizbullahi yetiştirip büyüttüğü gibi, Hamas'ı da denizden ve karadan donatmaya devam ediyor.  

 Israel'in Gazze ablukasının sebebi nedir sanıyorsunuz? Balıkçıların kısıtlanmasını kim istiyor ki? Israel Hamas'a denizden gelen savaş malzemeleriyle yüklü gemileri kontrol edebilmek için buralarda abluka uyguluyor, çünkü Hamas'a giren çıkan malzemelerin başı sonu belli değil.  

Ve Hamas'ın bu şiddeti başlatmasındaki diğer  faktör Erdoğandır. Son günlerde Türkiye'de esen Filistin rüzgarlarının bir kasıragaya dönüşüne baktığınızda. Türk Hükümetinin açıklamaları, Erdoğan'ın verdiği söylevler adeta Türkiye'nin şahsi bir meseleyle mücadelede olduğunu düşündürebilir. O kadar ki bu son durum en azılı Erdogan karşıtı Atatürkçü Türkleri bile yoğun şekilde içine almış görünüyor. Korona ve Ekonomik Kriz değil, Gazze konuşuluyor. Hem de öyle  böyle konuşulmuyor. Başka bir sorunları kalmamış gibi bir haldeler. Kendi topraklarına saldırılmış gibiler.  


Erdoğan Milletine Türk'ün gücünü hatırlatıyor. Annem bile kanıyor buna. Erdoğan Yerushalayim'e asker göndermeye karar vermiş efendim. Daha neler! Kolaydısanki. O ne isterse onu yapacaktı!!! Tüm Türkler ayaklandılar. Vatan Millet Sakarya naralarıyla birlikte zafer çığlıkları bile atıyorlar.  İçlerindeki Yahudilerin de ödleri kopuyor, 19 Mayısımız kutlu olsun mesajlarını sosyal medyada paylaşırken biz sizdeniz bize dokunmayın ne olur diye yalvaracak duruma getirildiler. Araplara birileri fikir veriyor, destek çıkıyor, uzaktan kumandayla..

Her şey10 gün evvel Yom Yerushalayim'le başladı.  Israel'de Yom Yerushalayim her sene kutlanır. Bunun belli bir tarihi vardır. Bu gün ilk kez bu sene kutlanmadı. Bu yüzden Yom Yerushalayim'in Filistinlileri kışkırtmak için düzenlendiğini iddia etmek yalandır.  Yom Yerushalayim genç kızlar ve çocukların bayraklarla yürürken şarkılar söyleyip dans ettikleri kutlamaları kapsar.  Birden bire bunu sebep göstererek,  İslam'da en kutsal üçüncü yer olarak kabul edildiği iddia edilen ve içinde önemli miktarda Arabın yaşadığı bu şehri roketlerle hedef almak sadece onların yapabileceği bir eylemdir. Araplar kendi kutsal mekanlarına ve insanlarına kendileri saldırıyorlar.

Kimse Israel'de olanları konuşmuyor. Yaşananlar Israel'in keyfi, saldırgan politikaları olarak yorumlanıyor.  Gazze çevresindeki binlerce insanın senelerdir süren cefasını bir kez dile getiren bir yabancı yayın kurumu oldu mu bilmiyorum. Buralardaki çocukların roketlerin altında yaşamaya mahkum edildiklerini anlatanlar nerede?

Hamas'ın Filistinli çocukları çalıştırdıkları tünellerin hedefi Israel tarafında yaşayan ailelerin evlerine girip Yahudileri öldürmek. Yemek için, ilaç için gönderilen paraları çocukları çalıştırdıkları tünellere dökenler Gazze'deki sefilliğin devam etmesi için ellerinden geleni yapıyorlar.  Daha iyi bir gelecek için, iş ve okul imkanları sağlamak için çalışmıyorlar.  Bu tünellere milyarlarca dolar harcadılar şimdiye dek!!Çocuklar İslamist kamplarda küçük yaştan Israel nefretiyle geleceğin  komando birliklerinin bir parçası olmak üzere eğitiliyorlar. Doktor, mühendis, hemşire gibi meslekleri hayal edenlerden çok Israel'e karşı savaşan intihar komandosu olmak hayalleriyle büyüyen çocuklar var Gazze sokaklarında. Çünkü bulundukları durumun tek suçlusunun Israel olduğunu anlatan Hamas onların geleceğini kendi elleriyle, kendi istediği gibi çiziyor. Anne babaları bu propagandalarla avunurken, Hamas'ın kendilerine yaptıklarını göremeyecek şekilde cahil bırakılıyorlar. Gerçekleri görenlerse seslerini çıkaramıyorlar. Çünkü kendilerini yönetenlere karşı aciz bırakılmışlar..

Ateşkesten ateşkese, Hamas her defasında kendi gücünü yenilemeye devam ediyor. Kendi gücünü, roketlerini. Israel'i vurma kapasitesini. 10 tane roketten dokuzunu vuran Demir Kubbe'nin kaçırdığı her roket bir eve, bir yuvaya düşme şansına sahip. Hamas bizi öldürmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ancak bizim savunma sistemimiz güçlü. Bu demek değil ki Hamas'ın bizi hedef almaya devam edeceği bir durula ilelebet yaşamak mümkündür!

Ya Gazze halkı daha ne kadar radikal grupların kontrolü ve zalimliği altında ezilmeye devam edecek? Biz nereye kadar onların içindeki şiddet yanlısı gruplardan korunmak için oluşturduğumuz şartlarla, aramıza koymak durumunda kaldığımız duvarlarla, ablukayla,   bugünkü durumla hayata devam edebileceğiz. Bu insanlar  barış isteselerdi buralarda bir Singapur bile yaratabilirlerdi. Akıllarıyla, paralı sheyhlerin yatırımlarını kendilerine çekerek!! Ortadoğunun iki güzel komşusu olarak çok daha iyi bir gelecek için yan yana yaşayabilirdik!! Oysa............


Batya R. Galanti

19 Mayıs 2021 Çarşamba

Bundan sonraki adım, Gazze'ye insanı yardımlara yeniden başlamak olacak. Aslında Gazze Hamas'tan tamamen arındırılmalıydı. Gazze'ye getirilen yardımların gerçek hedeflerine ulaşabilmeleri için Gazze'de öncelikle müfettiş rolünü üstlenecek tarafsız kurumlar bulunmalıdır. Bu insanların geleceklerini garantiye almak için, Gazze tüm zararlı organizmalardan ( !) temizlenmelidir.

Tsahal Hamas'ın gücünü kırmayı kafasına koymuştu. Bunu da belli oranda başardı!


Bir taraftan hala bitmeyen tadilat, diğer tarafta savaşa rağmen devam eden hayat.. Sirenlere, düşen roketlere, kimi yaralananlara ve hayatını kaybeden insanlara rağmen yaşam durmanıza engel oluyor. Sizi bekleyen şeyler var hala.  Bir çokları korkudan evlerinden çıkmasalar da. Bir diğerleri işlerine evden devam etseler de..  Dün şehirlerarası yoldaydım.. Hem de güneye doğru yol almak zorundaydık. İçimde beni bırakmayan korkuyla. Şimdi sirenler başlarsa eğer nasıl ve nerede dururum, ne yaparım hesapları hiç durmadan kafamda dönüp dururken, bir diğer taraftan kendimi Tanrının ellerine teslim etmekten başka çarem olmadığını da düşünüyorum. Bazen herşey olacağına varır diyorsunuz. Çaresiz!! Eğer mecburiyetler sizi devam etmeye zorluyorlarsa. Aslında dün  arabada giderken, pırıl pırıl bir güneşin altında, çoğu açık alanlardan, tarlalardan, yemyeşil arazilerin içinden geçen çevre yoluna baktığımda, ne güzel buraları diye düşünüp durdum her an.  Rishon Le Tzion'dan Netsiona,  oradan Rehovot'a doğru uzanan, küçük ülkemin ufacık şehirlerini birbirine bağlayan yolları.. Kenarlarda sık sık palmiye ağaçları, bir çok yerde kocaman fujya, pembe beyaz çiçek buketleriyle donanmış yol kenarları.

Tek katlı evlerin çoğu öyle çok ahım şahım şeyler değiller. Son yirmi senede Israel'in tüm şehirlerinin yeni mahallelerinde inşa edilmiş modern apartmanlar  buralarda da çoğunluktalar artık. Rehovot, Israel'deki bir çok buluşların beyni olan Weizmann Bilim Enstitüsü'nün de mekanıdır. Hemen şehrin girişinde, kocaman bir bahçeden girilir buraya. Weizman Enstitüsünü  geçtikten sonra devam ettiğimiz ana yolda, bir kaç kilometre ilerledikten sonra kendimize park yeri ararken, yeniden sirenleri düşündüm. Çalarsa bu küçücük şehrin tam ortasından geçen caddesindeki minik dükkanlardan birine saklanmanın ne kadar doğru olacağının hesabındayım bu kez.  Bir füze düşse bütün camlar üzerimize uçar diyorum. En iyisi belki de bir duvar kenarında yere yatmak olur... Sonunda Ashdoda ve cıvarına roketler atıldı. Yine paçayı ucuz kurtardık.

Üçüncü haftasına girdiğimiz tadilatın başında kaldığımız küçük evi Gazze Savaşı başladığından beri terk etmek zorunda kaldık. Ve biz hala şu ana dek bir tane bile lavabosu olmayan evimizde tadilatın yükünü kaldırmaya çalışıyoruz. 

Ve savaş şu an var hızıyla sürüyor. Israel'in Hamas'ın karşısında koyduğu hedefleri tamamlamadan durmaya niyeti yok deniyor bu kez. Tüm bunların yanında dün gece konuşulan ateşkes csgrılarıyla doğan ümitlerin arkasından uzun bir gün yeniden sona ermiş gibi görünüyordu oğlumun kendini uykuya teslim etmesiyle beraber... Gece artık 24:00'ü gösterirken, bütün akşam televizyonun karşısında neler olduğunu ve neler beklendiği üzerine bitmeyen  yorumları  hiç durmadan izlerken uzandığım kanapede gözlerimin  kapandıklarını farketmemişim bile. Taa ki evimizin camlarını sarsan patlamalar başlayana dek bir defa daha. Ashdod ve Nestsiona üzerinde imha edilen roketlerin sarsıntılarıyla uyanınca kalbim  hızla çarpmaya başladı.

Bütün vücudum aniden korkuyla kalkmamın heyecanıyla titrerken Gal'in yanına gittim, yeniden başlayabilecek sirenlere karşı onu yumuşak bir sesle uyarmak istedim. Ama bu kez oğlum o kadar yorgundu ki uyanmıyordu. Ve onu huzurlu uykusunda daha fazla rahatsız etmemeye ve beklemeye karar verdim. Dakikalar geçtiğinde hala bizde sessizliğin devam ettiğini gördüğümde ben de yatmaya gittim.

Ve uyumadan evvel Gazze'deki çocuları düşündüm. Onların korkularını.. Bu kaderi farklı mekanlarda, farklı senaryolarla paylaşan minik kuzenlerimiz onlar. İçlerinde terörün bedelini çok ağır ödeyen masumlar var. Ve bunu düşünmek bile bu hayatın çarpıklığını, haksızlığını  bir kez daha size hatırlatıyor. Çocukların büyüklerin cezalarının kurbanları olduğu bir dünya'da daha ne kadar yaşamak zorunda kalacağız? diye düşünüyorum.

Dün gece yatmadan Israelín AP binasını neden bombaladığı konusundaki son haberleri dinledim. İlk günden söylendiği gibi hedefte Hamas'a ve Hamas'ın liderlerine hizmet veren tüm binalar var . AP ve diğer basın kurumlarının ofislerinin yer aldığı binada Gazzeyi rehin alan Hamas'a lojistik destek veren bürolar olduğu açıklandı. Israel'e karşı geliştirilen roketlerin beyinleri bu bürolardaydı. Bu binayı Israel'in nedensiz yere vurmuş olabileceğini düşünmeleri delilik. Daha önceden burada çalışanların binayı boşaltılmaları için haber verilmiş. Başka hedefler gibi!

Gazze'de hastane, UNWRA, okul ve bilimum yardım kurumları  Hamas'ın aletleri . Hiç bir şeyin tek bir adresi, tek bir amacı yok burada. İnsanı amaçlar için var olması gereken yerlerde insana karşı kullanılan şiddet amaçlı şeyler var.  Herşeyin bir dış yüzü bir de arka cephesi var. Arkasında neler saklandığını bir onlar bir de biz biliyoruz. Diğer bilenler başkalarına pek anlatmıyor gibi.

Bu savaşa bir çözüm bulunur mu? Bu savaş bir toprak kavgası. Bu toprak iki milleti barındırmak için dar geliyor. İki milletin problematik dağılımıysa problemi çözmeyi tamamen  güçleştiriyor.

Filistinlilerden Israel'den çok daha fazla kurtulmak isteyen Ürdün ve Mısır'ın Batı Şeria ve Gazze'den kendilerini ayırmak için ellerinden geleni yapmaları bunun en büyük delilidir.

Yarın sabah altıdan itibaren ateşkes yapmayı kabul eden Hamas'a  Israel olumlu cevap vermemişti en son. Israel'in hedeflerini tamamlamadan bu operasyona son vermeye niyeti olmadığı biliniyordu.  

Sanırım son haberlere göre Biden bugün Netanyahu'yla yaptığı telefon konuşmasında Israel'e ültimatom vermiş, bu işi bir an önce bitirin diye. Rusya ve Fransa'da Mısır ve Ürdün'ün desteğiyle beraber savaşın bir an önce sonlanması için çağrıda bulundular.

Bundan sonraki adım, Gazze'ye insanı yardımlara yeniden başlamak olacak. Aslında Gazze Hamas'tan tamamen arındırılmalıydı. Gazze'ye getirilen yardımların gerçek hedeflerine ulaşabilmeleri için Gazze'de öncelikle müfettiş rolünü üstlenecek tarafsız kurumlar bulunmalıdır. Bu insanların geleceklerini garantiye almak için, Gazze tüm zararlı organizmalardan ( !) temizlenmelidir.


Batya R, GALANTI